Makale

Küle dönüşen emekler

Küle dönüşen emekler
Cengiz Topbaş

Kızılcahamam Çerkes karayoluna yaklaşmakta olan akşamın sis gibi alacakaranlığı yavaş yavaş çökerken, günlerdir yağan karın bembeyaz görüntüsüyle kendinizi bir anda siyah beyaz bir filmin içinde buluyorsunuz. Üstünden dumanlar tüten tepecikler, etraftaki çadırlar, dumanların arasında oynayan çocuklar ilgimizi çekiyor ve meşe odunlarından ilkel bir sur gibi inşa edilmiş siterlerin arasından üstlerinden dumanlar tüten tepelerin ve çadırların yanına ulaşıyoruz.

Türklerin yıllardır vazgeçilmez mangal keyfinin altındaki gerçekleri, çekilen zorlukları, emekleri, acıları, elektriksiz, susuz çadırları, okula gidemeyen çocukları, yoklukları işte bu merakın sonucunda öğreniyoruz. İnsanoğlu ne kadar garip? Nimet içinde yüzerken Rabbine şükretmeyi aklına bile getirmezken, bu insanların hayatını gördüğünde tevekküllerinden, çalışma azimlerinden, mücadele güçlerinden, inançlarından etkilenip; girdiğimiz mal, mülk, zenginlik, şöhret yarışını bizim yüzümüze vurarak hatırlatıyor.

Türkiye’de yaklaşık 250 bin ton mangal kömürü üretiliyor, kilosu 60-80 kuruştan başlayan fiyat, son kullanıcıda 2-3 hatta bazen 5 liraya kadar ulaşabiliyor. Aileleriyle beraber 1-2 milyon insan bu sektörden geçimini sağlıyor. Ağırlıklı olarak Trakya, Çanakkale, Antalya, Bursa, Malatya, Çatalca, Ankara, Kastamonu’da bin bir emekle üretiliyor. En kaliteli mangal kömürü ise meşe ve gürgen gibi sert ağaçlardan yapılıyor.

Odunların yakıldığı ocağa torluk deniyor. Ormandan kesilen ağaçlar önce kümbet şeklinde diziliyor, torluk kurulurken ortasına dikine sırıklar yerleştiriliyor, odunların havayla temasını kesmek için kümbet kuru saman veya ağaç dallarıyla kaplanıyor ve üzerine toprak atılarak örtülüyor. Torluk tamamlandıktan sonra tepedeki sırıklar baca görevi yapması için çıkartılıyor. Torluğun tepesindeki delikten ‘odunların kalbine ateş veriliyor’. Daha sonra uygun hava delikleri açılarak odunların alev almadan için için kömürleşmesi sağlanıyor. Kömürleşme için 240-280C’lik sıcaklık gerekiyor. 10-15 günde odunlar mangal kömürüne dönüşüyor, bu dönemde ocağın patlamaması, alev almaması, sönmemesi için gece gündüz başında beklemek gerekiyor, patlayıp alev alması demek haftalarca verilen emeğin küle dönmesi demek onlar için. O zaman kimsenin gözü kimseyi görmez, herkes işi gücü bırakıp emeğinin başına koşturur. Siyahlaşan odun yığınlarından genizleri yakan, ciğerlerini nefessiz bırakan beyaz dumanlar yükseliyor. Onlar buna aldırmadan dumanları tüten kömürleşmiş yığınların üzerine merdiven koyarak çıkıyorlar, torluğu düzeltiyorlar, deliklerin açılacağı yerleri belirliyorlar. Kömürleşme tamamlandıktan sonra birkaç gün soğuması için bekleniyor ve kömürler torluktan sökülüyor. Parçaları kırmadan, ufalamadan çıkartmak ve paketlemekse ayrı bir zahmet ve maharet gerektiriyor.Elleri yüzleri kömür isinden kapkara olmuş, dudakları soğuktan çatlamış çocukların oyun alanlarına dönüşmüşler. Oyunları annelerinin derme çatma taşlardan yapılmış ocakları ve fırınlarında pişen yemeklerin kokusu gelinceye kadar devam ediyor. Tabana atılmış kilimlerin etrafında naylondan inşa edilmiş mavi çadırda yanan odunların yarattığı sıcaklıktan daha sıcak dostluklar kuruyoruz demli çayların eşliğinde rahmetli İhsan ve Emine’yle...

Güneşin kendini ilk gösterdiğinde, balkonlardan, piknik alanlarına, söğüt gölgelerinden otoyol refüjlerine kadar her yerde mangal keyifleri sürülebilsin diye elektriksiz, susuz, televizyonsuz neredeyse 24 saat namusuyla çalışan bu kahraman insanları tanıdık, yokluk içindeki hayatlarında ellerindekileri paylaşabilmeyi öğrendik onlardan, bu coğrafyada yıllardır unutmaya başladığımız misafirperverliği hatırladık, üstlerindeki isten, ellerindeki tozdan çekinecek kadar ince düşünceli Anadolu insanını tanıdık, aldığı oyuncak kediyi her gittiğimizde sarılarak bize gösteren kızın sıcak gülümsemesinde öğrendik gözlerinin içinin nasıl gülebileceğini bir çocuğun. Fotoğraf çekmenin anlamı daha yaşına varmadan kaybettiği babasını tesadüfen yoldan geçerken durup da çeken birkaç yabancının bastırıp verdiği fotoğraflardan tanıyacak olan bir sabinin gönlünde edindiğimiz yerden öğrendik. Bir gönüle girmenin, bir yoksula yardım etmenin, bir öksüzün başını okşamanın önemini anladık. Vermedikçe, paylaşmadıkça hiçbir zenginliğin faydası olmadığını anladık.