Makale

Göçün öyküsü -Anadolu yollarında taşınan emek-

Göçün öyküsü
-Anadolu yollarında taşınan emek-

Ayşe Geze Bilgen
Bir sabah ayazına denk düşer göçün öyküsü. Gidenin omzunda bir yük geride bıraktıklarına dair, gözlerinde bir hüzün, bir korku, yüreğinde bir avuç kor. Kimi ekmek için düşer yollara, kimi okumak için ama illa da hayat için terk edilir yaşanılan topraklar. Şarkılara, şiirlere konu olur, film olur, yürek yakar. Hepimizin aşina olduğu hikâyeler yaşanır göç edenlere dair.

xGöçün öznesi erkekler iken yaralıları en çok da kadınlardır aslında. Göç kararı kendilerine ait değilken sonuçları en çok onları incitir. Görünmez bir el tarafından karanlığın kenarına bırakılır; korunaksız, şaşkın. Her taşını tanıdığı, her canlısını bildiği toprağından koparılır zoraki Aluçe nine, Deran gelin ve Helin kız gibi kadınlar… Kervan düzülür, yola çıkılır, kimi zaman bir kamyon kasasında kimi zaman bir otobüs koltuğunda, suskun seyredilir köyler kentler…

Nihai durak kenttir; korna sesleri, baş döndüren binalar, sığınılan bir akraba yanı. Nüfus çok, ekmek bir parça. Pencereden bakmak ister Deran gelin; karşısı duvar, diğer pencereye koşar, dikilir karşısına bir başka pencere... "Pencereler arasında göğü görmek ne zor ya Rab!" diye inler yaşlı Aluçe… Kıbleye yönelir yüreğini açmak için ufuklara doğru. Zaman anlamsızdır burada. Güneşin doğuşunu göremez, batışını ise evin dört duvarına aniden çöken karanlık da olmasa anlayamaz. Günler günlere eklenir, anlamsız bir bekleyiş sürer.

Deran gelin düşüncelere dalar. Her sabah kalkıp inek sağmaya gidecekmiş gibi fırlar yataktan, neden sonra anlar ki, koca bir kafes içindedir. Ne hayvanları vardır ne de kaynatması gereken süt. Köy çeşmesine gidip kadınlarla iki kelam da edemez artık. Su musluktan akar istediği kadar yine de mutsuzdur Deran. Sokağa çıktığında kulağını tırmalar sesler, sözler yabancı, kendini kayıp hisseder. Yalnızca kendisinden önce gelen akrabalarının yanında eski neşesine kavuşur, çağıldar sözleri, hasretlik üstüne bir muhabbet başlar. Dert ortağı olurlar, yaşlıca olanı mevsimin bahar olduğunu hatırlatır, “Toprağı havalandırmak gerek." der. Kimi kış boyu ördüğü çorapları anlatır. Paraca sıkıntısı olmayan kimi, eve bir ay önce alınan televizyondan öğrendiği yemek tariflerini paylaşır, kimi ise dil bilmez olmanın ölümle bir olduğundan dert yanar ve ekler; “Kızları burada okutmalı.”

Doğasından uzaklaştırılan kadın yaralı da olsa er geç özüne dönmeyi bilir. Anadır çünkü yuvasını diri tutmalıdır, çareler düşünür, üretmek için yollar arar. Ancak böyle tutunur hayata. Göç ederken nasıl yanında ise erkeğinin şimdi de yanında olması gerektiğini bilir. Gücü kuvveti olup dil bilenleri fabrikalara gider çalışır, emeğini ortaya koyar. Deran gelin gibi olanlar ise evde iş başı yapar bir gayretle. Okula giden kızından birkaç kelime Türkçe öğrenmeye çalışır, bir yandan da yün çorap örmeye devam eder. Haber salar akrabaya, eşe dosta “satıverin şunları” diye. Bir dayanışmadır başlar, kadın ayaktadır, yarası kapanır gün be gün. Hatıraları ise dipdiri, gözünde tüter bacaları köyünün. Aluçe ninenin ölmeden önce köyünü görme umudu hepsine sirayet eder. Tek bir hedef vardır artık; “Ölmeden önce köye dönmek…” Mahzunlaşırlar böyle anlarda, “Toprak küsmüş müdür?” diye endişelenirler. Ölülerine bir dua yollarlar kilometrelerce öteden.

Bir sabah serinliğine denk düşer geri dönüş. Sessiz sedasız geçilir köyler, kasabalar, tüneller. Köyün tabelası görülünce hızlanır nabızlar, bir heyecan başlar yeniden. Otların kapladığı bahçelerden geçilir. Evler hayalet sessizliğinde, yıkık dökük. Çatılardan birkaç leylek havalanır, toprak uyanmıştır. Çıt çıkmaz kimseden, bahçede bir taşa çöker evin reisi, kadınlar kapının önünde içeri girmekte kararsız. Gençler, film izler gibi, yabancı gözlerle süzerler etrafı. “İki günden fazla kalınmaz burada” der birisi ve ekler; “İnsanın canı sıkılır.” Evin reisi kafasını sallar sadece, gençlere cevap vermez. Başını kaldırır, evin yıkık bacasına bakar, onarmak gerek diye düşünür…

Adları değişse de kaderleri aynıdır göç eden kadınların ve erkeklerin. Yeni, yabancı, bilmedikleri bir hayata yolculuktur yaşadıkları. Bu hayata alışmakla başlar yeni öyküleri. Ürettiklerini gittikleri yerde üretmeye devam ederler. Acılarını, kederlerini, neşelerini götürseler de yeni hüzünler, yeni sevinçler onları bekler. Ve bir gün geri dönüp baktıklarında uzakta bir resim görürler, silik bir hatıradır anıları. Artık kentli olmuşlardır dönseler de bir yanları onları hep geriye çeker. Değişen alışkanlıklar, gezilen yerler, yaşanılanlar, yeni kimlikleri vardır. Göçün türküsü hayatın gürültüsü arasında cılız bir ses olarak kalır.