Makale

Milli Birlik Çağrıları


Milli Birlik Çağrıları

Doç. Dr. Turan Güven
Ankara Üniv. Fen Fak. Öğretim Üyesi


Yüce dinimiz İslâmiyet, inanan insanlar arasında daima kardeşlik duygularının geliştirilmesini, hayırlı işlerde yarışmayı ve dayanışmayı emretmektedir. Yeryüzünde hiç bir müslüman sadece kendisi için yaşama lüksüne sahip değildir. İçinde yaşadığı toplumun bütün problemleriyle ilgilenmeli ve onlara çözümler aramalıdır. Kazandığı ve elde ettiği her güzel şeyin din kardeşinde de olmasını arzulamalı, kendisi için istemediği hiç birşeyi kardeşi için de istememelidir.
Toplumda kalıcı bir millî birlik ve beraberliğin alt yapısı, fertlerin kalplerinde oluş-turulacak bu yüksek duygu ve ölçüye dayanmalıdır. İslam’da topluma çok önem verilmiştir. Bu yüzdendir ki, toplumdaki dayanışma ve kardeşlik duygularının zayıflatılması yönünde yapılan her türlü faaliyeti dinimiz "günah" olarak tanımlamıştır. Bakara Sûresinin 191. ayetinde "...Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür..." buyrulmaktadır. Toplumu fitne fesatla dağıtmaya çalışan her insan Allah’ın bu ayetine muhataptır. Gerçekten de toplumda fitne kazanının kaynatılmasıyla düşmanlıklar artar ve zincirleme bir reaksiyonla toplum kötü bir sona doğru ilerler. Böyle durumlarda en akılcı yol, fitneye sebep olan problemin teşhisi ve bu fitneye karşı mücadelede toplumu aydınlatmaktır. Bunu da güvenilir insanlar yardımıyla yapmak gerekiyor. Şayet bu konuda samimiyetsiz davranılır ve hata yapılırsa, fitnenin zincirleme bir reaksiyon gibi büyüme ihtimâli vardır. Toplumun düşünen ve itidalli kesimleri, problemin teşhis ve tedavisinde birleşebilirlerse, fitnenin gerilemesi ancak o zaman mümkün olabilir. Toplum, kendisiyle ilgili hayati bir mesele karşısında millî birlik ve beraberlik içinde olmaya davet edilmelidir. Bu daveti yapanların inandırıcılığı, problemin çözümünde belli bir zaman kazandıracaktır, inandırıcı olmayan "milli birlik" çağrıları ise, hiç bir işe yaramayacaktır.
Son zamanlarda bazı insanların ağzından hiç beklenmedik şekilde "milli birlik ve beraberlik" çağrıları duyuyoruz. Bu üç sihirli(!) kelimeyi, olağanüstü şartlarda ve özellikle ithilâllerde milletin duygularını sömürmek için çalınan marşlara benzetiyorum. Olağanüstü şartlar kaybolunca kimse milletin ne birlik ve beraberliğinden, ne de kurtuluşundan bahsediyor. Hattâ normal şartlarda milletin en hayatî meseleleri için millî birlik ve beraberlik istemek "çok tehlikeli" bir davranış olarak kabûl ediliyor. Meselâ bir kıbrıs meselesinde, bir kürtaj konusunda ve hükümranlık hakkımıza dokunan Çekiç Güç meselesinde millî birlik ve beraberlik istemek fevkalâde tehlikelidir. "Laiklik elden gidiyor", "gericiler geliyor" yaygarası ile isteyebildiğiniz kadar "millî birlikçi" olabilirsiniz. Milletin dinini ve milli kültürünü aşağılayıp, batı değerlerini bir din gibi bu topluma takdim edeceksiniz, ondan sonra da çıkıp millî birlik çağrıları yapacaksınız. Peki bu milletin düşünen kafaları "bizi hangi değerlerin etrafında birleşmeye davet ediyorsunuz" diye sormayacaklar mı? İnsanları sırf can güvenliği sebebiyle millî birliğe davet edip, en az bunun kadar önemli olan meseleleri görmezlikten gelirseniz, bu "millî birlik" çağrılarına kimse kulak asmayacaktır. Türkiye halâ millî ve cihanşümûl meselelerde batının ve ABD’nin ağzına bakıyor, olayların arkasında sürükleniyorsa, bunun suçu milletimizin millî birlik içinde olmamasından değildir. Bu başarısızlığın tamamı beceriksiz, bilgisiz, korkak, kimliğini bulamamış ve İslam’a öcü gibi bakan aydınlarımıza(!) aittir.
MİLLETİMİZİN İKİ ÖNEMLİ
ZAAFI
Belli bir kökten gelen ve uzun süre aynı kültür değerleriyle birlikte yoğrulmuş fertlerin meydana getirdiği toplumlara "millet" diyoruz. İnsanoğlunun yeryüzünde milletler halinde yaşamaya başladığı çağlardan günümüze kadar uzanan gelişme çizgisinde, her milletin kendisine has bir karakter yapısı kazandığını görüyoruz. İşte, bir kere oluşmuş bulunan bu karakter, çok uzun süre geçse bile genel hatlarıyla değişmeden kalıyor.
Orhun kitabelerinden beri, bizimle birlikte değişmeden gelen birçok özelliğimizden biri "yabancıya hayranlık", diğeri ise "saflık ve dürüstlüktür." Yabancı hayranlığı, milletimiz için bir zaaf olarak devam etmektedir. Bu hayranlığın bir adım ötesi, kültür emperyalizmine malzeme olmak, daha da ilerisi aşağılık duygusuna itilerek izzetimizi kaybetmektir. Maalesef, son 150 yıldır bu aşağılık duygusunun girdaplarında dönüyoruz. Bunu spordan müziğe, bilimden teknolojiye kadar bütün sahalarda görmek mümkündür.
İkinci özelliğimiz olan saflık ve dürüstlük aslında yüksek bir haslet olmasına rağmen, bunun giderek bir zaafa dönüştüğünü görüyoruz. O kadar safız ki, binbir ince siyasetle önümüze kurulan kısa ve uzun vadeli bütün tuzaklara düşmekteyiz. Hattâ tuzak olan senaryoyu safha safha bildiğimiz halde, olayların yönünü değiştiremiyoruz.
Millî birlik ve beraberlik isterken, milletimizin bu iki önemli özelliğini unutmamalıyız. Öncelikle milleti batı ve batı değerleri karşısında aşağılık duygusundan kurtarmak gerekiyor.
Bu yüzden millî birlik çağrısı, sadece Türkiye’nin silahlı bir tehdit ve baskı karşısında kaldığı zamanlarda değil, milletin millî ve manevî hayatını tehdit eden bütün unsurlara karşı da yapılmalıdır. Bunu bir "millî şuurlanma” olgusu şeklinde ele almak daha doğru olacaktır.