Makale

Batı Değerleri mi, Evrensel Değerler mi?

Batı değerleri mi, evrensel değerler mi?

Dr. Abdulbaki Keskin

Dünyamızı, insanlığın şeref ve haysiyetinin korunduğu bir planet haline getirmek için:
BATININ öteden beri propagandasını yaptığı, bazan ekonomik, bazan politik, bazan da silâh gücünü kullanarak, evrensel değerler adı altında, üçüncü Dünya uluslarına veya geri kalmış ülkeler halklarına empoze etmeye çalıştığı şeyler, aslında, kendi çıkarlarına yönelik, kendi inanç ve kültürlerine dayalı, çifte standartlı Batı değerleridir...
Zira evrensel değerler, her zaman, her mekân ve her şartta, iki kere ikininin dört ettiği gi-bi, değişmezlik vasfı bulunan, tek standartlı değerlerdir.
Eğer, iki kere iki, bazı yerlerde üç, bazı yerlerde beş, bazı yerlerde de nadiren dört ediyorsa, bu karakterdeki değerler evrensel değildir.
Meselâ, kendi ülkenizde, dinî amaçla uyuşturucu kullananlara dahi(l), din ve vicdan öz-gürlüğüdür, diyerek saygı duyuyor da; başka ülke veya toplumlarda, dinin gereği olduğu için alkollü içkilerin satış ve tüketiminin yasaklanmasına din ve vicdan hürriyeti adına sahip çıkmıyor, üstelik bu hareketi tüm dünyaya tehlikeli bir gelişme olarak takdim ediyorsanız (2), savunduğunuz değerler evrensel değil, çifte standartlı Batı değerleridir.
Demokrasilerde teorik olarak, halkın iradesine saygı esastır. Eğer bu irade bir Afrika ülkesinde tecelli etmiş, siz de, bazı hesaplarınız yüzünden bu iradeye saygısızlık ediyorsanız, savunduğunuz değerler evrensel değil, çifte standartlı Batı değerleridir.
Kendi ülkenizde, kendi polisinizin, âdi bir suçluyu(4) dünyanın gözleri önünde, öldürür-cesine döğmesini, ne ahlaken ne de, hukuken insan haklarının ihlâli saymıyor da (5), başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne kasdeden ve bu yüzden de, çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce masum insanın, yüzlerce devlet görevlisinin kanını döken teröristlere karşı alınan tedbirleri, insan haklarının ihlâli sayarak, ilgili ülkeye silah ambargosu koyarsanız (6), savunduğunuz değerler evrensel değil, çifte standartlı Batı değerleridir.

"YENİ DÜNYA NİZAMI"
Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve bu ülkede komünizmin yıkılışından sonra, Batı tarafından ortaya atılan ve bir kısım siyasilerce, bilerek veya bilmeyerek sık sık tekrar edilen son derece çekici bir kavram var: "New World Order" yani, Yeni Dünya Nizamı...
Bilerek veya bilmeyerek tekrar edilen diyoruz... Çünkü, Batı, yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız taktiğini, şimdi de. Yeni Dünya Nizamı sloganı ile kamufle etmeye çalışıyor.(7)
Yani, dünyanın şurasında burasında, Batı’nın çıkarları tehlikeye düşmesi halinde, evrensel değerlerin ihlâlinden söz edilerek, bu defa, global bir organizasyon görünümünde olan Birleşmiş Milletlerin şemsiyesi altında askerî bir güç devreye sokulacaktır.
Nitekim, bu girişimin ilk denemesi 1991 yılı Körfez olayında başarılı bir şekilde uygulan-mıştır.
Ancak 20 küsur ülkenin 700 bine ulaşan askerî gücü ile Körfez’de yapılan operasyonun, bugün çok daha kötü durumda olan Bosna Devleti için icra edilmemiş olması bir yana.
Bu devletin, Dışişleri Bakanının, "CNN" Televizyonunda yaptığı bir konuşmada, B. Milletlere hitaben, ".. Biz sizden, aylardan beri oluk oluk akan kanlarımızın durdurulması, benzeri görülmemiş bu insanlık dramına son verilmesi için, sadece, Kuzey Irak’taki Kürtlere gösterdiğiniz himaye kadar bir yardım talebediyoruz.. Başka bir şey istemiyoruz.." şeklindeki çağrısı bile, maalesef karşılıksız kalmıştır.
Acaba bu sessizlik neden?.. Kuveyt’te olduğu gibi, Bosna’da bağımsız bir ülkenin hükümranlığı ihlâl edilmemiş midir? B. Milletler üyesi bir devletin toprakları işgal edilmemiş midir? Cenosit ölçülerini dahi aşan katliâmlar yapılmamış mıdır?..
Yoksa, Bosna’da, Sırp canilerince öldürülenler, insan değil midir?... Bunların korunulacak, savunulacak hakları yok mudur... veya irtikâp edilen cinayetler, Yeni Dünya Nizamı konseptine aykırı değil midir?
Bütün bu sorulara, Batı Dünyasının tabii lideri, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Bayan Margaret Tutwiler, şöyle cevap veriyor, ".. Burası farklı..."
Sözcünün bu yanıtını, dünyaya duyuran "CNN"in muhabiri de, şöyle diyor, ".. Evet, bu-rası farklı., çünkü Bosna’da petrol yok., ama Kuveytte petrol var..."
O halde, Yeni Dünya Mizamı şampiyonları acaba şimdi hangi değerleri savunuyorlar? Evrensel değerleri mi? Yoksa, kendi çıkarlarına dönük, çifte standartlı Batı değerlerini mi?.
Meseleye başka bir açıdan, belki daha da, gerçekçi bir yaklaşımla bakılacak olursa, her-halde şunu söylemek mümkün..
Farklı inançların, farklı kültürlerin, farklı coğrafyaların ürünleri olan insanların, gerek bireysel ve gerekse uluslar bazında birbirlerine ters düşen çıkarları vardır.
Başka bir deyişle, sizin gerçeğiniz başka birisine göre bir "utopia", başka birisinin gerçeği de, size göre bir masal değeri taşıyabilir.. Böyle olunca da, her şey "relative" veya izafidir...
Halbuki, dünya barışının sağlanıp korunabilmesi ve insanlığın mutluluğu için, herkesin saygı duyacağı bir değerler manzumesine ve kabul edebileceği ortak ölçülere ihtiyaç vardır..

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN GÜCÜ
Bu ihtiyacı karşılamak amacı ile olacak ki, bundan 47 yıl önce, temelinde evrensel değer-lerin de bulunduğu iddia edilen, bugün de, Yeni Dünya Nizamı sloganı altında ileri sürülen fikrin garantörü gibi gösterilmek istenen Birleşmiş Milletler organizasyonu kurulmuş..
Ancak, bu organizasyonun, yarım asra yaklaşan geçmişindeki uygulamalarla, maalesef, bu amacı gerçekleştiremediği açıkça ortaya çıkmıştır.
Meselâ, kuruluşun anayasasında yer alan önemli prensiplerden birisi, ülkelerin millî hü-kümranlık haklarının korunması veya bu hakların dokunulmazlığıdır..
Buna rağmen, organizasyonun gerçek gücünü temsil eden Güvenlik Konseyi üyelerinden ABD, hükümran bir ülke olan Grenada’yı 25.10.1983 tarihinde işgal ederken; Konseyin diğer bir üyesi, Sovyetler Birliği de, başka bir hükümran ülkeyi, Afganistan’ı 21.12.1919 tarihinde işgal etmişti..
Bu işgaller için ileri sürülen iddialar ne olursa olsun, Konseyin iki süper gücü, bu güçlerine dayanarak kuruluşun anayasasını, çıkarları uğruna bizzat ihlâl etmişlerdir.
Birleşmiş Milletlerin
diğer önemli bir prensibi de, insan hakları ihlâllerinin önlenmesidir.
Özellikle, soğuk savaşın bitişi ile, daha da ön sıralara çıkan bu kavramdan son günlerde sık sık söz edilmektedir.
Nitekim, Güvenlik Konseyi üyesi Fransanın B. Milletler nezdindeki Büyükelçisi, Jean-Bernard Merimee, "... Bugün artık, vatandaşlarını katleden bir devletin, millî hükümranlığı, o ülkeye müdahale etmemek için yeterli sebep değildir... Esasen böyle bir müdahale, B. Milletlerin moral sorumluluğudur." diyor.
Bir ülkenin varlık sebebi sayılan millî hükümranlığının, ihlâli pahasına da olsa, insan haklarına karşı gösterilen bu duyarlılık, gerçekten takdire şâyân bir tavır..
Ancak sormak gerekir, bu ihlâller hangi ülkelerde, hangi ölçülerde, hangi şartlarda oldu-ğu zaman müdahale edeceksiniz?..
Meselâ, Güvenlik Konseyi üyelerinden birinin ülkesinde meydana gelen böyle bir ihlâl için, bugüne kadar bir müdahale kararı aldınız mı?.
Şayet böyle bir teşebbüsünüz oldu ise, ilgili ülke veto hakkını kullanarak bu kararı durdurdu mu?..
Daha açık konuşalım:
4 Haziran 1989 tarihinde, Konsey üyelerinden Çin’de, "Tiananmen Square" denilen mey-danda, demokrasi isteyen gençler, bu ülkenin tanklarının paletleri altında acımasızca ezilirken, ne yaptınız?.. Bir müdahale sözkonusu oldu mu? Öldürülen bu genç insanlar bu ülkenin vatandaşı değil miydi?..
işin daha da garip olan bir yanı var. O günlerde açıkça insan haklarını ihlal etmiş olan bu ülkeye, Konseyin en güçlü üyesi ABD, ticarette tercih anlamına gelen "Favourite-Nation" statüsü bile vermişti.. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?..
Bütün bunlara rağmen öyle anlaşılıyor ki, bu kuruluşun gözünde düne kadar birinci sıralarda yer alan, ülkelerin Milli Hükümranlığı ilkesi, bugün ikinci sıralara inerken, dün ikinci sıralarda bulunan insan hakları ilkesi de, bugün birinci sıralara yükseliyor.
Acaba, bu fenomeni, değişen global politikalara; gelişen dünya şartlarına bağlı, doğal bir oluşum diye mi niteleyeceğiz...
Yoksa, evrensel denilen değerlerin, dayandığı ölçülerin, dünyadaki hakim güçler tarafın-dan tayin edilişi gerçeğine bağlı, biraz da plânlı bir olay olarak mı niteleyeceğiz.. Biz ikinci gö-rüşe katılıyoruz..
Zira, Birleşmiş Milletler üyelerinden büyük bir kısmı, özellikle Güneyli fakir ülkeler, organizasyonun patron devletlerinden bir kaçının himayesinde bulunan, Kuzey Irak’taki Kürtlerin durumuna dikkatleri çekerek, insan hakları ihlâlleri bahanesi ile, bu güçlü devletlerin, üçüncü Dünya ülkelerinin içişlerine müdahale edebilecekleri, hatta, millî hükümranlıklarını bile ihlâl edecekleri endişesini taşımaktadırlar..
Nitekim, Mexico’nun BM nezdindeki Büyükelçisi, Jorger Montano, bu endişeyi aynen şu cümlelerle dile getiriyor, ".. İnsan haklan ihlâlleri bahane edilerek, ülkelerin millî hükümran-lıklarının ihlâl edilmesini görmek istemiyoruz..."
İşin gerçeği şu ki, Birleşmiş Milletler organizasyonu, evrensel görünümüne rağmen, maa-lesef, dün olduğu gibi, bugün de, ABD başta olmak üzere bir grup güçlü devletin hegemonyası altındadır.
Belki ileride, kuruluşun patronlarında değişiklik olacak veya mevcutlara yenileri katıla-caktır. Ama öyle gözüküyor ki, kuruluşun bugüne kadar sergilediği genel karakter değiş-meyecektir.
Belki patronlar değişecektir dedik. Çünkü, yakın zamana kadar güçlü olmanın, süper ol-manın ölçüsü daha çok silâhtı.. Bugün ise bu ölçü, daha çok ekonomik güce dönüşme eğili-mindedir. Bu sebepledir ki, dünyanın büyük ekonomik güçlerinden biri haline gelmiş olan Japonya, kuruluşun patronluğu olan Güvenlik Konseyi üyeliğine taliptir. Bir süre sonra, muh-temelen, Almanya da, böyle bir talepte bulunacaktır...
Ancak, bütün bunlar, neyi değiştirecektir? Bir yazımızda da söylediğimiz gibi, belki sah-neler değişecek, dekorlar değişecek, fakat yeni aktörler de, yine eski oyunları oynayacaklardır.


STANDART ÖLÇÜ
Bu bakımdan ısrarla şunu söylüyoruz:
Dünyamızı, insanlığın şeref ve haysiyyetinin korunduğu, hak ve haklılığın, değişmeyen, gerçekten evrensel, İlahî kaynaklı, tek standartlı ölçülere göre tesbit edildiği, biribirini seven mutlu insanların yaşadığı bir planet haline getirmek için:
Zenginini, fakirini, beyazını, siyahını, güneylisini, kuzeylisini, doğulusunu, batılısını, her coğrafyadan her ırkdan, her dilden, her renk-den bütün insanlığı Allah’ın eşit yaratığı sayan, insanlığın yegâne sığınağı olan İslâm’a, onun iman, aksiyon ve evrensel değerlerine dönül-mediği sürece: Eşitlik, güvenlik, adalet, barış, huzur, mutluluk ümitleri insanlık için aldatıcı bir serap olmaya devam edecektir.

(1) 1906’da kurulan ve The Native American Church’ denilen kilise mensupları taralından dini âyinlerde kullanılan ’Pe-yote’, LSD gibi etkisi olan bir uyuşturucudur.
’Peyote’nin uyuşturucu bir madde olduğu dikkate alınarak, kullanılması, bir ara, mahalli mahkemelerce yasaklanmış. Ancak 1964 tarihinde Calilomia Yüksek Mahkemesi, adı geçen kilise mensuplarının dini amaçlarla kullandıkları bu maddeyi, uyuşturucu da olsa, kullanma hakkından mahrum edılemıye-cekleri gerekçesi ile alt mahkemelerin karartannı iptal ederek sadece bu kişiler için meşruiyyetine dair yeni bir karar almış ve bu karar, 1966 da Federal Mahkemece de onaylanmıştır. Encyclopedia ol American Relıgıous. pp. 567-568.
(2) A. KESKİN, BİR MÜLAKAT, Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 1992, Sayı 20 (yayınlanacak)
(3) A. KESKİN, AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN YENİ BİR FENOMEN: IRKÇILIK, Diyanet Aylık Dergi, Haziran 1992, Sayı 18.
(4) Los Angeles polisi taralından döğülür-ken, bölgede bulunan birisinin filme aldığı ve dünya televizyonlannda defalarca gösterilmiş olan Rodney King adında bir siyah..
(5) Rodney Kingi döğen polislerin mahkemece suçsuz bulunarak salıverilmeleri üzerine, bölgede yaşayan siyahların ayaklanması ile 58 kişi ölmüş, 4000 kişi yaralanmış, 12000 kişi göz altına alınmış ve 1 milyar dolar zarar tesbit edilmiş.
(6) Nevruz Bayramını bahane eden, teröristlerin sebep oldukları olayların önlenmesi amacı ile güvenlik güçlerince alınan tedbirlerin, insan haklarına aykırılığı iddia edilerek Alman Hükümeti taralından Türkiye’ye konulan silah ambargosu gibi.
(7) A. KESKİN, YENİ DÜNYA NİZÂMI, Diyanet Aylık Dergi, Nisan 1991, Sayı: 4.