Makale

Asri Cincilik, Ruh Çağırmak

Asri Cincilik:
RUH ÇAĞIRMAK

Doç. Dr. İsmail Lütfi Çakan

SON zamanlarda özellikle sosyete arasında yaygınlaşmış olan modern kâhinlik veya "asri cincilik" diyebileceğimiz bir uygulama vardır: Ruh çağırma...
Ruh çağırma seanslarında madde ötesi bir varlıkla ilgi kurulduğu bilinmektedir. Ancak bu madde ötesi varlığın ruh olup olmadığı, söylediklerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı çok ciddî şekilde üzerinde durulması gerekli bir konudur.
Bunun için de önce inanç esaslarımıza göre ölümden sonra ruhun durumunun ne olduğunun bilinmesine ihtiyaç vardır. Önce bu noktayı ele alalım:
Beden kafesinden ayrılan ruhlar BERZAH âleminde toplanırlar. Orada dünyadakine benzer bir takım faaliyetlerde bulunma, bazı noksanları telâfi etme imkânları yoktur. Artık amel safhası bitmiş, hesaplaşma için bekleme dönemi başlamıştır. Çünkü her türlü ibadet ve amel sahnesi dünyadır. Dünyadan ayrılanların mükellefiyetleri biter. Mükellefiyetle ilgili bir takım çalışma yapma imkanları da ortadan kalkar.
Nitekim bu konuya ışık tutan bir Hadis-i şerif şu mealdedir:
"İnsan öldüğü zaman ameli kesilir, amel defteri kapanır. Ancak yaptığı üç şeyden ötürü (sadece) sevabı devam eden Topluma yönelik sadaka, faydalı ilim, kendisine dua eden çocuk..." (Müslim, vasiyye, 14; Ebû Davud, vesâ-yâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36; Ah-med b. Hanbel; 11,372)
Öte yandan Peygamber Efendimiz Kabir’i tarif ederken onun iki durumda olabileceğini, ölenlerin de bu iki durum içinde bulunacaklarını belirtmiştir. Şöyle buyurmuştur:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, kîyâme, 26)
Şimdi düşünmek gerekir; cennet hayatı lezzeti içindeki bir ruh, dünya İle ve dünyada-kilerle, o güzel hayatı terkederek niçin meşgul olsun? Yine cehennem azapları içinde kıvranan bir ruh da nasıl dünya-dakilerin davetlerine icabet edebilecektir? Ona bu izni kim verecektir?
Sonra her iki haldeki ruh için de dünyadakilerle temas kurmakta ne fayda olacaktır?
Binaenaleyh ruhların, insanlarla ve dünyadakilerle haşir-neşir oldukları, ölmemiş gibi bir takım işler yaptıkları iddiasına dayanan ruh çağırma girişimleri, ruhların durumuyla ilgili bu hadiselere ters düşmektedir. Onların bu yöndeki iddiaları geçersiz ve tutarsızdır. Delilden yoksundur.
Eğer ruhların dünyaya dönüp, dünyadakiler gibi birtakım faaliyetlere katılma imkân ve şansları olsaydı, her halde ruh çağırma seanslarıyla meşgul olmaktan çok daha önemli işleri olurdu. Nitekim bir ayeti kerimde bir kısım ruhların ne yapmayı arzu edeceklerine dair bilgi bulmaktayız. Şöyle buyruluyor:
"Onlar (günahkârlar) orada, Rabbımız, bizi çıkar, yaptığımız amelden başkasını, daha iyisini yapalım diye bağrışırlar".
Bu arzuya verilen cevap da ayette açıklanmakta, şöyle denmektedir:
"Öğüt alacak insanın öğüt alabileceği kadar birzaman sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın (o azabı). Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur." (Fâtır Suresi, ayet 37)
Ruhların dünyaya dönüp dünyalılar gibi, birtakım faaliyetlerde bulunamayacakları bir başka ayette de şu şekilde belirtilmektedir:
"Onlardan birine ölüm gelince: "Rabbım, beni geri çevir, belki yapmayıp (noksan) bıraktığımı tamamlar, iyi işler işlerim." der. Hayır; bu kendi sözüdür. Tekrar diriltilecekle-ri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır." (Mü’minun Suresi, ayet 99-100)
Medyumlara cevap verdiği söylenen ruhlar, bu engeli aşmayı beceren birtakım gözü açıklar mı dersiniz? İlâhî sınırları, Allah’ın beyanını; beşeri sınırlar ve insanın sözlerine benzetilen cahiller, ancak bunun böyle olabileceğini düşünebilirler ve tabiî aldanırlar..
Diyeceksiniz ki, iyi ama ruh seanslarına gelen hatta "içecek sigara" bile isteyen varlıklar var.. Peki bunlar kim? Verdikleri birtakım geçmiş vakıalara uygun bilgiler var. Bunlara ne diyeceğiz?

RUH GELİR Mİ?
Ruh çağırma seanslarına mesajlar getiren "madde ötesi" varlıkların, gerçekte çağrılan ruhlar olmadığı, olamayacağı yukarıda bir kısmını verdiğimiz deliller muvacehesinde anlaşılmış bulunmaktadır. Zaten bu işle uğraşanlar da bu konuda şüphe içinde olduklarını açıkça ifade etmektedirler. "Ruhlarla muhaberede bulunduklarını söyleyen medyumların bir çok iddiaları, yukarıda saydığımız mihanikiyetlere göre yanlış ve hatalı olabilir.." (bk. Spirtualizm, s. 133, İstanbul, 1949)
Öte yandan, "huddamcılık" cincilik yani cin çağırma faaliyetleri ve bu esnada edinilen bilgiler ve bunların açıkça cinler yoluyla elde edildiği eskiden beri bilinen ve halen de devam eden bir ameliyedir. Sosyete çevrelerinin buna "ruh çağırma" ismini takması, hiç bir şeyi değiştirmez. Merhum Ahmed Naim Bey’in dediği gibi bu, "alafranga cincilik" olur, o kadar...

CİN NEDİR?
Cin denilen, dünyada yaşayan ve çoğu kez ins (insanlar) karşılığı kullanılan, insanlar gibi mü’mini ve kâfiri bulunan bir varlık çeşidinin varlığı kesindir. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerifler buna açıkça ışık tutmaktadırlar. Hatta, -bilindiği gibi- Kur’an’da "Cinn Suresi" adıyla bir sure de bulunmaktadır.
İslâm bilginleri cinleri çok çeşitli açılardan incelemişlerdir. Meselâ;
1. Çin’in varlığı,
2. Cinin ne zaman yaratıldığı.
3. Neden yaratıldığı,
4. Cisim mi yoksa sırf cevher mi olduğu,
5. Çeşitleri,
6. Niçin cinn dendiği,
7. Yerler, içerler mi, aralarında evlenme çoğalma var mıdır?
8. Mükellef midirler? Haklarında sevap veya azap söz konusu mu?
9. Salih ve fâsıkları var mıdır?
10. Muhtelif şekil ve suretlere girebilirler mi? v.s.
Cinn’in varlığı kesin bir gerçek olup, bunun dışında kalan konularda az-çok görüş farklı-lıkları vardır. Cinlerin varlığı noktasında kimsenin bir tereddüdü olmamıştır, olamaz da...
Bu arada hatırlanmasında fayda olan bir husus da Kur’an-ı Kerim, verdiği bir başka bilgi-dir. Kur’anı Kerim cinlerin; Hz. Süleyman’ın emrinde çok çeşitli işlerde çalıştırıldıklarını haber vermektedir.
Gaybı bilmediklerini de kesinlikle ortaya koymaktadır.
"... Rabbının izniyle cinlerden bir kısmı, onun (Süleyman) önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, ona alevli azabı tattınr-dık. Ona dilediği gibi kaleler, timsaller, havuzlar kadar (geniş) leğenler ve sabit kazanlar yaparlardı." (Sebe Suresi, ayet 12-13. Ayrıca bk. Sa’d Suresi, ayet 36-38..)
"(Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Kurdun yemesiyle değnek çürüyüp de ona dayalı duran Süleyman) yıkılınca (onun öldüğü anlaşıldı ve) anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı". (Sebe Süresi, ayet 14)
Cinnlerin gaybı bilmemelerine rağmen, bazı bilgiler edinebilmek gayesiyle göklere yük-selip kulak hırsızlığı yapmaya çalıştıklarından ve başlarına indirilen gök cisimleriyle bundan men edildiklerinden de Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmektedir:
"Andolsun biz, (dünyaya) en yakın göğü lambalarla donattık ve onları şeytanlar için taşlamalar yaptık" (Mülk Suresi, ayet 5)
Hz. Peygamberin okuduğu Kur’an’ı dinledikleri ve sonra dönüp hemcinslerine Kur’an’ı anlattıkları ve ona inanmaya çağırdıkları da Cinn Suresi ayetlerinde belirtilmektedir...
Bütün bunlar cinlerin insanlardan farklı bazı bilgilere sahip olabilecekleri, özellikle ruh çağırma seanslarında kendisiyle görüşülmek istenen kişinin geçmiş hayatına dair bir takım bilgileri bilmelerinin onlar için mümkün olduğu anlaşılmaktadır. O halde şunun ya da bunun ruh olarak seanslara gelenlerin, sorulan suallerin bir kısmına doğru cevap vermeleri, kendilerinin her söylediklerinin doğru olması için yeter sebep değildir. Böyle bir aldatma Şeytanın taktiklerine pek uygun düşmektedir.
Başlıca gayesi insanları doğrudan, güzelden ve imandan uzaklaştırmak olan Şeytan ve taifesi, ruh çağırma seanslarını elbette en iyi şekilde değerlendirmeye çalışacaktır. Nitekim bütün dünyada ruh çağırmaya merak sarmış kişilerin yayınları incelendiği zaman ifadeler farklı olsa bile- hepsinde dinlerin mantıksızlığı, gerçersiziiği, özellikle Allah’ın birliği (tev-hid) inancını zedelemeye yönelik bir takım mesajların varlığı görülecektir. Yani ruh çağırma işlemlerinin temelinde, dinlerin inkâr ve ibtali davasının ve yerine yeni bir dinsizlik dini ikame amacının yattığı anlaşılacaktır. Bu da Şeytan ve taifesinin hiç şüphesiz en zevkli işi ve hizmeti (!) olacaktır.
Evet cinlerin ömürlerinin uzun, niteliklerinin bizden çok farklı olması, kısa zamanda uzun mesafeleri dolaşabilmeleri sebebiyle, insanlardan farklı bilgileri bulunmaktadır. Onların bizim bilmediğimiz konularda bazı şeyler söylemeleri gaybı bildiklerini göstermez, onların bilgileri de çoğu kez noksan ve kasıtlı olarak yanlışla karıştırılmıştır... İnsanları yanıltmaya yöneliktir.
Müslümanlar maddeye olduğu kadar, maddeüstü varlıklara da inanırlar. Ancak bu inançların Kitap ve Sünnette yer alan bilgilere uygun olması gereklidir. Onların verdiği bilgilere bazı vehimler, zanlar karıştırılmasına müsaade edilmemelidir. Çünkü zan ve vehm hiç bir zaman ilim değildir. Binaenaleyh iman da en kesin bilgilere dayanmak zorundadır. 0 halde asıllı asılsız bir takım söylentilerin, aldatmacaların peşinde imanımızı süründürmenin anlamı yoktur.
Bize Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de emredilen, insan ve cin vesvesecilerinin şerrinden Allah’a sığınmaktır. Biz de onu yapıyor ve ruh çağırıyoruz diye cin çağıranları ve bunlara inananları gerçekle uyarıyoruz:
De ki: Sığınırım ben insanların Rabbına, insanların padişahına, insanların ilâhına; insanlara kötü şeyler fısıldayan o sinsi vesvesecinin şerrinden... O ki, insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar, gerek cinlerden, gerek insanlardan... (Nâs Suresi, ayet, 1-6)

MÜFTÜ GÖZÜYLE

Veysel Çakı
Beşikdüzü Müftüsü


YAKLAŞIK bir yıl öncesiydi. Bir ’ din kardeşimizin cenazesinde bulunuyordum. Mezarlıkta hanımların bir mezar başına gidip geldiklerini gördüm. Sebebini sorduğumda, "Bu mezarın şehid olan bir kadına ait olduğu rivayet edilir. Biz de köy halkı olarak üzerine türbemsi bir bina yaptık. Ziyaret edenler daha kolaylıkla ziyaret etsinler diye. Onu ziyaret ediyorlar" cevabını aldım. Görünürde niyetleri samimi idi. Ancak gelecekte bu mezarın bir sürü hurafe ve batıl inanışların icra edildiği bir mahal olabileceği endişesi ile, üzerindeki binanın za-bıtaca yıktırılıp, normal bir mezar şekline getirilmesini uygun bulduk ve talep ettik.
Bu olay bizi, batıl inanışlar konusunda ilçe düzeyinde bir inceleme ve araştırma yapmaya sevk etti. Çünkü hastalığın türünü, sebebini, enine-boyuna tesbit etmeden, teşhis konulamazdı. Tedavisi de mümkün değildi. Tüm din görevlilerimizin iştirakiyle bu konuyu incelemeye, araştırmaya karar verdik. İnsanlarla konuştuk. Üzülerek gördük ki, İlçemizde bir çok batıl inanışlar adeta dindenmiş gibi halkımızın arasında mevcuttur.
Gerekli bilgileri topladıktan sonra bir değerlendirme toplantısı yaptık. Çıkardığımız sonuçlar şunlar olmuştur:
1-Batıl inanışların, okumuş-cahil bir çok insanımızda mevcut olduğu, hanım müslümanlar arasında daha çok yaygın bulunduğu,
2-Batıl inanışları olanların genellikle, sağlıklı dinî bilgisi olmayan, yeterince dinini öğrenme imkanı bulamayan kardeşlerimizden olduğu,
3-Basın ve yayın organlarında, özellikle TV’de bu tür batıl inançlara yer verilmekte olduğu, bunun da bu inançların yayılmasında etkili olduğu,
4-Batıl inanışların, dinin temel prensipleriyle taban tabana zıt olmasına rağmen dindenmiş gibi kabul edilip, benimsendiği,
5- Bu konuda halkımızın manevî hastalıklarına çareler sunma durumunda olan din görevlilerimize, geleceğimizin garantisi olan yavrularımızı yetiştiren eğitimcilerimize, basın ve yayın kuruluşlarına önemli görevler düştüğü, bunlarla mücadele edilmesi, halkımızın sağlıklı dinî bilgilerle donatılması gerektiği.
Denize arkasını dönüp taş atarak, sacayağı veya dilek taşından geçerek dilekte bulunmanın, doğum tarihine, içilen kahve fincanına bakıpta şahsın geleceğine ait bilgiler üretmenin, bir ağaca bez parçası bağlayarak dertlerden kurtulmaya çalışmanın... vb. dinle, ilimle, aklı selimle hiç ilgisi yoktur.
Batıl inanışların, üfürükçülüğün, muskacılığın, falcılığın, temelinde cehalet yatmaktadır. Tarlaya faydalı tohumlar ekilmezse yabani otların yeşermesi doğaldır. Halkımızın cehaletinden istifade eden, dinden, bilgiden mahrum simsarların halkımızı istismar etmeleri üzücüdür. İslam’ın temel prensipleriyle taban tabana zıt inanış ve davranışların, İslâm’a, İslâm itikadına aykırı şeyler olduğu halkımıza çok iyi anlatılmalıdır.