Makale

AHMED-Î YESEVÎ'NİN HİKMETLERİ İLE YÛNUS EMRENİN ŞİİRLERİNDE TASAVVUFÎ MUHTEVA BENZERLİKLERİ

AHMED-Î YESEVÎ’NİN HİKMETLERİ İLE YÛNUS EMRENİN ŞİİRLERİNDE TASAVVUFÎ MUHTEVA BENZERLİKLERİ

Doç. Dr. Ali YILMAZ*

Bilindiği üzere Hoca Ahmed-i Yesevî, kendi adınaa izâfe edilen bir tarikatın, yani Yesevîyye tarîkatının kurucusudur. Bu bir Türk tarafından kurulup Türkler arasında yayılan ilk tarikattır.

Batı Türkistan’da Sayram isimli bir kasabada doğan, fakat sonradan Yesi’ye yerleşen ve oraya nisbetle anılan Ahmed-i Yesevî, daha sonra zamanının önemli ilim merkezlerinden olan Buhara’ya gider ve burada, devrin önde gelen alim ve mutasavvıflarından olan Yûsuf-ı Hemadanî’ye intisâb eder (h.504/m. 1110). Yesevî kısa zamanda şeyhinin teveccühünü kazanır ve ondan aldığı feyzle kendini gösterir.

Yûsuf-ı Hemadanî, Fuad Köprülü’nün de belirttiği gibi, şer’î ilimlerde söz sahibi, Kur’an ve Sünnet’i her şeyden üstün tutan; tefsir, hadis ve fıkıh usullerinin ölçüleri dışında te’vile yanaşmayan, Hanefi mezhebine bağlı bir hadis alimi ve bir mu-tasavvıfdır. Onun tasavvufî yönü de, ilmi hassasiyeti ve bağlı olduğu esaslar çerçevesinde idi.

Yûsuf-ı Hemadanî’nin tesir ve irşadı altında yetişmiş olan Ahmed-i Yesevî’nin kurmuş olduğu Yeseviyye tarîkatımn esasları ve âdâbı da bu özellikleri taşımaktadır (2).

Tasavvufî bir yönü de bulunan Ahmed-i Yesevî, müslüman olmayan ırkdaşlarına İslamiyet’i tanıtmak, müslüman olmuş bulunanların da İslamiyet’i iyice kavramalarını sağlamak ve tarikat esasları ile âdabını benimsetmek üzere, kendisi iyi bir eğitim gördüğü halde, halkın anlayabileceği dil ve üslupla şiirler söylemiştir. Bir kısmı yazıya geçerek günümüze kadar ulaşmış olan şiirlerine "Hikmet" adını vermiştir. Bu "Hikmet"lerin toplandığı esere de "Dîvân-ı Hikmet" denilmiştir. Kendisinden sonra da Yeseviyye tarikatına mensup şairler arasında, şiir söylenmesi ve bu şiirlere "Hikmet" denilmesi âdet halini almıştır.

Bugün Dîvân-ı Hikmet’in, el yazması ve basılmış çeşitli nüshalarının mevcudiyeti malumdur. Bu nüshalarda yer alan hikmetlerinin hepsinin Ahmed-i Yesevî’ye ait olmayabileceği de kabûl edilmektedir. Fakat bunların bir kısmı Ahmed-i Yese-vî’ye ait olmasa bile, şekil, muhtevâ ve ruh bakımından bunların da farksız olduğu ve bunların da Yeseviyye geleneğini temsil ettiği açıktır.

Ahmed-i Yesevî, hikmetleri ve kendi adına nisbet edilmiş tarikatı vâsıtasıyla kendisinden sonrasına tesir etmiş büyük bir şahsiyettir.4

Herkesçe malum olduğu üzere o zamana kadar Orta Asya içlerinde göçebe bir hayat süren Türkler, İslâmiyet’in kabulünden sonra, yavaş yavaş yerleşik hayâta geçmişler ve batıya yönelmişlerdir. Önce İran, Azerbaycan bölgelerine yerleşmişler, daha sonra Anadolu’ya geçmişler ve buralarda İslâmiyet’in yayılmasını sağlamışlardır. Tabiîdir ki, bu geliş, Orta Asya’daki dil, edebiyat ve kültürün de Anadolu’ya taşınması sonucunu doğurmuştur. Bu arada, oralardaki şiir geleneği; şiirin İslâm’ın anlatılması ve benimsenmesi, tasavvufi an’ane- nenin tanıtılması gibi hususlarda bir vâsıta olarak kullanılması alışkanlığı da, Anadolu’da devam etmiş ve yerleşmiştir. Bu sâyede, şöhretleri ve etkileri günümüz de devam eden alim, mutasavvıf ve hakîm büyük şâirler yetişmiştir. Bunların en büyük ve en etkililerinden birisi de, şüphesiz Yûnus Emre’dir.

Yûnus Emre, aynen Hoca Ahmed-i Yesevî gibi, hiç bir san’at endişesi taşımadan, halkı irşâd yoluyla onlara faydalı olmayı gaye edinerek, anlayabilecekleri dil ve üslup ile şiirler söylemiştir. Onun bu şiirlerinin toplandığı Dîvân’ının birçok el yazması ve basma nüshaları kütüphanelerimizde mevcuttur. Onun Dîvân’ının bu çeşitli nüshaları Mustafa Tatçı tarafından karşılaştırılarak sağlıklı bir metin hâline getirilmiş, tahlîli ile birlikte doktora tezi olarak sunulmuş ve bu tez kabul edilmiştir5. Bu metin ve tahlil basılmış bulunmaktadır. Dr. Tatçı, Dîvân üzerinde çalışırken, başka Yûnuslara ait olup da, Yûnus Emre’ye isnad edilen şiirleri de ayırmış ve onlar da ayrıca yayınlanmıştır7.

M. Fuad Köprülü’nün, Yûnus Emre’nin şiirleri hakkında vardığı şöyle bir sonuç vardır: "Yûnus’un ve Anadolu’da yetişen seleflerinin, Ahmed-i Yesevî ve takipçilerinin tesiri altında oldukları muhakkaktır. Hoca Ahmed-i Yesevî ile Yûnus’un san’at unsurları bile hemen birbirinin aynıdır. Yalnız Yûnus’ta felsefî unsur daha geniş ve daha yüksek bir mâhiyet alarak, sarîh bir "vücûdiyye-i hayâliyye" şekline girmiş olduğu gibi, ifâde de didaktik, kuru mâhiyyetten kurtularak lirik ve canlı bir şekil alınıştır..." Prof. Dr. Kemal Eraslan da, aşağı yukarı aynı görüşü teyid eder. Dr. Mustafa Tatçı da, "Yûnus Emre, Orta Asya’da, Ahmed-i Yesevî ve dervişlerinin hikmetleriyle başlayan çığırı, Anadolu’da devâm ettirmiştir. Fakat bu devâm, taklîdî mâhiyette değildir. Yûnus, hikmet geleneğini kendi kâbiliyetiyle yoğurmuş, orijinal bir şâirdir.” sonucuna varmıştır10.

Biz de Yûnus Emre’nin Ahmed-i Yesevî’den etkilenmiş olduğu kanaatindeyiz. Bu etkilenme sadece şekil ve sanat açısından değildir. Muhtevâ yönünden de etkilenme vardır. İşte bu etkilenmeyi ve Ahmed-i Yesevî ile takipçilerinin oluşturduğu Orta Asya’daki tasavvufı geleneğin Anadolu’da Yûnus Emre’de devam ettiğini göstermek ve tasavvufi muhtevadaki paralelliklere işaret etmek üzere Ahmed-i Yesevî’nin hikmetleriyle, Yûnus Emre’nin şiirlerindeki tasavvufi muhtevayı karşılaştırdık ve benzerlikleri göstermeye çalıştık.

Karşılaştırmada esas aldığımız kaynaklar, Prof. Dr. Kemal Eraslan’ın Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler (Kültür Bakanlığı Yayım, Ankara 1991) ile, Dr. Mustafa Tatçı’nın Yûnus Emre Dîvanı (İnceleme- Metin) I-II (Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990)’dır. Sayın Eraslan’ın eserinde belirttiği gibi, buradaki hikmetlerin tamamının Ahmed-i Yesevi’ye ait olduğu kesin değildir. Ancak yukarda da temâs ettiğimiz üzere, Yeseviyye geleneğine ait olduğu kesindir. Bu da bizim böyle bir mukayeseyi yapmamızı mümkün kılmaktadır ve yeterli bir bağ oluşturmaktadır.

Hikmetlerle Yûnus Emre’nin şiirlerindeki tasavvufi muhteva benzerliklerini dört gruba ayırmak mümkündür:

1. Konu benzerlikleri.

2. Istılah benzerlikleri.

3. İfâde benzerlikleri.

4. Zikredilen kişilerde benzerlikler.

Benzerlikleri böylece genel bir tasnife tâbi tuttuktan sonra, bu tasnife dâhil olan bazı hususları örneklerle göstermek istiyorum. Usul olarak önce genel konu benzerliklerini zikredip, arkasından her iki şairimizin bunların içinden bazı konularla ilgili şiirlerinden örnekler vermeyi, böylece ıstılah ve ifâde benzerliklerine de işaret etmeyi uygun görüyorum.

Hikmetlerle, Yûnus Emre’nin şiirlerinde ele alman konularda önemli benzerlikler görülmektedir. Hatta her zaman tasavvufi bir konu olarak telakki edilmeyen bazı meseleler bile, tasavvufi bir anlayış ve duyuşla işlenmektedir. Bu durum Yûnus Emre’nin şiirlerinde daha çok göze çarpmaktadır.

Tesbit etmeye çalıştığımız ortak konuları genel hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz:

Kur’an ve Sünnet’e bağlılık, âyet ve hadislerden örnekler, ibâdetler ve bunlara verilen önem, tarikata girmenin ve bir mürşide bağlanmanın, onun hizmetinden bulunmanın gerekliliği, Allah’a teslimiyet, şerîat, tarikat, marifet ve hakîkat mertebeleri, zikir, riyazet ve mücâhede, Allah aşkı, âşıkların durumları ve elde edecekleri dereceler; Cemâlu’llâh’a vusul, günahlardan kaçınma, haram-helâl ölçüleri; duâ, tevbe, takva, ihlâs, emr-i ma’rûf, nefsi ıslah, tevâzu, feragat ve kanâat gibi iyi haller ile, nefse tabi olmak ve riya gibi kötü haller; dünyâyı ve dünyâlıkları terk, benliği terk, seyr ü sülük, vahdet-i vücûd, "ene’l-hak" sözü, mi’râc, Cennet-Cehennem, zühd ve zâhid-âşık karşılaştırması, elest ve kâlû- belâ, dervişlik ve dervişler, ilim ve âlim, mahşer günü, melâmet.

Konuları böylece genel hatlarıyla belirttikten sonra, bu konuların bazılarıyla ilgili olarak, yer yer ıstılah ve ifâde benzerliklerini de ihtivâ eden bazı örnekler vermek sûretiyle, ikisini mukayese etmek istiyorum.

TARİKATA GİRMENİN GEREKLİLİĞİ:

Ahmed-i Yesevî:

"Candın kiçip tarîkatke kinnıegUnçe

Âşık min dip yalgan da’vâ kılmarıg dostlar"

(Candan geçip tarikata girmeyince, âşıkım deyip yalan dava kılmayın dostlar.)

"Menlik birle tarîkatke kirmediler Cândırı kiçmey yolga kadem koymadılar" (s. 172)

(Benlik kılıp tarikata girmediler, candan geçmeden yola ayak koymadılar.)2 "Tarîkatdur bu yol atın bilse dervîş Ma’rifetni metaıdın alsa dervîş Özge yollar bâd-ı hevâ sansa dervîş Hakîkatnı meydanında ir ol bolur" (s. 188)

(Tarikattır bu yol adını bilse derviş; ma’rifetin metâından alsa derviş; başka yollar beyhûdedir sansa derviş; hakikatin meydânında er o olur.)

Yûnus Emre:

"Tarikat cân yoldaşı can ile olur işi Tarîka giren kişi diin-gün ibret içinde

Tarîkat câna gelür tâatını cân kılur Ginmeyen ziyan kılur işbu devlet içinde

Tarîkat anun değili ol kılmış yolun melul

Hak kılmaz anı kabûl bulmaz rahmet içinde" (s. 300-301)13

Her iki şâirimiz de tarikata girmenin önemini ve gerekliliğini vurgulamakta, tarîkata girenin kazanacağı ve girmeyenin zararda kalacağını belirtmektedirler. Tasavvufî ıstılah olarak, "tarîkat" ve "can" kelimeleri ortak kullanılmıştır. "Tarikata girmek" ifadesi de ortaktır. Tarîkata girmeden "âşıkım" denemeyeceği, yola girilmiş olamayacağı, başka yolların boş olduğu, girmeyene Allah’ın rahmet etmeyeceği hususları da beraberce vurgulanmıştır.

BİR MÜRŞİDE BAĞLANMANIN GEREKLİLİĞİ VE ONA HİZMETİN ÖNEMİ:

Ahmed-i Yesevî:

"Pîr-i mugân hizmetinde hak bolmasang

Hak yolıga kirip bolmas pâk bolmasang

(s. 100)

(Pîr-i mugan (mürşid) hizmetinde toprak olmasan; hak yoluna girmezsin pak olmasan.)

"Pîr itekin muhkem tutup hizmet kılgıl

Hizmet kılgan hergiz yolda kalganı yok" (s. 112)

(Pir eteğini sıkı tutup hizmet kıl sen; hizmet kılanlardan asla yolda kalanı yok.)

"Yolga kirgen irenlerdin yolnı sormay

Yığlamay mu ey dostlarım hata kıldım" (s. 126)

(Yola giren erenlerden yol sormadan ağlamayayım mı? Ey dostlarım hata kıldım.)

"İrenlerni kılganların kıla’lmasang

Pirsiz yürüp vird ü evrad bile’lmeseng

Istiânet tilep duâ ala’lmasang

Has bozorglar sini ne dip duâ kılsun" (s. 140)

(Erenlerin kıldığını kılamasan, pirsiz gezip vird ve evrad bilemesen, yardım dileyip iyi dua alamasan, seçkin ulular sana ne diye dua kılsın?)

"Hizmet kılgıl pîr-i mugân kolung alsun

Hizmet kılgan muradığa yiter dostlar" (s.164)

(Hizmet kıl ki, pir-i mugan elinden tutsun; hizmet kılan muradına yeter dostlar.)

"Mürşidlerni hizmetini kıl ihtiyar

Özlükümdin yolga kirdim dime zinhâr"(s.172)

(Mürşidlerin hizmetini kıl ihtiyar; "Kendiliğimden yola girdim." deme sakın.)

"Mürşid bolmay hergiz murâd tapmadılar

Hizmet kılmay Hakk’a vasıl bolmadılar" (s. 184)

(Mürşid olmadan asla murâdlannı bulmadılar; hizmet kımadan Hakk’a vâsıl olmadılar.)

"Ol makâmnı bildürgeli rehber kirek

Tarîkatrıı pîşeside safder kirek

Uşbu yolnı zabt eyleğen server kinek

Anda nıürşid uçmak mülkin tayran kılar" (s. 198)

(O makamı bildirmeye rehber gerek; tarikatın ön safında safder gerek; işbu yolu zabt eyleyen server gerek; öyle mürşid Cennet mülkünü tayrân kılar.)

"Uşbu yolnı pîrsiz da’vâ kılganlarnı

Serzârı bolup ara yolda kalur irmiş" (s.216)

(İşbu yolu pirsiz dâvâ kılanlar şaşkın olup ara yolda kalır imiş.)

"Tarîkatke siyâsetlığ nıürşid kirek

Ol mürşidge i’tikâdlığ mtirîd kirek

Hizmet kılıp pir rızâsın tapmak kirek

Mundağ âşık Hak’dın ülüş alur irmiş" (s. 216)

(Tarikata siyâsetli mürşid gerek; o mürşide i’tikâdlı mürid gerek; hizmet kılıp pir rızasın bulmak gerek; böyle âşık Hak’dan nasip alır imiş.)

"Uşbu yolga ey birader pirsiz kirine

Hak yadıdın lahza gafil bolup yörme" (s. 216)

(İşbu yola ey birâder pirsiz girme; Hak yadından bir an gâfil olup yürüme.)

Yûnus Emre:

"Yûnus senün işün budur dutgıl ulular eteğin

Dilensen pak olasın gönüllerde olgıl bakî" (s. 369)

"Ey yârânlar ey kardaşlar görün beni nitdüm ahî

Ere irdüm eri buldum er eteğen tutdum ahî" (s. 398)

"Ol yarınki yollara anda yoldaş isteyen

Bu dünyada dostını kılavuz dutmak gerek" (s. 151)

"Hakk’ı bulmak isteyenler eylesün

nefsini dervîş

Çalap bize mürşid virmiş dervîş

olubilsem dervîş" (s. 131)

"Varanı kul olanı şeyh işiğine Abâ dikinem yüzbinpareden" (s. 290)

"Şeyhüm göreni baş irıdürem el

kavşuram karşu duranı

Kendümi direm divşürem dost ilinemgöndermeğe" (s. 335)

"Gerçek erene varalum Hakk’un

haberin sorulum Yûnus Emre’yı alalutıı gel dostam gidelüm gönül" (s. 169)

"Dutgıl bir Tanrı hâssmı gel ikrâr it erenlere

Şileler gönlüm pasını gel ikrâr it erenlere" (s. 320)

"Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma’zûl olmaz ola

Bir işik yasdanmak gerek kimse elden almaz ola" (s. 332)

"Gelmek gerek terbiyete kamu bildiklerin koya

Mürebbîsi ne dir ise pes ol anı dutmak gerek" (s. 150)

"Şeylı-i kâmil hizmet inden farığ olma ‘ ey Yunus

Kulluk itmek pârine erkanıdır âşıklarım" (s. 160)

Görüldüğü gibi Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre, kişinin bir mürşide bağlanmasının ve onun hizmetinde bulunmasının gerekliliği hususunda hemfikirdirler. Tarikat yolunun ancak bu şekilde katedilebileceğini, müridin şeyhin gösterdiği yolun dışına çıkmamasının gerektiği, ancak böyle kurtuluşa erebileceği vurgulanmaktadır.

Ahmed-i Yesevî’nin mürşid için kullandığı tabirler, "pir, pir-i mugan, yola giren eren, mürşid, şeyh"dir. Yûnus Emre de, "ulular eteği, dost, mürşid, er, şeyh, Tanrı hası, şâh, mürebbi, pir" tâbirlerini kullanır. "Mürşid, şeyh ve pir" ortak olarak kullandıkları tabirlerdir.

MÜRŞİDDE BULUNMASI GEREKEN VASIFLAR:

Ahmed-i Yesevî, şeyhlik taslayıp da o vasıfları taşımayanları teşhîr ve tenkîd eder:

"Şeyh miri diben da’va kılıp yolda kaldım

Fes ü destâr pûçek pulga satıp kildim

Nefs U hevâ tuğyârı kıldı harıp kaldım

Bi-dem bolup yir astığa kirdim mum" (s. 106)

(Şeyhim diye dava kılıp yolda kaldım; fes ve sarığı değersiz bir pula satıp geldim; boş istekler coşup taştı, yorulup kaldım; huzursuz olup yer altına girdim işte.)

"Yahşi yollardın azıp yamân yolga avuşkan

Şeytân-lâin pirim dip dâmeniga yapuşkan

Azâzilni pirim dip irte ahşam körüşken

Arşları Baba’m sözlerin işitingiz teberrük"{ s. 120)

(İyi yollardan sapıp kötü yollara koşuşan; pirim deyip mel’un şeytan eteğine yapışan; Azazil’e pirim deyip sabah akşam görüşen; Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük...)

"Özini şeyh zanur kulbârı hâlî

Yiğirmi bişke yitmey anı sâli

Nasîhatlar kılur pîr ü cevânnı

Özifehm itmeyin yahşi yamannı" (s. 272)

(Kendini şeyh sanır, torbası boşmuş; yirmibeşe onun yaşı varmamış. Nasîhatlar kılar yaşlıya, gence; anlamadan iyi ve kötü nece.)

Yûnus da meşhur şathiyesinde, "mur- şid geçinen sahtekârlar"ı, çulha ve balık isüâreleriyle yermektedir:

"İplik virdünı çulhaya zarup yumak

itmemüş

Becid becid ısmarlar gelsün alsun

bezini"

"Balık kavağa çıkmış zift turşusun

yimeğe

Leylek koduk doğurmış bak a şunun

sözini" (s. 406)

Bir başka beyitte, böylelerini, "eğri yar" diye niteler:

"Gördün yârun eğridür nen varışa vir

kogıl

Ululardan meseldür işitdigiin var ısa"

(s. 307)

Yine bir beytinde, gösterişçi, bilgiç ve nefisten geçememiş bir şeyhi kastederek, şeyhliği terk ettiğini belirtir:

"Sen beni şeyh oldı diyü benden nasihat

isteme

Ben sanuram key bilürem uş şimdi buldum bilmesem" (s. 204)

Her iki şairimiz de, müridin bağlanacağı mürşidin öncelikle kendisinin her türlü eksiklikten arınmış, ihlaslı ve doğru olması gerektiği, böyle olmayanlardan bir hayır gelmeyeceği hususuna işaret etmektedirler.

Ahmed-i Yesevî’ye göre asıl ve gerçek mürşid, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’dir:

"Pîr-i mugân hak Mustafâ İn-şek biling

Kayda barsang vasfın ay tıp ta’zîm

kılıng

Dürûd aytıp Mustafâ’ga ümmet bolung

Ol sebebdin altmışüçde kirdim yirge" (s. 64)

(Pîr-i mugan hak Mustafâ, şübhesiz bilin; nereye varsanız, vasfını deyip uluyayın; selâm verip Mustafâ’ya ümmet olun; o sebebden altmış üçte girdim yere.)

Yûnus da, Kur’ân’ın gerçek bir mürşid olduğunu söyler:

"Kafdağı zerrem degül ay u güneş

bana kul

Aslum Hak’dur şek degül mürşiddür Kur’ân bana" (s. 29)

Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre, kendi zamanlarındaki mürşidlerden öte, onların da bağlı olmaları gereken gerçek mürşidlerin Kur’an ve Sünnet olduğunu belirmekdir.

TASAVVUFÎ MERTEBELER:

Ahmed-i Yesevî ile Yûnus Emre’de, bazı tasavvufi mertebelerin işlenişinde de ortaklık ve benzerlikler görüyoruz. Bunlardan en önemlileri dört kapı, yani şeriat, tarîkat, marifet ve hakîkat makamlarıdır. Ahmed-i Yesevî bu dört kapı ve bunlara bağlı kırk makâmı Fakr-nâme adlı eserinde genişçe anlatır14; hikmetlerinde de sık sık bu dört kapıyı işler:

"Şerîatnı tarîkatnı biley diseng

Tarîkatm hakîkatke ulay diseng" (s. 218)

(Şeriatı, tarikatı bileyim desen; tarikatı hakîkata ekleyeyim desen...)

Hz. Ömer’i medh ederken, onu bu makamlara sahip olarak takdim eder:

"Şerîatnı pas tutkan tarîkatnı rast

tutkan

Hakıkatnı hub bilgen adaletlig

Ömer’dür" (s. 292)

(Şeriatı gözeten, tarikatı tam tutan, hakikati iyi bilen adâletli Ömer’dir.)

Kendisi için de şöyle der:

"Tarîkatnı bilmedin hakîkatga girmedin

Pir buyrugın tutmadın özri köptür Hâce Ahmed" (s. 302)

(Tarikatı bilmeden, hakîkata girmeden, pîr emrini tutmadan özrü çoktur Hâce Ahmed.)

Bu mertebelerin gerekleri hususunda da şunları söyler:

"Şerîatda tecrîddür dünyâsını terk

itmek

Terk itmeyin dünyânı Hak’nı söydüm

dimesün" (s. 322)

(Şeriatta tecrîddir dünyâsını terk etmek; terk etmeden dünyâyı, Hakk’ı sevdim demesin.)

"Tarîkatda ten cânın terk itmeki

tecrîddür

Terk itmeğin ten cânın tecid boldum

dimesiin" (s. 322)

(Tarikatta ten cânın terk etmesi tecrîddir; terk etmeden ten canın tecrid oldum demesin.)

"Hakîkatda harâmdur bir Hudâ’dın

özgesi

Andağ bolmay âşıklar dîdâr arzu

kılmasun" (s. 322)

(Hakîkatta haramdır bir Huda’dan başkası; öyle olmadan âşık dîdâr arzu kılmasın.)

Bu beyitlerde Ahmed-i Yesevî, müridin hakîkat mertebesine ulaşması için kendisini tecrîd etmesi gerektiğini, bunun için de şeriat makâmında dünyâyı, tarikat makâmında da ten cânını terk etmesi gerektiğini söylemektedir.

"Şu âlemde rüsvabolup kan yutmasang

Şerîatda tarîkatda pîr tutmasang

Hakîkatda can u tendin pâk ötmeseng

Gafletlerdin sini ne dip cüda krfsun" (s. 140)

(Bu âlemde rüsvây olup, kan yutmasan; şeriatta, tarikatta pir tutmasan; hakıkatta can ve tenden tam geçmesen; gafletlerden seni ne diye ayırıversin.)

"Tarîkatka şerîatsız girgenlemi

Şeytân kilip îmânım alur îrtııiş" (s. 216)

(Tarikata şerîatsız girenlerin şeytan gelip îmânını alır imiş.)

"Ehl-i dünyâ âhiretdiıı pervası yok

Rûhı tenhâ imân İslâm hem-râhı yok

Tarîkat yol adaşkan hiç pervâsı yok

Bende min dir tili birle ağzı bolgay" (s. 234)

(Dünya ehlinin ahiretten korkusu yok; ruhu bomboş, iman ve İslâm yoldaşı yok; tarikatta yol şaşırmaktan korkusu yok; bendeyim der, dili ile ağzı olur.)

"Mulıammed biling zâtı Arabdur

Tarîkatnı yalı külli edebdur

Hakîkat bilmegen âdem imesdür

Bilingsiz hiç nirneğe ohşatmasdur" (s. 278)

(Muhammed’in bilin zâtı Arabdır; tarîkatm yolu bütün edebdir. Hakîkat bilmeyen insan değildir; biliniz hiç bir şeye benzemezler.)

"Mel’ûn laîn şeytânga siyâsetlığ

Mulıammed Şerîatnı yolıga inâyetlığ Mulıammed Tarîkatga reh-nümâ irâdetlığ

Muhammed Hakikatga muktedâ icâzetlığ

Muhammed" (s. 286)

(Mel’ûn, laîn şeytâna siyâsetli Muhammed; şeriatın yoluna inâyetli Muhammed; tarikata kılavuz, irâdeli Muhammed; hakîkata muktedâ icâbetli Muhammed.)

Burada şerîat, tarîkat ve hakîkat mertebelerinin hepsinde esas önderin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu vurgulanmaktadır.

Yûnus Emre’nin de bu dört kapı, yani bu makamlar hakkında söylediklerinin bazıları şöyledir;

Şerîat tarîkat yoldur varana Hakikât mâ’rifet andan içeru" (s. 295)

"Evvel kapu şerîat geçse andan tarîkat Gönül evi mâ’rifet ışk hakîkat içinde" (s. 300)

"Dört menzildür utan ledün makamın tutan

Oldur menzile yiten tamâm rııurâd içinde" (s. 301)

"Şer’ ile Iıakîkatun vasfını eyderıı sana Şerîat bir gemidür hakîkat deryâsulur" (s. 46)

"Hakîkat bir denizdür şeı îatdur gemisi Çoklar gemiden çıkup denize dalmadı­lar" (s.54)

"Şeriat korıcıdur hakîkat ordısında Seııün içün korunur hasıl ordu içinde" (s. 311)

"Mumlu baldur şerîat tortsuz yağdıır tarîkat

Dost içün balı yağa pes niçün katmayalar " (s. 75)

"Ger taat kılmazısa üstada varmazısa

Şer’îden olmazısa adı la’rıet içinde" (s. 300)

"Her kim şerîat bile hem okıya hem kıla

Ol gerek kim er ola dün gün tâat içinde" (s. 300)

"Her kim tarikata gire gerek mal terkin ura

Yola doğrı cân vire bu tarikat içinde" (s. 301)

"Her kim hakikat süre kahrı lutfu bir göre

İş aça doğrı dura bu hakikat içinde" (s. 301)

"Hakîkata bakansan nefsün sana düşman yiter

Var imdi ol nefsün ile vuruş tokuş savaş yüri" (s. 401)

"Kanâati yâr idin uyma nefs dileğine

İresin hakikata yirün buldun dur indi" (s. 385)

Her iki şâirimizden aldığımız bu örneklerde, "şerîat, tarîkat, ve hakîkat" tâbirlerinin müşterek olarak sıkça kullanıldığını; bu mertebelerin bir bütün olduğu, hepsinin temelini şeriatın teşkil ettiği, şerîatsız hakîkata ulaşılamayacağı gerçeğinin işlendiğini görüyoruz.

Bilindiği üzere şerîat; İslâm dininin itikad esasları başta olmak üzere ibâdetler, muâmelât, hukuk da dahil olmak üzere Allah’ın emir ve yasakları ile insanın uyması gereken ahlâkî esâs ve kuralların tümünü ifade etmek üzere kullanılan ve bütün bunları içine alan bir ıstılahtır. Her müslüman, bu esas ve kurallara uymak ve onları hayâtına tatbîk etmek zorundadır. Bunlar, dînî yaşayışın temelleridir. Akıl ve baliğ olan her insanın fitratına uygun, uymak ve uygulamak hususunda zorluk çekmeyeceği emir ve yasaklardır. Tasavvuf erbâbının katedebileceği ve sahip olabileceği mertebe, derece, hal ve tavırlar bunlardan sonra başlar ve bunların üzerine bina edilir.

Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre de, yukarda verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, bu hususa büyük önem vermişler ve mutlaka tarîkat, marifet ve hakîkat mertebelerinin şerîata dayanması gerektiğine işaret etmişlerdir.

Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinin birçok yerinde, şerîatın temeli olan Kur’an ve Sünnet’e tabi olmayı, onları esas ölçü kabûl etmeyi telkin etmekte; haram ve helâl hususunda dikkatli olmayı, bütün ibâdetleri yerine getirmeyi, tevâzû, ihlas, takva, iyiliği emretmek, nefsi ıslâh gibi güzel hasletlere sahip olmayı; ferâgat ve kanaat sahibi olmayı; günahlardan kaçınmayı; duâ ve tevbe etmeyi; riyâdan ve nefse uymaktan kaçınmayı tavsiye etmektedir.

Aynı hususlar Yûnus Emre’nin şiirlerinde de yer almaktadır.

Bunlar tasavvufun temelini teşkil ettikleri için bizim konumuz içinde olmakla beraber, sözü çok uzatacağından, sadece birkaç benzer husûsu belirterek geçmek istiyorum:

Ahmed-i Yesevî:

"Kur’ân okup âmel kılmâıs yalgân âlim"

(s.50)

(Kur’an okuyup amel kılmaz sahte âlim.)

Yûnus Emre:

"Okınan Kur’ân’a kulak tutulmaz

Şeytânlar semirdi kuvvetlü aldı"

(s. 389)

Her ikisinde de, okunan Kur’ân’a uyulması gerektiğine işaret ediliyor.

Ahmed-i Yesevî:

"Sünnetlerin muhkem tutup ümmet

bolgıl

Kiçe kündiiz dürûd aytıp ülfet bolgıl"

(s. 214)

(Sünnetlerini sıkı tutup ümmet ol sen; gece gündüz salât ü selâm getirip ülfet ol sen.)

"Tengri Taâla sözin Resûlu’llâh

sünnetin

înanmağan ümmetin iimmet dimes

Muhammed Ümmet men dib yörür sin buyruğını

kılmas sin

Neçük ümîd tutarsin anda sormas Mu-

hammed"

(Allah Taâla sözüne, Rasulu’llah sünnetine inanmayan ümmetine ümmet demez Muhammed. "Ümmetim" diye yürürsün, buyruğunu tutmazsın; nasıl ümit tutarsın; orda sormaz Muhammed.)

Yûnus Emre:

"01 âlem fahri Muhammed nebiler

seıyerıdür Vir salavât ışkıla ol günâhlar eridür

Sen ana ümmet olıgör o seni mahrûnı

komaz

Her kim anun ümmetidür sekiz cennet yi-

ridür

Her kim anun sünnetiyle farzını kâim

tutar

Ne diyem ki âkıbet sarı-hisâbdan

berîdür" (s. 96) Burada da, Hz. Peygamber’e ümmet olma ve onun sünnetine uyma mecburiyetinden bahsedilmektedir.

Şu beyit ve mısralarda, ibâdetleri yerine getirme gereği üzerinde durulur:

Ahmed-i Yesevî:

"Ey Kul Ahmed sin bu kün kılgıl ibadet

tün ü kün

Dimegil ömrümdür uzun biltnem ki hâlim ne bolur" (s. 336)

(Ey Kul Ahmed! Sen bugün, kıl sen ibadet dün ü gün; deme sen ömrümdür uzun; bilmem ki hâlim ne olur?)

Yûnus Emre:

"Yûnus sen kendüni görme ibâdet kıl mahrum kalma

Gayrısına gönül virme Allâh sevgüsi var iken" (s. 250)

Ahmed-i Yesevî:

"Kiçe kâim kündüzleri sâim bolgıl

Çın ümmetni rengi misl-i samâın irür"

(s. 214)

(Gece ayakta ibâdetli, gündüzleri oruçlu ol sen; gerçek ümmetin rengi tıpkı saman olur.)

Yûnus Emre:

"Ol gerek kim er ola dün ü gün taat içinde" s. 300)

SEYR Ü SÜLÛK:

Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerinde seyr ü sulûku ifâde eden şöyle bir dörtlük vardır:

"Kırkikide tâlib bolup yolga kirdim

îlılâs birle yalgız Hâkk’a köngill birdim

Arş ü Kiirsi Leyh’din ötüp Kalem

kizdim

Zâtı ulug hâcenı sığınıp kildim sanga"

(s. 82)

(Kırkikide tâlip olup yola girdim; ihlâs ile yalnız Hakk’a gönül verdim. Arş, Kürsü, Levh’den geçip Kâlem’i gezdim; zatı ulu hâcem sığınıp geldim sana.)

Yûnus Emre seyr ü sulûku çokça ele almıştır. Ahmed-i Yesevî’nin dörtlüğündeki unsurları içine alan bazı örnekler şöyledir:

"Levh ü Kalenı’de tertîb-i tevhîd

okuratn

İlm-i ledün seyr ü sulûk güftâr iden

gelsün beru" (s. 292)

"Meydânımuz meydân oldı cânlarımız

hayran oldı

Her dem Arş’a seyrân oldı Hazret oldı dîvânımuz" (s. 127)

"Her gice cevlân ider Hakk’un cemâlin

görmeğe

Arşı-ı azîm dem-be-dem seyrânıdur âşıklarım" (s. 160)

Arş, Levh ve Kalem’in ortak olarak kullanıldığı bu örneklerde, oralarda seyeran üzerinde durulmaktadır.

NEFSİ ISLAH VE BENLİĞİ TERK:

Ahmed-i Yesevî’nin nasihatlarından biri de, kişinin benliğini terk ile, nefsini ıslah etmesi ve ona yenik düşmemesidir. Bu konuda önce kendisine hitab eder:

"Kul Hâce Ahmed kırkga kirding

nefsingi kırk" (s. 80)

(Kul Hâce Ahmed! Kirka girdin, nefsini

kır).

"Kul Hâce Ahmed nâsih bolsang özüng- ge bol" (s. 108) (Kul Hâce Ahmed! Nâsih olsan kendine ol.)

"Men menlikni cezâsını biıgey tamuk Tekebbürni dûzeh içre hâli düşvâr"

(s. 150)

(Benlik kılanların cezası Cehennem olur; kibirlinin Cehennem’de hali güç.)

"Nefsing sini bakıp tursang niler dimes

Zârî kılsang Allah sarı boyun sunmas

Kolga alsang yaban kuş dik kolga konmas

Kolga alıp tün uykusın kılgıl bî-dâr" (s. 150)

(Nefsin sana bakıp dursan neler demez; ağlasan da, Allah’a doğru yönelmez; ele alsan yaban kuş gibi, ele konmaz; ele alıp gece uykusunu kıl sen bîdâr.)

"Nefs yolıga kirgen kişi riisvâ bolur

Yoldın azıp tayip tozup gümrâh bolur

Yatsa kopsa şeytan bile hem-râh bolur

Nefsni tipkil nefsni tipkil ey bed-giıdâr" (s. 150)

(Nefs yoluna giren kişi rüsvay olur; yoldan azıp, gezip tozan şaşkın olur; yatsa kalksa şeytan ile yoldaş olur; nefsi tep sen, nefsi tep sen, ey kötü amelli.)

"Nefsing sini âhir demde gedâ kılgay

Din öyüni gâret kılıp ada kılgay

Öler vaktde imânıngdın ciidâ kılgay

Akıl irseng nefs-i beddın bolgil bî-zâr" (s. 152)

(Nefsin seni son deminde geda kılar; din evini yağmalayıp harap kılar; öldüğünde imanından cüda kılar; akıllı isen pis nefisden ol ser bizar.)

Yûnus Emre’nin nefisle ilgili olarak söylediği bazı sözlerini de şöyle sıralayabiliriz:

"Dilersen kim iresin feragat menziline

Var kanâat dârında nefsün boğazından as

Nefsinün varlığını akl-ı külle ulaşdur

Varlığun yoga denşür cevher ol olma tnuhas" (s. 128)

"Nefsdür eri yolda koyan yolda kalur nefse uyan

Ne işün var kimseyile nefsüne kakı buş yüri" (s. 401)

"İman aldaguçları bilün çokdur bu yolda

Nefsine uyanlarun gitmez yüzi karası" (s. 378)

"Eğer katı buşarısan başun nefse koşansan

Nefs hâline düşensen ol başdağı akıl kanı" (s. 410)

"Kudret kılıcın almış nefsün boynum

çalmış

Nefsini depelemiş elleri kan içinde"

(s. 309)

"Bu miskin Yûnus’ı gör dervişlik

idegeldi

Nefsindendür şikâyet nefsin öldüren

gelsin" (s. 252)

Bu örneklerden, her iki mutasavvıfımızın da, nefsin insanı daima doğruluktan çıkarmak istediği; ona tabi olanın yolunu şaşıracağı; bundan kurtulmak için nefsi öldürmek, nefsin isteklerine ve arzularına karşı durmak gerektiği hususlarında aynı düşünceye sahip olduklarını, nefsin tuzaklarından kurtulunması gerektiğini tavsiye ettiklerini görüyoruz.

DÜNYAYI TERK;

Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre, dünyayı terki, dünyaya ve dünyalıklara bağlanıp kalmamayı da telkin ederler.

Ahmed-i Yesevî:

"Mâl ü pulnı pervâ kılmas âşık kişi

Yol üstıde tofrak bolup azîz kişi

Andın songra nürga tolar içi taşı

Tıngla barsa mahşer ara pâdşâh

kıldım" (s. 128)

(Mal ve pula rağbet etmez âşık kişi; yol üstünde toprak olur aziz başı; ondan sonra nurla dolar içi dışı; yarın varsa mahşerde padişah kıldım.)

"Kamuğ dünya yığkanlarnı va’llâh

kördüm

Öler vaktda kolar sin dip hâlin sordum

Şeytan aydı îmânıga çengal urdum

Can çıkarda yığlay yığlay gider dostlar"

(s. 166)

(Dünya malını yığanları vallahi gördüm; öldüğü vakit, "tevbe et" deyip halini

sordum; şeytan dedi: îmanına çengel vurdum. Can çıkar da ağlaya ağlaya gider dostlar.)

"Hânumânın terk itmeyin körmes dîdâr

Dîdâr kör ey digen âşık bolur bidar"

(s. 174)

(Ev barkını terk etmeden görmez didar; didar göreyim deyen âşık olur bidar.)

"Va’llâhi bi’llâhi dünya haram atgıl"

(s. 192)

(Vallahi billahi dünya haram, fırlatıp at sen.)

"Hâcet irmes âşıklarga bâğ u çemen"

(s. 240)

(Aşıklara bağ bahçe hacet değil.)

"Bî-şek biling bu dünyâ barçâ ildin

ötere

Inanmagıl tnalınga bir kün koldın

kitere" (s. 310)

(Şeksiz bilin, bu dünya bütün halktan geçer ya; inanma sen malına, bir gün elden gider ya...)

"Terk itmeyin dünyânı Hak’nı söydüm dimesün" (s. 322)

Yûnus Emre:

"Aşık bir kişidür bu dünyâ mâlın

Ahiret korkusın bir çöpe saymaz" (s. 123)

"Ey dünyâya aldanan hayırla

ihsân kam

Unutdun âlıireti şefkatle îmân kanı" (s.395)

Dünyâ haramdur hâslara lâkin halâldür

hamlara

Bu dünyâyı dost tutmazuz ol dünya

murdârdur bize" (s. 338)

Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre’ye göre, âşık için dünya gibi ahiretin de önemi yoktur:

Ahmed-i Yesevî:

"Dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tifdim"

(s. 104)

(Dünyayı da ahireti de haram kılıp ezip teptim.)

"Dûzeh içre kirse âşık pervâ kılmas

Körüp bilip mâl ü miilkni kolga almaş

Hûr u kusûr gılmanlarnı közge ilmes

Feryad itip gavga kılıp yürür holgay" (s.242)

(Cehennem’e girse âşık, pervâ kılmaz; görüp, bilip mal ve mülkü ele almaz; huri, köşkler ve gılmanlara değer vermez; feryad edip, kavga kılıp yürür olur.)

Yûnus Emre:

"Işkı hiç bir nesneye mesel bağlaşan

olmaz

Dünyâ vü âhiretde ne dutısar ışk yerin" (s. 263)

"Çü ahirete kavisin ko bu yalancı da’visin

Bu mal ü hazne sevisin âşıkısan nendür senün" (s. 158)

"Gerçek âşık olan kişi anmaya dünyâ vü âhir et" (s. 18)

"Başında aklı olan âhrete amel itmez

Hûrîlere aldanmaz gözile kaşdan geçer" (s. 88)

"Seni seven kişiye ne hâcet hûr u kusûr

Seni sevmeyen câna tamudur cümle mekân" (s. 218)

"Uçmak Uçmağ’um didiğün müminleri yiltedigün

Bir evile birkaç hûri hevesim yok kuçmağıçün" (s. 247)

"Cennet Cennet didükleri bir ev ile birkaç hûri

İsteyene virgil anı bana seni gerek seni" (s. 384)

RİYAZET:

Ahmed-i Yesevî’nin elimizdeki hikmetleri şöyle başlamaktadır:

"Bi’smi’llâh dip eyley hikmet aytıp

Tâliblerge clürr ü güher saçtım mum

Riyâzetni katığ tartıp kanlar yutup

Min defter-i sânî sözin açtım tauna" (s. 48)

(Bi’smillâh’la başlayarak hikmet söyleyip, tâliplere inci cevher saçtım işte. Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup ben defter-i sani (ikinci defter) sözünü açtım işte.)

Rasûlullâh’m çektiği sıkıntıların ona sağladıklarını da şöyle dile getirir:

"Medine1ge Rasûl barıp boldı garîb Garîblikde mihnet tartıp boldı habîb Cefâ tartıp Yaratkan’ga boldı karîb Garîb bolup akbelerdin aştım muna" (s. 50)

(Medîine’ye Rasûl varıp oldu garîp; gariplikte mihnet çekip oldu habîb; cefa çekip Yaradan’a oldu karîb; garîp olup engellerden aştım işte.)

Yûnus da âşık olmayı riyazet şartına bağlar:

"Dâyim riyazet çeküp halvetlerde diz çöküp

Hak dîdâr eserin görmeyen âşık mıdur" (s. 52)

Ayrıca çekilen sıkıntıların sonunun iyi olacağını dile getirir:

"Açlık som toklıkdur toklık som yoklıkdur

Bu yollar korkulıkdur Allah görelim neyler" (s. 88)

VAHDET-İ VÜCÛD:

Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerinde vahdet-i vücûd anlayışını çağrıştıran ifadeye

fazla rastlanmaz. Buna karşılık Yûnus Emre’nin şiirlerinde vahdet-i vücûdcu anlayışı ifâde eden sözler çoktur.

Ahmed-i Yesevî’nin bu çerçevede kabûl edilebilecek bazı sözleri şöyledir:

"Kayda sin dip kayda sin dip âşık aytar

Âşıklarga had ne bolgay ma’şûk aytar

Ağzı ayttms tili aytmas dili aytar

Üçyüzaltmış tamurları lerzân kılur"

(s. 210)

("Nerdesin?" deyip, "Nerdesin?" deyip âşık söyler; âşıklarda had ne ola, ma’şûk söyler; ağzı demez, dili demez, gönlü söyler; üçyüzaltmış damarlar lerzan kılar, titrer.)

"Aşık köyse has ma’şûkı birle köygey

Mecâzîler köymey turur candın toygey

Çın âşıklar köygen sarı piir-nûr bolgey

Ol sebebdin ma’şûkıga nâzı bolgay" (s. 234)

(Âşık yansa has ma’şuku ile yanar; mecâzîler yanmadan durur, candan doyar; gerçek âşık yandığı için nûrla dolar; o sebepten ma’şukuna nazı olur.)

"Sözlezem min tilimde sin közlesem

min közümdesin

Könglümde hem canımda sin minge sin ok kirek sin" (s. 320)

(Söylesem ben dilimdesin, gözlesem ben gözümdesin, gönlümde hem canımdasın, bana sen gereksin sen.)

Bu konuda Yûnus’dan da birkaç örnek vermekle yetineceğiz:

"Sensin bu gözümde gören sensin

dilümde söyleyen

Sensin beni var eyleyen sensin hemîn

öndin sona

Her gelen oldur giden ol görinen oldur

gören ol

Ulvî vü süflî cümleten oldur ger bana görine" (s. 31)

"Diyen ol işiden ol gören ol gösteren ol

Her sözi söyeleyen ol sûret cân

menzilidür" (s. 41)15

HALLÂC-I MANSÛR VE "ENE’L- HAK" MESELESİ:

Hallâc-ı Mansûr, "Ene’l-Hak" dediği için asılıp öldürülen bir mutasavvıfdır. Tasavvufî yönü olan bütün şâirler, onu şiirlerinde konu edinirler. Bizim üzerinde durduğumuz şairlerimiz de onu dile getirmişlerdir.

Ahmed-i Yesevî:

"Mansûr bir kün yığladı irenler rahm

eyledi

Çil-ten şerbet içürdi Mansûr’ga mihrim

salıp"

(Mansûr bir gün ağyadı, erenler rahm eyledi; kırklar şerbet içirdi, Mansûr’a şefkatini salıp.)

"Mansûr aytur ene’l-hak irenler işi

her hak

Mollalar aytur nâ-hak könglige yaman

alıp"

(Mansûr dedi: "ene’l-hak", erenler işi hak üzeredir; mollalar derler na-hak (hak değil, doğru değil), gönlüne yaman alıp.)

"Aytmagıl ene’l-hak dip kafir boldung

Mansûr dip

Kur’an içre boldur dip öltudiler taş atıp"

(Deme "Ene’l-hak" diye, kâfir oldun Mansûr diye; Kur’an’da budur diye, öldürdüler taş atıp.)

"Bilmediler mollalar ene’l-hak’nı

ma ’nâsın

Kâl ehline hâl ilmin Hak görmedi

münâsib"

(Bilmediler mollalar "Ene’l-hak"ın mânâsını; kâl ehline hâl ilmini Hak görmedi münâsib.)

"Rivayetler bitil hâlin anı bilmedi

Mansûr dik evliyanı koydılar dârga

asıp"

(Rivâyetler yazıldı, hâlini onun bilmedi; Mansûr gibi velîleri koydular dâra asıp.)

"Bigâne dip mollalar Şeyh Mansûr’ni

öltürdi

Kâfir dip öltürdiler üçyüz molla

talaşıp"

(Bigâne diye mollalar Şeyh Mansûr’u öldürdü; kâfir diye öldürdüler üçyüz molla savaşıp.)

"Külin kökke savurdı atıp deryâya saldı

Zevk deryâsı mevc urdı aktı deryâ

kaynaşıp"

(Külünü göğü savurdu, atıp denize saldı; zevk denizi mevc vurdu, aktı deniz kaynaşıp.)

"Uşol küni ol deryâ kıldı efgân vaveylâ

Aşıklarda Hudâyâ kılgıl dîdârıng

nasîb" (s. 334)

(Hem o günü o derya kıldı efgân vâveylâ; ey Allâh’ım, âşıklara kıl sen dîdârın nasîp.)

Yûnus Emre:

"Mansûr eydür ene’l-hak dir sûretin

oda yak

Dinüz dâra gelsiinler ben dârı kurup

geldüm" (s. 232)

"Ol Hallâc-ı Mahsûr’ıla söyleridüm

ene’l-hakkı

Hem yine anun boynına dâr urganın dakan benem" (s. 198)

"Alemde fitneyi kodum Mansûr’ı kül itdi

odum

Dilümde ene’l-hak didüm boynundağı

urgan benem" (s. 212)

"Eğer gerçek âşıkısan key beklegil sır

sözinı

Bir sözden oda atdılar miskin Hallâc-ı Mansûr’ı" (s. 407)

"Dem urmazıdı Mansûr tevhîd-i ene’l-

hakdan

Işk dârına dost zülfi asmışdı beni

uryân" (s. 270)

"Abdürrezzâk ol dervîş yoldaş idindi

beni

Hallâc-ı Mansûr’ıla dâra asılan

benem" (s. 196)

"Ilın-i hikmet okıyanlar ışkdan

fakîrdurur bunlar

Mansûr oldum asun beni hep dillerde söyleneyim" (s. 277)

ORTAK OLARAK ZİKREDİLEN KİŞİLER:

Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerinde sık sık, tasavvufun temelini teşkil eden hususlardan olduğu için zikirden, Allah’ı zikretmekten bahsedilir. Aynı şekilde aşk, âşıklık, âşıkların ulaşacağı haller de dile getirilir. Benzeri hususlar geniş bir şekilde Yûnus Emre’nin şiirlerinde de mevcuttur. Bunların her biri üzerinde ayrı ayrı ve uzunca durulabilir. Ancak bunları da ele almak konuyu çok uzatacağından üzerinde durmadan geçiyoruz.

Ahmed-i Yesevî ile Yûnus’da ortak olarak yer alan tasavvuf erbabının da sadece isimlerini zikredeceğiz: Bâyezîd-i Bestâmî, İbrâhîm-i Edhem, Hallâc-ı Mansâr, Ma’rûf- ı Kerhî, Şeyh-i San’ân, Şiblî.

Ortak olarak ismi geçen peygamberler: Hz. Muhammed (s. a. v.), Hz. Âdem, Hz. Eyyûb, Hz. İbrâhîm, Hz. İlyas, Hz. İsmail, Hz. Mûsâ, Hz. Ya’kûb, Hz. Yûnus, Hz. Yûsuf, Hz. Zekeriyya.

Dört halife ve diğer bazı şahsiyetler: Hz. Ebû Bekir, Hz. Öme \ Hz. Osman, Hz. Ali, Ferhad, Şîrîn, Fer’avun, Hâmân, Hızır, Kârûn, Leylâ, Mecnûn, Zelîha, Yûsuf.

★ ★

Konumu, her iki şairimizin Allah’a olan aşklarını dile getirdikleri, içinde ifade benzerliklerinin de çok bulunduğu birer şiirini, beyit beyit karşılaştırarak bitirmek istiyorum;

Ahmed-i Yesevî:

"Işkıng kıldı şeydâ mini cümle âlem

bildi mini

Kaygum sin sin tüni klini nıinge sin ok

kirek sin"

(Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni, kaygım sensin dünü günü (gece gündüz), bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Işkım aldı benden beni bana seni

gerek seni

Ben yanaram düni güni bana seni

gerek seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Taâla’llâh zihî ma’nî sin yarattıgn

cism ü canı

Kullık kılsam tüni küni minge sin

ok kirek sin"

(Allah Teâlâ, ne güzel mana, sen yarattın cisim ve cam; kulluk kılsam dünü günü, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Işkun zencirini iizem delü olam

dağa düşem

Sensin dün ü gün endişem bana

seni gerek seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Közüm açdım sini kördüm kül köngülni

singe birdim

Uruğlarım terkin kıldım minge sin ok

kirek sin"

(Gözüm açtım seni gördüm, her gönülü sana verdim, akraba terkini kıldım, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Ne varlığa sevinürem ne yokluğa

yirinürem

Işkunıla avınıram bana seni gerek

seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Âlimlerge kitâb kirek sûfılerge

mescid kirek

Mecnûnlarga Leylâ kirek minge sin

ok kirek sin"

(Âlimlere kitap gerek, sûfılere mescid gerek, Mecnunlara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Sûfılere sohbet gerek âhilere

ahret gerek

Mecnûnlara Leylâ gerek bana

seni gerek seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Gâfıllerge dünyâ kirek âkıllerge ukbâ

kirek

Vâizlerge minber kirek minge sin

ok kirek sin"

(Gafillere dünyâ gerek, akıllılara ukbâ gerek, vaizlere minber gerek, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Ne Tamuda yir eyledüm ne Uçmak’da köşk bağladum

Senün içün çok ağladum bana seni gerek seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Âlem ban Uçmak bolsa cümle hurlar

karşu kilse

Allâh minge rûzi kılsa minge sin ok

kirek sin"

(Âlem tamam Cennet olsa, hep hûriler karşı gelse, Allah bana nasib kılsa, bana sen gereksin sen.)

"Uçmak kirem cevlân cevlân kılam

ne hûrîlere nazar kılam

Anı munı min ne kılam minge sin

ok kirek sin"

(Ne Cennet’e gireyim, gezip dolaşayım, ne de hûrilere nazar kılayım; ben onu ne yapayım, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Cennet Cennet didükleri bir ev ile

birkaç huri

İsteyene virgil anı bana seni gerek seni"

Ahmed-i Yesevî:

"Hâce Ahmed’dür minim atım tüni küni

yanar otım

İki cihânda Umîdim minge sin ok

kirek sin" (s. 320)

(Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü yanar odum, iki cihanda ümidim, bana sen gereksin sen.)

Yûnus Emre:

"Yûnus çağırurlar adum gün geçdükce

artar odum

İki cihânda maksûdum bana seni gerek seni" (s. 383, 384)

★ ★

Sonuç olarak diyebiliriz ki, araştırmacıların da ifade ettikleri gibi Yûnus Emre’nin Ahmed-i Yesevî’den etkilenmiş olduğu ortadadır. Biz başta bu etkilenmenin sadece şekil ve sanat bakımından olmadığını, muhteva ve konular bakımından da etkilenme bulunduğunu belirtmiştik. Her iki şairimizin elimizde bulunan şiirleri üzerinde yaptığımız karşılaştırmalar, Ahmed-i Yesevî ve Yûnus Emre’nin hemen hemen aynı konulan işlediklerini; tasavvufi ıstılah ve tâbirleri her ikisinin de müşetereken kullandıklarını; hatta son örnekte bariz bir şekilde farkedildiği üzere, zaman zaman benzer ifadeleri kullandıklarını göstermiştir.

(*) Bu makale, Erciyes Üniversitesi tarafından düzenlenmiş olan Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempoz-yumu’nda (16-29 Mayıs 1993-Kayseri) sunulmuş olan tebliğin genişletilmiş şeklidir.

(**) Ankara Üniversitesi llâhiyat Fakültesi

(1) M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. baskı, Ankara, 1976, s. 133.

(2) Yeseviyye tarîkatımn esasları ve özellikleri hakkında bkz. M. Fuad Köprülü, a.g.e., s. 98-108; Enver Beh- nan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s. 80-84; Kemal Eraslan, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, s. 42-46.

(3) M. Fuad Köprülü, 1 ¡irk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, s. 122 v.d.; Kemal Eraslan, a.g.e., s. 35 v.d.,

(4) Bkz. M. Fuad Köprülü, a.g.e., s. 163 v.d.,

(5) Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

(6) Mustafa Tatçı, Yûnus Emre Dîvân-ı (lnceleme-Metin)- I-II. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1990.

(7) Mustafa tatçı, Âşık Yûnus ve Diğer Yûnusların Şiirleri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1991.

(8) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 336.

(9) Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, s. 32.

(10)Bkz. Yûnus Emre Dîvânı, I. 71.

(11) Bundan sonra metnin hemen sonunda verilecek rakamlar, Kemal Eraslan’ın Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler adlı eserinin sayfa numaralarını ifade edecektir.

(12) Açıklamalar Kemal Eraslan’ın adı geçen eserinden alınmıştır.

(13) Bundan sonra Yunus Emre’ye ait metinlerin hemen sonunda verilecek sayfa numaralan Dr. Mustafa Tatçı’nın Yûnus Emre Dîvânı II adlı eserinin sayfa numaralarını ifade edecektir.

(14) Bkz. Kemal Eraslan, "Yesevî’nin Fakr-nâme’si", Türk Dili ve Edebiyat Dergisi, c. XXII, s. 45-120, İstanbul 1977.

(15) Yunus Emre’nin "Vahdet-i Vücûd" meselesiyle ilgili olarak söyledikleri hakkında hkz. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, s. 220 v.d.

DİVAN-I HİKMET’TEN

Işkıng kıldı şeyda nuni elimle alem bildi mini

Kaygum sin sin tüni küni minge sin ok kirek sin

Taala’llah zihi ma’ni sin yarattıgn cism ü canı

Kullık kılsam tüni küni minge sin ok kirek sindirerek

Közüm açdım sini kördüm kül köngülni singe birdim

Uruğlarım terkin kıldım minge sin ok kirek sin

alimlerge kitab kirek sufilerge mescid kirek

Mecnunlarga Leyla kirek minge sin ok kirek sin

Gafillerge dünya kirek akıllerge ukba kirek

Vaizlerge minber kirek minge sin ok kirek sin

Alem barı uçmak bolsa cümle hurlar karşu kilse

Allah minge ruzi kılsa minge sin ok kirek sin

Uçmak kirem cevlan cevlan kılam ne hurilere nazar kılam

Artı munı min ne kılam minge sin ok kirek sin

Hace Ahmed’dür minim atım tüni küni yanar otun

İki cihanda ümidim minge sin ok kirek sin (s.320)

Ahmed YESEVİ

Bugünkü Dille:

Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni, kaygım sensin dünü günü (gece gündüz), bana sen gereksin sen.

Allah Teâlâ, ne güzel mana, sen yarattın cisim ve canı; kulluk kılsam dünü günü, bana sen gereksin sen.

Gözüm açtım seni gördüm, her gönülü sana verdim, akraba terkini kıldım, bana sen gereksin sen.

Âlimlere kitap gerek, sûfılere mescid gerek, Mecnunlara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen.

Gafillere dünyâ gerek, akıllılara ukbâ gerek, vaizlere minber gerek, bana sen gereksin sen.

Âlem tamam Cennet olsa, hep hûriler karşı gelse, Allah bana nasib kılsa, bana sen gereksin sen.

Ne Cennet’e gireyim, gezip dolaşayım, ne de hûrilere nazar kılayım; ben onu ne yapayım, bana sen gereksin sen.

Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü yanar odum, iki cihanda ümidim, bana sen gereksin sen.