Makale

Kimlik Oluşumunda değerlerin etkisi

Nuray Yıldız

kimlik
oluşumunda
değerlerin etkisi

İnsan eğitiminin ve ahlâkî olgunluğun anlaşılması ve gerçekleşmesi için üzerinde durulması gereken iki önemli kavram vardır; kişilik ve değer.
Kişilik ve kimlik kavramının psikolojiye, eğitim bilimine ve felsefeye olduğu kadar akaidimize ve İslam düşüncesine ait kökleri bulunduğunu, değer kavramına köklü bir açıklama getirmek için insanın kimlik gelişiminin temeline İlâhî kimliğin anlaşılmasını koymak gerektiğini düşündüm. Çünkü o bize değer yüklü bir kimlikle yönelmektedir.
Kişi; birlik, teklik, bütünlük hâlindedir. Kişi olmak, kendinin ve başkasının farkında olmak demektir. Allah da yüce "zat"ından ve ona ait sıfatlarından haberdar olduğumuz Rabbimizdir. Zatını, özünü değil ama bize bildirdiği sıfatlarını düşünerek O’nun yaratmasının yüceliğinin hangi vasıflarla birlikte olduğunu görebiliriz.
Allah; İlim, Kudret, irade, Hayy sıfatlarıyla "Zat" olarak İslâm düşüncesi ve akaidine temel olmuş, Tanrı "sonsuz kişi" insan "sonlu kişi" olarak da batı felsefesinde işlenmiştir.
Allah, hem zatını hem de zatının dışındakileri yani gayrı bilir. Gazali "gayr" sözüyle Allah’ın üstün sanatını, düzenli ve muhkem fiilini kastettiğini söyler.
Allah’ın birliğini değişik açılardan görmek iyi bir anlama zemini oluşturacaktır. İslâm düşünürlerine göre O, Vahid’ül-Hak’tır. Yani gerçek anlamda tektir.
O, kendine özgü, başka biri tarafından varlık verilmemiş ve sebebi olmayan Vacib’ül-Vücud olarak varlığı zorunlu olarak tektir.
Ortağı veya benzeri olmayıp, eğer olsaydı yer veya gökler fesada uğrayacağı için tekdir.
Sıfatları bakımından tekdir, bilgisi kudreti hiçbir varlığınkiyle kıyas edilemeyeceği için tekdir.
Allah ezeli ve ebedidir. O, Hadid suresinde bildirilen evvel- ahir, zahir-bâtındır.
O, hiçbir sebebe muhtaç olmadığı için, hiçbir şey onun yokluğuna sebep değildir.
Allah bize her şeye kadir olduğunu bildirir (Bakara, 109) ama O, kendi adaleti, merhameti ve hikmetiyle bağdaşmayan şeyleri yaratmaz. O’nun kudret sıfatı diğer sıfatlarıyla birlikte fonksiyon icra eder.
Allah âlimdir, dilemesi yaratması hep bilgisiyle beraberdir.
Biz insanlar da O’nun izni ve lütfuyla, bilmek -istemek -yapmak gücüne sahibiz bu sayede benliğimizi inşa ediyoruz. Benlik duygusu, çocuklukta kendini di ğer insanlardan ve nesnelerden ayırmayı öğrenmekle başlar. Her bireyin genetik kalıtım yanında; kültürel kalıtım, farklı ilişkiler, farklı ana-baba modelleri ve diğer sosyal çevrelerde geliştiğini görüyoruz. Bu yüzden hiçbir kişilik diğeriyle tamamen özdeş gelişim şartlarına sahip değildir. Kişiye ve benliğine, onun kararlarına yön verecek ilkeler "ben neyim, nasıl olmalıyım?" ve "yaşadığım dünya nedir nasıl olmalıdır?" sorularına, iyi kötü, doğru yanlış kavramlarına dayanıı
Bir dayanağı ve sabitesi ol mak, bir değer sistemiyle hayata yönelmek, Rabbimizin bize ilham ettiği, kendi sıfatlarıyla örneklediği bir şeydir. Ruhumuzun kendisiyle huzur bulması, sosyal ilişkilerimizi düzenleyen esaslar O’ndandır. Onunla ve ilkeleriyle benliğimizi kuşatan bir güvenceye sağlam bir kimliğe kavuşuruz. Yabancılaşma ve anlamsızlık duygusundan korunuruz.
"Kim nefsini Allah’a O’nu görür gibi teslim ederse (O’na güvenip dayanırsa) muhakkak ki o en sağlam kulpa yapışmış olur. Bütün işlerin sonu ancak Allah’a aittir"( Lokman, 22)
İslâm ahlâk düşüncesinde Allah, hayru’l-mutlak veya hayru’l-mahz (sırf hayr) dır. İyiliğin kaynağıdır. Bu durum kelâmcıların dilinde daha çok "mutlak adalet sahibi" nitelemesiyle yer alır. O’nun iyilik ve adaleti hem kâinat düzeyinde hem de beşerî düzeyde tecelli eder.
Âlemin bir nizam üzere var olması ilâhı hayır ve adaletin yansımasıdır. Beşeri düzeyde ise insanın iyilik ve adalet adına ba şardığı veya başaramadığı hiçbir şey ortada kalmayacak, zamanı geldiğinde hepsi değerlendirilecektir. Bizi iman ve ahlâk üzere tutan, yerine göre sakındıran veya davranmaya sevk eden güçlü unsur bu son günün verdiği güvencedir.
Ayrıca "O (yani Allah) kendi üzerine merhameti yazmıştır." (Enam,13) Allah’ın bize adalet sevgi ve merhametle yönelmesi, Rahman, Rahim, Kerim, Vehhab gibi sıfatları ruhumuzda öğretici etkiler taşır, hem de bunlarla sarmalandığımız duygusunu yaşarız. Biliyoruz ki o yüksek gayeler için bile olsa asla yalan söylemeyendir. Ne o ne elçisi olan peygamber bizi asla aldatmaz. O peygamberine ve bize dosdoğru olmayı emreder.
İslâm ahlâk kitaplarında yer alan bir hadis-i şerif insanın kendi gücü nispetinde Allah’ın sıfatlarıyla mücehhez olmasını ilham eder. "Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanın"
Şu halde Müslümanlar olarak Allah’a dair bilgi ve inancın bize değerler yüküyle ulaştığını biliyoruz. Değerler kıymet ölçüleridir. Ahlâkın buyruklarıdır. Ahlâk maddî karşılık beklenmeyen, sonucu zafer olarak garantilenmemiş gönüllü insan davranışlarının sahasıdır. Başta iman etmenin kendisi, Allah’a karşı minnet, şükran ve güven duyguları anlamına gelen ahlâkî duruşumuz- dur. Kur’an’da iman edip salih amel işleyenler ifadesi çok vurgulanmıştır. Çünkü biliyoruz ki ahlâkî bir davranış bilgi duygu ve eylemle iç içedir. İnsan ona hür iradeyle ve kesin bir niyetle yönelir.
Ancak bizim nefs ve kişi olarak yaratılışımız başlangıçta nötr halde ve çift kutupludur.
İmam-ı Azam Fıkh-ı Ekber’in- de "Allah Teâlâ kullarından hiçbirini küfre veya imana zorlamamış (mümin veya kâfir olarak yaratmamış) ancak onları birer şahıs olarak yaratmıştır" der. Şems suresi 7-8. ayetler "Andolsun nefse ve onu düzenlemiş bulunana, ona bozukluğunu ve korunmasını fücuru ve takvasını ilham etmiş olana "buyurulmaktadır.
İnsanda ahlâk ve değer duygusu
İnsan, özel bir yaratışla varlık plânına alınmış, bilmek, ifade etmek iyi ve kötü üzerinde değerlendirme yapmak ve ona uygun davranmak yoluyla büyük "emaneti" yüklenmiştir.
O, ahlâkî zihni donanım bakımından hakikate açık ancak yine yaratılışından gelen bir eğilimle birtakım zaaflara (nankörlük, geçici hazlar peşine düşme, cimrilik, umutsuzluk, unutkanlık, böbürlenme, acelecilik, hakikate direnme, inkârcılık gibi)da açıktır.
Rabbinin terbiyesi usulünce insana hem yol gösterilmiş hem de büyük bir ahlâkî örnek sunulmuştur.
Büyük İslâm düşünürü A. Draz, Ku’ran’da ahlâkî emir ve hükümlerin yer yer değerlere atıf yapılarak verildiğine işaret eder. Örneğin; ölçü ve terazide doğru bir tartma emriyle birlikte "işte iyi davranış böyledir" denilmekte, hüküm vermeden önce davamızı iyice soruşturmayı emrettikten sonra "...yoksa bilgisizlik sebebiyle başkalarına kötülük etmiş olursunuz..." (Hucurat, 6) buyrulmakta, "...ayıp yerlerinizi örtecek sizi süsleyecek elbiseler gönderdik takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır" (Araf, 26) "De ki Allah fenalığı emretmez" (Araf, 28) "De ki murdar (haramca (çokluğu sizi kendine çekse bile) temiz (helal) bir olmaz" (Maide, 100) "...barış daha hayırlıdır..." şeklinde iyi- kötü farkına, değer ve kaliteye atıflar yapılır. Çünkü bunlar insanların binlerce yıllık tecrübelerine, akıl ve duygularına aşina hükümlerdir. Ahlâkın dine bağlandığı köprülerdir değer hükümleri. Peygamberimiz de bu temeli işlemiş yükseltmiş, "ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur.
Ahlâkî faaliyet, insanın kendine bir hayat kaidesi telkin etmesi, mümkün olan birçok hareket tarzından iyi olarak düşündüğünü seçmesi, bencillik ve kötü tercihlerden uzak durması ve bunu bir mecburiyet duygusuyla yapmasıdır. Ahlâkî davranışı emreden, vicdanı ve iradeyi harekete geçiren soyut duygular, idealler ve kıymet ölçüleridir, değerler! insan, değerlerle kendi var oluş düzleminden yükselir ve kemal bulur. Değer duygusu yeryüzünde bütün ahlâk sistemlerinin temel dayanağıdır. Bütün kültürlerde bilinen temel değer iyiye ulaşmak, kötüden uzaklaşmaktır. Yine bilinen, genel ahlâkî prensip, "herkesin ahenkli mutluluğudur" yani kendi nefsinle başkalarının nefsini bir tutabilme olgunluğu.
Ahlâkın insanı iyi-güzel ve doğruyu tercih etmede mükellef (yükümlü) tutulabilme ilkesi, bütün ahlâk sistemlerinin varlığını borçlu olduğu temel dayanaktır. Kant’a göre aklın ve sağduyunun sesini hem nüfuz kabiliyeti derin insanlar hem de alelâde insanlar kolayca anlayabilirler, insan ahlâken mükellef olmasa mes’uliyet (sorumluluk) da olmaz, hiçbir otorite kabul edilmez, kaos düzensizlik ve anarşi doğardı. A. Draz’a göre O, akıl temelli bir "vazife ahlâkı"ndan söz ederken Kur’an’a yakınlaşmıştır. Doğru işletilen insan aklının da ahlâk konusunda bir gizli vahy olacağını kabul etmeliyiz der. Ancak bu vahyin kuşatıcı aydınlığı yanında tek yönlü bir ışıktır.
Aynı şekilde Aristo’dan beri bilinen "altın orta" kuralı, akıl yoluyla isteklerimizin bir itidale çekileceğini çünkü aklın hiçbir zaman nefsin aşırılıklarına izin vermeyeceğini öğretir. Bu şekilde insan üzüntü ve sıkıntılardan uzak yaşayabilir. Hayatın gayesi mutlu ve huzurlu kalabilmektir. Ancak insanı neyin mutlu kılacağı konusunda ahlâk öğretilerinin anlayış ve önerileri çeşitlenmektedir.
Yine de; ahlâkı ve geleneği insan özgürlüğüyle çelişir gören tavırlar dışında, bütün insanların hemfikir olduğu ahlâkî esaslar vardır, onlar baştan beri süregelen peygamber öğretilerinin bir eseridir. Bugün gelinen noktada insanlığın hayrına olan tüm kazanımlar bizim için kabul edilip geliştirilecek değer alanlarıdır.
Kişilerin ahlâkî dinî estetik değerlere uygun yetişmesi, herkesin günlük hayatına bu değerlerin hakim olduğu bir muhitle sağlanabilir. Alex Carel ferdin şuur tezahürlerindeki kaliteyi ve yoğunluğu psikolojik muhitin tayin edeceğini bu muhit fakirse zekânın ve ahlâk duygusunun gelişemeyeceğini söyler, insanda şuurun sosyal muhite (ve zararlarına) açıklığı, bedenin hastalık ve mikroplara olan dayanıklılığından daha zayıftır. Yani insan kendi haline bırakılmakla korunmasızdır. Geçen yüzyılın başında o, batı toplumunda mesleği yerine çocuklarının terbiyesini üstlenen kadının, sermaye biriktirmek yerine karısı ve çocuklarına harcayan adamın akılsız addedilmesinden ve sosyal muhitin herkese sorumsuzluk telkin etmesinden yakınıyordu. Çok az insanın kendi başına ayakta kalabilecek bir ahlâkî enerjiye sahip olabileceğini söylüyordu. "İnsan denen meçhul"
Artık fikirler düzeyinde ahlâkın ifade edilmesi onun kazanılmasına yetmemektedir. Bilmek ve ona uygun davranmak filozofça bir tutum olsa da iradenin, duyguların, zihnin ve daha birçok yönümüzün dengeli ve beraberce eğitimi söz konusudur.
"...çocuğun sevgi, merhamet, haya, sabır ve hoşgörüyü kendi beni dışındakilere yöneltebilmesi... (kendisinin) bilgi, hakikat, onur, eşitlik, adalet gibi temel değerleri ve cömertlik, özveri, çalışkanlık, üretkenlik gibi erdemleri taşıyabilmesi... (için) ...ana babanın yaşantılama yoluyla İnsanî vasıflar kazandırması..." vurgulanmaktadır. Bu konuda "tutarlı, kararlı, yoğunluklu ilgiye göre sonuç alınacak... vaktinde ihmal edilmiş değer içselleştirilmesine sonraki dinî, ahlâkî, sözlü mesajların tam etkisi olamayacaktır." (Necla Koytak, "Ben Bana Verilenim" s. 60-62) Çocuklar, eski alışkanlıkları olmadığı için verileni çabuk kapmakta ve yakın çevrenin tesirini sorgulayamadan almaktadırlar. Bizim olaylara kişilere her bir yönelişimiz onlar için de bir algı çerçevesi oluşturmaktadır. Bizim önem verdiklerimizi onlar da büyük bir safiyetle özümserler. D. Cüceloğlu, "Biz toplumumuzun şu anki bilgi birikimiyle, çocuğun gelişim ortamını tıpkı ekmeğe duyulan hürmet gibi bir değerler ortamı haline dönüştürmeliyiz" diyor.
"Eğer çocuklara sunulan hayat ortamı haşin, sert ve ıstıraplı ise, ağır tartan terazinin hassasiyetinin azalması gibi onların da ince duyguları, anlama yetenekleri körelir." (Seyhan Büyükcoşkun "Ben Bana Verilenim" s. 218)
Kişinin benliğin kendilik bilincinin öne alındığı bir bakış, Gazzali, Mevlâna, ikbal gibi büyük düşünürlerin eserlerinde yer alan ve aslında Allah’ın enfüste gösterdiği ayetlerdendir.
Kişilik üzerinde durmanın pratik gerekçeleri;
* Değerler kişiye klavuzluk eder, onu yüceltir, ancak kişi eliyle kendi şartlarında yeniden ve kendine mahsus olarak üretilmek bir ihtiyaç, değerin anlamı ve açığa çıkması için zarurettir!
* Dinî emirlerin tek tek insanlara sorumluluk yüklemiş olması,
* Kitle veya grup psikolojisinin bireylerde daha az bir güç harcamaya, çekimserliğe veya sorumluluğu başkalarına devretme eğilimine sebep olması,
* Kişinin bütün özellik ve davranışlarıyla diğerleri için eğitici ve etkileyici rolü
* Ben varım diyebilmenin ahlâkî önemi.
* Birlikte başarılı olabilmenin yolu, kendi başınayken de bir değer olmaktan geçeceği için.
* Toplumsal değişim ve dönüşümlerin ancak bireylerin içten katılımıyla etkili ve kalıcı olduğu gerçeği.
* Öğrenme, düşünme, fiziksel ruhsal acılar, ölüm duygusu, vb. birçok konuda yalnız başımıza olmak ve bunları tatmak zorunluluğu.
* Gittikçe parçalanmış aileler, dağılmış gruplar, çözülmüş ilişkiler çağında son kalan "tek"i bölünmez kılmak ve tahkim etmek için.
* İnsanî bağlarımızı yenilemek güçlendirmek, açmazları gidermek ve her şeye kendimizden başlamak için!
Kişilik kavramı bireye kendinden kendi içinden bakan bir tanım getirmekte kimlik ise dışarıdan bakışla yapılabilecek bir tanımlamayı ilham etmektedir. Bu yüzden kimlik oluşumunu daha çok, dinî tarihi kültürel kavramlar eşliğinde işlemek gerekir sanıyorum.