KUR’ÂN’DA RIZIK
Muhit MERT
1962 yılında Ankara’nın Bezirhane köyünde doğdu, ilk tahsilini köyünde tamamladıktan sonra ortaokulu ve İmam Hatip Lisesini Ankara’da bitirdi. Daha sonra İslami ilimler Fakültesine girerek 1985 yılında mezun oldu. Askerlik görevini yaptıktan sonra Diyanet işleri Başkanlığında vaiz olarak göreve başladı.
Halen Çumra Vaizi olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda Selçuk Üniversitesinde Kelam Anabilim dalında doktora çalışması yapmaktadır.
GİRİŞ: RIZKIN TARİFİ
1—LÜGATTE RIZIK:
Rızık lügatte "atâ", "kendisi ile faydalanılan şey"(la, "nasip" ve "pay"(2) manalarına gelmektedir. "Mülk" ve "şükür" anlamlarında dâ kullanılır. "Pay" anlamında olduğu halde "kendisi ile faydalanılan şey" İçin kullanıldığı da söylenmiştir(3).
Kur’an-ı Kerim’de ise Rağıb Isfahani’nin tesbitine göre rızık a-Dünyevî veya uhrevî atâ, b- Nasib, ç- Kama inen ve kendisi ile gıdalarılan şeyler olmak üzere üç manada kullanılmaktadır(4),
2—ISTILAHTA RIZIK:
a—EHL-İ SÜNNETE GÖRE RIZIK
Ehl-i sünnet kelam alimleri tam bir tarif ortaya koyabilmek amacıyla rızkı çeşitli şekillerde tarif etmektedirler. Biz bunlardan önemli derecede farklılık arzedenleri inceleyeceğiz.
Beyhakî, Ferrl’dan naklen: "Haram olsun helal olsun canlıların gıdalandığı her şey onların rızkıdır’ şeklinde bir tarif zikretmektedir(5). Rızkı, "canlının yiyecek ve içeceklerden beslendiği şey” olarak tarif edenler de olmuştur(6).
Daha sonra gelen Eş’arî ekolü kelamcılanndan Sa’deddin Taftazanî, bu tarifleri muteber saymakla beraber, bu şekildeki bir tarifin Allah’a izafe edilmekten yoksun
olduğunu gözönünde bulundurarak rızkı,
"Allah teâlânın canlıya sevkettiği ve canlının da yediği şey" olarak tarif etmiştir(7).
Tarifte, rızkı, Allah’a izafe etme, tarifi etkileyecek bir unsur olmadığından bu üç tarifi tek bir tarif olarak kabul etmek gerekir. Bu tariflerde esas olan rızkın "yenilen, içilen ve kendisiyle beslenilen şeyler” olmasıdır. Buna göre yenilen ve içilenlerin dışında kalan giyecekler ve kendilerinden başka şekilde istifade olunan şeyler rızkın içine girmezler.
Sadece yenilen içilen şeylerin rızka dahil edilmesi başka şeylerin tarifin dışında bırakılması, tarifin biraz daraltıldığı fikrini veriyor. Çünkü hem lügat anlamı, hem de bu mevzudaki ayetlerin ifade ettikleri manalar rızkın tarifinin daha olumlu olabileceğine işaret etmektedir: Lügatte, "kendisinden faydalanılan şey", "nasib, pay ve atâ" olarak tarifi esas alınırsa yenilen, İçilen şeylerle beraber kendilerinden, başka yollarla istifade edilen diğer şeyler de rızkın İçine girmelidir. Ayrıca "Kendilerini rızıklandırdığımız şevlerden infak ederler." (Bakara, 3) ayeti de yemediğimiz fakat sahip olduğumuz ve istifade ettiğimiz şeylerin de rızkın içine girebileceğini gösterir.
Nitekim Fahreddin Razi bu kanaatte olanlardan birisidir. O, Allah’ın bize rızık olarak verdiği şeylerden infakta bulunmamızı emrettiğini, rızık yenilen şeyler olarak tarif edildiği takdirde onu infak etmenin mümkün olmayacağını İleri sürerek bu tariflerin batıl olduğunu iddia etmektedir(8). Daha sonra gelen kelamcılar, bu türlü "Allah’ın canlılara faydalanmaları için sevkettiği şey" olarak tarif etmişlerdir(9). Bu tarif yeme-içme ile beraber her türlü faydalanmaya şamildir.
Merhum müfessir Alusî bu konuda Râzî’nin fikrine kalmayarak probleme ayrı bir çözüm getirmeye çalışır. O, rızkın gıda şeylere hasredilmesini uygun görüp elde bulunan, başka yollarla istifade edilen veya infak edilen şeylere rızık tabirinin kullanılmasının mecazî olduğunu ileri sürmüştür(10). Böylece O rızkı ikiye ayırmış olmaktadır. Birisi hakiki rızıktır ki gıdalandırılan şeylere tabir olunur. Diğeri mecazî rızıktır ki elde bulunan, kendilerinden faydalanılan veya infak edilen şeylerdir.
İbrahim Bâcûrî de Bakara s.3. ayetindeki rızık kelimesini atâ anlamında kullanıp ayete "Rızk olmak üzere verdiğimiz şevlerden infak ederler." manasını vermektedir(l 1) O’nun bu izahı da Âlusî’ninkinden farklı değildir.
Rızkı faydalanılan şeyler olarak tarif etmenin mahzurları üzerinde de durularak tenkitler yapılmıştır. Meselâ, bu tarife göre bir kimse başkasının rızkını yiyebilir. Halbuki Ehl-İ Sünnete göre "herkes kendi rızkını yer, hiç kimse, başkasının rızkını yiyemez" kaidesi vardır. Bu bir tezattır.
Bu tarifin mahzurlarını gidermek maksadıyla daha sonraları tarif "bilfiil" kaydıyla kayıtlanarak yeni bir şekil verilmiştir(12). Buna göre, "Birinin sahip olduğu ve fakat faydalanmadığı şey onun rızkı değildir. O şey kendisinden yararlanan kimse için rızıktır(13).
Tarifteki faydalanmayı "gıdalanma veya başka yollarla faydalanma” olarak tefsir edenler de olmuştur(l4). Bu kayıtlarla tarif, ilk tariflere yaklaşılsa bile diğer türlü faydalanmaları da rızkın içine soktuğundan farklılık arzetmektedir.
Elmalılı merhum Hamdi Yazır da Bakara s.3. ayetinin maddi şeylerle beraber manevî şeyleri de içine aldığını, "yeme"rin faydalanma ile izah olunarak "etkin yalnız yiyeceğe mahsus olmayıp, zikr-i hâs irade-i âmm kabilinden olmak üzere içecek, giyecek, ilim, marifet, kudret, amel, evlat ve zevceye de şamil olduğunu, dolayısıyla mutlak bir faydalanma ifade ettiğini, fakat bütün bunlar için bilfiil faydalanmanın şart olduğunu, bilfiil faydalanılmayan şeylerin rızık olmayacağını, söylemektedir (15).
İmam Gazzalî tariflerdeki sıkıntıyı gidermek İçin meseleyi biraz daha teferruatlı olarak ele almaktadır. O rızkı dön kısma ayırır.
1—Mazmun rızık: Diğer sebepler, olmaksızın bünyenin kıvamını sağlayan gıda vesair şeylerdir. Allah bu nevi rızkı taahhüt etmiştir.
2—Maksum rızık: Kulların yiyecek, içecek ve giyeceklerinden, kullara taksim edip levh-i mahfuzda yazdığıdır. Bunların: herbiri belirlenmiş miktarlarda ve muayyen zamanlardadır. Yazıldığı şekilden artmaz, eksilmez, erken gelmez ve gecikmez.
3- Memlûk rızık: Herkese, dünya ’mallarından Allah’ın takdir ettiği ve sahip ol* malan kasdıyla kullara verdiği’ şeylerdir. Allah’ın (c.c.) "Sizi rızıklandırdıklarımızdan İnfak edin" (Mürtafikun, 10) emri de "malik olduklarınızdan infak edin" demektir.
4— Mevûd rızık: Allah’ın müttaki kullarına takva şartıyla, helal yoldan’ ve meşakkatsiz olarak vadedildiğidir. Nitekim Allah (c.c.) "Kim Allah’tan sakınırsa Allah ona bir kurtuluş yolu hazırlar ve hesap etmediği yerden rızıklandırır." (Talak, 7) buyurmuştur(16).
Görüldüğü gibi Gazzalî de rızkı çok şumullü olarak ele almaktadır. O, vücut mekanizmasında kullanılan ve depo edilen, vücudun kıvamını sağlayan şeyleri, yediğimiz, içtiğimiz ve giydiğimiz şeyleri sahip olduklarımızı ve vadolunanları rızkın içine dahil etmiştir.
Fakat rızık tabiri her ne kadar yenileri, içilen şeylerin dışındakiler için kullanılsa da Âlusî’nin dediği gibi mecazi olarak kullanılmaktadır. Gerçek manada rızık, canlının yiyerek gıdalandığı şeydir. Ehl-i sünnet kelamcılarının çoğunun kanaati de budur. Nitekim Kur’an’da "Anaların rızkını ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya aittir" (Bakara, 233) buyurulmuştur ki ayetle giyeceğin rızıktan ayn olarak zikredilmesi ayn şeyler olduğunu göstermektedir.
b—MUTEZİLEYE GÖRE RIZIK
Mutezilî kelamcılar rızkı, "mâlikin yediği mülk" veya "kendisinden faydalanmaya! herhangi Bir mani bulunmayan şey" olarak tarif ederler(17). ’
Mutezile bu tarifleri yaparken "mülk olma" ve “faydalanmaya mani bulunmaması" şartlarını, haram olan şeyleri rızkın içine katmama gayesiyle koymuşlardır. Çünkü onlar Allah’ı tenzih maksadıyla kabih olanı Allah’a isnad etmeyi uygun görmemektedirler. Haram dâ kabih olduğundan, onu Allah’a nisbet ederek "kullarını haramla rızıklandırdı" demeyi sakıncalı bulurlar.
Onlar bu görüşlerini nakli delillerle de desteklemektedirler. Meselâ, "Kendilerini rızıklandırdığımız şevlerden infak ederi (Bakara. 3) ayetinde rızıktan infak edenleri Allah (c.c.) medhetmektedir. Şayet haram rızık olsaydı onu infak eden de övgüye hak kazanırdı. Bu ise mümkün değildir. Bir de Allah (c.c.) "Sizi rızıklandırdığımız şeylerden infak edin" (Münafikun, 10) buyuruyor. Halbuki Allah haramın infakıni emretmez. Hem infak mülk olan şeyde olur, İnsan başkasının malını infak edemez. Şayet haram rızık olsaydı, gasbedilmiş bir şeyin infakı caiz olurdu. Halbuki Onu sâhibinegeri vermek İttifakla vacibdir(18):
Acaba gerçekten, rızk İçin mülkiyet şart mıdır? Haram rızık değil midir? Kabih olanın isnadı mahzurlu mudur?
Pek çok. Ehl-i Sünnet kelamcısı pratikte yaşanan birtakım olayları inceleyerek Mutezilî düşüncenin batıl olduğunu ortaya koymuşlardır. Şayet rızıkta mülkiyet şart ise çocukların yediği sütlerle hayvanların yediği otlar onların rızkı değil midir? Zira ne çocuklar İçin ne de hayvanlar için mülkiyet düşünülemez. Ayrıca biliyoruz ki mükelleflerin hepsi helal yemiyorlar, haram yiyenlerde yar. Şayet onları Allah (c.c.) rızıklandırmıyorsa kimi rızıklandırıyor? Haram, rızık kabul edilmediğinde, haram yiyenleri bir başkasının rızıklândırdığı anlamı çıkar ki bu Allah’a küfürdür(19).
Aslında haramla beslenen canlıların Allah tarafından beslenmediğini iddia etmek- "Her canlının rızkı Allah’a aittir’’ (Hud, 6) ayetine zıt düşmektedir. Cenab-ı Hakkın va’dinden (taahhüdünden) döneceği düşüncesine götürür(20).
Safvan b.Ümeyye’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz(s.a.s.)’in yanıma gelerek, "Ey Allah’ın Rasulü! Allah bana şekaveti takdir etti. Bu sebeple rızkının elimle çaldığım defimde görüyorum. Ahlaksızlık telkin etmediği sürece şarkı söylemem için bana izin ver." diyen Âmr b.Kurre’ye karşı Peygamber efendimiz (s.a.s.): Sana ne izin, ne ikram, ne de nimet vardır. Ey Allah düşmanı yalan söyledin. Şüphesiz ki Allah seni güzel rızıklarla rızıklandırdı ama sen Allah’ın sana helal olarak yerdiği rızkın yerine sana haram kıldığı rızkını tercih ettin" buyurmuştur(21). Bu hadisteki "Sen Allah’ın sana haram kıldığı rızkını tercih ettin" sözü de haramın rizk olduğuna delildir. Aynca Rum s.40. âyeitinde "Sizi yaratan, sonra rızıklandıran sonra öldürecek, sonra dâ diriltecek olan O’dur" buyurulmaktadır. Normalde cümle "sizi yaratan" kelimesinden sonra "sizi yaşatan" şeklinde gelmesi gerekirken "sizi rızıklandıran" şeklinde gelmiştir. Rızk canlılığı sağlayan bir unsur olduğundan ayette sebep müsebbep yerine zikredilmiştir. Haram olan şeyler de yenilince bedenin canlılığını sağlayacağında rızkın içine girmelidir. Sonra mutezilenin delil olarak kullandığı âyetler rızık tabirinin mecazî olarak kullanıldığı şeyleri ifade etmektedir. Yoksa canlının yediği şeyi infak etmesi mümkün değildir. Hem mülkiyet şartı rızıkta değil infakta olması gerekir. Mutezile muğalata ederek mülkiyet şartım infaktan alıp rızka nakletmelerdir.
Kabillin Allah’a isnad edilmesine gelince; Haram rızkın rızık manasında Allah’a isnadı muteberdir. Çünkü Allah’dan başka rızıklandıncı yoktur. Kul İse haram yediğinden dolayı zem ve ikaba müstahak olur(22); Ehl-i Sünnete göre kabilin yaratılması kabih değil, bilakis kulun onu irtikâb etmesi kabihtir.
Her şey Allah’tandır, Allah’ın havi ve kuvvetiyle olmaktadır. Her şey O’na racidir. Kabih, yaratma cihetiyle Allah’a isnad edilmeye her ne kadar müsait ise de teed- düben isnad etmeyiz, çünkü edeb Müslümanın en güzel ve en hayırlı sermayesidir. Allah’a en faziletli işler isnad edilmelidir. Nitekim Hz.îbrahim(a.s.)’ın diliyle
Kur’an’da "Hastalandığım zaman O bana şifa verir"
denilmiştir de "hastalandırdığın zaman" anlamına gelen denilmemiştir(23). Halbuki hastalandıran da O, şifa veren de O’dur.
Kısaca diyebiliriz ki, mülk olmayan şeylerin ve haram olan şeylerin rızık olmasında Mutezilenin zannettiği gibi bir mahzur yoktur. Haram yiyenler de hayvanlar da merzuktur.
KUR’AN’DA RIZIK
Bu bölümde kelam ilminin problemlerinden birisi olan ve kaza kader inancı içerisinde mütalaa edilen rızık konusunun Kur’an’da anlatılışım ana haclarıyla ele alıp inceleyeceğiz. Rızık konusu Kur’an’da geniş bir yer işgal etmektedir. Zira bu konu yanlış anlaşılmaya müsait olan, yanlış anlaşıldığında da insanı tembelliğe ve hatta şirke kadar götüren bir konudur.
Kur’an’da rızık konusunun ana hatlarını, rızkı veren, kendisine rızık verilenler, rızkın nevileri ve bu konuda yapılan birtakım emir ve tavsiyeler çizmektedir.
1—RIZKI VEREN
Kur’an’da rızık konusunun geçtiği her yerde, rızkı verenin Allah (c.c.) olduğu hususunda titizlikle durulmakta ve bu konuda şirke götüren yollar tıkanmaktadır. Çünkü rızık konusu, insanın, hem sebep olarak kendisini rızıklandıncı görmesi cihetiyle hem de böyle mühim bir fiili insanlardan veya batıl tanrılardan bilmesi cihetiyle şirke götüren bir yoldur. Halbuki rızkın meydana getirilmesi insan gücünün dışında bir iştir. İnsan sadece kendisine hazırlanan şeyleri kullanmakta veya vesile olmaktadır. Hatta bu da Allah’ın irade ve inayetine bağlıdır. Dolayısıyla insan ona ne sahip çıkabilir ne de başkalarından bilebilir, Gerçekte rızkı veren Allah’tır.
"Ey Muhammed! De ki: Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? De ki: Allah’tır. O halde doğru yolda olan veya apaçık dalalette olan ya biziz ya sizsiniz"(Sebe, 24).
"Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verecek başka kim vardır? Hayır onlar azgınlık ve nefrette direnmektedirler. "(Mülk. 21)
Allah’ın fiillerinden olan rızıklandırma, bir üstünlük vesilesi olarak Kur’an’da zikredilmiş ve Allah’ın batıl tanrılardan üstünlüğü anlatılmıştır. "Allah; vereceği rızık hususunda tam kudret sahibi olduğundan, rızkı, tükenmek bilmediğinden, rızkının kesilme endişesi olmadığından, başa kakmak, karşılığında birşey beklemek gibi taraflar düşünülemeyeceğinden, vb. elbette O’nun Rezzakıyetı, bu niteliklerin zıddı ile mevsuf olabilecek mahlukların, mevhum veya zahiri rızık verenlerin çok üstünde olacaktır" (24).
" Allah, sizi yaratan ve size rızık veren; ardından hayatınızı sona erdirecek, sonra size tekrar can verecek olan Allah’tır. Peki sizin o ortak koştuklarınız arasında bunlardan herhangi birini yapabilecek olan var mı? Allah onların ortak koştuklarından tamamen münezzehtir, yüceler yücesidir." (Rum, 40) (25)
Kur’an, rızık konusunu anlatırken, Uluhiyetin, subutî ve selbî vasıflarını ortaya koyarak beşerin Uluhiyeti anlamasını sağlamaktadır. Rızık verme, hem semi-; basar ve ilim sıfatlarına mütaallık, hem de irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla ilgili bir fiildir. Rızkı verecek olan, mahluksun ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için ihtiyaçtan duyması, görmesi ve bilmesi gerekir. Rızkı verebilmesi içinde irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla, dolayısıyla hayat sıfatıyla muttasıf olmalıdır.
"Nice canlılar varki rızıklarını kendileri temin edemezler. Sizi de onları da Allah rızıklandırır. O işitir ve bilir," (Ankebut, 60)
"Allah kullarına lütufta bulunandır. Dilediğini rızıklandırır. Kuvvetli ve Aziz olan O’dur," (Şura. 19)
"Rızıklandıran da güç kuvvet sahibi olan da Allah’tır." (Zariyat, 58)
Rızkı verme hususunda Allah’ın iradesini zorlayan hiçbir şey yoktur. O dilediğine dilediği kadar verir. Rızkı genişletme ve daraltma da O’nun İşidir.
"Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır." (Bakara, 212)
“Allah dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır," (Ra’d. 26)(26):
Selbi sıfat olarak ta Yaratıcı’nın rızık istemediği belirtilmektedir. Bununla uluhiyetin gereği olan Samediyet ve Yaratıcının havadise muhalefeti ortaya konmaktadır.
"Ehline namaz kılmalarını emret. Sen de ona devam et. Biz seriden rızık istemiyoruz. Sana rızıkveren Biziz. Akıbet müttakîlerindir."(Tâhâ. 132)., "Onlardan rızık istemem. Beni doyurmalarını da istemem." (Zariyat, 57) -
Halbuki o devirde cahiliyyenin müşrik arabı, putların da ihtiyacı olduğuna inanarak onlara pay ayırmaktadır. Bu da Kur’an’da kınanır.
"Kendilerine verdiğimiz rızıktan, onların ne olduğunu bilmeyen pullara pay ayırırlar." (Nahl, 56)
Rızıklandırma, girift olmasına rağmen muntazam ve mükemmel, şaşmadan ve bozulmadan işleyen bir sistemdir. O’nun böyle olması, ince bir hesabın, şümullü bir ilmin, müstakil bir iradenin, mükemmel bir kuvvetin ve eşsiz bir yaratmanın mahsulü olduğunu gösterir. Bu sebeple rızk ve rızka konu olan şeyler, pek çok ayette Allah’ın varlığına delil gösterilmiştir. Şirki nefyetmek için de misal olarak zikredilmektedir. İnsanların bunlarla istidlal ederek küfre ve şirke düşmemeleri istenmiştir. (27)
"O yeryüzünü bir döşek ve göğü de bina kıldı. Gökten su indirerek onunla size rızıkolmak üzere ürünler meydana getirdi. Artık bilip durduğunuz halde şirk koşmayın." (Bakara. 22).
"İste onlara bir delilde: ölü yeri diriltir, ondan taneler çıkartırız da ondan yerler. Orada hurmalıklar; üzüm balları varederiz. Aralarından da pınarlar fışkırtırız." (Yasin, 33-34).
"Allah size kendinizden misal vermektedir. Size verdiğimiz rızıklardan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi savdığınız gibi hu ortaklarınızı da savar mısınız? (ki bizzat yaptığımız işlerde Bize ortak koşulmasına razı olasınız.) Düşünen milletler için ayetleri böyle tafsilatlı olarak açıklarız." (Rum,
28).
Cahiliyye arabı gibi –müşrik dahi olsa- bir insana rızkı kimin verdiği sorulduğunda kaçamak yapamayarak Allah’ın (c.c.) verdiğini ikrar edeceği de Kur’an’da bildirilmiştir.
"De ki: Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kinidir? Her isi düzenleyen kimdir? Onlar diyecekler ki: Allah’tır." (Yunus. 31)
Acaba rızık insana da nisbel edilebilir mi?
Kur’an’da Allah (c.c.) için: "Rızık verenlerin en hayırlısı" ifadesi ile "Rezzak" fiilî sıfatı kullanılmaktadır(28). Râzık kelimesi rızkı yaratan, veren ve sebep olan anlamındadır. O da Allah’tır. İnsan da rızkın ulaşmasına sebep olduğundan ona da râzık denilebilir. Rezzak sıfatı ise Allah’dan başkası için kullanılmaz(29). Kur’an’da da rızık, vesile olması sebebiyle insana nisbet edildiğini görmek mümkündür.
"Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için çocuklarını tam iki sene emzirsinler. Annelerin rızık ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya âittir." (Bakara, 233) (30).
2—KENDİLERİNE RIZIK VERİLENLER
Kur’an’da kendisine rızık verilenler hem umumi olarak hem de çok ayetlerde hususi olarak zikredilmektedir. Umumi olarak çeşitli hayat tabakalarında canlılık özelliği gösteren bütün canlıların Allah tarafından rızıklandırıldığı bildirilmektedir.
"Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı Allah’a aittir." (Hud, 6)
"Yeryüzünde nice canlılar vardır ki rızıklarını kendileri temin edemezler. Onların da sizi de Allah rızıklandırır.’ (Ankebut. 60)
"Yeryüzünde hem sizin hem de besleyicileri olmadığınız varlıklar için geçim vasıtaları yarattık.’’ (Hicr. 20)
Hususi olarak da insan zikredilmektedir. Yani rızık konusuna muhatab olan genelde insandır. Hep insanın yiyecek içecek ve istifade edeceği şeylerden teferruatlı olarak bahsedilmiştir. Bu da insanın kâinattaki konumundan, mahlûkat arasındaki yerinin öneminden ve İlâhi vahye muhatab bir varlık olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. İnsan bu alemde gayedir ve bütün her şey de onun için yaratılmış, emrine verilmiş ve istifadesine sunulmuştur. Bundan dolayıdır ki onun ölümünden sonraki hayatında da rızıklândırılacağı ifade edilmiştir. Fakat oradaki rızıklandırma şehidlere ve cennetliklere tahsis edilmektedir.
"İnanan ve yararlı is isleyenlere, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir meyvesi rızık olarak verildiğinde, ’bu daha önce rızıklandırıldığımızdır’ derler, Bunlar, söylediklerinin benzeri olarak sunulmuştur, Onlara orada teiniz esler de vardır." (Bakara. 25) (31).
3—RIZIK OLARAK VERİLEN ŞEYLER
Rızık olarak verilen şeyleri Kur’an’da, nebati ve hayvani gıdalar olarak görmek mümkündür. Nebati olanlar genel ifadelerle sebzeler, ekinler, meyvelerdir. Hurma, Üzüm, nar ve zeytin hususi olarak geçmektedir.
"Çardaklı ve çardaksız balları insa eden Allah’tır. Tadları ceşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O’dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin. Devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (Enam. 141) f32).
Hayvani gıdalar olarak da bizzat kesilip yenilen ehli hayvanların kendileri, balık, süt ve bal zikredilmektedir,
"Binek olarak kullanmanız ve yemeniz maksadıyla hayvanları sizin için yaratan Allah’tır." (Mümin, 79) (33)
’Taze balık eti yemeniz, takındığınız süsleri çıkarmanız ye Allah’ın bol nimetlerinden faydalanmanız için denizi emrinize veren O’dur." (Nahl, 14).
"Hayvanlarda sizin için ibretler vardır. Bağırsaklarındakilerle kan arasından içenlere içimi kolay ve saf bir süt içiririz." (Nahl, 66)
"Rabbin bal arısına ’dağlarda, akaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin sonra her çeşit üründen ve sonra da islemen için Rabbinin gösterdiği yoldan yürü’ diye öğretti, Karınlarından, insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır." (Nahl, 68,69)
Nebati ve hayvani gıdalar dışında su da rızka konu olmuştur.
"Size yukardan su indiren de O’dur. Ondan içersiniz. Hayvanlarınızı otlattırınız otlar da onunla biter." (Nahl 10)
Su rızıkla ilgili ayetlerin çoğunda, nebati rızıkların meydana gelmesine sebep olarak gösterilmektedir. Esasen su hayat için vazgeçilmez bir unsurdur.
"O. yeryüzünü bir döşek, gökleri de bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi. Artık Allah’a bile bile sirk koşmayın." (Bakara, 22) (34).
Maddi olan şeylerin dışında manevi olan şeylerin de mecazen dahi olsa rızık sayılabileceğine Kur’an işaret etmektedir. Bunu hem "Kendilerini ışıklandırdığımızdan infak ederler" (Bakara, 3) ayetinde rızkın mutlak zikredilmesinde, hem de Hz.Şuayb (as)’ın; "Ev Milletim! Rabbimden benim bir belgem olduğu ve bana güzel bir rızık verildiği halde O’na karşı gelebilir miyim?" (Hud, 88) sözünü nakleden ayette görmek mümkündür. Burada "güzel rızık"dan maksat nübüvveltir(35).
Bunlardan da anlaşılmaktadır ki nübüvvet, ilim, güç ve kuvvet gibi şeyler de rızıktan sayılmaktadır. Hatta insanın zevk aldığı, ruhen hoşlandığı ve psikolojikman kendini doyurduğu şeyler de bu babdan sayılabilir. Nitekim "Yeryüzünde rengârenk şeyleri de sizin için yaratmıştır." (Nahl. 13) buyrulmaktadır.
Bu arada rızık konusunda değinmemiz gereken en önemli husus, Kur’an’ın da hassasiyetle üzerinde durduğu tayyibatla rızıklandırma hususudur. Yani Allah’ın rızık olarak verdiği şeylerin temiz ve güzel olmasıdır. Allah (c.c.) insan tabiatının nefret etmeyeceği, bilakis hoşlanacağı şeyleri rızık olarak vermiştir. Bu da Allah’ın insana verdiği değeri göstermektedir.
"Andolsun ki biz İnsanoğlunu şerefli kıldık, onları karada ve denizde gezmesini sakladık. Temiz şevlerle onları rızıklandırdık. Yaratıklarımızın pek çoğuna üstün kıldık.” (îsra, 70) (36).
4— RIZIK KONUSUNDA EMİR VE TAVSİYELER
a— RIZIK ENDÎŞESİ TAŞIMAMA
İnsan zaman zaman hayatının devamına vesile olan rızkı temin etmenin endişesini taşımaktadır. Bu endişe çeşitli vesilelerle kuvvet kazanarak vahim tabloların sergilenmesine vesile olur. Ferdî planda fakirlik korkusu ve rızık endişesiyle, eskiden cahiliyyenin müşrik arabı, doğmuş ve belli bir yaşa gelmiş çocuğunu kendi elleriyle öldürürken, çağımızda, çoğalan nüfus karşısında mevcut kaynakların kâfi gelmeyeceği fikriyle, çağdaş usullerle neslin tahdidine, çocukların öldürülmesine ve nüfusun azaltılmasına sebep olunur.
Halbuki insanı yaratan onu yaşatacaktır. Yaşamını sağlayan gerekli şeyleri hazırlayacaktır. Allah (c.c.) kendisinin Rezzak olduğunu bildirmektedir. Aynca "Yer- yüzündeki bütün canlıların rızkı Allah’a âittir" (Hud, 6) ayetiyle rızkı taahhüd ettiğini bildirmiştir. Dolayısıyla insanın böyle bir endişe taşıması yersizdir, hatta Allah’a karşı itimatsızlık ve sû-i zanda bulunmaktadır. Kur’an böyle bir endişe ve korku taşımayı ve bundan dolayı çocuklan öldürmeyi yasaklamıştır.
"Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırınız, Onları öldürmek şüphesiz büyük bir günahtır." (İsra, 31)(37). ’
Bazıları da iyilerle beraber bulunduklarında veya iyi yolda olduklarında rızık ve- menfaatlerine zarar geleceği düşüncesi gütmektedirler ki Kur’an bunu da kınamaktadır.
"Seninle beraber doğru yolda olursak yurdumuzdan oluruz dediler. Onları katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün toplandığı kutlu bir yere yerleştirmedik mi? Fakat çoğu bunun şuurunda değildir” (Kasas.57).
b— RIZKI ARAMA
Acaba Allah’ın (c.c.) rızkı taahhüd etmesi, insanın buna güvenerek rızkının ayağına gelmesini beklemesini ve tembellik etmesini mi gerektirmektedir?’
Hayır! Rızkı taahhüd etmesi, Allah’a ait bir şeydir. Rızkı elde etmek için sebeplerine tevessül etmek ve rızkı aramak da insanın vazifesidir. "İnsana ancak çalıştığı şey vardır" (Necm, 39). İnsan Allah’ın bu taahhüdüne güvenmeli, tevekkül etmelidir ama bu güven ve tevekkül tembelliğe dönüşmemelidir. Bu meselede İslam, sanki yanlış bir hüküm vazederek insanları tembelliğe sevkediyormuş ve çalışarak terakki etmelerine mani oluyormuş gibi telakkilerle, İslama ve Müslümanlara dil uzatanlar olagelmiştir. Bu durum İslamın kendisinden kaynaklanmadığına göre bazı Müslüman fertlerin tutum ve anlayışlarından kaynaklanıyorsa onlar kendilerine çeki düzen vererek dinimize söz getirmemelidirler.
Tevekkül, sebepleri terlettikten sonra güvenmek değildir, bilakis sebeplere tevessül ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Bir ârâbı gelerek’: Ya Rasulallâh! Devemi bağlayıp mı tevekkül edeyim yoksa salıverip mi tevekkül edeyim? diye sorduğunda Peygamber Efendimiz (s.a.s.)*. ’’Bağla, sonra ’tevekkül et" buyurmuşlar ’dır. (38):Hz.Ömer (ra.)’de boşta gezen Yemenliler’! görüp de "siz necisiniz" diye sorduğunda "biz Allah’a tevekkül etmiş kimseleriz" cevabını alınca "Hayır! siz Allah’a tevekkül etmiş kimseler değilsiniz. Siz yalancısınız. Tohumunu yere atıp sonra tevekkül edene mütevekkil denir" demiştir(39).
Şu halde insana düşen iki vazife ortaya çıkmaktadır. Birincisi kara, deniz veya havada rızkı elde ’etmenin yollarını araştırmak, çalışmak ve gayret etmektir ki, bu sünnetullah’a riayet etmektir.
"Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Öyleyse veriri sırtlarında gezin. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin dönüş Ona’dır.” (Mülk,15).
"Namaz bitince yeryüzüne yayılan. Allah’ın lütfundari rızık arayın" (Cuma. 10).
"İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve içimi kolaydır. Diğeri ise tuzlu ve acıdır. Herbirinden taze (balık) eti yersiniz, takındığınız süsleri de çıkarırsınız. Allah’ın lülfuyla rızık aramanız için gemilerin denizi vararak gittiğini görürsün. Belki şükredersiniz" (Fatır, 12)
"Rızkınız da size va’dedilen şeyler de semadadır" (Zariyat, 22)
İkinci vazife ise tevekkül etmektir. Sebeplere tevessülden sonra neticeyi Allah’dan beklemek ve dua ile istemektir. Kur’an’da bunu tavsiye etmektedir.’
"Doğrusu Allah’tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye gücü yetmez. Rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin. O’na şükredin; O’na döneceksiniz" (Ankebut, 17).
"Geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirirsin. Ölüden diri.’diriden de ölü çıkarırsın. Dilediğini hesapsız rızıklandırırsın" (ÂI-i İmran)
Görüldüğü gibi Kur-an İnsanları körükörüne bir tevekkül ile tembelliğe değil çalışmaya ve kazanmaya seyketmektedir.
c—RIZKI YEME
Kur’an’da rızıkla ilgili iki ayette helal-haram ve tayyib-habis ayirmaksızın mutlak bir ifadeyle; "Hayvanları da yük ve kesim için yaratan Allah’tın Allah’ın size verdiği rızıktan yiyin. Şeytâna ayak uydurmayın. O size apaçık bir düşmandır" (Enam 142) ve "Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Öyleyse verin sırtlarında dolaşın. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin. Dönüş onadır" (Mülk. 15) buyrulmaktadır. Haram da rızık olduğundan acaba Allah (c.c.) haramın yenmesini de istemekte midir? Haramın yenmesine rızası var mıdır?
Aslında bu iki ayette rızık her ne kadar mutlak olarak gelmiş olsa bile bunu tayyibat ve helal ile kayıtlayarak tefsir etmek mümkündür. Nitekim Bakara, 60. ayetinde, Yahudilere, mutlak bir ifadeyle "Allah’ın rızkından yiyin" denildiği ifade edilmişse de Bakara, 57 ve Araf, 160. ayetierindeki rızık kelimesi "tayyibat"la kayıtlı olarak gelmiştir: Zaten yukarıdaki ayetlerin son kısımlanndaki "şeytana ayak uydurmayın" ve "Dönüş O’nadır" ifadelerinden "tayyibat" ve "helal" ile kayıtlanabileceğine delalet çıkarılabilir. Birincisinden, "şeytana ayak uydurarak helal olmayanı yemeyin", İkincisinden de "yediğinize dikkat edin, haram yemeyin zira O’na dönüp hesap vereceksiniz" manalarım anlamak mümkündür. Bu cümlelerin, makabliyle alakası bu şekilde kurularak ayetlerin anlam bütünlüğü sağlanabilir.
Hem Allah (c.c.) kötülüğün yapılmasını ne ister, ne de teşvik eder. Haram rızık olsa da onun yenmesine Allah’ın rızası yoktur. Nitekim pek çok âyette temiz ve helal olan rızka tergîb, haram ve habis olan rızıktan da tahzîr edilmektedir. Başta peygamberlere, sonra müminlere daha sonra da bütün insanlara yaptığı hitaplarla Kur’an, tayyibat’ı yemeyi emir ve tavsiye etmiştir.
"Ey Paygamberler! Temiz şeylerden yiyin. Salih amel işleyin. Doğrusu Ben yaptığımı bilirim" (Müminun, 51).
"Ey İnananlar! Sizi rızıklandırdığımız şevlerin temizlerini yiyin. Yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin" (Bakara, 172).
"Ey İnsanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yivin. Şeytana ayak uydurmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır" (Bakara, I68)(40)
Müminin durumu da helal ve temiz olanı arayıp yemektir. Kur’an bu mevzuda bizlere ders olması için Ashab-ı Keyfi anlatırken; uykudan uyandıklarında içlerinden birinin "su parayla İçinizden birini şehre gönderin, baksın en temiz yiyecekler hangileri ise onlardan size rızık (yiyecek) getirsin" (Kehf, .19) dediğini nakleder. Bundan anlaşılmaktadır ki onlar, uyutulmadan önce içinde yaşadıktan toplumda rızık olarak kullanılan şeylerden haram-helal, habis-temiz birbirine karışmış vaziyetteydi. Fakat onlar yeme içmelerine dikkat edip temiz ve helal olanı seçiyorlardı ki uyandıktan sonra da ne kadar uyuduklarını bilmediklerinden yine aynı toplum olduğu düşüncesiyle temiz yiyecek aramaya gayret gösteriyorlar. İşte onların bu müminlik şuurunu Kur’an bizlere misal göstermektedir.
Kur’an temiz ve helal olanı yemeye terğîb ve teşvikle iktifa etmeyerek bunların zıddı olan habis ve haram olan şeyleri yemekten de menetmektedir. Kur’an’ın yenilmesini yasakladığı şeyleri genel bir ifade ile şöyle sıralayabiliriz. Bunlar; faiz yoluyla, rüşvetle, haksızlık ve gasbla elde edilen mallar, mallarına nezaret edemeyen, koruyamayan yetimlerin malları, üzerine Allah’ın adı anlmadan kesilen hayvanlar ve domuz gibi bizatihi haram olduğu bildirilen hayvanlarla kan ve şarap gibi pislik sayılan içilebilecek şeylerdir(41).
Bu arada, insanlar için neyin haram, neyin helal olduğunu ilahî beyan bildirmişken, insanların kendi keyiflerine, hevâ ve heveslerine göre birtakım şeyleri haram veya helal saymaları da Kur’an’da konu edilmektedir. Bu durum aşırı gitmek, Allah adına büküm vermek ve Allah’a iftira etmek olarak nitelenmektedir.
"De ki: Allah’ın size verdiği rızkın bir kısmını haram, bir kısmını da helal kıldığınızı görmüyor musunuz? De ki Size Allah mı izin verdi? Yoksa Allah’a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?" (-Yunus.59)(42).
d— RIZKA ŞÜKRETMEK
Şükür, iyiliği bilmek ve yaymak, iyiliğe iyilikle mukabele etmek ve nimeti tasavvur edip izhar etmektir. Şükür, örfi, kalbi ve kavli olmak üzere üç çeşittir. Örfi olan şükür verilen nimeti verildiği gaye uğrunda kullanmaktır. Kalbi olan şükür nimeti tasavvur etmek ve hatırlamaktır. Kavli olan şükür ise nimet vereni sena etmek ve Övmektir(43).
İhsan ve iyiliklere karşı şükran hissi insanın tabiatında var olan bir duygudur. Beşerî münasebetlerde bile insan bu duyguyu içinde zaruri olarak hisseder ve yerine getirir. Yapılan iyilikler karşısında şükran hissi duymama tabiî olanı bozulmasının neticesidir. Bunun adı küfran-ı nimet yani nankörlüktür. Nankörlük ise zemmedilen bir vasıftır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) "İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah’a dâ şükretmez "(44) buyurarak bu duyguyu şümullü olarak ele almış ve beşeri münasebetlerdeki şükran duygusunun, Allah’a şükretme vazifesine yansıyacağını bildirmiştir. İşte insana düşen vazife, bu duyguyu bozmadan içinde bulundurmak ve insanların basit ve geçici iyilikleri karşısında ifa ettiği gibi Allah’ın daimi ve değerli nimetlerine karşı da ifa etmektir. Bu fıtrî bir vazife olmasının ötesinde dinî bir vazife de olduğundan Kur’an yer yer hatırlatmaktadır.
"Anık rızkı Allah katında arayın. Ona kulluk edin. O’na şükredin. Siz O’na döneceksiniz." (Ankebut,17)(45).
Aslında yapılan iyiliklere, verilen nimetlere şükranda bulunmak, karşı şükranı celbeder ve nimetin anmasına vesile olur. Ama şükranda bulunmamak ve nankörlük etmek de nimetin kesilmesine hatta ilahı gazbın gelmesine sebep olur.
"Rabbiniz. "şükrederseniz andolsun ki artırırım. Nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok çetindir" diye bildirdi" (İbrahim, 7)
Kur’an, geçmiş kavimlerin, nankörlüğü sebebiyle Allah’ın gazabının onlar nasıl perişan ettiğini bizlere ders olması için anlatır!
"Allah size huzur ve güven iyinde olan bir kasabayı misal verir. Her taraftan orava bol rızıklar geliyordu ama onlar Allah’ın nimetine nankörlük ettiler. Bu yüzden Allah yaptıklarına karşılık onlara korku ve açlık helasını tattırdı" (Nahl. 112)
Ayrıca. Kur’an bir tez olarak; bol nimetin ve bundan doğan refahın insanları saptıracağını ve azgınlık ederek yeryüzünde fesad çıkaracaklarını ileri sürmektedir.
"Eğer Allah kulların hepsine rızkı bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O dilediğini bir öcüye göre indirir. Doğrusu O kullarından haberdardır” (Şura,27)
e—RIZIKTAN İNFAK ETME
Allah’ın verdiği rızıktan infak etme esasen bir nevi şükürdür. Ama bu şükür kavli değil fiilî olan bir şükürdür. Yani infak edenin bu fiili "Allah’ım sen bana verip ihtiyaçlarımı giderdiğin gibi ben de bir şükran ifadesi olarak bazı muhtaç kulların ihtiyacını gideriyorum." anlamındadır. ‘Kur’an da bu güzel ameli teşvik’ etmektedir.
"Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelip çatmadan önce sizi rızıklandırdığımız şevlerden İnfak edin, inkâr edenler ancak yazık- edenlerdir" (Bakara.254) (47).
İnfâk etme, Kur’an’da müminin vasfı olarak, geçerken infak etmeme ve infak tavsiyesine lâkayıd kalma kâfirin sıfatı olarak zikredilmektedir.
"Ey Muhammed! Allah anıldığı zaman kaleleri titreyen, başlarına gelene sabreden. namaz kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak eden ve Allah’a gönül veren iş, olan kimseleri müjdele" (Hac.35) (48).
"Onlara Allah’ın size verdiği rızıktan sarfedin denilince inkâr edenler inananlara: ’Şavet dileseydi Allah onları doyururdu. (Allah’ın doyurmadığım) biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir dalâlettesiniz" derler” (Yasin. 47)
f—İSTİĞNA VE TAKVA
Her ne kadar infak etme, muhtaçların ihtiyaçlarım giderme müminin vazifesi olsa da kendisine infak olunan kimse gözünü insanlara verilmiş nimetlere dikmemelidir, İnsanların ellerinde olandan müstağni kalmalı ve Allah’dan beklemelidir: Çünkü “insanların yanında olanlar tükenir ama Allah’ın yanındakiler tükenmez” (Nahl. 96). İşte Kur’an İstiğnayı da tavsiye etmektedir.
"Kendilerini sınamak için dünya havalının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme; Rabbiniz rızkı daha bol ve daha devamlıdır” (Tâhâ, 131).
Mümin hem istiğna eder, hem de harama düşmekten sakınır, Allah’a karşı saygı ve takva içinde olursa, Allah’ta kendisi için böyle davranan birini elbette zarar ve hüsranda bırakmayarak görüp gözetecek ve hesap etmediği yerden rızıklandıracaktır. Çünkü Allah hiç bir ameli zayi etmez.
"Allah kendisine karsı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu hazırlar ve onu hesap etmediği yerden rızıklandırır. Allah’a güvenen kimseye O yeter" (Talak, 23),
Bazen bu rızıklandırma keramet nevinden de olabilmektedir. Nitekim Hz.Meryem’in ibadethanede rızıklandırılması böyledir.
"Zekeriyya mabedde O’nun yanına her girişinde yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden (geldi)?” demiş O’da “bu Allah katındandır" cevabını vermiştir. Doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" (Âli İmran, 37).
SONUÇ
Allah-âlem münasebeti olan rızık ve rızıklandırma meselesi Kur’an’da önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda içinde rızık kelimesi geçen yüzden fazla ayet, yeme-içme ve nimetlerle ilgili de bir o kadar ayetle bu mesele anlatılmaktadır.
Rızık konusu anlatılırken Kur’an’ın esas gayesi olan Uluhiyeti ve Ona ait vasıflar anlatma gerçekleştirilmektedir.
Rızık konusundaki nasslar terkib metoduyla incelendiğinde Ehl-i sünnetin ortaya koyduğu esaslar çıkmaktadır, bu esaslar şunlardır:
1- Yegâne Râzık Allah (c.c.)’dır.
2- Haram da rızıktır. Ama onun yenmesine Allah’ın rızası yoktur.
3- Rızıkta mülkiyet şart değildir.
4- Herkes kendi rızkını yer. Hiç kimse başkasının rızkını yiyemez.
Mutezile naslar ifrat metoduyla yani bu mevzudaki nasları bir kısmını alarak ve Allah’ı tenzih, insana sorumluluk yüklemek için kötülükleri İnsana nisbet etme gibi bir ön şartla meseleye baktıklarından; Haramın rızık olmayacağına, mülk olmayan şeyin rızka girmeyeceğine ve kul haram yediğinde bunu kendisinin yaptığına hükmetme gibi yanlış neticelere varmışlardır.
Dipnotlar
(1) lbn-i Manzur, Lisanûl-Arab 10/115 Beyrut
(2) Raâ, Fahteddin, Tefsir-i Kebir, Ter. Heyet, 1/462, Ankara 1988
(3) Âlusî, Mahmud, Rufıul -Maanî, 1/117, Beyrut 1985
(4) Isfahânî, Rağıb. el -Müfredat, 194. Beyrut
(5) Beyhakî, ebu Bekr Ahmed b.Hüseyin, el-flikâd, 113, Beyrut 1985
(6) Tehânevi, Muhammed Ali b.Ali, Keşşâfu Istüâhâtıl-Funun I /580 İsı.1984
(7) Taftazanî, Sa’deddin, Şeriıııl-Akaid, 127, İstanbul 1976. Cürcanî, Seyyid Şerif, Tarifat (110, Beyrut 1983) da aynı tarifi vermekledir.
(8) Razi, a.g.e. 1/461
(9) Rihavî, Muhammed b .Süleyman, Nuhbetül-Leâlî 109,1 İstanbul, 1979.
(10) Âlusî.a.g.e. 1/117
(11) Bâcûrî. İbrahim, Şertıu Cevhereti tevhid 441, Dimeşk 1972.
(12) Bâcûrî, a. g, e. 441.
(13) Gölcük, Şerafellin ve Süleyman Toprak, Kelam 243, Konya 1988.
(14) Beyazı, Kemaleddin, IşMun-Merâm 235, Kahire 1949.
(15) Yazır, Muhammed Hamdı, Hak Dini. Kurar Dili 1/192,7/5230 Isı.
(16) Gazzalî, Ebu Hamid Muhammed, Minhacül-AbidmişerhiSiracu’t-Talibm ile beraber basım) 8897, Mısır 1955.
(17) Taflazanî, a.g.e, 127, Razî, a.g.e. 1/461
(18) Başka deliller ¡çûı bkz. Razî, a.g.e. 1/462
(19) Çeşitli misaller için bkı. Bağdadî, Âbdulkahir, Usulü’d-Dm 144, İstanbul 1928, Beyhakî, a.g.e. 113.
(20) Sabunî, Nureddin, el-Bidaye 75, Ankara 1979.
(21) İbn-i Mâce, Sünen (Hudud 38/2613) Ter. ve şerh Haydar Hatıpoğlu c.7 s.252, İstanbul 1983,
(22) Taktazanî, a.g.e. 127
(23) Bkz. Âlusı, a.g.e. 1/117
(24) Yıldırım, Suat, Kur’an Uluhiyet 240, İstanbul 1987.
(25) ilgili ayetle r için bkz. Nemi, 60 - 64, Fatır, 3
(26) İlgili ayetler İçin bkz. Isra, 30, Kasas, 82, ankebut, 62, Rum, 37,Sebe, 36,39, Zümer, 52, Şura, 12.
(27) Çığman, M. Kenan, Allah’ın Varlığının Delilleri 140 -146 (İstanbul 1988) da "Rızık Delili" adıyla hususi başlık altında incelemektedir.
(28) Bkz. Maide, 114, Hac, 58, müminun, 72, Sebe, 39, Zariyat, 58, Cuma, 11
(29) Rağıb, a.g.e, 194
(30) ilgili ayetler için bkz. Nisa, 5, 8,
(31) İlgili ayetler için bkz. Enfal, 4, Meryem, 62, Hac, 52, Nur, 26, Ahzab, 31, Sebe, 4. Saffat, 41, Sad, 54,Mümin, 40. Talak, 11,
(32) Bkz. Nahl, 11,67, Müminun, 18 - 20, Yasin ,35. Kaf. 9 - 11, Abese, 24 - 32
(33) Bkz. Enam, 142, Nhl,5. Hac.34.
(34) Bkz. İbrahim,32, Secde,27, Casiye,5.
(35) İbn-i Kesir, Ebul-Fida İsmail. Tefsİru’l-Kur’ani’I-Azîm 2/456, Beyrul 1969.
(36) Bkz, Enfal,6. Yunus,93, Nahl,72, Casiye,16.
(37) Bkz. enam, 140,151.
(38) Aclunî, İsmail b.Muhammed, Keşful-Hafi, 1/144, Beyrut h. 1352.
(39) Babanzade, Ahmed Naim, İslam ahlakının Esasları,70, İstanbul 1976.
(40) İlgili ayetler için bkz, Maide,88, Nahl.l 14, Tâhâ,81.
(41) Bkz. Bakara.l88, Ali lmran,130,Nisa,2-10-29, Enam,121-145. Maide.90.
(42) Bkz. Enam, 119-140, Araf,32.
(43) Benzeri bir tasnif için bkz. Rağıb, a.g.e. 265.
(44) Aclûnî, a.g.e. 2/278.
(45) Bkz. Bakara, 176, Enfal,26, Sebe,15, Vâkıa.82.
(46) Bu gerçeği gören ve kendisi de tann ummayan Satre, bir Rusyalardan; "Refah herkese şamil, olunca işte o zaman insanlığın trajedisi yani sonu başlayacaktır" cümlesini nakletmektedir. (Yıldıran, a.g.e. 240. H.Rousseau, Les Religions 9-10 dan naklen).
(47) Bkr. Nîsa,39. Ibrahirn,3I, Münafıkun,10, Talâk,7.
(48) Bkz. Bakara,3, enfal.3, Kasas.54, Şûra.38. Ra’d,22. Fatır.29.
BİBLİYOGRAFYA
Abdullbakİ, M.Fuad, Mocemü’l-Müfehres li Elfazıl-Kur’an’ı Kerim, İstanbul, 1982.
Aclunî, İsmail b.Muhammed, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1352.
Âlûsî, Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Maâni, Beyrut, 1985.
Babanzade, Ahmed Naim, İslam Ahlakının Esasları, İstanbul, 1976.
Bâcurî, İbrahim, Şerhu Cevhereti Tevhid, Dımeşk, 1972.
Bağdadî, Abdulkahir, usulüddın, İstanbul, 1928.
Bevazî, Kemaleddin, Işaratu’l-Meram, Kahire, 1949.
Beyhakî, ebu Bekr Ahmed b.Hüseyin, el-l’tikad, Beyrut, 1985.
Cürcanî, Seyyid Şerif, Tarif at. Beynit, 1983.
Çığman, M.Kenan, Allah’ın varlığının Delilleri, İstanbul, 1988.
Gazzalı, Ebu Hamid Muhammed, Minhacil’l-Abidin, (Şerhi S ir acü’[-Talibin ile beraber) Mısır, 1955.
Gölcük, Şerafeddin, Toprak Süleyman, Kelam, Konya, 1988,
Isfahanı, Rağıb, el-Müfredât, Beyrut, tarihsiz.
İbn-i Kesir, Ebul-Fida İsmail, Tefsİru’I-KuT’anİ’l-Azîm, Beyrut, 1969.
lbn-i Mace, Sünen, Tercüme ve Şerh, Haydar Haıipoğhı. Istanbuul, 1983.
Ibn-i Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut, tarihsiz,
Kur’an-1 Kerim.
Râzî, Fahreddin, Tefsir-i Kebir, Ter:Heyet, Ankara, 1988.
Rihavı, Muhammed b.Süleyman, Nuhbetu’l-Leâlî Şerhu Bed’il-Emalî, İstanbul, 1979.
Sâbuni, Nureddİn, el-Bidaye, TenBekir Topaloğlu. Ankara, 1979.
Taftazanî, Sa’deddin, Şerhu’l-Akâid, İstanbul, 1976, .
Tehânevî, Muhammed Ali b.Ali, Keşşâfu Istılahatı-Fünun, İstanbul, 1984.
Yazır, clmahlı M.Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, İstanbul, tarihsiz.
Yıldırım, Suat, Kur’an’da Ulûhiyet, İstanbul, 1987.