Makale

FERT VE TOPLUMLARI SUÇ VE GÜNAHA TEŞVİK ETMEK SUÇ VE GÜNAHTIR

FERT VE TOPLUMLARI
SUÇ VE GÜNAHA TEŞVİK ETMEK
SUÇ VE GÜNAHTIR

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah, insanı iman veya inkâr etmeye, hayır veya şer, iyilik veya kötülük işleyebilmeye yetenekli olarak yaratmış, bu nedenle kimseyi îmân veya inkâr etmeye zorlamamış; bunu insanların iradelerine bırakmış- tır.l Ancak çok merhametli olan Allah, insanlara akıl ve sağ duyu vermiş, peygamber ve kitaplar göndererek onlara doğru yolu göstermiştir.2 İnsanlardan îmân edenler de inkâr edenler de olmuştur.3’ Allah son olarak Hz. Muhammed’i (a.s.) bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir.4’ Hz. Muhammed’in (a.s.) ilk muhatapları olan Mekke müşrikleri, Allah’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyorlar5’ ancak birliğini,6 öldükten sonra dirilmeyi,7’ kötü fiiller işlemenin ve kötülük yapmanın günah olduğunu kabul etmiyorlardı.’8’ Şefaatçi olur’9 ve kendilerini Allah’a yaklaştırır"10’ inancıyla putlara tapıyorlar, Allah’a ortaklar koşuyorlardı,(11) Kâbe’yi putlarla doldurmuşlardı.
Hz. Muhammed (a.s.), Mekke halkını putlara tapmayı terk edip Allah’ın birliğini kabule, âhiret inancına, âyetleri inkâr edip yalanlayan, Allah’a ortaklar koşan ve isyan eden kimselere ceza; îman edip salih ameller işleyenlere mükâfat verileceği inancına,’12 hak dîn Islâm’ı kabule davet etti. Özellikle Mekke’nin ileri gelenleri Hz. Muhammed’e (s.a.s.) şiddetle karşı çıktılar. Halkın müslüman olmasına engel olmaya; müslüman olanlara baskı uygulayarak onları dinlerinden çevirmeye çalıştılar.
“Kâfirler, îman edenlere gülüyorlardı. Müminler yanlarından geçtiğinde birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı”... “Müminleri gördükleri vakit, ‘hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir’ diyorlardı.” (İnşikâk, 84/29-31)
Kâfirler, müminlere dîninizi bırakın, bizim yolumuza/dinimize uyun, günahınızı biz yükleniriz diyorlardı. İşte yazımızda bütün bunları dile getiren; “İnkâr edenler, îmân edenlere; ‘yolumuza uyun (günahlardan çekinmeyin) biz sizin günahınızı yükleniriz’ dediler. Halbuki onlar, onların günahlarından hiçbir şey yüklenici değillerdir. Çünkü onlar, kesinlikle yalancıdırlar. Onlar, kendi günahlarını ve kendi günahlarıyla birlikte (saptırdığı ve günaha sevk ettiği kimselerin) günahlarını mutlaka yükleneceklerdir. Kıyamet gününde uydurdukları şeylerden mutlaka hesaba çekileceklerdir” anlamındaki, An- kebût sûresinin 12 ve 13. âyetlerini tahlil etmeye çalışacağız.
ÂYETİN
ETİMOLOJİK TAHLİLİ
Asıl anlamı örtmek ve gizlemek olan “M/r” kelimesi, din dilinde "îmân" kavramının zıddı olup Allah’ın varlığını, birliğini, kitaplarını, peygamberlerini, âhi- ret hayatını, âyetleri, îmân edilmesi gereken herhangi bir şeyi inkâr etmek, varlığını ve doğru! luğunu kabul etmemek, yalanla] mak, beğenmemek, küçümsemek, alaya almak, helâli haram, haramı helal saymak; Allah’a ortaklar koşmak, kısaca Hz. Mu- hammed’in (a.s.) tebliğ ettiği dini, din olarak kabul etmemektir.
Sözlükte doğrulamak, güven vermek, kabul etmek anlamlarına gelen "îmân” kelimesi, din dilinde “küfr” kelimesinin zıddı olup, Hz. Muhammed’in (a.s) tebliğ ettiği hak dîni şeksiz, şüphesiz ve bütün olarak kabul etmek, Kur’ân âyetlerini ve içerdiği hükümlerin doğruluğunu kalp ile tasdik etmek demektir.
“Yolumuza uyun” diye çevirdiğimiz "ittebi’û sebîlenâ" cümlesinde geçen “ittebe’a” fiili sözlükte bir şeye veya bir kimseye tâbi olmak, onun izinden, ardından ve peşinden gitmek ve yürümek; sözlükte yol anlamına gelen "sebîl” kelimesi ise âyette putlara tapma esasına dayanan şirk/putperestlik dini anlamındadır. "tttiba" kelimesi ile de bu batıl dini din edinmek kastedilmektedir.13
"Haml" kelimesi, bir şeyi sırta yüklenip taşımak; "hıml" yük; "hâmil" yük taşıyıcı demektir.
“Hatâyâ” kelimesi, hata, günah ve yanlışlık anlamındaki "hatâ ” kelimesinin çoğulu olup, âyette bilinçli bir şekilde işlenen günah anlamındadır. Hata üç çeşittir:
a) Yapılması haram, kötü ve çirkin olan bir şeyi isteyip yapmak. İnsan bu tür hatadan dolayı sorumlu olur ve cezalandırılır.. “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Onları da sizi de biz rızıklandırıyoruz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır (hıt’en kebî- ren)” (Isra, 17/31) âyetinde, çocukları öldürmek “hatâ" olarak ifade edilmiştir. Bu kimseye “hâtı”’ denir.14
b) Bir insanın yapılması iyi, güzel ve mubah olan bir şeyi yapmak istediği halde, kendisinden istediği şeyin zıddmın vuku bulması, bu kimse isteğinde isabet etmiş, fakat eyleminde yanılmıştır. Bir av hayvanı vurmak için silah atan kimsenin yanlışlıkla bir insanı vurması bu tür bir hatadır. Nisa suresinin 92. âyetinde bu tür eylem “hata” olarak ifade edilmiştir. Bu tür hatadan dolayı insan günahkâr olmaz. Çünkü işlediği eylemde kasıt yoktur, fiil istem dışı ortaya çıkmıştır. Türkçe’de kullanılan “hata” sözcüğü bu anlamdadır. “Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasıtlı olarak yaptığınız şeylerde size günah vardır” (Ahzab, 33/5), âyeti ile, “Allah ümmetimi üç şeyden; hatâ, unutma ve zorla yaptırılan fiillerden dolayı cezalandırmaz”"^ hadisi, bu tür hataları ifade etmektedir.
c) Bir insanın yapılması haram, kötü ve çirkin olan bir şeyi yapmak istediği halde isteğinin zıddmın vuku bulması. Bu kimse, isteminde yanılmıştır, bu yüzden sorumludur, yerilmeyi ve cezayı hak etmiştir.’16’ Peygamberimiz (s.a.s.), “İki müslüman kılıçlarıyla vuruşsalar (ve sonuçta biri diğerini öldürse) öldüren de öldürülen de cehennem ateşine atılır” buyurmuş, sahabeden Ebû Berke, “Ey Allah’ın Elçisi! Öldürenin cehenneme atılmasını anladık, öldürülen niçin atılıyor?” diye sormuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.), “Çünkü o da vuruştuğu kimseyi öldürmek istiyordu” cevabını vermiştir,17 Bu hadis, haram bir şeyi yapmak isteyen kimsenin, -isteğini gerçekleştirememiş olsa bile- günahkâr olduğunu ve bu istemi sebebiyle cezalandırılacağını ifade etmektedir. Bir insan kötü isteminden kendi iradesiyle vaz geçse, günahkâr ve sorumlu olmaz, hatta sevap kazanır."18
“Kizb” yalan, “kâzibûn ” yalancılar, gerçeği ve doğruyu söyle- meyenler demektir.
“Siki” kelimesinin çoğulu olan “eşkâl’’; sözlükte ağırlık, yük, borç ve ölçü demektir. Ayette “günahlar” anlamında olan bu kelime günahın büyüklüğüne işaret etmektedir.19
Şirk, küfür, nifak ve isyana “hıml ” ve “siki ” denilmesi me- câzi anlamdadır. Her türlü günah, insan için manevî birer yüktür.
ÂYETİN ANLAM
VE YORUMU
Ayet; Mekke’de müminlerle iç içe yaşayan müşriklerin inançlarını, müminlere karşı tutum ve davranışlarını, müminler üzerindeki psikolojik, sosyolojik ve dînî baskılarını, dînî bağnazlıklarını ve dîn özgürlüğüne karşı tahammülsüzlüklerini, müminlere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları baskılarını, yalancı olduklarını ve âhirette günahlarından dolayı sorgulanacaklarını ifade etmektedir.
İlâhî vahye dayanan hak dîni kabul edenler ile insanların uydurdukları bâtıl ve sapık dinleri kabul edenler arasında mücâdele tarihin derinliklerine kadar uzanmaktadır. Kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlayanlar, hak dîni kabul edenlere baskı yapmışlar ve onları kendi batıl dînlerini kabule zorlamışlardır.
Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kavmi Mekke müşrikleri de aynı yöntemi uygulamışlardır: “Yolumuza/dînimize uyun, Muhammed’in dînini terk edin, bizim dînimize dönün, günaha gireceğinizden korkmayın, günah diye bir şey yoktur, olsa bile biz sizin günahınızı yükleniriz” diyerek, müslümanları hak dinden çevirmeye çalışmışlardır.
Müşrikler, sözlerinde samimi değillerdi ve yalan söylüyorlardı. Allah, âhirette hiç kimsenin başkasının günahını yüklenmeyeceğini, böyle bir imkân olsa bile müşriklerin bunu yapmayacaklarını, çünkü onların yalancı olduklarını bildirmektedir.
İnsanlar; şirk, küfür, nifak ve isyan ile günah kazandıkları gibi insanlan saptırma ve günaha sürükleme sebebiyle de günah kazanırlar. Bütün bu günahları yüklenirler ve âhirette inkâr ve isyanlarından ötürü sorgulandıkları gibi yalan ve iftiralarından, insanları saptırma ve azdırmalarından dolayı da sorgulanırlar ve ce- zalannı’ çekmek üzere cehenneme atılırlar.
Tahlil etmeye çalıştığımız âyet bu gerçekleri dile getirmektedir.
ÂYETİN İÇERDİĞİ
HÜKÜMLER
Ayet üç hüküm içermektedir:
1. Cezalar, kişiseldir, kimse kimsenin suçunu ve günahım çekmez. Kimse başkasının işlediği suçtan dolayı sorumlu tutulamaz ve cezalandırılamaz.
Bu hükmü âyetin “İnkâr edenler, îmân edenlere; ‘yolumuza uyun (günahlardan çekinmeyin) biz sizin günahınızı yükleniriz’ dediler. Halbuki onlar, onların günahlarından hiçbir şey yüklenici değillerdir” cümlesi ifade etmektedir.
İslam Dininde, suçlann şahsîliği temel bir ilkedir. Her insan işlediği suçun cezasını sadece kendisi çeker. Hiç bir kimse, en yakını bile olsa -eğer suça ortaklığı veya suça teşviki yoksa- hiç kimsenin işlediği suçtan dolayı sorumlu tutulmaz ve cezalandırılmaz. Bu husus, dünyada da âhirette de böyledir. “...Herkes, günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez...” (Eti’am, 6/164) “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan bir kimse bir başkasını günahını yüklenmeye çağırır (ancak) ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını bile olsa...” (Fâtır, 35/18 bk. Zii- mer, 39/7; Necm, 53/38) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir. Âyetler açıkça herkesin işlediği günahın vebalinin sadece kendine ait olduğunu, başka birisinin günahından sorumlu olmadığını, başkasının işlediği günahı yüklenmeyeceğini, âhirette günahkâr insan, günahının bir kısmını yüklenivermesi için yakınlarına çağrıda bulunacağını ancak kabul görmeyeceğini beyan etmektedir. Âhirette birinin günahını yüklenmek şöyle dursun dostların, birbirlerinin hallerini bile sormayacakları, hatta onlardan kaçacakları Kur’ân’da bildirilmektedir:
“O gün hiçbir dost hiçbir dostunu sormaz, (dostlar), birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabilesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak verip kendisini kurtarsın. Hayır (bu mümkün değildir)...” (Me’âric, 70/1015); “O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden, çocuklarından kaçar. O gün onlardan herkesin kendine yetecek bir işi vardır.” (Abese, 80/33-37)
Âyetler; insanlara, kendileri için yarar sağlayacak hayırlı ameller işlemeleri, her hangi birine güvenip de ibadetleri terk etmemeleri ve günah işlememeleri gerektiğini, âhirette kimsenin kimseye faydasının olmayacağını bildirmektedir.
2. insanlan, inkâra, kötülüklere, suç ve günaha teşvik etmek suç ve günahtır.
Bu hükmü âyetin, “Onlar, kendi günahlarını, kendi günahlarıyla birlikte (saptırdığı ve günaha sevk ettiği kimselerin) günahlarını mutlaka yükleneceklerdir” cümlesi ifade etmektedir.
Âyet; bir insanın bir başkasını inkâra veya günaha sevk etmesi halinde, bu kimsenin kendi günahı ile birlikte inkâra veya isyana sevk ettiği kimselerin işlediği günahlar kadar günah da yükleneceğini ifade etmektedir.
Islâm’a göre, haram ve yasak olan bir fiili işlemek günah olduğu gibi, her hangi bir insanı bu haram ve yasağa teşvik etmek, bir insanın günah işlemesine ve kötülük yapmasına sebep olmak da günahtır. Mesela bir insan içki içse veya kumar oynasa veya farz ibadetlerden birini terk etse günahkâr olur. Bir başkasını içki içmeye, kumar oynamaya, bir ibadeti terk etmeye teşvik etse, bu kimse de içki içse, kumar oynasa ve bir ibadeti terk etse günahkâr olur. Bu ikinci kişinin işlediği günah kadar bu kişiyi günaha teşvik eden de günah işlemiş olur. Bu husus tahlil ettiğimiz âyette açıkça ifade edildiği gibi, başka bir çok âyet ve hadislerde de ifade edilmektedir:
“Kim güzel bir işe aracılık ederse ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır...” (Nisa, 4/85) Bu yüzden olmalı ki yüce Allah, “...İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzerine yardımlaşın; ama günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın...” buyurmuştur. (Mâide, 5/2), Peygamberimiz (a.s.); “Kim (bir insanı) hidâyete/doğru yola çağırır da bu kimse doğru yola gelirse doğru yola gelen kimsenin kazandığı sevap kadar doğru yola çağıran kimse de sevap kazanır. Doğru yola gelen kimsenin sevabından da bir eksilme olmaz. Aynı şekilde kim bir insanı dalalete/sapıklığa çağırır da bu kimse sapıklığa düşerse, sapan kimsenin kazandığı günah kadar sapıklığa çağıran kimse de günah kazanır. Sapan kimsenin günahında da bir eksilme olmaz.”20 ; "Kim güzel bir iş ihdas eder ve bununla da amel edilirse bu kimseye o işle amel eden kimselerin kazandıkları kadar sevap verilir. Amel eden kimsenin sevabından da bir eksilme olmaz. Aynı şekilde kim de kötü bir iş ihdas eder de bununla amel edilirse bu kötü işi yapan kimsenin kazandığı günah kadar o işi ihdas eden kimseye de günah yazılır. Günahkâr insanların günahlarında da bir eksilme olmaz. ”m “Haksız yere öldürülen hiçbir insan yoktur ki Adem’in oğlu (Kâbil’e) bu öldürmeden dolayı bir günah yazılmış olmasın. Çünkü (Kâbil, yeryüzünde) öldürme işini ilk ihdas eden kimsedir. ”,2>
Bu hadisler bize açıkça bildirmektedir ki kötü, günah ve haram olan bir işin yapılmasına öncülük eden kimse günahkâr olduğu gibi ayrıca bu kötü, haram ve günah olan işi yapanların işledikleri kadar da günah kazanmaktadır. Mesela, yeni bir içki, uyuşturucu türü imal eden kimse günahkâr olduğu gibi bu içkiyi ve uyuşturucuyu içen kimseler de günah kazanırlar. Bu kimselerin kazandığı günah kadar bu içkiyi ve uyuşturucuyu îcat eden de günah kazanır, iyilikler için de aynı şey söz konusudur. “Hayra delalet eden o hayrı işleyen gibi”23; şerre delâlet eden de şerri işlemiş gibi olur.
Âyet ve hadisler bize gösteriyor ki insanları günaha teşvik etmek, günah işlemelerine sebep olmak dînen yasak ve günahtır. Aynı şekilde bir insanın îman etmesine veya dînî bir görevi yapmasına herhangi bir şekilde engel olmak da dînen yasak ve günahtır. Mümin insan, asla bir başkasının îmân etmesine ve dîni görevlerini yapmasına engel olamaz. Böyle bir davranışı ancak zâlim, kâfir ve münafıkların yapabileceğini Kur’an bize haber vermektedir:
“O zâlimler ki onlar, insanları Allah yolundan alıkoyan ve Allah yolunu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir...” (A ’raf, 7/45)-, “Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin haline ki onlar, dünya hayatını âhiret hayatına tercih eden, insanları Allah yolundan çeviren, Allah yolunu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Onlar, derin bir sapıklık içindedirler.” (Ibrahim, 14/2-3 f41; “Şüphe yok ki inkâr edenler mallarını insanları Allah yolundan alıkoymak için harcarlar...” (Enfal, 8/36); “Münafıklar yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah yolundan alıkoydular. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Mücâdele, 58/16, bk.Münâfikûn, 63/2)
Âyetler açıkça insanları Allah yolundan alıkoyan ve Allah yolunu eğri ve çelişkili gösteren kimseleri İlâhi azapla uyarmakta ve bu kimselerin zulüm, küfür ve nifak özelliği taşıyan kimseler olduklarını bildirmektedir.
İnsanları, günaha teşvik eden veya onları hak yoldan saptıran veya îmân ve ibadet etmelerine engel olan zâlimler ile bunlara uyanlar; saptırıcılar ile sapanlar, günah öncüleri ile, bunları taklit edenler, büyüklük taslayanlar ile zayıf ve güçsüz görülenler âhi- rette birbirlerine düşecekler ve aralarında tartışacaklardır: “Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği kıyamet günü kâfirler, ‘Keşke Allah’a ve Peygamberine itaat etseydik’; ‘Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik bizi yoldan saptırdılar,”... “Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat” diyecekler” (Ahzab, 33/66-68); “Kendilerine uyutanlar, o gün azabı görünce kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Uyanlar, ‘Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsay- dık’ diyeceklerdir. Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterecektir. Onlar ateşten çıkacak değillerdir.” (Bakara, 2/166-167);“... Zâlimler, Rab’lerinin huzuruna durdukları zaman hallerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara; ‘Siz olmasaydınız biz mutlaka îmân eden kimseler olurduk’ derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, ‘Size hidâyet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz’ derler. Zayıf ve güçsüz görülenler ise, ‘Hayır, bizi hidâyetten saptıran, gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz’ derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar...” (Sebe’, 34/31-33)-, “Ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, ‘Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?’ derler. Büyüklük taslayanlar ise, ‘Biz hepimiz ateşin içindeyiz...’ derler.” (Mümin, 40/47-48. bk. Sâffât, 37/22-39)
Âyetlerden anlaşılacağı üzere inkâra ve günaha çağıranlar ile bunlara uyanların âhiretteki tartışmaları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. “(Saptırıcılara uyarak) kâfir olanlar, Rabbimizî Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar” (Fussılet, 41/29) ve “...Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver, derler” (A ’raf, 7/39), Ama bunun bir faydası olmaz, her biri cezasını çeker.” (A ’raf, 7/39) Ahirette bu faydasız pişmanlık ile karşı karşıya kalmadan her insan aklını ve sağ duyusunu kullanarak Kur’an ve Sünnetin rehberliğinde dünya ve âhiretini kazanmaya çalışmalı, inkâra, zulme, kötülüğe ve günaha çağıranlara asla kulak vermemeli, kimseyi zulme ve günaha çağırmamalı ve kötülüğe aracı olmamalıdır. Çünkü insanları kötülüğe, günaha, isyana ve zulme çağırmak şeytanın (Nisa, 4/119120) ve. şeytanlaşan zâlim insanların işidir.
3. Suçlular ve günahkârlar âhirette sorgulanacaklardır.
Bu hükmü âyetin, “Kıyamet gününde uydurdukları şeylerden mutlaka hesaba çekileceklerdir” cümlesi ifade etmektedir.
Kâfirlerin “uydurdukları şeyler”; müminlere; “insan inkâr etmekten ve işlediği kötü amellerden dolayı günah kazanmaz, öldükten sonra dirilme yoktur, olsa bile biz sizin günahınızı yükleniriz” demeleri, bu şekilde yalan söyleyerek insanları kandırmalarıdır.’25* Allah, kıyamet günü bu tür insanları sorgulayacaktır: “Allah meleklere şöyle emreder: Zalimleri, yoldaşlarını ve Allah’tan başka taptıklarını toplayın ve hepsini cehennem yoluna sevk edin ve onları tutuklayın çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.” (Sâffât, 37/22-24); “(O gün) kitap ortaya konur, suçluları, kitabın içindekilerden dolayı korkuya kapılmış görürsün, ‘Yazık bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş’ derler. Bütün yaptıklarını (kitaplarında) hazır bulurlar. Rabbin kimseye zulmetmez” (Kehf I8/4)\ “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek- tir. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca olsa bile onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz” (Enbiya, 21/47).

inkâr edenlerin dünyada yaptıkları iyi amelleri boşa gittiğinden’26 âhirette müminlerde olduğu gibi amellerini tartmak için teraziler kurulmayacaktır: “(Ey Peygamberim!) De ki: Amel bakımından en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatındaki çalışmaları boşa giden kimseleri size haber vereyim mi? Onlar Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir, îşte böyle inkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alay konusu yapmaları yüzünden onların cezası cehennemdir” (Kehf, 18/103-106). Amelleri için bir terazi kurulmaz, çünkü imanları olmadığı için amellerine sevap verilmez. Ahiretteki İlâhî mizanda amellerinin ağırlık olarak hiçbir değeri yoktur, bu yüzden terazileri hafiftir/27’ Zira kâfirler, çalışmalarının karşılığını dünyada tamamen almışlardır.081
SONUÇ VE
DEĞERLENDİRME
İman-küfür, itâat-isyan, iyi- kötü, doğru-yanlış, hayır-şer ve hak-batıl mücadelesi insanlık tarihi boyunca var olagelmiştir. Çünkü insan, iman ve inkâr etmeye, iyi ve kötü şeyleri yapmaya yetenekli olarak yaratılmıştır. Allah, kitap ve peygamberleriyle insanlara doğru yolu göstermiş, yanlış yoldan sakındırmıştır. Aklını ve sağ duyusunu kullanarak peygamber ve kutsal kitaplann rehberliğini kabul edenler; iman ve salih ameller işlemişler, inkâr, şirk, haram ve kötü söz ve fiillerden uzak durmuşlardır. Aklını ve sağduyusunu kötü yönde kullananlar, peygamber ve İlâhî kitapların rehberliğini kabul etmeyenler, batıla dalmışlar, inkâr ve isyana saplanmışlar, müminleri de imanlarından caydırıp kendilerine uymaya çağırmışlardır. Bütün toplumlar için bu durum söz konusu olduğu gibi son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamber gönderildiği toplumlar için de söz konusudur. Peygamberin ilk muhatapları olan Mekkeli müşrikler müminleri imanlarından caydırıp yalan sözleri ile kandırmaya ve onları putperest yapmaya çalışmışlar, “yolumuza uyun (günahlardan çekinmeyin) biz sizin günahınızı yükleniriz” demişlerdir. “Halbuki onlar, onların günahlarından hiçbir şey yüklenici değillerdir. Çünkü onlar, kesinlikle yalancıdırlar. Onlar, kendi günahlarını, kendi günahlarıyla birlikte (saptırdığı ve günaha sevk ettiği kimselerin) günahlarını mutlaka yükleneceklerdir. Kıyamet gününde uydurdukları şeylerden mutlaka hesaba çekileceklerdir.”
Bu durum, günümüz fert ve toplumları için de söz konusudur. Kimi insanlar, fert ve toplumları suç ve günaha teşvik etmekte, kimileri de insanların inandıkları değerleri hayata geçirmelerine engel olmaktadırlar. Bu tür bir davranışı İslâm şiddetle reddetmekte ve bu kimselerin âhirette cezalarını çekecekleri bildirilmektedir. Allah’a ve Peygamberine iman eden bir insan bu tür bir eylem ve davranışta bulunamaz.
Tahlil etmeye çalıştığımız Ankebût sûresinin 12 ve 13. âyetleri şu hususları ifade etmektedir:
- İnsanları küfre, kötülüklere, suç ve günahlara teşvik edenler vardır. Bunlara itibar edilmemeli ve peşlerinden gidilmemelidir.
- Cezalar kişiseldir, kimse kimsenin suçunu ve günahım çekmez. Ancak, bir inşam küfre, kötülüğe, günah ve suça teşvik etmek suç ve günah olduğu gibi bu teşvik sonucu inkâr eden veya suç ve günah işleyen kimselerin kazandıkları günahlar kadar, teşvik edenler de günah kazanırlar. Suç ve günah işleyenlerin günahlarında da bir eksilme olmaz.
- Ahirette herkes dünyada yaptıklarından ve terk ettiği görevlerinden dolayı sorgulanacaklardır. Ancak dünyadan kâfir olarak ayrılan kimse için teraziler kurulmayacaktır. Çünkü imanları olmayanların dünyada yaptıkları iyi amelleri boşa gittiğinden, âhirette hiç sevapları olmayacaktır. Zira bunlar, iyi amellerinin ve çalışmalarının karşılığını tamamen dünyada iken almışlardır.
- Ahirette suça teşvik edenler ile bunlara uyanlar arasında şiddetli tartışmalar olacaktır. Günah teşvikçilerine uyanlar, uydukları kimseleri suçlayacaklar, uyduklarına pişman olacaklar, ama bunun hiçbir yaran olmayacaktır. Uyu- lanlar da uyanlar da cezalarını çekeceklerdir.

1- Kehf 29.
2- Nahl, 78; Hadîd, 25; Şems. 8.
3- Teğabün, 2.
4- Sebe, 28.
5- Ankebut, 61; Lokman, 25; Zümer,38; Zuhruf 9.
6 -Sad, 5.
7- Fussılet, 6-7. Kurtubî, el-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân, XIII, 330. Âlûsî, Şihâbiiddîn Mahmud, Rûhu ’l-Me- ânî fi Tefsiri’l Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî, XX, 140. Beyrut, thyâü’t-Türâsî’l Arabiyyi Celâlüddîn es-Süyûtî, ed-DUrrü’l- Mensûr fi Tefsiri’l - Me’sûr, VI, 454.
8- Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câ- mi’u’l-Beyân An Te’vîl Ayi’l Kur’ân, XI, 20/134; Fahruddîn er- Râzi, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXVI, 4041. Mısır, tarihsiz.
9- En ’am, 94; Rûm, 13; Zümer, 43.
10- Zümer, 3.
11-Nahl, 86.
12- Kehf, 30-31.
13- Taberî, XXI, 20/134.
14- Yusuf, 28; Kasas, 8; Hakka,
37.
15- lbn Ebî Şeybe, el-Musannef, TV, hadis no: 19044 bk. Münâvî, Fey- zü’l-Kadîr, II, 219. No: 1705.
16- Rağıb el-Isfehânî, el-Müfredat fi Garîbi’l-Kur’ân, s. 150-151.
17- Buhâri, îmân, 22. I, 13.
18- Buhâri, Rikâk, 31; Müslim, imân, 203-209; Tirmizî, Sure, 6/10; Dâ- rimî, Rikâk, 7; Ahmed, I, 227, 279.
19- Şevkânî, Muhammed Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr, IV, 256. Thk. Dr. Abdurrahman Umeyre. Beyrut, 1997. Âlûsî, XX, 142.
20- Müslim, tim, 16. III, 2060. Ebû Davud, Sünen, 6; Tirmizî, tim, 15; lbn Mâce, Mukaddime, 14; Dâri- mî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1.
21- Müslim, Ilm, 15; III, 2059. No: 1017; Tirmizî, llm, 15, V, 43; No: 2675.
22- Tirmizî, llm, 14, V, 42, No: 2673. Kâbil, kardeşi Habil’i kıskançlık yüzünden öldürmüş ve yer yüzünde ilk cinâyeti işlemiştir.
23- Tirmizî, llm, 14, V, 41, No: 2670.
24- Nisa, 167; Nahl, 88; Muhammed, 1, 34; Lokman, 6.
25- Râzî, XXV, 40-41; Âlûsî, XX, 140.
26- Maide, 5; Muhammed, 1, 32.
27- A’raf 7-9; Müminûn, 102-115; Hâkka, 24-37; Kâria, 8-11.
28- lsrâ, 18; Şûrâ, 20; Hûd, 15-16; Ahkâf, 20; Bakara, 200.