Makale

YEDİNCİ İSLAM ÜLKELERİ KONFERANSI

YEDİNCİ İSLAM ÜLKELERİ KONFERANSI

Bu yazı Başkanlığımızı Konferansta temsil eden Diyane İşleri Başkanı Dr.Lütfi Doğan’ın yanısıra haberler toplama maksadıyla konferansta Başkanlığımız Basın Temsilcisi olarak görevlendirilen İbrahim Özdemir tarafından hazırlanmıştır.

29 Mayıs 1453’den, 10-18 Mayıs 1976’lara kadar akıp giden zaman içinde, Mayıs ayında meydana gelen tarihî hâdiseler, millî ve toplumsal hayatımızda olduğu kadar; milletlerarası alanda da derin boyutlara varan olaylardır. Bu olayların hepsini konu etmek, bunları anlatmak ve haklarında değer yargısında bulunmak, ilmi, fikri müktesebatımızı aştığı kadar, şu kısa yazımızın hacmına da sığmayacaktır. Bu yazımızda, kökü, millî tarihimizi, ulusal kültürümüzü, medenî gücümüzü ve sanat dehâmızı oluşturan Tevhit Akidesine dayalı; nedenleri tarihî fonksiyonumuzda mevcut; akisleri dost-düşman bütün dünya milletlerinin fikrini sarmış ve ilerdeki ulaşacağı derin boyutları üzerinde şimdiden titizlikle düşünülüp köklü plânlar yapılması gereken uluslararası alanda tarihî bir olaydan, İstanbul’da yapılan ‘Yedinci İslam Ülkeleri Konferansı’ndan söz etmek istiyoruz.

NEDEN İSLAM ÜLKELERİ KONFERANSI

Tarih göstermiştir ki devlet nizamı, rejim şekli ne olursa olsun, milletlerarası münasebetlerde hristiyan devletler, dâimâ birbirlerini desteklemişler ve her alanda birbirlerine yardımcı olmuşlardır. Bunun için de bazı istisnaların dışında iki hristiyan devlet, özellikle çağımızda hiçbir zaman birbiriyle açık bir savaşa girişmemiş, birbirinin kalkınmasını engellememiş ve birbirinin haklarını çiğneyip, yerüstü ve yeraltı servetlerini sömürmemiştir. İnancı, serveti, gücü sömürülen, hakları elinden alınan, hürriyet ve istiklalle­rine saldırılan daima müslüman milletler olmuş, hattâ hristiyanların kendi savaş sanayi stoklarını eritme ve geri kalmış ülkelerin zenginliklerini sömürme yolunda birbirine düşürdükleri, birbirine kırdırdıkları da yine müslümanlar olmuştur. Hristiyan devletlerin, zaman zaman koruyoruz diye müslümanlara sahip çıkmaları da yine kendi menfaatleri açısındandır. Daha düne kadar birkaç tanesi hariç, bütün müslüman milletler, sömürge hayatı yaşıyorlardı. Elimizden alınmak istenen Anadolu’yu düşmandan temizleyip, yok edilmek istenen hürriyet ve istiklâlimizi korumadaki istiklâl mücadelemiz, önce komşu İslam ülkelerine örnek oldu, daha sonra dalga dalga yayılan bu örnekleme, zamanımızda elliye yakın bağımsız ve istiklaline sahip İslam devletini meydana getirdi. Geçen zaman ve edinilen tecrübeler göstermektedir ki müslümana, ancak müslümandan fayda gelir. Bu şaşmaz gerçekten hareket eden İslam ülkeleri, evvela aralarındaki yanlış anlamaların izalesi, geçmişte düşülen hataların düzeltilmesi ve birbirlerini anlama sonra da maddî ve manevî güçlerini birleştirip bir bütün halinde hareket etme yolunda teşebbüslerde bulundular. Her türlü engel ve baskıya rağmen, “Ey İman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” emrine uyarak yedinci birleşmeyi İstanbul’da gerçekleştirdiler.

İSTANBUL’UN ANLAMI

İslam dini, Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile insanöğlu için ilk evin, Kâbe’nin inşa edildiği Mekke’de doğmuş Peygamber şehri, Bedir arslanlarının, Uhud kahramanlarının, Hendek gazilerinin makbergâhı Medine’de güç kazanmış, Isrâ Sûresinin belirttiği gibi etrafı mübârek kılınan Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu şehir, Kudüs’ten sonra İstanbul’un fethi ile Viyana kapılarına, Avrupa içerlerine kadar dayanmış, üç kıtayı aydınlatan bir sirac olmuştur. İstanbul, Sevgil Peygamberimiz’in hakkında: “Kostantıniyye, elbet fethedilecektir. Onu fetheden emir, ne iyi emirdir, onun ordusuna ne mutla.” diyerek takdis ettiği, bu müjde-i Rasûl’e erebilmek için uğrunda nice cengâverlerin, koçyiğitlerin can verdiği şehitler, gaziler beldesi. Peygamberimizin ev sahibi, mihmandarı Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin ruhaniyeti etrafında billûrlaşan, kutuplaşan, erenler, evliyalar diyarı İstanbul, altıyüz senedir İslam’ın merkezi olmuş, asırlardır mukaddes emanetlerin mevcudiyeti ile şeref kazanmış; Mekke, Medine, Kudüs’ten sonra dördüncü kutsal şehir. Kur’an-ı Kerim, Mekke’de nazil olmuş, Medine’de yazılmış, İstanbul’da okunmuş. Burada konuşulan dil, şiirde sanat nümunesi, nesirde üslup rehberi, mimaride Sultanahmet, Süleymâniye, Selimiye olmuş, ruhlara hayat veren iksiri ile dil olmuş, medeniyet kurmuş, kültür doğurmuş. Levhada, duvarda, çinide hatt, halıda, minyatürde desen, kitapta cilt, gemide, burçta sancak, savaşta kılıç, kalkan, zırh ol­muş, İstanbul, bütün bunlarla, Akşemseddin’in, Molla Güranî’nin, Zembill’’nin, EbusSûud’un fikrinde yoğrulup, kaleminden sayfalara dökülen ilmin beşiği haline gelmiş, Nedim’in dilinde bimisl-ü paya ulaşmış. Nasıl yürekler onun için atmasın, nasıl bütün dünya ona kulak kesilmesin, çok mudur ona İslam ülkelerinin aziz temsilcilerine konaklık etmek, değmez mi bu şerefe?..

İSLAM ÜLKELERİNİN DURUMU VE TÜRKİYE’NİN YERİ

Konferansa, Türkiye’nin tam üye ve başkanlığında, Ürdün, İran, Irak, Mısır, Bahreyn, Cezayir, Afganistan, Maldiv Adaları, Gambia, Gabon, Kamerun, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, Endonezya, Katar, Suûdî Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Biricik Arap Emirlikleri, Yemen Arap Cumhuriyeti, Nijer Cumhuriyeti, Mali Cumhuriyeti, Senegal, Uganda, Malezya, Libya, Oman Sultanlığı, Fas, Bangladeş Halk Cumhuriyeti, Çat Cumhuriyeti, Gine Cumhuriyeti, Gine Bissau Cumhuriyeti, Kuveyt, Lübnan Arap Cumhuriyeti, Moritanya Cumhuriyeti, Pakistan, Filistin, Sierra-Leone Cumhuriyeti, Somali Demokratik Cumhuriyeti, Yukarı Volta Cumhuriyeti devletlerinden olmak üzere toplam 41 ülkeden ve 5 İslam kuruluşundan 400 delege ile 300’e yakın yabancı basın mensubu katıldı. Üç büyük kıta, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarına yayılmış bu 41 İslam ülkesinin ilk bakışta dikkati çeken özelliklerinden biri de bu devletlerin coğrafî bir bütünlük arzetmesidir. Hint Okyanusundan Atlas Okyanusuna kadar uzanan bu devletler, toprak bütünlüğü halinde bir devamlılık göstermektedir. Dini ve tabiî bir bütünlük içinde bulunan bu 41 devletin iktisadî güç birliği içinde gelişmelerinden elbette rahatsız olacaktır diğer dünya devletleri. Bu bakımdan İslâm ülkelerinin, bir yandan kendi aralarındaki bağları güçlendirirken, diğer yandan da diğer devletlerden gelebilecek engellemelere karşı ortak uyanıklılık içinde bulunmaları gerekmektedir. Öte yandan, İslam ülkeleri, nüfus yapıları, insan gücü başta olmak üzere, sanayinin temel maddeleri olan petrol, fosfat, manganez, demir ve kömür cevherleri bakımından olduğu kadar, yerüstü zenginlikleri, iklim şartları, tabiî güzellikleri bakımından da birbirini tamamlayıcı niteliktedirler. Kendi istiklâllerine sahip, bağımsız ve toprak bütünlüğü halinde kendi topraklarında tam hükümran olan bu 41 İslam Ülkesinde toplam olarak 25 milyon 657 bin 556 kilometrekarelik alan üzerinde 650 milyon 862 bin 69 müslüman yaşamaktadır. Ayrıca konferansa katılan bu ülkelerin dışındaki çeşitli devletlerde yaşıyan 250 milyonu aşkın müslüman halk, bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Müslüman milletler, moral gücü, âdi suçların azlığı, uyuşturucu maddeler kullananların oranlarının hiç yok denecek kadar düşük olması bakımlarından da diğer gelişmiş ülkelerde yaşayan milletlerden üstün bir düzeyde bulunmaktadır. Bunlara ek olarak müslüman milletler, çağımız gidişatını kavramış, gelişen dünya şartlarına uymayı benimsemiş, milletlerarası platformda kendi ağırlıklarını hissettirmenin zaruretine inanmış durumdadır. Bu zarurette, Türkiye’nin tarihî fonksiyonunu ve mevcut potansiyelini iyi bilen İslam Ülkeleri, ülkemize olan candan bağlılık ve içten güvenlerini her defasında açıkladıkları gibi, konferansı İstanbul’da yapmak ve konferans başkanlığına Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i getirmekle de bir defa daha göstermişlerdir. Bu gerçeği Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi de konferansa gönderdiği mesajında dile getirmiş ve “Türkiye, İslamiyetin gelişmesinde büyük katkısı olan bir ülkedir.” demiştir.

KONFERANSIN AÇILIŞI

Yüksek memurlar düzeyinde 10 Mayıs 1976 Pazartesi sabahı başlayan hazırlık çalışmaları, iki gün devam etti. Konferans dolayısıyla Taksim ve çevresinde alınan güvenlik tedbirleri, her haliyle devletimizin güç ve itibarını ortaya koyar nitelikteydi. Konferansın, herhangi bir can sıkıcı olay olmadan sona ermesi ve misafirlerimizin gönül huzuru içinde yurtlarına dönmüş olmaları da bunu kanıtlamaktadır. Konferansın açılış oturumunun yapıldığı tarih olan 12 Mayıs 1976 Çarşamba sabahı saat 10.00’da delegeleri, Kültür Merkezi önünde tarihî ve millî bandomuz, Mehter Takımı karşıladı. Mehter, o denli içten çalıyor ve o denli insanı coşturuyordu ki insan, bir anda tarihi yaşıyor ve kendini haşmetli devirlerin içinde sanıyordu. Delegeler, yerli ve yabancı basın mensupları, localardaki yerlerini aldıktan sonra, Suûdi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud Bin Faysal, konferansın başladığını belirtti. “Sözlerin en güzeli, Allah’ın sözüdür” kesin hükmüne uyularak meşhur kurralardan Beyazıt Camii Başimam-Hatibi Abdurrahman Gürses, Kur’an-ı Kerim’den âyetler okudu. Kur’an-ı Kerim okunuşu ile başlayan konferansın açılış oturumu, öyle heyecanlı ve öyle ihlaslı oldu ki, konferans boyunca delegeler arasında görülen samimi hava, kapsamı çok geniş, gündemi çok yüklü bulunmasına rağmen dört günlük bir oturumla ortak bildiride varılan sonuçlardaki anlayış ve sürat, ancak bu ihlasla ifade edilebilir. Açılışta okunan ayet-i kerimelerde konferans ilkeleri, Allah lisanı ile dile getiriliyor ve meal olarak şöyle deniyordu:

Ey iman edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar-Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip şirin bilmediklerinizi yıldırmak üzere-kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir. Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kâfidir. Seni ve inananları yardımıyla destekleyen, kalplerini uzlaştıran O’dur. Eğer yeryüzünde olan her şeyi sarfetsen hile sen onların kalbilerini uzlaştıramazdın, ama Allah, onları uzlaştırdı. Doğrusu O, güçlüdür, hâkimdir. Ey Peygamber, Allah’ın yardımı sana ve sana uyan müzminlere yeter.”(1)

“Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanırsanız, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah sizin günahlarınızı bağışlar, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur. Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ye kesin bir zafer vardır. Ey Muhammed, inananlara müjde ver. Ey inananlar, Allah’ın dininin yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa, Havarilerine; ‘Allah’a giden yolda, yanlımcıların kimlerdir? deyince Havariler Allah’ın dininin yardımcıları biziz’ demişlerdi. İsrail oğullarından bir kısmı böylece inanmış, birtakımı da inkâr etmişti; ama Biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.”(2)

“İkindi vaktine yemin olsun ki insan kesin bir ziyan içindedir. Ancak, inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır.”(3)

KONFERANS BAŞKANLIĞINA TÜRKİYE GETİRİLDİ

Kur’an-ı Kerîm tilavetinden sonra söz alan Prens Suud Bin-Faysal, geçici başkan sıfatıyla kısa bir konuşma yaptı ve konferans başkanlığına Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i teklif etti. Türkiye’nin divan başkanlığı; bütün delegeler tarafından ittifakla kabul edildi ve kürsüye alkışlar içinde gelen İhsan Sabri Çağlayangil şu konuşmayı yaptı:

“Sayın Altesler, Ekselanslar, Mümtaz Delegeler, her şeyden önce ev sahibi ülke Dışişleri Bakanı olmam hasebiyle bu önemli toplantının başkanlığına beni seçme nezaket ve lutfunu göstermenizden dolayı duyduğum büyük memnuniyeti ifade etmek isterim. Bu vesile ile Suûdî Arabistan’ın Sayın Dışişleri Bakanı Altes Prens Suud Bin Faysal’ın hakkımdaki izhar buyurdukları nazik ve cömert ifadeler için özellikle teşekkür ederim. Benden önce bu görevi büyük bir dirayetle ifa etmiş olan ve Altıncı İslam Konferansının başanlı geçmesini sağlamış bulunan Alteslerine, konferans adına burada teşekkür etmeyi zevkli bir görev addediyorum. Yedinci İslam Konferansının Başkanlığı gibi önemli bir görevi bana vermek hususunda gösterdiğiniz büyük itimada layık olabümek, konferans çalışmalarının en mükemmel şekilde yürütebilmek, başarılı geçmesini ve verimli sonuçlar almasını sağlamak için elimden gelen gayreti esirgemiyeceğimden emin olabilirsiniz. Böyle bir konferansa başkanlık etmenin kolay olmadığım takdir ediyorum. Ancak bu yıl Raportörlüğe seçilen mümtaz vasıfları haiz ve geniş tecrübe sahibi Endonezya Dışişleri Bakanı Sayın Adam Malik’in, Senegal’in büyük devlet adamlarından biri olan Konferans Genel Sekreteri Dr. Gaye’nin ve her birinizi ayrı ayrı destek ve işbirliği ile bu görevin layık olduğu veçhile yürütülebileceğine inanıyor, kıymetli yardımlarınıza güveniyorum. Bu konferansın da bundan öncekiler gibi, İslam Ülkeleri arasındaki dayanışma ve işbirliğine yeni bir örnek vermesi yolunda samimi inancımı yeniler, Yüce Allah’ın yardımıyia bu konferansın da başarıyla sonuçlanmasını candan temenni ederim.”

DR. GAYE’NİN YEMİNİ

Çağlayangil’in konuşmasından sonra, Konferans Raportörlüğüne Endonezya Dışişleri Bakanı Adam Malik, Genel Sekreterliğe de Senegal Delegesi Dr. Kerim Gaye getirildiler. Kerim Gaye, ince uzun boylu, devlet adamı olmanın ve bir İslam Ülkesinin temsilcisi bulunmanın ağır sorumluluğu içinde, kendine güvenir, iman vakarına sahip siyahî bir Müslüman. İnsanları, renkleri itibariyle birbirinden ayrı, kimini beyaz, kimini siyah, kimini de daha başka renkte yaratan Allah’ın hikmetini kavrayamayan, insanlara yalnız renklerine göre anlam veren sözde medenî çağımızdaki bazı anlayışlara göre Kerim Gaye, renk itibariyle siyahtı ama insana huzur verici bir nâsiyeye sahipti. Onun Genel Sekreterliğe seçilmesinden sonra, insana insanlığını öğreten, onu varlıklar içinde en yüce kılan vahy imanına sahip gönülleri titreten, onlara bu gönül titrekliğinden doğan imanlı gözyaşları döktüren; ihsanı yalnız et ve kemikten oluşan basit bir varlık olarak telâkki edip, ona bu anlamla bakan yürekleri de kendi hafifliği içinde güldüren ve alay ettiren bir olay oldu. Bu olay, hemen her gün, her vesileyle görüp duyduğumuz bir yemin merasimiydi. Bu yemin merasimi, protokoldeki yeri itibariyle, her gün duyup gördüklerimizden farksız ve fakat şekli ve rûhu ile diğerlerinden başka ve sahibini çok ağır mes’uliyetlerle karşı karşıya bırakacak bir nitelikteydi. Dünyanın dört bir tarafından gelen yüzlerce delege ve basın mensuplarının, hadiseyi televizyon ekranlarında seyreden milyonlarca insanın gözleri önünde, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim üzerine sağ elini koyarak Allah’a verilmiş bir sözdü bu yemin.

TÜRKİYE IRK AYRIMINA KARŞIDIR

Yemin merasimini müteakip tekrar kürsüye gelen İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün konferansa gönderdiğı mesajı okudu. Fransızca olarak okunan mesajında Fahri Korutürk aynen şunları söyledi:

“Dost ye kardeş ülkelerin Sayın Dışişleri Bakanları, sayın delegeler, Yedinci İslam Dışişleri Bakanlan Konferansına katılmak üzere yurdumuzda bulunan dost ülkelerin ve gözlemci kuruluşların seçkin temsilcilerini selamlamakla bahtiyarım.

Sayın temsilcilerin mensup oldukları ülkelerle, Türkiye arasında yakın ve dostane ilişkiler ve her alanda karşılıklı anlayış- çerçevesinde verimli bir işbirliğinin geliştirilmesine çalışıldığını her vesileyle müşahede etmekten memnuniyet duyuyorum.

Milletlerimiz arasında tarihin ve aynı ulvî inancın oluşturduğu samimî bağlar ve mevcut karşılıklı saygı, sözünü ettiğim işbirliğinin ülkelerimiz yararına, gelişmesinin sağlam güvencesidir.

Bölgemizde ve dünyada güvenlik ve dayanışma konularının bütün milletler için büyük bir önem taşıdığı bir dönemi yaşamaktayız. Böyle bir dönemde dost ve kardeş ülkeler arasında banş ve adalete yönelik işbirliğinin gerçekleştirilmesi yolunda bütün sorumlu devlet adamlarına büyük görevler düşmektedir.

Çetin ve uzun bir millî kurtuluş mücadelesinin temelleri üzerinde kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti, yurtta ve dünyada barışın egemenliğini, iç ve dış politikasının ana ilkesi olarak benimsemiştir. Gerçek barışın ancak adalet, insan haklanna saygı ve milletlerin refah ve kalkınmalarının sağlanması üzerine müesses olabileceği şüphesizdir. Bu duygularla Türkiye, her çeşit kolonializme olduğu gibi, ırk ayrımına da karşıdır ve içinde yaşadığı ve kaderine yakın bir ilgi duyduğu Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki tüm sorunların ancak adalete ve milletlerarası hukuka riayetle ve bunu sağlayacak koşulların tamamlanmasıyla halledilebileceği kanısındadır.

İstanbul toplantısının, konferansa katılan ülkeler arasındaki dayanışmayı ve işbirliğini güçlendirici sonuçlara ulaşacağına inanıyorum.

Sayın misafirlerimizin ülkemizdeki ikâmetleri esnasında yapacakları fikir teatilerine ilaveten, dost ve kardeş bir milletin arasında bu umduklarını yakinen müşâhede etmelerine imkân verecek olan çeşitli vesile ve fırsatlarla karşılaşacaklarından eminim.

Yurdumuzda güzel günler geçirmelerini dilediğim İslam Konferansının muhterem üyelerinin yapacakları çalışmaların ülkelerimiz arasındaki karşılıklı ve ortak yararlara ve dostluğa olduğu kadar, bölgemizde ve bütün dünyada adaletin egemenliğine dayanan barışın güçlenmesine de katkıda bulunmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.”

ARAMIZDA ÇÖZÜLMEZ BAĞLAR MEVCUTTUR

Konferansı İngilizce olarak yaptığı bir konuşma ile açan Başbakan Süleyman Demirel ise zaman zaman alkışlarla kesilen konuşmasında şunları dile getirdi:

“Yedinci Dışişleri Bakanları Konferansına katılmak üzere aramızda bulunan dost ve kardeş müslüman ülkelerin seçkin temsilcilerini Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti adına saygılarla selamlarım.

Bin üçyüz yıldan fazla bir zamandan beri yurdu, milleti İslam dininin yüceliği uğruna çeşitli kıtalarda ve uzak denizlerde sayısız şehitler veren bir ecdadın çocukları olarak ınensûbiyet şerefini paylaştığımız asil müslüman milletlerinin değerli temsilcilerine Türk milletinin samimi ve kardeşçe duygularını burada ifade etmekten ve sizlere Türk milleti adına hoş geldiniz demekten büyük bir bahtiyarlık duymaktayım.

Dünya, güvenlik ve dayanışma konularının bütün milletler için büyük önem kazandığı bir devreyi yaşıyor. Bu gerçek, aralarında ortak bağlar bulunan milletleri bir fikir ve işbirliği ortamı yaratabilme çarelerini aramaya ve birbirleriyle anlaşmaya sevketmektedır.

Aynı coğrafî bölgede bulunmayı veya aynı rejimi paylaşmış olmayı, ya da herhangi bir bloka mensup bulunmayı müşterek bir unsur sayan devletler nasıl bir araya gelebiliyorsa; müslüman milletlerin de oralarındaki müşterek tarih ve ortak manevi değerlere dayanarak hep birlikte tesanüt ve işbirliği içinde bulunmalarında büyük yararlar vardır.

Müslüman milletler arasında tarihin derinliklerine inen bağlar, gerçekten çok yönlüdür. Bu milletler İslam dininin ışıklı yollarında kazanılmış şan ve zaferlerle dolu olan büyük bir tarih yaratmışlardır.

Bu şerefli mazi, dünyanın diğer mazlum milletleri ile birlikte bazı müslümanların da ızdırapların, acıların, felaketlerin etkisi altında kalmalarını önleyememiştir. Bütün tarih boyunca mutluluk ve ızdırapları paylaşan’milletlerimiz, daima Hak yolunda ilerlediler ve bu suretle sonunda zafere ulaştılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük kurucusu M. Kemâl Atatürk, “Güneşin ufuktan doğuşunu nasıl görüyorsam, mazlum doğu milletlerin ızdıraptan kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarına kavuşacaklarını da öylece görüyorum.” derken belirttiği manâ işte bu kader ortaklığı idi.

Aramızdaki bağlar, inançlarımızdan, geleneklerimizden, âdetlerimizden güç almıştır. Kültürümüz, edebiyatımız, sanatımız da tarih boyunca ilhamını birbirinden aldı. Milletlerimizin fedakârlık, kahramanlık ve hamasetlerle dolu ortak menkıbeleri, nesilden nesile intikal ederek günlük hayatımız içinde devam etmektedir. Aramızda, duyulması kolay, anlatılması zor çözülmez bağlar vardır.

İşte bu bağlılıklardır ki bugün 41 milleti bu çatanın altında tek bir kalp gibi birleştirmiştir.

Sayın Altesler, Sayın Bakanlar, Ekselânslar, Sayın Delegeler, Sayın Misafirler

Beşeriyetin değerli rüknünü teşkil eden, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na kadar uzanan bir alana yayılmış, geniş maddî ve manevî kaynaklara sahip müslüman milletleri arasında, ikili ilişkiler içerisinde olduğu gibi, İslam Konferansları çerçevesinde de sürdürülen siyasal, ekonomik, kültürel, bilimsel ve diğer alanlardaki işbirliği çabaları şüphesiz büyük önem taşımaktadır. Milletlerimizin, özgür iradelerinin eseri olarak her alanda gerçekleştirecekleri işbirliğinin tarihin mirasından daha zengin bir istikbâle namzet olmaması için hiçbir sebep yoktur.

Evrensel bir adalete olan inançları ve tüm insanlığa barış arzuları milletlerimizin müştereken paylaştığı ülkülerdir. Bu sözlerimle Türkiye dış siyasetinin üzerinde temellendiği ilkelerini de belirtmiş oluyorum. Türkiye, barışa yardımcı olacak her girişimi memnunlukla karşılamakta, imkânları ölçüsünde bunlara katkıda bulunmaya çalışmakta, dünyada mevcut gerginliklerin azaltılması yönündeki çabaları desteklemekte, mevcut sorunların barışçı yöntemlerle çözümlenmesini arzulamaktadır. Ancak, ulusların, kendi kaderlerini tayin etme, maddî ve manevî değerlerine sahip olma hakkına saygı gösterilmedikçe, doğal kaynakları üzerinde hükümranlıklarına riayet edilmedikçe, kısaca hak ve adaletin icapları gerçekleştirilmedikçe barışın da gerçekleşmeyeceği açıktır. Bu nedenle sömürü ve zulmün her çeşidine, Afrika’daki ırk ayrımına olduğu gibi, Orta Doğu’da kuvvet yoluyla Arap topraklarının işgal ve ilhakına, mukaddes Kudüs’ün statüsünün tek taraflı emrivakilerle değiştirilmesine karşı çıkıyoruz. Biliyoruz ki Filistinli Müslüman Arap halkının ve Kıbrıs’taki Müslüman Türk Toplumunun yıllarca maruz bırakıldığı zulüm ve ızdıraplara göz yumulmakla ne barış, ne de adalet sağlanmış olamaz. Aramızda bulunduğunuz süre içinde Türk Milletinin, şahıslarınızda, mensup olduğumuz müslüman milletlerine duydukları dostluk ve kardeşliğin tezahürlerini yakînen müşahede imkânı bulacaksınız.

Uzun yüzyıllar İslam âleminin merkezi olan ve İslamiyetin sayısız değerlerini bünyesinde saklayan bu tarihî şehirde milletimizin İslamiyetin ilhamıyla meydana getirdiği ve yine İslamiyete ithaf ettiği büyük eserlerden bazılarını görmek ve tetkik etmek fırsatına sahip olacaksınız. Buradaki ikâmetinizin sizler için faydalı geçmesini yürekten dilerim. Kardeş milletlerimiz arasında her alandaki işbirliğinin geliştirilmesini sağlayacak imkânlar üzerine eğilmek, bu işbirliğinin milletlerimizin hayrına ve yararına olarak gerçekleştirilmesini sağlamak yüksek dirayetinizle başarıya ulaştıracağınıza inandığım çok şerefli bir görevdir. Bu şerefli görevin ifâsında sizlere yardımlarını esirgememesini Yüce Allah’tan dileyerek teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.”

KONFERANS ORTAK DAYANIŞMAYI GÜÇLENDİRECEKTİR

Demirel’in konferansı açış konuşmasma cevabi bir konuşma yapmak üzere söz alan Prens Suud Bin Faysal, “Konferans, ortak dayanışmayı güçlendirecektir.” dedi ve konuşmasında İstanbul’un İslam dünyasınlaki önemli yerini belirttikten sonra Türk halkına, Türk Hükümetinden en iyi dileklerinin iletilmesini istedi.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDEN GELEN SES

Konferansa gözlemci kuruluş olarak davet edilen Birleşmiş Milletlerin Genel Sekreteri de konferansa şu mesajı gönderdi:

“İslâm Dışişleri Bakanları Konferansına, çalışmalarında başarılı olmaları için en iyi dileklerimi iletebilirseniz müteşekkir olurum. Başlangıcından bugüne kadarki kısa bir zaman içinde konferans banş ve inkişaf için etkin bir vasıta olma gücünü göstermiştir. Bu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun son toplantısında İslam Konferansına oybirliğiyle gözlemci statüsü bahşedilmesi suretiyle tanınmış ve konferans, Genel Kurul ve Yan Kuruluşlarının çalışmalarına katılmaya davet edilmiştir. İslam Konferansının, Birleşmiş Milletleri gözlemci sıfatiyle davetini takdir, ediyorum ve İslam Konferansının, barış, milletlerarası anlayış ve iktisâdi, sosyal tekâmül için verilen mücadeleye bütün desteği ve işbirliği ile katılmaya devam edeceğine eminim.”

AÇILIŞ OTURUMUNA KATILANLAR

Konferansın açılış merasiminde 41 İslam ülkesinden gelen 400’den fazla delege ile yine dış ülkelerden gelen 300’e yakın yabancı, 200’den fazla yerli olmak üzere 500’ü aşkın basın mensubu bulundu. Ayrıca Türkiye’den Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcıları Necmeddin Erbakan, Turhan Feyzioğlu, Alparslan Türkeş, Devlet Bakanları Hasan Aksay, M. Kemal Erkovan, Kültür Bakanı Rıfkı Danışman ve bazı bakanlarla, Diyanet İşleri Başkanı Dr. Lütfi Doğan, siyâsî partilerin temsilcileri ve bazı milletvekilleriyle birlikte Kıbrıs Türk Federe Devleti temsilcileri, Dünya İslam Birliği Genel Başkanı Gazzaz, Türkistanlılar Cemiyeti Başkanı İsa Yusuf Alptekin ve diğer davetliler de hazır bulundular.

Açılış oturumundan sonraki celseleri basına kapalı olarak cereyan eden Konferans, komisyonlar halinde çalıştı. Konferansın sonunda yayınlanan ortak bildiriden de anlaşılacağı gibi konferansın gündemi çok yüklü olduğu için görüşmeler, sıkı bir çalışma içinde yapıldı. Kulislerde olsun, oturumlarda olsun her konu alabildiğine derinlemesine tartışıldı, sonunda ortak anlaşma sağlandı.

KIBRISLI TÜRKLER VE DİĞER DIŞ TÜRKLER

Konferans günleri boyunca Kıbrıslı Türkler ve diğer dış Türkler sorunu delegelere olsun, basın mensuplarına olsun düzenlenen basın toplantıları ve dağıtılan basın bildirileri ile duyuruldu. Kıbrıs Türkleri ile diğer; dış Türklerin yıllar boyu gördükleri baskı, çektikleri acı ve alınması gerekli tedbirler hakkında, konferans kamuoyu meydana getirildi. Kıbrıs Türk Federe Devlet Başkanı Rauf Denktaş, 12.5.1976 Çarşamba günü öğleden sonraki oturumda uzun bir konuşma yaptı. Konuşmasında Rumlar tarafından Türklere reva görülen zulmü ve Türk toplumunun din ve imanını kaybetmemek için verdiği mücadeleyi dile getiren Denktaş, İslam milletleri ile Kıbrıs Türkünün ortak tarihine ve sahip oldukları müşterek dinî ve kültürel değerlere değindikten sonra;

“Kıbrıs Türkü, müslümandır. Yıllardır maruz kaldığı haçlı ve elen baskısına rağmen din ve imanını yitirmemiştir. Vardığımız son müsbet neticede yine yalnız bırakılmak isteniyoruz. Haklı davamızda müslüman milletleri yanımızda görmek istiyoruz.” dedi.

Öte yandan bir basın toplantısı düzenleyen Doğu Türkistanlılar Cemiyeti Başkanı İsa Yusuf Alptekin de şunları söyledi:

“Rusya’da veya dünyanın herhangi bir yerinde bir yahudinin veya başka bir azınlığın bir burnu kanasa bütün dünya basını ayaklanır ve olayı tel’in eder. Ancak, dış ülkelerde yaşayan Müslüman Türklere yapılan zulmün kimse umurunda bile değil. Doğu Türkistanlı müslümanların haklarının korunmadığı, onların, çektikleri acılar, verdikleri mücâdeleler hakkında dünya basınında hiçbir yayına raslayamamak esef vericidir.”

KONFERANS SÖZGÜSÜ NABIKA DIALLONUN SÖZLE

Basma kapalı olarak yapılan oturumlarda konuşulanları ve varılan kararları Türk ve dünya basınına duyurmak üzere günde iki basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısındaki açıklamaları Gine Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nabıka Diallo yaptı. Büyükelçi Diallo, sık sık şu sözleri tekrarlıyordu:

“Türkiye, konferansa tam üye olarak katılmakla konferans çalışmalarına büyük bir güç katmıştır. Konferansın İstanbul’da yapılışı da dünya çapında bir jest olmuştur. Bütün İslam dünyasının kalbi şu anda Türkiye’de attığı gibi, bütün dünya burada varılacak kararlara kulak kesilmiştir. İslam âlemi maddi ve manevi bütün gücü ile Türkiye’nin yanında ye onunla beraberdir.”

ARADAKİ YABANCI

Adından da kolayca anlaşılacağı gibi bu konferans, İslam Ülkeleri Konferansıdır. Delegeler arasında başka dine mensup herhangi bir milletin temsilcisinin bulunmaması, hem gayet tabiî ve hem de kesin bir zarûrettir. Bu nokta nazar-ı dikkate alınarak gerçekten de başka dine mensup bir delege yoktu. Ama konferansta konuşulan iki yabancı milletin dili var­dı. Konferansın resmî dili Türkçe olmadığı gibi, yalnız Arapça da değildi. Konferansta, Arapçanın dışında iki dil daha vardı. Bu diller, asırlarca Müslüman milletleri birbirine düşürüp, onları birbirine yabancı iki düşman haline sokan, bu bulanık havadan istifade ederek, müslüman milletler üzerinde sömürge rejimleri kuran ve onların yeraltı ve yerüstü servetlerini sömüren, bununla da yetinmeyip, müslüman milletleri tarihinden, dininden ve dilinden, hülâsa kendinden koparmak ve onları kuru bir kalabalık haline getirmek için çalışan iki milletin, Fransız ve İngilizlerin dilidir.

LİDERLERİN YEMEKLERİNDEKİ İSLAMÎ VAKAR

Devlet büyükleri, Müslüman-Türk geleneğinin kazandırdığı milletimize bas konukseverlik anlayışı içinde, her biri ayrı diyardan gelen şeref misafirlerimize ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı vakitlerde yemekler verdiler.

Bu yemekleri, bu tür toplantılarda verilen ziyafetlerden ayıran bir yön vardı. O da bu yemeklerde Allah’ın yasak kıldığı yiyecek ve içeceklerin bulunmayışıydı. Yemeklere, Allah’ın adıyla başlanıyor, O’na şükür duaları ile son veriliyordu. Yemeklerde konuşulanlar, hep millet için, hep İslam âlemi için, hep madde kanserinden beyni urlanmış insanlığın maddî ve manevî kurtuluşu içindi.

Misafirlere yemek veren her devlet adamı yaptıkları konuşmalarda milletimizle diğer İslam milletleri arasındaki ortak bağlara ve bu bağların güçlendirdiği kardeşlik duygusuna temasla hep ortak birleşmenin zaruretini dile getirdiler. Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan yaptığı konuşmada, “Türkiye olarak İslam Konferansının kurucu üyesi olmaktan bahtiyarlık duyuyoruz.” dedi.

Müslüman Ülkelerin, geçmişte olduğundan daha sıkı bir işbirliğine muhtaç olduğundan bahseden Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu, “Biz Afrika’da ve dünyanın başka yerlerinde yapılmak istenen ırk ayrımına kesinlikle karşıyız” diyerek konuşmasını tamamladı.

Verdiği yemekte dünyadaki gelişmelere ve bu gelişmeler karşısında İslam Devletlerine düşen göreve dikkati çeken Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş de

“İslâm Ülkeleri birbirine kardeşlik elini uzatmalıdır.” dedi.

SULTANAHMED’DEKİ COŞKU

10 Mayıs’ta bağlayıp 18 Mayıs’ta sona eren konferansla birlikte İstanbul’u saran diplomasî hava, 14 Mayıs 1976 Cuma günü Sultanahmed Camii ufuklarında bayram şenliğine büründü. Yurdun dört köşesinden gelenlerle birlikte günün erken saatlerinde camiyi dolduran halk, o denli kalabalıktı ki caminin iç ve dış avluları dolduktan sonra, Ayasofya meydanlarına kadar insan kaynıyordu. Sultanahmed Camii’ndeki program Cuma günü saat 11.00’de Diyanet İşleri Başkanı Dr. Lûtfi Doğan’ın konuşmasıyla başladı. Dr. Doğan, konuşmasında, bu tarihî günün anlam ve önemini belirttikten sonra özetle şunları söyledi:

“Tarihte hiçbir kuvvet, din kuvveti kadar insanları birbirine bağlayıcı güce sahip olamamıştır. Bugün, bunun tarihi şahidi oluyoruz. Dili, rengi ayrı 850 milyon müslümanın kalbini şu anda burada attıran ve bütün dünyayı alacağı kararlarla meşgul eden kuvvet din kuvveti, İslam’ın ruhlara kazandırdığı kardeşlik duygusudur. Misafirlerimizin burada bulun­maları bizim tarihî şerefimize yeni bir şeref daha katmıştır. Bu şerefe de İslam dini sayesinde eriştik.”

Daha sonra Hâfız İlhan Tok ve Abdurrahman Gürses’in okuduğu şu mealdeki ayet-i kerimeler, sanki konferansın camideki oturumunun gündemi niteliğindeydi:

“Hamd, âlemlerin Rabbı, merhametli olan, merhamet eden ve din gününün sahibi olan Allah’a mahsustur. Allah’ım, ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların yoluna eriştir.”(4)

“Elif, Lâm, Mim: Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitapdır, onlar, gayba inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince muhtaçlara sarf ederler. Ey Muhammed, onlar, sana indirilene de senden önceki indirilenlere de inanırlar; ahirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar. İşte Rablerinin yolunla olanlar ve saadete erişenler banlardır.”(5)

“Ey inananlar, Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin. Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan O kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar. Sizden iyiye çağıran, doğruluğu emreden, fenalıktan men eden bir topluluk olsun. İşte başarya erişenler, yalnız omlardır. Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa, düşenler gibi olmayın. Birtakım yüzlerin ağaracağı ye birtakım yüzlerin kararacağı günde büyük azap onlaradır. Yüzleri kararanlara, imanınızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın azabı denecektir. Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Onlar, cennette temellidirler. İşte bunlar ey Muhammed, sana doğru olarak okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah, hiç kimseye zulmetmek istemez. Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah’ındır. İşler Allah’a varacaktır. Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır.”(6)

“Ey inananlar, aranızda dininden kim dönerse bilsin ki, Allah sevdiği ve onların da O’nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihad eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah, her şeyi kaplar ve bilir.”(7)

“Ey Muhammed, doğrusu Biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir. Böylece sana kimsenin güç yetiremeyeceği şekilde yardım eder, inananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah, bilendir, hâkim olandır. İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında, büyük kurtuluş işte budur. İnananlara yardım etmez diye kötü sanıda bulunan ikiyüzlü kadın ve erkeklere, puta tapan erkek ve kadınlara Allah azap etsin; kötü sanılan kendi başlarına gelsin. Allah onlara gazab etmiş, onları lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü dönüş yeridir. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah, güçlü olandır, hakîm olandır.”(8)

Delegeler, basın mensupları, Başbakan Süleyman. Demirel, Başbakan Yardımcıları Necmeddin Erbakan, Turhan Feyzioğlu, Alpaslan Türkeş, Devlet Bakanı Haşan Aksay, bazı bakan ve milletvekilleri ile birlikte diğer yüksek rütbeli memur ve subaylar, yüksek seviyedeki ilim adamları, hep birlikte kılınacak Cuma namazının lâhûtî havası içinde her türlü içtimaî mevkilerini, siyâsî rütbelerini unutup, Allah’ın huzurunda boyun kırıp, diz, çökerken, herhangi bir vatandaştan farklı olmadıklarını bir daha anlamışlardı. Evet bayram vardı Sultanahmed Camii’nde. Bu bayram, tarihte 16 büyük imparatorluk kurmuş soylu milletin kurduğu devlet sayısına eş 16 şerefesinden bir anda 16 müezzinin ezan okuduğu Sultanahmed Camii’nde dili, rengi, âdet ve geleneği başka, fakat dînî bağları ortak 850 milyon müslümanın kucaklaştığı, kaynaştığı günün bayramıydı. Bu bayram, 400 delegenin kişiliğinde 850 milyon dünya müslümanı ile camiyi dolduran binlerce Müslüman-Türk’ün şahsında 41 milyon’Türk milletinin bir kubbe altında toplanışı ve tıpkı tarihteki gibi bir bayrak altına girişini andıran manzaranın sahnelendiği günün bayramı. Ezanlar, uçsuz bucaksız bir gül bahçesini dolduran sayısı belirsiz bülbüllerin ötüşlerindeki âhengi andırışlarıyla gök kubbeyi inletirken, ruhlara bir yücelik ve bir mahfiyyet fısıldıyordu. İnsanlık, göz kesilmiş, kulak olmuş görmek istiyordu bu manzarayı, duymak istiyordu bu sesi. Görenler, duyanlar olmuştur ama acaba kaç kişi yaşayabildi bu tarihî ve ulvî günün hazzını? .

Cuma hutbesini Fatih Müftüsü Ömer Biçer, Türkçe veArapça olarak okudu. Hutbesinde, İslam dininin Türk milletine kazandırdığı şeref ve şâna, Türk milletinin İslam dinine yaptığı hizmete ve İslam âleminin birlikte hareket etmesindeki tarihî ve dinî zarurete değinen Ömer-Biçer, İslâm kardeşliğinin önemini ayet ve hadislerden örnekler getirerek be­lirtti ve konferansın başarılı sonuçlara ulaşmasını Yüce Allah’dan diledi.

Aynı anda bütün dünyada yüz milyonların televizyon ekranlarında takip ettiği Cuma namazı, Diyanet İşleri Başkanı Dr. Lûtfı Doğan’ın duasıyla son buldu. Namazdan sonra İslamî töreye uyularak tebrikleşme yapılırken ki manzara da başka bir âlemdi. Camiyi dolduran ve dışarda bulunan insan selini andıran kalabalık, öyle coşkulu ve öyle heyecanlı bir şekilde delegelerin ellerini sıkıyor ve boyunlarına sarılıyordu ki delegeler, diplomatlıklarını unutup halkın içine karışıverdiler. O sarılmalar, o kucaklaşmalar, geçmişteki yanlış anlaşılmaların izâlesi, yeni yakınlaşmaların tesisi için gösterişten uzak, içten gelen bir samimiyetle 41 milyon Müslüman-Türk milleti ile 41 İslam devletinde yaşayan 700 milyona yakın müslüman arasında kopmak bilmez yeni bağlar tesis ediyordu. Bu manzaraları gören bütün delegeler adına konuşurcasına içini dökmek isteyen Dünya İslam Birliği Genel Başkanı Gazzaz;

“Bize anlatılan Türkler ve Türkiye ile gördüğümüz Türkler ve Türkiye arasında çok büyük farklar bulduk. İnsan bunları görünce bu millet ve memleket hakkında uydurulan iftiraları değil dinlemek, bunlara karşı çıkmamak bile büyük suçtur. Türkiye, her şeyi ile güçlü ve İslam dinine sâdık kaldığını tarihte olduğu gibi şimdi de ispatlamıştır. Eminim bunu gören herkes böyle inanır ve böyle düşünür.” demekten kendini alamadı.

KAPANIŞ OTURUMU VE ALINAN KAKARLAR

Konferansın kapanış oturumu yine basına açık olarak yapıldı. Oturum, Türkiye’de olduğu gibi İslam ülkelerinde ve diğer devletlerde televizyondan yayınlandı. Açılışı olduğu gibi kapanışı da Kur’an-ı Kerim tilaveti ile yapılan merasimde okunan ayetler, delegelere; verdiğiniz sözde durun, yaptığınız anlaşmalara harfiyyen riayet edin ve ayrılığa düşmeyin, ortak düşmanlara karşı maddî ve mânevi gücünüzü ortaklaşa seferber ederek mücadele edin, ikazında bulunuyor ve mealen şöyle buyuruyordu:

“Ey inananlar, size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız. Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, ahirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azap ile azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey de yapamazsınız. Allah, her şeye kaadirdir. Muhammed’e yardım etmezseniz, bilin ki inkâr edenler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebû Bekir’e, ‘Üzülme Allah bizimledir’ diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah’ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakîmdir. İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. Ey Muhammed, kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı. Fakat çakılacak yol onlara uzak geldi, kendilerini helâk ederek, ‘Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık’ diye Allah’a yemin edeceklerdir. Allah, onların yalancı olduğunu elbette biliyor.(9)

Evet, ortak bildiride karara bağlanan amaçlara ulaşmak belki kolay, belki de hiç mümkün olmayabilir. Ama bu bildiriye imza koyanlara düşen görev, verdikleri söze imkânları ölçüsünde uymak ve bu amaçların gerçekleşmesine çalışmaktır. Aksi halde Yüce Yaratan’ın hükmü kesin ve açık.

Yedinci İslam Ülkeleri Konferansı sonunda 61 maddelik 18 sayfa tutarında Arapça, İngilizce ve Fransızca dillerinde ortak bildiri yayınlandı. Ortak bildiride konferansın gündeminde bulunan bütün konular üzerinde anlaşmaya varıldığından bahisle İslam Ülkeleri arasında siyâsî, ekonomik, idarî, kültürel, ilmî ve dînî konulardaki varılan anlaşmalar karara bağlandı. İslam Ülkeleri arasında ortak dayanışma fonu, ortak haberleşme merkezleri ve ortak kültür yuvaları kurulacağı beyan edildi. Bütün bunlara ilaveten ülkemiz güvenliği, Kıbrıs Türkünün geleceği ve dünya barışına olan etkisiyle özel bir ağırlığı bulunan Kıbrıs sorununa konferans şu kararla katıldı:

“Madde 14-Konferans, meşru hakları, adalet ve kârları için mücadele eden ezilmiş halkının davasını dile getiren Kıbrıs Müslüman Türk Toplumunun lideri Sayın Rauf Denktaş’ın konuşmasını anlayış ve büyük bir ilgi ile dinlemiştir. Konferans, Kıbrıs meselesini ve Kıbrıs Türk toplumunun davasını kapsayan, bağımsız ve tarafsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti içinde iki toplumun eşit haklarını ve Kıbrıs Müslüman-Türk toplumuna, Kıbrıs meselesinin görüşüldüğü bütün uluslararası toplantılarda konuşma hakkını tanıyan bir karar almıştır. Ayrıca, Kıbrıs Müslüman-Türk toplumu temsilcilerinin gelecek İslam Konferansa toplantılarına katılmaya davet edilmelerini kararlaştırmıştır.”(9)

Aşağıda Türklerin İslamiyeti yaymak için yaptıkları faaliyetlerden fevkalâde dikkati çekici bir tanesini ve hatta sahasında tek kalabilen bir örneği birlekte göreceğiz. Bu Hz. Peygamber devrinden ve Hulefai Raşidin zamanından sonra hemen hemen bütün İslam devletlerinin ihmal ettikleri veya hiç olmazsa tam yapmadıkları söylenebilen İslamı neşir ve tabir caizse İslam misyonerliği faaliyetidir. Aslında verilecek bilgiden anlatılacağı üzere hizmet edilen ve aralarında faaliyet gösterilen kimseler zaten müslüman bulunduk için buradaki gayretleri İslam misyonerliği saymak münakaşa edilebilir. Ancak her türlü İslamî nesir hikmeti için fevkalâde uzak bir bölgeye gitmek en azından Türk âlimleri arasında sık rastlanmayan bir husus sayılmalıdır.

Nitekim oldukça eski bir tarihten beri münasebetlerde bulunduğunu Garp ve hristiyan dünyasına bu maksatla ora dilini, dinini, kültür ve tarihini bilen ve bu iş için husûsi tarzda yetiştirilmiş veya bu hizmeti yapabilecek olan elemanların yavaş yavaş ve en münasip şartlarla İslamiyeti yaymak için gönderildikleri müşahede edilmiş değildir. Yapılanlar akîm kalmış güzel teşebbüsler olmuştur. Mesela biz bugün XV., XVI., XVII., XVIII., XIX., ve hatta XX. asırlarda Avrupa’ya olsun gönderilmiş ve hizmeti geçmiş alimlerin isimlerini anamamaktayız; o asırlarda garp dillerinde bizim İslam âlimleri tarafından yazılmış kitapları ve risaleleri de zikretmemiz imkan dahilinde değildir. Ayrıca o tarihlerden beri günümüze ka­dar gelmiş, tarihi ve sökülüp atılamaz haklara sahip bir veya bir kaç merkezin mevcudiyetini bilmiyoruz. Hâlbuki garplıların eski devirlerden beri içimize girip yerleşmiş ve bugün hakları milletlerarası statülerle tesbit edilmiş çeşitli müesseseleri mevcuttur ve bugün, değil bizde sadece, denebilir ki bütün İslam dünyasında faaliyet icra etmektedirler.

Eğer biz aksine hareket edip sadece Garbın olsun çeşitli merkezlerinde eskiden beri usûlüne uygun olarak İslaâmî neşir faaliyetleri ve vakıfları kursaydık eminiz ki bugün o merkezler etrafında yerli ve ora halkından müslüman olmaları hariç hiç bir bakımdan farklı olmayan müslümanlardan kuvvetli bir cemaat mevcut olacaktı. Bunlar oraya yabancı sonradan gelmiş muhacir vesaire olmadıkları için sökülüp atılamazlar ve hor görülemezlerdi. Ekilenler bugün biçilebilirdi; Ortak Pazar kimseyi o zaman bu kadar ürkütmeyebilir ve düşündürebilirdi. Doğrusu ecdadın bu hususta bir tek misal verecek kadar değişik davranış içinde olmasının sebeplerini dikkatle bulmaya calışmak ve araştırma gayreti içinde olmak gerekmektedir.

Aşağıda, tercüme edilmek suretiyle verilen bilgi bu noktada mühim bir misaldir kanaatindeyiz. Bir Türk âlimi İstanbul’dan kalkıpta Güney Afrika’ya gitmiş ve orada hizmet etmiştir. Mahalli dilde ve arap harfleriyle olmak üzere bir ilmihal yazmıştır. Bu eser, Güney Afrika dilinin eski sayılacak edebiyat munûnelerinden biridir.

Ancak bahis mevzuu edilen Ebû Bekr Efendi’nin Türkiye’de ve belki de Erzurum’daki akrabalarını bulmak ve bu iki kıtalararası akrabaları birbirlerine tanıştırmak sadece araştırmalarla halledilecek bir şey olmayıp bazı ilahi lütufların sonucu mümkün olabilecektir.

Tercüme esnasında ilave notlardan kaçınmak maksadıyla tashih ve tenkitlere girişilmemiş ve metindeki hususlar aynen verilmeye çalışılmıştır. Gerekli tenkitler ve çalışmalar ilgili meslekdaşların himmetini beklemektedir.

(1) el-Enfal: 60-64.

(2) es-Saff 10-14.

(3) el-Asr:1-3.

(4) el-Fatiha:1-7.

(5) el-Bakara: 1-5.

(6) Âli İmran: 102-110.

(7) el-Maide: 54.

(8) el-Fetih: 1-7.

(9) et-Tevbe: 38-42

(Y. Z. K.)