Makale

ORTA DOĞUNUN ANLAŞILMASI

ORTA DOĞUNUN ANLAŞILMASI (*)

T. B. IRVING

Tercüme:
HULUSİ YAVUZ

ORTA DOĞU HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR O MEMLEKETLERİ TEMELDEN ANLAMAK İDDİASINDA DEĞİLDİR. BUNDAN DOLAYI MESELEYİ BİZİM DAHA GENİŞ VE SEMPATİK BİR ŞEKİLDE ELE ALMAYA İHTİYACIMIZ VARDIR.

(*) T. B. IRVING, “Towards Understanding the Middle Enst”, Impact: International Fortnighhtly, K:15 (8-12 Ağustos 1975), Londra, Prof. Dr. IRVING Kanada’lı bir müslümandır. Amerika’da Tennessee Üniversitesinde Arapça ve İspanyolca akutmaktadır. Muhtelif makale ve kitapları ve onbeş sene çalışarak hazırladığı İngilizce bir Kur’an-ı Kerim tercümesi vardır.

Çeyrek asırdır Orta Doğu’yu renkli gözlüklerle incelemekle çok zaman kaybettik. Bizim memleket (Amerika)’te böyle hatalı bir bakışa çoktandır alışmıştır. Vaziyet, tamamen çaresiz gibi görünüyor. Zira hastalığı tedavi için meseleye yaklaşabilmemiz pek yakın bir geçmişte mümkün olabilmiştir.

Evvela Yakın Şark’ın bir haritasına bakalım. Koyu yeşil sahalar Orta Doğu’un Arap bölümünü kaplıyor; açık yeşiller ise İslam devletinin hudutlarını, Arapça’da söylendiği gibi “Dâru’l-İslam”ı. Bölgede müşterek dil, menbaı, Kur’an lisanı olan Arapça’dır; tesiri de Latincenin Batı Avrupa’daki nüfûzu gibidir. Burada, 100 milyon Arap, 36 milyon Türk, Afganlar ve Tacikler dâhil 50 milyondan fazla İranlı 70 milyon Pakistanlı, ayrıca Sovyetler Birliği idaresinde bulunan, 40 milyon Türk yaşamaktadır. Bugünkü Rusya’nın idaresinde, şu anda Anadolu’da mevcut Türklerden daha fazla Türk’ün yaşadığını unutuyoruz.

Orta Doğu’da hâkim olan inanç sistemi İslam’dır. Eğer Orta Doğu halkı ile dostça geçinmek istiyorsak, bu bâriz hakikat, yani İslamiyet iyice anlaşılmalıdır. Haçlı Seferlerinden kalma bir tesir yüzünden şimdi biz Kuzey Amerika’da müteessir olmaktayız. Bu hal, Batı’nın İslam’a karşı düşmanca bir tavrıdır ve İslam’a yönelttikleri tahribat için her çareye başvurmaktadırlar. Avrupa Orta Doğu’ya, kuzeyden Akdeniz ile sınırlı olduğu halde İslam’dan fersah fersah uzaktadır.

Anladığımız kadarıyla buraların iktisâdi meseleleri de önem kazanmaya başlamıştır. Son iki sene, müşahhas bir şekilde bunu bize öğretmiştir. Ancak İslam hakkında her yanlış anlamanın, faizi men eden ayetle başladığı bize hiçbir zaman söylenmedi. Paramızın devamlı devalüe edilişi demek, para değerinin para alındığı zamanki kıymetine dönmemesi demek olduğu halde Batı, faizi, borç verene cazip gelen bir muamele hâline koymuştur. Bu meseleyi bankalarımız, maliye enstitülerimiz ve ticaret mekteplerimiz tetebbu etmek mecburi yetindedirler ki şimdi hepsinin de eğer Amerika ve Avrupa iflas etmek niyetinde değillerse, Orta Doğu’nun parasına ihtiyaçları vardır.

Dünyanın nihayet iki muazzam İmparatorluğu olan Abbâsî ve Osmanlı devletleri, İslam iktisâdını tatbik ederek kalkınmanın zirvesine ulaşmışlardı. Bugün hangi ticari ilimler akademisi veya fakülte bu iktisâdî prensipleri incelemektedir? Hiçbir fakülte bu mühim konularla meşgul değildir.

Mevzuya girmeden önce Türkler hakkında birkaç söz söylemek isterim. Bugün, mevcut olan ufaltılmış cumhuriyet, mazideki haşmetin bir temsilcisidir. Osmanlı Devleti, asırlarca yaşamış muhteşem bir devletti: Akdeniz’in doğusunda insan haklarını müdafaa etti. XV. asrın sonunda ve XVI, asrın başlarında dinî işkence sebebiyle buraya sürülen İspanyol Yahudileri Osmanlı idaresinde şeref ve saâdete nail oldular. Çünkü Türkler bütün teb’asına tam bir dinî hürriyet tanıyordu. Eğer bugün Macaristan’da Protestanlar varsa bu, Türklerin idaresinde Kalvinizmin [Kalvin’in (ö. 1564) yaydığı bir Hıristiyan mezhebi] gelişme imkânını bulabilmiş olmasından dolayıdır. Zîrâ Osmanlılar, Polonya ve İspanya’da yapıldığı gibi onların Katolik kalmalarında ısrar etmemişlerdir. Bugün Kıbrıs’ta Ortodokslar, Türklerin sayesinde kalabilmişlerdir, yoksa Venedik işgalinde Katolik olacaklardı. Yugoslav müslümanlarının kaçırılması, Venedikliler ve Hapsburg’ler tarafından kendi menfaatleri için teşvik edilmiş ve müslümanların çoğuna Fransız donanmasında kürek cezası verilmiştir. Netice olarak, Avusturya’nın zaptından sonra Yugoslavya’nın Sava nehrinin kuzeyinde hiçbir müslüman bırakılmamıştır. Katolik Malta, Rodoslu şövalyelerin zaptından sonra, eski bir müslüman adaya ne yapıldığına dair başka bir misaldir. Maltalı kadın-erkek bütün Müslümanlar tevkif edilmiş ve tam bir köle olarak satılmışlardı. Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbi ile çöküşü bir politik trajedidir ki muâsır dünya bu politik felaketin neticesini halâ tam manasıyle unutamamıştır.

Şimdi biraz da Şovyetler Birliği’ndeki Türk ve Tatarlardan bahsetmeliyiz. Orada en büyük çoğunluk, 40 milyon nüfusu ile Türklerindir. Türkler, çeşitli tipte ve yarım düzine “cumhuriyetler” hâlinde, hile ve desiselerle parçalara bölünmüşlerdir. Türklerden sonra dinî ve ırkî azınlık olarak, Babtist mezhebindeki Hristiyanlar gelir. Nureyev, Rahmaninov ve Yusopov gibi soyadlar Rusça takılarla kamufle edilmiş birer müslüman ismidir. Onun için Rusya’da insan haklarından bahsettiğimiz zaman samimi olmamız şarttır ve birkaç İsrailli yahudinin sınır dışı edilmesi için değil, bütün dinî cemaatlerin hürriyete kavuşturulmaları için ısrar etmemiz lazımdır. İsrail’e göç etmek isteyen Rusyalı yahudilere verilmek üzere geçen sene, vergi veren bütün Amerikalılardan 30 milyon dolardan fazla bir meblâğ ödemeleri istenmişti. Eğer biz, din hürriyeti ve insan haklarının teminatı maksadıyla, ticârî andlaşmalarımızı ileri sürersek, o takdirde bu, halkın Rusya’dan kaçması şeklinde değil orada yaşayabilmesi tarzında olmalıdır. Çünkü bu memleketteki “düzen” öyle bir hâl çaresini istemiyor. Hâlbuki düzen politikası, Vietnam ve Latin Amerika’da gördüğümüz gibi, mânen ve ahlâken çökmüştür. Amerika’da “United Fruid”, “Birleşik Meyve”, “United Branda” “Birleşik Markalar” olarak adını değiştirdi ama mezkûr politika muz tipli cumhuriyetleri korkunç bir ahlaksızlık içinde hâlâ soysuzlaştırmaya devam ediyor. Devletin sanayi ve ticaret işlerinde kendilerine müdahale etmediği petrol şirketleri de keza hiçbir ahlaki değere sahip değillerdir. Bu itibarladır ki Arapları müdafaa etmek onlara çok zor gelmektedir.

Hakikat şudur: Bizim düzen yanlış çalışıyor. Çünkü o, husûsî menfaatlerin mahpusudur. Ders kitaplarımızın Orta Doğu’ya dair yazdıkları ve bu sahadaki bilginlerimiz son derece kalitesizdir ve yanlıştır. Şarkıyatçılara hakiki âlim demek çok zordur. Bunlar Orta Doğu hakkındaki bilgilerini, modası geçmiş İngilizce ve Fransızca kitaplarla eski müstemleke memurlarından elde ederler; bu kaynaklara lüzumundan fazla müracaat ederler. Hollanda’da neşredilen İslam Ansiklopedisi de hiçbir meselede hakiki bir me’haz değildir. Hele İslamî isimleri yazış tarzı tamamen yanlıştır. Tahrir heyeti içinde hiçbir müslüman görülmez. Amerika’da İslam hakkında yapılan neşriyatın hepsi aynı kalitededir. Eserler içinde, tanınmış bir müslüman tarafından yazılmış olanını bulmak pek zordur. Gibb’in Muhammedanizm adlı kitabı çok ciddiyetle okunan bir eserdir. Bu kitabın adı bile müslümanlara hakarettir; muhteviyatı itibariyle de Lawrence Durell’in bazı romanlarından birkaç bölüm gibi bir şeydir. L. Durell, İskenderiye limanı hakkında kitap yazmış, fakat bizim için Mısırlıları anlatacağı yerde iki koptik (Mısırlı Hıristiyan) kardeşten bahsetmiştir. Profesör Von Grunebaun da İslam’a “ortaçağ” rengini vermek için ömrünü harcadı. Bundan dolayı bizim muhabirlerimiz hâlâ zannederler ki bizim dinimiz modası geçmiş bir dindir. Hatta McGraw Hill gibi bir yayınevi bile “Mohammedan”lar hakkında kitaplar neşretmektedir. Gazeteci ve münevverlerin bize eski yazılış tarzı ile “Moslem” demeleri artık çok yaygın bir hale gelmiştir. Bu da bir başka hakarettir.

Yeni beynelmilel düzen, ticaret, maliye ve umûmi davranış bakımlarından ortaya yeni esaslar atmak mecburiyetindedir. Biz, Orta Doğu dâhil hiçbir bölgeyi ne tarafsızca tetebbu edebiliyoruz, ne de makul bir politika takip edebilecek kadın-erkek elemanları yetiştirmek üzere bir lisan öğretimi yapabiliyoruz. Mesela, şu anda tatbik edilmemekte olan Milli Müdafaa Tahsil Kanunu lisan eğitimini, yabancı radyo ve telsiz yayınlarını dinlemek ve harp esirleri ile mülakat yapabilmek üzere askerleri mümkün olan en kısa zamanda yetiştirmek için; sadece konuşma diline hasretmiş, kültürü ihmal etmiştir. Batıda Orta Doğu’daki dinî ve ahlakî esasları tetkik eden hiçbir yerde hiçbir araştırma yoktur. Bu bölge üzerinde ihtisası olan bir “âlime” tesadüfen, Kur’an’ı okuyup okumadığını sorunuz. Daha ileri gidip, Kur’an’ın hangi tercümesini okuduğunu, hatta Arapçasını hiç okuyup okumadığını sorunuz. Göreceksiniz ki aldığınız karşılıklar bir yığın menfî cevaplardan ibaret olacaktır. Şarkiyatçı, bir aksiliğe satmış olmaktan ötürü sonunda yüzünüzde patlayacaktır. Bir de Cezayir harbi ile İtalyanların Libya’yı zalimce işgali hakkında onun fikrini öğrenmeye çalışmış, Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında müslümanlara ait bir sahil olan bugünkü Eritrea için bu bilgin ne düşünür?

Orta Doğu hakkında yapılan çalışmalar, o memleketleri temelden anlamak iddiasında değildir. Bundan dolayı meseleyi bizim daha geniş ve sempatik bir şekilde ele almaya ihtiyacımız vardır. Ben Latin Amerika kültürünü de okutuyorum. Bunu yaparken biz İspanyolcayı ve meşgul olduğumuz halkı da sevmek mecburiyetindeyiz. Bu devirde Arapları sevmek veya Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmek moda değildir. Mamafih bu zihniyet değişiyor. Amerikalılar bütün Orta Doğu ile karışıp görüşmek ihtiyacındadır. Talebelerimiz, biçare Filistin harbi ile hayli fakirleşmiş bulunan “yüzleştirilen devletler”e sadece acıyor değillerdir. Onlar, Atlas Okyanusundan Hint Okyanusuna kadar yayılmış olan Arapların hepsi ile tanışmak arzusundadırlar. Mezkûr harp, Amerikan para ve silahları ile çıkartılmıştı. O halde Orta Doğu’nun Arap bölümüne bir nazar edeyim.

Arap dünyası büyük bir coğrafi kelebeğe benzer. Bunun Kuzey Afrika’daki batı kanadında 30 milyon Arap yaşamaktadır. Buraya Arapça’da Mağrib denir. Doğu kanadında ise 30 milyon, böceğin sırtında, yani Nil vadisinde de 40 milyon insan yaşamaktadır.

1492’ye kadar tam dokuz muhteşem asır boyunca Araplar İspanya’yı tam manasıyla Ortaçağ Avrupasının dışında tutmuşlardı. Kurtuba’dan Paris’e seyahatin âdeta imkânsız olduğu bir devirde, İpek mamulleri ve kâğıt, Çin’den Avrupa’ya Büyük İpek Yolu ile ulaşmıştı. Bu hal 1492’ye kadar sürdü. Aynı yıl, sadece, Kolomb Amerika’yı keşfetmedi; Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabel de Gırnata şehrini aldı ve “Kayıp Cennet” yani “el-Firdevsu’l-Mefkûd”dan yahudileri, birkaç yıl sonra da Ğırnatalı ve Valencian’da olan müslümanları kovmaya başladı. Sonra Engizisyon meydana çıktı. İspanya bir ortaçağ memleketi hâline geldi ve bu ortaçağlığını kendi Amerikan kolonilerine, feodal “encomienda” veya “hacienda” sistemi şeklinde gönderdi ki XX. asırda Meksika ihtilâlini intaç ettirdi.

Fakat bizim küçük cumhuriyeti 1778’de ilk tanıyan Fas olmuştu. Gerçi bu güzel başlangıç birkaç yıl sonra “Trablus sahilleri”ne yapılan seyahatlerle akamete uğratılmıştır. Trablus, yeni yeni hayat bulan Libya’nın başkenti olarak şimdi tekrar zuhur etmeye başlamıştır.

Araplar bahis mevzuu olunca, sanki tedhişçilik Araplara ve İslam’a ait bir halmiş gibi, bize hemen tedhişçiliği sorarlar. Buna sözüm şudur: Hicaz demiryolunu Birinci Dünya Harbinde imha eden Lavrens’di. Onun tamiri için planlar daha yeni yeni yapılmaktadır. Geçen yirmi sene zarfında Süveyş Kanalı zalimce iki defa kapatıldı. Eğer bu hareketler, tedhişçilik ve en vahşi barbarlık değilse bile en azından geniş ölçüde beynelmilel bir hunharlıktır. Bingazi, Alman ve İngilizler tarafından bomba edilmişti. Fakat şehrin tamiri için hiçbir tazminat ödenmedi. Fransızlar da Şam’ı, Tunus’taki Sfax’i ve Süveyş şehri ile beraber rafinerilerini bombardıman ettiler. Bunlar, neticelerini gözlerimle gördüğüm ve tedhişçiliğin ne olduğunu izah ederken -içinde yaşadığım Batı dünyası hesabına- utanç duyduğum fecâatlerdir. Böyle tedhişçiliğe Suriye’deki ölü şehir Kunaytra, Auschwitz ve Dachau gibi birer abidedir. Dahası var: Deir Yasin’de de büyük anneler ve bebekler öldürülmüştü.

Bin Bella ve dört arkadaşı, hatırladığıma göre adam kaçırmanın beynelmilel çaptaki ilk kurbanları olmuşlardı. Dediğim gibi, medeni hayatın bu vahşi hâli, ne Araplara hastır ne de İslam’a. O, Avrupaîdir. Son zamanlarda Amerikanlaşmaya da başlamıştır. Masum bir sivil uçak, Kahire hava alanı üzerinden yüz hava milinden daha az bir mesafede uçuş yaparken Sina’daki bir Amerikan uçaksavarı ile düşürüldü. 1973 Martında olan bu hâdiseden hemen sonra ben Libya’da idim. Bir Amerikan vatandaşı olarak yerin dibine girdim. Waşington’a yaptığım şikâyetler cevapsız kaldı.

Diğer taraftan bu teshir edici âlem, Orta Doğu’ya, İranlılardan bahsederek mistik ve sanatkâran e bir karakter de ilave edelim. Uçan halılar ve Binbir Gece Masalları onun kültürel değerlerinin ifadesidir. Alâeddin ile “Şahane Lamba”sı, Denizci Sindbad, Ali Baba ve Kırk Hırsızlar, çocukluğumuzda bizim İran ve Arap Orta Doğu’dan tevârüs ettiğimiz folklörümüzün parçalarıdır. Sonra biz Ömer Hayyam’ı da okuduk. İran, İslam’ı Hindistan’a götüren bir kültür merkezidir. Taç Mahal, güzellik duygusunun bir başka ifadesidir. Bu veçhile Orta Doğu’nun İslam Dünyası nâmütenâhî güzelliklere sahiptir.

Şu anda coğrafya bilgilerimizi tazeleyelim: Önce iki kol hâlinde uzanan arazi kemerine bakalım. Biri Atlantik’ten Kuzey ve Orta Afrika’ya doğru uzanır. Ki burada 200-300 sene evvel bizim genci müslüman halkımız kaçırılmıştı. Aynı arazi kemeri, Orta Asya’ya ve çöllerine doğru geçer. Öteki kol da güneydoğudan Pakistan, Bengaldeş, Malezya ve Endonezya’ya doğru olmak üzere Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan muazzam ve cazip bir dünyadır; zengin ve stratejik yerlerdir; verimli topraklardır. Fakat bunları mektep kitaplarımız talebelerimize öğretmezler. Üstelik gazeteciler ve televizyon idarecilerimiz Orta Doğu’da olup bitenler hakkında yanlış ve tahrif edilmiş bilgiler verirler.

Ben öyle ümit ediyorum ki, Filistin’lilere medenî haklarının iadesi, Amerika’da okullara gerçek hürriyetin girmesiyle olacaktır. Filistin ve Suriye, bin senedir harp ve fetih koridorudur. Artık, Amerikalı ölülere, bu ana caddeyi terk etmeyelim ve orada sulh meydana getirelim ki Amerikan ordusu bu acıklı bölgeyi daha fazla sömürmesin. Bütün istediğimiz, ölü bölgeyi ber taraf etmek ve Orta Doğu ile onun ahlakî üstünlükleri hakkında söz etmektir. Esas meselemizi, benim yeni Brahmanizm demeyi tercih ettiğim ve bizim ahlak şuurumuzun dumûra uğratılmasını mûcip olan mesele ile karıştırmamalıdır. Omuzunda kanser taşımak için Orta Doğu, kendi kelebeğine göre çok güzeldir. Biz de kanserin devamına yardımcı oluyoruz. Yukarıda söylediğim gibi bu mesele çok çetrefillidir. Bu konuda neden daha fazla konuşmak istemediğimin sebebini belki şimdi anlarsınız.

*******