Makale

Hz. DAVUD (A. S.)

(GEÇEN SAYIDAN DEVAM)

“HİÇBİR KİŞİ ASLA KENDİ ELİNİN EMEĞİNDEN DAHA HAYIRLI BİR RIZIK YEMEMİŞTİR. ZİRA ALLAH ELÇİSİ DAVÛD (A.S.) DA ELİNİN KAZANCINI YERDİ”

Hz. DAVUD (A. S.)

Dr. ABDULLAH AYDEMİR

22-Hz. Süleyman’ın Babası Dâvûd’a Baş Kaldırması:

Vehb İbn Münebbih’in anlattığına göre, Dâvûd (a.s.) günaha düştükten sonra nedâmet ve ağlamakla meşgul olduğu için halkın işlerini ihmal etmiştir. Benû İsrail’in ileri gelenlerinden bir grup Hz. Süleyyman’a gelmişler ve kendisine: “Baban yaşlandı; günahı ile meşguliyetinden ötürü halkın işleriyle ilgilenmiyor, sen bu işi üzerine al, devletin başına geç” demişlerdir. Aynı düşünce Dâvûd (a.s.)’a açılmış ve o da saltanatı oğlu Süleyman’a terkederek bir dağ başına çekilmiştir. Bunu mütakip Benû İsrail’in büyükleri Hz. Süleyman’a babasını öldürmesini teklif etmişlerdir. Bunu duyan Dâvûd (a.s.), böyle bir şey yapmamasını oğluna öğütlemiş, şayet İsrail oğulları bunu yapacak olurlarsa aralarına karışmamasını tenbih etmiştir, Dâvûd (a.s.) bu hareketin gelecek nesiller için babaları katletme hususunda “sünnet” telâkkî edilmesinden korkmuştur.

Hz. Süleymân Dâvûd (a.s.)’u öldürmekten babasından gelen bu haber üzerine vazgeçmiş ve İsrail oğullarının bu yoldaki tekliflerine muvafakat etmemiştir.

Es-Süddî’nin rivayetine göre, babasının günah işlediği günlerde Süleyman (a.s.) tahta çıkmış; tevbesi kabul edildikten sonra Hz. Dâvûd, oğluna karşı muhârebe etmiş ve saltanatını silah zoruyla geri almıştır. Baba-oğul arasında cereyan eden bu savaşta 20 bin kişinin, kanı dökülmüştür(122).

Bir peygamber, yine peygamber olan babasına başkaldırmaz; onun mülkünü zorla elinden alamaz; babasını katletmeyi düşünemez; bunu temin için 20 bin değil, tek bir masûmun bile kanını dökemez. Bunlar serapa yalandır; aklen ve naklen tasdik ve tecvizi mümkün olmayan hurafelerdendir.

23-İshak (a.s.)’ın Kurbanlık Olması:

Dâvûd (a.s.) bir gün Hz. İbrahim, İshak ve Yâkûp’un Allah katındaki mevkilerine, ulaşmayı temennietti. Allah, Dâvûd’a vahiy yoluyla, onları türlü türlü mihnetlerle sınadığını, onların bu sınamalarda başarılı olduklarını, bunun bir neticesi olarak da bu yüce makamlara erdiklerini kendisinin ise böyle bir imtihana tâbi tutulmadığını bildirdi. Hz. İbrahim, Nemrût tarafından ateşe atılmak ve oğlunu kurban etmekle; Hz. İshak, boğazlanmaya yatırılmakla; Yâkûp da, Yusuf’un kederiyle yanıp kavrulmak ve gözlerini kaybetmekle imtihan edilmişlerdi. Dâvûd (a.s.): “Yâ Rab, onlar gibi beni de imtihana tâbi tut, onlara verdiğin ecir ve yüce makamları bana da ver!” diye yalvardı(123)...

Çeşitli lafızlarla rivayet edilen bu haberde, Dâvûd (a.s.)’un temennisine cevap verilirken İshak (a.s.)’ın “KURBANLIK” olmasından bahsediliyor. Kurbanlık İshak değildir, Hz. İsmaildir. Kurbanlığın İshak olduğunu dile getiren rivayatler tamamıyle yalandır ve yahudilerin uydurmasıdır(124). Kitab-ı Mukaddes’te kurbanlık olarak açıkça İshak’ın isminden bahsedilirse de(125) buna asla itibar edilemez. Çünkü Allah Kur’an-ı Kerim’inde bu kitabın tahrif edilmiş olduğunu açıkça bildirmiştir(126), Ayrıca, kurbanlığın Tevrat’ta İshak olarak ismen tasrîh edilmiş olmasına rağmen, yine Tevrat’a dayanarak bunun bir yalan ve tahrîf olduğu ispat edilmiştir(127). Kur’an’daki bazı ayetlerin delâleti ve Hz. Peygamber’den mervî sahih hadislere göre(128) kurbanlık İshak değil İsmail’dir.

24-Günahından Sonra Zebûr Okuduğu Halde Dâvûd’un Dinlenmemesi:

Söylentiye göre, Dâvûd günaha düştükten sonra Zebur okuduğu zaman-eskiden olduğu gibi-akan sular durmamış; kuşlar, vahşî hayvanlar ve diğer canlılar kendisini dinlememiş; nağmesi eksilmiştir. Bunun üzerine Dâvûd (a.s.); “Yâ Rab, bu ne haldir?” diyerek durumu sormuş, Cenab-ı Hak da vahiy yoluyla: “Önceki, ibadetin bahşettiği ünsiyet idi; bu ise ma’siyyetin verdiği vahşettir; ey Dâvûd, senin halini ve sesini günahın bu hâle getirip değiştirdi” buyurdu. Dâvûd: “Yâ Rab, sen benim hatamı affetmemiş miydin?” dedi. Cenab-ı Hak: “Evet ama aramızda bulunan sevgi ve yakınlık kalkmıştır; sen onu -eski haliyle- arttk ebediyyen elde edemeyeceksin” cevabını verdi(129).

Dâvûd (a.s.) için hata diye bir şeyin aslı söz konusu olmayınca, günahtan sonra Zebûr okuduğu zaman dinlenmemesi gibi söylentiler üzerinde durulamaz. İslâm’da bazı ibadetleri samimiyyetle yapan ve tevbe eden insan -şayet günahı şirk değilse-bağışlanır ve kul, anasından doğduğu günkü gibi tertemiz olur(l30). Hrıstiyanlık ve diğer bazı dinlerde olduğu gibi İslam’da “ebedî günah” ve “silinmez suçluluk” telâkkisi yoktur. Buna göre, Dâvûd (a.s.)’la Cenabı Hakkın arasında geçtiği söylenen konuşmalar asılsızdır, lüzumsuzdur.

25-Dâvûd (a.s.)’ın Tevbesi ve Secdesi:

Sâd sûresinin 21-24. ayetlerinde Dâvûd’a gelen iki davacının herbirinin anlatılmasını müteâkip Dâvûd’un secdesinden bahsedilir: “...Dâvûd sandı ki biz kendisine mutlaka bir azap hazırladık. Bunun üzerine o, derhal Rabbine istiğfar etti ve ruku ile secdeye kapandı”.

(122) B.Zühûr, s. 144.

(123) Tefsiru’t-Taberi, XXIII/81 v.d.; Arâis, s. 80-83; 218; el-Keşşâf, IV/56-57; Z. Mesir, VII/72: M. Tenzîl, VI/38; el-Kâmil, 1/108, 109-110; Tefsîru’l-Kurtubî, XV/167; Tefsiru’l-Hâzin, VI/38.

(124) Tefsîru İbn Kesir, IV/44; VI/29 v.d.; el-Bidâye, 1/169: Z. Mesir; VII/78, not. 1; Tefstru’t-Kâsîmî, XIV/5052 ş.d.

(125) Tekvîn, 22/1-19.

(126) Misal olmak üzere bakınız. En-Nisâ, 4/46; el-Mâide, 5/13, 41.

(127) Bakınız. Diyanet Dergisi, C. XIII; sayı 5, 259 v.d. (Ank. 1974).

(128) el-Buhârî, K. Enbiyâ, bâb. 9; A. İ. Hanbel. 1/347.

(129) Arâîs, h, 244-45; M. Tenzil, VI/44.

(130) Bakınız. El-Buhârî, K. Hacc, bâb. 4; Müslim, K. Misâfirin, no. 294; en-Nesâî, K. Mesâcid, bâb. 6; İbnü Mâce, K. İkame, bâb. 173, 196; K. Eşribe, bâb. 4; Buhârî, K. Megâzî, bâb. 84; Müslim, K. Tevbe, no. 56; K. Zekât, no. 116-18; Ebû Dâvûd, K. Eşribe, bâb. 5; et-Tirmizî, K. Eşribe. bâb. 1, K. Zühd, bâb. 27.

Bu ayette bahis konusu edilen isliğfar ve secdeye takılan bazı müellifler, bunu mutlaka bir günaha bağlamak istiyorlar ve diyorlar ki, Dâvûd durup dururken niçin istiğfar ve secde etsin? Âyet dikkatlice okununca müşkil gibi görünen bu nokta, Dâvûd (a.s.)’un lehine çözülüyor. Şöyleki: Dâvûd (a.s.), gayet muhkem yapılmış, aşılmaz ve geçilmez zannedilen, muhafızlarca korunan sarayının aşılıp içeriye girildiğini görünce ayette işaret edildiği gibi, “kendisinin fitneye düşürüldüğünü zannetti”; Allah’ın sevk ve idaresiyle mülkünde bir ihtilâlin başlatıldığını, kendisine zulmen bir baskının düzenlendiğini sandı veya kendisine sırf bir imtihan yapıldığını sezdi. Sonradan gördü ki böyle bir şey yok, işin düşündüğü gibi olmadığını anlayınca sû-i zannından dolayı Allah’tan af diledi, istiğfar etti ve secdeye kapandı(131). Meselenin aslı ve özü bundan ibarettir.

Allah’a yalvaran, secde ve isistiğfar eden bir insanın bu fiilleri mutlaka bir günahtan dolayı olmaz. Kişi, hiç bir suçu olmadan da Allah’a çeşitli ibadet, dua ve niyazlarla iltica edebilir. Nitekim Hz. Peygamber’in hayatında bunun çeşitli misalleri vardır. Mesalâ Efendimiz bir hadisinde: “Ben günde yüz kerre Allah’a istiğfar ederim.” buyurmuştur(132). Bazı hadislerde ise günde 70 defa istiğfardan bahsedilmiştir(133). Hz. Peygamber’in bu istiğfarları elbetteki işlemiş olduğu bir günaha bağlanamaz. Dâvûd (a.s.)’un ayette bahis konusu edilen istiğfar ve secdesi de bundan farklı bir şey değildir. Ayrıca Buhârî’nin Tarihinde kaydettiğine göre Hz. Peygamber, Dâvûd (a.s.)’u her hatırlayışında, ondan her bahsedişinde: “Dâvûd (a.s.), insanların Allah’a en fazla ibadet edeni idi.” buyururdu(134). Deylemî’nin İbnü Umer’den nakline göre Hz. Peygamber: “Hiç bir kimseye Ben Dâvûd’dan daha muti bir kulum, demek yakışmaz.” buyurmuştur(135).

Dâvûd (a.s.)’un istiğfâr ve secdesinin, irtikâb ettiği bir hatadan mütevellid olmadığının tebellür ettiği zannındayım.

Bilindiği gibi Dâvûd (a.s.)’un tevbe ve secdesinden bahseden bu âyet “secde ayeti”dir(136). Bu ayetin okunmasını müteakip yapılacak secdenin, ne çeşit bir secde olduğu yolunda da bazı rivayetler vardır. Bazı müelliflerin, Dâvûd’un bu secdesini “şükür” secdesi olarak tavsiflerine mukabil(137), ulemânın çoğunluğu Hz. Peygamber (s.a.s.)’den mervî hadislere istinâden(138) bu secdenin Dâvûd (a.s.) için “tevbe” secdesi olduğunu Muhammed ümmeti için ise “şükür” secdesi olduğunu haklı olarak iddia etmişlerdir.

(131) el-Bahru’l-Muhît, VII/393; Tefsîru’l-Alûsî, XXIII/185; Elmalılı, V1/4092,

(132) Müslim. K. Zikr, no. 41; Ebû Dâvûd, K. Vitr, bâb. 26; et-Tirmizi, K. Tefsir, 47. sûre (Muhammed); İbnü Mâce, K. Edeb, bâb.-57: ed-Dârimî, K. Riqag, bâb. 15.

(133) el-Buharî, K. Da’vât, bâb. 3.

(134) ed-Dürru’1-Mensur, V. 297; Tefsîru’l-Alûsî, XXIII/174: Tefsiru’I-Merağî,

XXIII/105.

(136) el-Cessas, Ahkâmü’l-Kur’an, 111/380; Tefsiru’l-Alûsî, XXIII/183 v.d.

(137) Tefsîru’l-Alûsî, XXIII/183.

(138) Ebû Dâvûd, K. Sücûd, bâb, 5; et-Tirmizî. K. Cüm’a, bâb. 52; ed-Dârîmî, K. Salât, bâb. 165; İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’an, IV/1628; ‘Umdetü’l-Qarî VII/98; Tuhfetu’l-Ahvezî, III/176; •Avnü’l-Ma’bûd, IV/286.

26-Dâvûd (a.s.)’un ömrü:

Dâvûd (a.s.)’un ömrü ile ilgili bilgiyi hadislerden öğreniyoruz. Muhtelif tariklarla rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “Cenab-ı Hak Hz. Âdem’i yarattığı zaman, sırtını meshetti ve Kıyamet gününe kadar zürriyyetinden halkedeceği kimseler sırtından düşüverdi. Allah onlardan her birinin iki gözü arasına, alnına? Nurdan bir parıltı yerleştirmişti. Bunları Âdem’e gösterdi. Âdem; Yâ Rab, bunlar kimlerdir? Dedi. Cenab-ı Hak: Bunlar senin zürriyyetindir, karşılığını verdi, Âdem onların içinde, alnının parlaklığı ile temâyüz edip seçilen birini gördü ve: Yâ Rab, bu kimdir? Dedi; Allah. Bu senin zürrıyetinden Dâvûd isimli biridir, dedi. Âdem: Yâ Rab, bunu kaç yıl yaşatacaksın? Diye sordu. Allah: 60 yıl, dedi(139). Âdem: Yâ Rab, benim ömrümden 40 yılını buna ver, dedi. Âdem’in ömrü bitip kendine Melekü’l-Mevt gelince: Daha 40 yılım yok mu? Dedi. O da: Sen bu 40 yılını oğlun Dâvûd’a vermemiş miydin? Deyince, Âdem verdiğini inkâr etti; buna bağlı olarak zürriyyeti de inkâr etdi. Âdem unuttu; zürriyyeti de unuttu; Âdem hata etti; zürriyyeti de hata etti(140). Hz. Âdem’in bu davranışı üzerine Allah Âdem’e verdiği bin yıllık ömrü bin’e; Dâvûd’a verdiği yüz yıllık ömrü de yüz’e ikmal etmiştir(141).

Bu hadîslerin açık delaletinden de anlaşılacağı gibi Dâvûd (a.s.) yüz yıl ömür sürmüştür. Ehl-i Kitap ismi ile anılan Yahûdî ve Hristiyanlar Dâvûd’un 77 yıl yaşamış ol­duğunu iddia etmişlerdir ki(142) bu, merdûd ve asılsızdır(143).

Ç-KİTÂB-I MUKADDESEGÖRE DÂVÛD VE ÛRİYÂ’NIN HANIMI MESELESİ

Yukarıda, Dâvûd (as,)’a nisbet edilen günahın tamamıyla Kitab-ı Mukaddes’e dayandığını söylemiştik. Mühtedîler veya bizzat okuyanlar vasıtasıyla İslami muhitlere yayılmış olan bu hikâye zamanla teferruatlandırılmıştır. Bize bu tip konularda Kur’an-ı Kerim’in bilgisi ve Hz. Peygamber’in açıklamaları kâfidir. Bu iki kaynağın dışına çıkmamak lazımdır. Kur’an’ın, tahrif edildiğini açıkça ifade ettiği(144) Kitab-ı Mukaddes malûmatının bize hiç lüzûmu yoktur. Ehl-i Kitap vasıtasıyla gelen şifâhî rivayetler de keza bizim için faydasızdır. Kur’an ve hadisin dile getirdiği gerçekleri doğrulayanlar dışında kalan bütün bilgilerden sarf-ı nazar etmek icabeder. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde, Ehl-i Kitâb’ın anlattığı şeylerin tasdikini de tekzibini de yasaklamıştır(145).

(139) Bazı rivayetlerde bu rakam 40 yıl olarak tespit edilmiştir. Buna paralel olarak Âdem’in ömründen Dâvûd’a bahşettiği 60 yıldır. Fazla bilgi için bakınız. Tuhfetü’l-Ahvezî, VIII/458-59.

(140) et-Tirmizî, K. Tefsîr, A’raf Suresi kısmı; A.İ. Hanbel 1/252, 299, 371; İbnü Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 1/28-29 (Beyrut, 1960/1380); el-Bidâye, 1/87, 88, 89; II/16: Tuhfetü’I-Ahveri, VIII/457-58.

(141) İbnü Sa’d, I/29; el-Bidâye, I/89.

(142) Tarihü’t-Taberi, II/572; el-Bídâye, II/16.

(143) el-Bidâye, II/16.

(144) en-Nisâ, 4/46; el-En’âm, 6/91: el-Mâide, .5/13. 41.

(145) el-Bahârî, K. Şehâdât, bâb. 24; K. Tevhîd, bâb, 51: Ebû Dâvûd, K. İlm,

bâb. 2; A.İ. Hanbel, IV/136; Tefsîru’t-Taberî,- XXI/3:’Umdetü’l-Qarî, XVIII/93-94; XXV/75; Fethu’I-Bâri IX/237; XVII/101 (Mısır. 1859).

İslami eserlere ve özellikle tefsirlere geçmiş, olan bilginlerin Kitab-ı Mukaddesten ne ölçüde müteessir olduğunu göstermek için ilgili bölümlere bir göz atmak kâfidir:

... Ve akşamleyin vakî oldu ki, Dâvûd yatağından kalktı ve kral evinin damı üzerinde geziniyordu ve yıkanmakta olan bir kadını damdan gördü ve kadının bakılışı çok güzeldi. Ve Dâvûd gönderip kadın hakkında soruşturdu. Ve biri dedi: “Bu kadın Hittî Ûrîyâ’nın karısı Eliam’ın kızı Bat-Şeba değil mi? Ve Dâvûd ulaklar gönderip onu getirtti ve kadın onun yanına geldi ve murdarlığından tathîr edilmiş olduğundan Dâvûd onunla yattı ve kadın evine döndü. Ve kadın gebe kaldı ve gönderip Dâvûd’a bildirdi ve: “Ben gebe kaldım” dedi. Ve Dâvûd Yoab’a gönderip dedi: “Hittî Ûriyâ’yı bana gönder”. Ve Yoab Ûriyâ’yı Dâvûd’a gönderdi. Ve Ûriyâ yanına gelince Dâvûd: “Yoab nasıldır ve kavm nasıldır ve cenk ne haldedir?” diye sordu. Ve Dâvûd Ûriyâ’ya dedi; “Evine in ve ayaklarını yıka”. Ve Ûriyâ kral evinden çıktı ve ardından kralın hediyesi çıktı. Ve Ûriyâ kral evinin kapısında efendisinin bütün kullarıyla beraber yattı ve evine inmedi. Ve Dâvûd’a: Ûriyâ evine inmedi” diye bildirdiler. Ve Dâvûd Ûriyâ’ya dedi: “Sen yoldan gelmedin mi? Niçin evine inmedin?” Ve Ûrîyâ Dâvûd’a dedi: “Ahit sandığı ve İsraille Yahuda haymelerde oturuyorlar ve efendim Yoab’la efendimin kulları kırlarda konmuşlarken, yemek ve içmek ve karımla yatmak için ben evimemi ineyim? Senin hayatın hakkı için ve canının hayatı hakkı için ben bu şeyi yap­mam”. Ve Dâvûd Ûriyâ’ya dedi: “Bu gün de burada kal da yarın seni göndereyim”. Ve Ûriyâ o gün ve ertesi gün Yeruşâlim’de kaldı. Ve Dâvûd onu çağırdı ve onun önünde yiyip içti ve onu sarhoş etti ve akşamleyin efendisinin kulları ile beraber yatağında yatmak üzere çıktı ve evine inmedi.

Ve sabahleyin vaki oldu ki, Dâvûd Yoab’a mektup yazdı ve Ûrîyâ’nın eliyle gönderdi. Ve mektupda: “Ûriyâ’yı şiddetli cenkte on safa koyun ve onun yanından çekilin ki vurulsun da ölsün.” diye yazdı. Ve vaki oldu ki Yoab şehri muhasara altında tutarken yiğit adamların bulunduğunu bildiği yere karşı Ûriyâ’yı koydu. Ve şehrin adamları çıkıp Yoab’la cenk ettiler ve kavinden Dâvûd’un kullarından düşenler oldu ve Hittî Ûriyâ da öldü. Ve Yoab gönderip cenk hakkında olan şeylerin hepsini Dâvûd’a bildirdi ve ulağa emredip dedi: “Cenk hakkında olan bütün şeyleri krala söylemeyi bitirdiğin zaman, vaki olacak ki eğer kral öfkelenir ve sana: “Şehre karşı cenk etmek için neden o kadar yaklaştınız? Duvarın üzerinden atacaklarını bilmiyor mu idiniz? Yerubeşet’in oğlu Abimeleki kim vurdu? Duvarın üstünden bir kadın değirmenin üst taşını onun üzerine atmadı mı? Ve o Tebest’te ölmedi mi? Niçin o kadar duvara yaklaştınız?” derse, o zaman: “Kulun Hittî Ûriyâ da öldü, dersin.

Ve ulak yola çıktı ve gelip Yoab’ın kendisiyle göndermiş olduğu şeylerin hepsini Dâvûd’a bildirdi. Ve ulak Dâvûd’a dedi: “Adamlar bizden zorlu çıktılar ve bize karşı kıra çıktılar ve kapının girilecek yerine kadar onları sürdük. Ve ok atanlar duvardan kullarının üzerine attılar ve kralın kullarından ölenler oldu. Ve kulun Hittî Ûriyâ’da öldü.” Ve Dâvûd ulağa dedi: “Yaob’a: “Bu şey gözünde kötü görünmesin, çünkü kılıç bazen bunu, bazen şunu yer; şehre karşı cengini şiddetlendirip onu yık diyeceksin ve kendisine cesaret ver.”

Ve Ûriyâ’nın karısı, kocası Ûriyâ’nın öldüğünü işitti ve kocası için dövündü. Ve yası geçince Dâvûd gönderip onu evine aldı ve onun karısı oldu ve ona bir oğul doğurdu. Fakat Dâvûd’un yaptığı şey Rabbin önünde kötü idi(146).

Ve Rab Natan’ı Dâvûd’a gönderdi. Ve yanına gelip ona dedi: “Bir şehirde biri zengin ve öbürü fakir iki adam vardı. Zengin adamın pek çok sığırları ve koyunlar vardı. Fakir adamın satın almış ve beslemiş olduğu küçük bir dişi kuzudan başka bir şeyi yoktu. Kuzu onun yanında kendisiyle ve çocukları ile beraber büyümüştü. Lokmasından yer ve tasından içerdi. Ve koynunda yatardı ve kendi kızı gibi idi. Ve zengin adama bir yolcu geldi ve kendisine gelen yolcuya hazırlamak için kendi koyunlarından ve kendi sığırlarından almağa kıyamadı; fakat fakir adamın kuzusunu aldı ve yanına gelen adam için onu hazırladı. Ve o adama karşı Dâvûd’un öfkesi çok alevlenip Natan’a dedi: “Hay olan Rabbin hakkı için bunu yapan adam ölüm oğludur ve bu şeyi yaptığı ve acımadığı için kuzuyu dört kat ödeyecektir.”

Ve Natan Dâvûd’a dedi: “O adam sensin. İsrail’in Allah’ı Rab şöyle diyor: Ben seni İsrail üzerine kral olarak meshettim ve ben seni Saul’un elinden kurtardım ve efendinin evini sana ve efendinin karılarını koynuna verdim, verdim ve İsraille Yahûda evini sana verdim ve eğer bu az gelse idi, sana daha neler verirdim. Niçin Rabbin gözünde kötü olanı yaparak onun sözünü hor gördün? Hittî Ûriyâ’yı kılıçla vurdun ve karısını kendin karı olarak aldın. Ve Ûriyâ’yı Ammon oğullarının kılıcı ile vurdun. Ve şimdi kılıç ebediyyen senin evinden ayrılmayacak. Çünkü beni hor gördün. Hittî Üriyâ’nın karısını kendine karı olarak aldın. Rab böyle diyor: İşte, kendi evinden sana karşı kötülük çıkaracağım ve senin gözlerinin önünde karılarını alıp, komşuna vereceğim ve bu güneşin gözü önünde o senin karılarınla yatacak. Çünkü sen gizlice yaptın, fakat ben bu şeyi bütün İsrail’in karşısında ve güneşin karşısında yapacağım. Ve Dâvûd Natana dedi: “Rabbe karşı suç ettim.” Ve Natan Dâvûd’a dedi: “Rab da senin suçunu sildi; ölmeyeceksin. Fakat küfretmek için bu işle Rabbin düşmanlarına büyük fırsat verdiğinden dolayı sana doğan çocuk da mutlaka ölecektir.” Ve Natan evine gitti.

Ve Rab Ûriyâ’nın karısından Dâvûd’a doğan çocuğu vurdu ve çocuk çok hasta idi. Ve Dâvûd çocuk için Allah’ı aradı ve Dâvûd oruç tuttu ve içeri girip bütün gece yerde yattı...(147).

***

Hz. Dâvûd’a zina isnat eden ve mâsum bir insanın kanını şehveti için döktürecek katil diye takdim eden parçaların ihtiva ettiği diğer hususları tahlil etmeyeceğiz. Fakat sırası gelmişken bir konuyu aydınlatmakta fayda vardır.

Bizzat Kitab-ı Mukaddes’in ihtiva ettiği bir kısım cümleler, Hz. Dâvûd’un zânî ve katil olmalını reddediyor (148) Bazıları:

Hz. Dâvûd bir ilâhîsinde şöyle söyler: “... Fakat Rab bana destek oldu. Ve beni geniş yere çıkardı; beni kurtardı, çünkü benden hoşlandı. Rab Salâhıma göre bana ödedi; ellerimin temizliğine göre karşılığımı verdi: Zira Rabbin yollarını tutdum ve kötülükle Allah’ımdan ayrılmadım. Çünkü bütün hükümleri önümdedir ve kanunları ise onlardan ben ayrılmadım.” (149).

“Rab Süleyman’a Gibeon’da gece rüyada göründü ve Allah dedi: Sana ne vereyim, iste. Ve Süleyman dedi: Kulun babam Dâvûd’a, senin önünde hakîkâtle ve salahla ve seninle yürek doğruluğu ile yürüdüğüne göre büyük inâyet ettin…”(150).

(146) II. Samuel, II/2-27,

(147) II, Samuel, 12/1-16,

(148) Abdülvehhâb en-Neccâr, Kasasu’l-Enbiyâ, s. 313.

(149) II. Samuel, 22/19-24.

“... Ve şimdi, Yâ Rab, İsrail’in Allah’ı, babam Dâvûd kuluna: sen önümde yürüdüğün gibi şerîatimde yürümek için ancak çocukların yollarına dikkat ederlerse, İsrail tahtına oturmak için önünde bir adamın eksik olmayataktır diye söylediğini tut...” (151).

“... Ve bütün krallığı onun elinden almayatağım; fakat emirlerimi ve kanunlarımı tutan, seçtiğim kurum Dâvûd’un hatırı için, onu hayatının bütün günlerinde hükümdar edeceğim...

Ve vâki olacak ki kulum Dâvûd’un yaptığı gibi kanunlarımı ve emirlerimi tutmak için sana emrettiğim her şeyi dinlersen ve gözümde doğru olanı yaparsan, seninle beraber olacağım.” (152).

***

Kitâb-ı Mukaddes’te bu kadar övülen, Allah’ın emirlerinden ayrılmamış olan Hz. Dâvûd’un zânî ve katil olması imkânsızdır. Bunlar Hz. Dâvûd’a revâ görülen iftiralar ve püsküllü yalanlardan başka birşey değildir.

İslâmî eserlerde yer alan Dâvûd (a.s.)’un muhayyel günahı ve buna bağlı hususları ihtivâ eden bütün merviyyat, bir de Kitâb-ı Mukaddes’ten aktarılan bu parçalar açısından bakılıp incelendiğinde görülür ki, söylenenlerin tamamı isrâîliyyattan ibarettir.

D-DÂVÛD (A.S.)’UN CENGÂVERLİĞİ

Cenâbı Hak Dâvûd (a.s.)’a o devrin muharebelerinin en mühim koruyucu vasıtalarından biri olan zırh sanatını öğütlemişti: “Biz ona sizin için, sizin muharebenizin şiddetinden korumak için zırh sanatını öğrettik. Şimdi siz bundan dolayı şükredenler misiniz?” (153). Demiri kendisini yumuşan Allah ona, yapacağı zırhların uzun ve intizamlı olmasını da tenbih etmişti (154). Zırh yapımında iyi bir usta olan Dâvûd (a.s.) aynı zamanda iyi bir silâhşordu. Muharebede karşısına çıkan herkesi bir çırpıda kesip biçer, yıldıran, hakkından gelinmez biri olarak tarif ve tavsif edilen Câlut’u öldürmüştü. Kur’an-ı Kerim buna bir ayetinde şöyle işaret eder: “...Dâvûd’da Câlul’u öldürdü.”(155).

Dâvûd (a.s.)’un cengâverliği konusunda sağlam bilgi sadece bu ayette işaret edilenden ibarettir. Bunun dışında, ne Hz. Peygamber’in hadislerinde ve ne de sahabe ve tabiilerden gelen sahîh nakillerde bir şeye rastlayabildik.

Hâlbuki tefsir ve tarih kitaplarına, Dâvûd’un Câlût’u öldürmesi ve bunu müteâkip Talût’la aralarında geçen olayları dile getiren hayli uzun rivayetler dercedilmiştir. Yeri gelince görüleceği gibi bunların hemen tamamına yakın kısmı Kitab-ı Mukaddes’ten ve Ehl-i Kitap çevrelerinden aktarılmıştır.

(150) I, Kırallar. 3/5-6.

(151) II. Tarihler, 6/16.

(152) I. Krallar, 11/34-38.

(153) el-Enbiya, 21/80.

(154) Sebe’: 11.

(155) el-Bakara: 251.

1-Kısa Boylu Olmasından Dolayı Dâvûd’u Babasının Halktan Gizlemesi:

Rivâyete göre Vehb İbn Münebbih, “Ölümünden korkarak yurtlarını terkeden binlerce kişinin hâlini görmedin mi?” ayetini (156) okuduktan sonra şunları söylemiştir: Allahü Teâla vahiy yoluyla o kavmin yurtlarını terkeden peygamberlerine, falan kimsenin Dâvûd’un babası oğullarının birinin eliyle Allah’ın Câlût’u öldüreceğini bildirmişti... Peygamber çocukların babasının yanına gelerek: “Bana, Câlût’un senin oğullarından biri tarafından öldürüleceği vahyedildi.” dedi. O zat: “Pekiyi, ey Allah elçisi”, diye cevap verdikten sonra ona, 12 oğlunu takdim etti. Bunlar sırık gibi iri yarı insanlardı. Aralarından biri gövdesinin iriliği ve bahadırlığı ile bilhassa temayüz ediyordu. Peygamber, (Câlût’u öldürecek kişiyi tespit etmede kullanılan) boynuzu bir bir onların başları üzerine koyarak denemeye başladı. Öteki iri gövdeliyi çağırarak boynuzu başının üzerine koymak sûretiyle tekrar yokladı. Fakat Allah ona, insanları görünüş ve vücutlarıyla meziyyetli kılmayıp, kalplerinin iyiliği ve temizliği ile başkalarından ayrıldığını vahyetti. Peygamber: “Ey Rabbim, bu adam bunlardan başka oğlu olmadığını söylüyor.” dediği zaman, ona vahiy yoluyla, bu zatın yalan söylediği bildirildi. Bunun üzerine Peygamber ona: “Rabbim senin sözünü yalanlıyor. Senin bunlardan başka bir oğlun daha olacak.” dedi. Dâvûd’un babası: “Ey Allah elçisi, doğrudur. Benim bunlardan başka da bir oğlum var. Fakat kısa boylu olduğu için, halkın gözüne göstermekten utanarak onu koyunlarımı otlatmaya gönderdim.” diye cevap verdi. Peygamber: “O oğlun nerede?” diye sorunca, “Falan dağın, falan yerindedir.” diye oğlunun bulunduğu yeri tarif etti. Allah elçisi olan zat, onu aramak için yola çıkınca gideceği yerde, güttüğü koyunları ikişer, ikişer dereden geçirmekte olduğunu gördü. Peygamber bu vaziyet karşısında; “aradığım kimse şüphesiz bu olacaktır. Hayvanları esirgeyen kimsenin, insanlara daha şefkatli olacağı muhakkaktır.” dedi. Boynuzu Dâvûd’un başı üzerine koyunca, içindeki sular akmaya başladı(157).

2-İçi Yağ Dolu Boynuz Ve Dâvûd (a.s):

Dâvûd (a.s.) bir çoban olup, babasına ve kardeşlerine yiyecek taşırdı. O anda Tâlût’un Kavmi içinde bulunan peygamber, içinde yağ bulunan bir boynuzla demirden yapılma bir fırın getirdi ve bunları Tâlût’aa göndererek; “Câlût’u öldürecek adam bu boynuz başının üzerine konduğu zaman, içindeki yağ kaynayacak fakat yüzüne akmayacak; ondan yağlanacak. Boynuz başında bir taç şeklini alacaktır, fırına girdiği zaman içini dolduracaktır.” dedi. Tâlût bununla İsrail oğullarını denedi, fakat onlardan hiç kimse tarife muvâfık düşmedi. Bundan sonra Tâlût Dâvûd’un babasına: “senin bu gördüklerimizden başka oğlun yok mu?’’ dediği zaman o: “oğlum Dâvûd var; o bize yemek getirir.” dedi... Dâvûd geldikten sonra, boynuzu başına koydukları vakit, yağ kaynamağa başladı. Yağı sürerek fırına girince vücûdu fırının içini doldurdu. Hâlbuki o, esasında hastalıklı ve sarı benizli bir kişiydi. Dâvûd’dan Önce bunun içine kim girmişse, fırın çalkalanıp, uğuldardı. Fakat Dâvûd girince daraldı(158).

(156) el-Bakara: 243.

(157) Tefsiru’t-Taberî, 11/630; Tarihu’t-Taberî, 11/560; M. Tenzil, 1/119: el-Keşşaf, I/296: et-Tabressî, I/357: el-Kâmil. I/220.

(158) Tefsîru’t-Taberî, 11/629; Tarihu’t-Taberî, II/555.

3-Hz. Dâvûd’un Sapanı ve Yırtıcı Hayvanlarla Mücadelesi:

Rivâyete göre, kardeşlerinin en küçüğü olan Dâvûd bir gün babasının yanına gelerek: “Ey Babacığım ben sapanımla nereye atarsam o şeyi yere seriyorum.” dedi. Babası: “Ey oğlum, Allah onu senin geçinme âletin yapmıştır.” dedi. Dâvûd başka bir zaman yine babasına gelerek; “Ey babacığım, dağa gitmiştim; orada çökmüş bir arslana rastladım. Üzerine binerek iki kulağından yakaladım. Kendisinden hiç de korkmadım.” dediğinde babası: “Oğlum, sevin; zira bu hayırlı bir işarettir. Allah sana ihsanlarda bulunacaktır.” diye cevap verdi(159).

4-Dile Gelip Dâvûd’la Konuşan Taşlar:

Dâvûd bir gün Tâlût’un yanına giderken yolda rastladığı üçtaş dile gelerek: “Yanına al da bizimle vurarak Câlût’ü öldürürsün.” dediler(160). Ravî es-Süddî, Dâvûd’un bu taşları alarak ok çantasına koymuş olduğunu söylemiştir(161).

5-Dâvûd’un Sapanla Câlût’u Öldürmesi:

Muharebe meydanında Dâvûd (a.s.), Câlût’un üzerine yürüdü. Calût insanların, en iri gövdeli, en kuvvetli ve en bahadırı idi. Dâvûd’a baktığı zaman, Câlûtun kalbinde korku doğdu ve ona; “Ey delikanlı, geriye dün! Sana acıyorum; seni öldüreceğim.” .dedi. Dâvûd: “Hayır, ben seni öldüreceğim.” dedikten sonra, taşları çantasından çıkararak Calût’a karşı fırlatmak üzere, aletin içine yerleştirdi. Taşları, teker teker .yerleştirirken atalarından birinin adını anarak “Birincisini babam İbrahim (a.s.) nâmına; ikincisini babam İshak (a.s.) nâmına; üçüncüsünü atam İsrâîl (a.s.} nâmına atacağım.” Diyordu. Dâvûd bundan sonra âleti işletmeye başladı. Sapana konulmuş taşlar, tek bir parça hâline gelerek, Câlût’un üzerine fırlatıldı. Taş onun iki gözü arasına saplanarak ve kafasını delerek öldürdü. Yalmz Câlût’u öldürmekle kalmayıp, onun askerleri arasında dolaşarak isâbet ettiği, her askeri öldürmekte de devam eldi. Bunun üzerine Câlût’un ordusu bozguna uğrayarak ric’at etti.

Vehb İbn Münebbih’ten nakledildiğine göre Dâvûd (a.s.) ile Câlût karşı karşıya geldikleri zaman, Dâvûd’u elinde sapan ve taşlarla görünce: “Sen mi beni öldüreceksin?” dedi. Dâvûd: “Evet” dedi. Câlût: “Yazık sana! Bana, bir köpeğin karşısına çıkar gibi taş ve sapanla çıkıyorsan. Etini parça parça edip vahşî hayvanlara ve yırtıcı kuşlara yedireceğim.” diye tehdit etdi. Dâvûd: “Ey Allah’ın düşmanı! Sen bana göre köpekten daha betersin!” cevabını verdi. Dâvûd torbasından bir taş aldi ve sapanla attı. Atılan taş Câlût’urî iki gözünün ortasına rastladı. Beynine girdi. Câlût cansız yere yuvarlandı ve yanındakiler bozguna uğradı. Dâvûd, Câlût’un başını kesti. Hadiseyi mütâkip herkes, “Câ1ût’u ben öldürdüm.” demeye başladı ve buna delil olmak üzere Câlût’un kılıcını, cesedinden bazı parçalar veya silahlarından alabildiklerini ortaya attılar... Ve neticede Dâvûd, Câlût’un başını çıkarıp gösterdi(162).

6-Tâlût’un Dâvud’tan 200 Gulfe İstemesi:

Memleketin hükümdârı olan ve bir türlü Câlût’la başedemeyen Tâlût, bu yaman düşmanı öldürene kızını yereceğini ve daha başka şeylerle taltif edeceğini vadetmişti. Dâvûd, Câlût’un basını çıkartıp gösterince ve Tâlût’dan daha evvel vadettiği şeyleri isteyince Tâlût pişman oldu ve söyle dedi: “Hükümdâr kızlarına mihir gerekir; onlar mihirsiz alınamazlar.

(159) Tefsîru’t-Taberî, II/629; Tarihu’t-Taberî, II/554.

(160) Bu rivayetin daha mufassal bir varyantı için bkz. Tesifru’t-Taberî, II/ 626.

(161) Tefsîru’t-Taberî, II/625; Tarihu’t-Taberî, II/556; Arâis. 240; M. Tenzil, I/219; el-Keşşâf, 1/296.

(162) Tefsîru’t-Taberî, 628; M. Tenzil, 1/220.

Sen cesur bir yiğitsin. Kızımın mihri olmak üzere, düşmanlarımızdan 200’ünün gulfesini getirmelisin.” dedi(163). Tâlut bu şartı koşmakla Dâvûd’un ölümünü arzu ediyordu. Dâvûd gitti ve onlardan 200 kişiyi esir aldı, gulfelerini kesip getirdi. Bunun üzerine Tâlût, kızını Dâvûd’a vermeye istemez razı oldu. Sonradan da pişmanlık duydu(164).

7-Tâlût’un Dâvûd’u Öldürmek İstemesi:

Tâlût’u öldürdükten sonra halk Dâvûd’a meyledip kendisini sevdiler. Tâlût ise halkın Dâvûd’u sevmesini çekemedi ve ona kin bağlayarak öldürmek istedi. Dâvûd bunu anlayarak ihtiyat tedbirleri aldı. Bir şarap tulumuna kendi elbiselerini giydirerek güzelce yerleştirdikten sonra kendisi çekilip başka bir yere yattı. Tâlût, Dâvûd’un yatak odasına girerek, şarap tulumuna kılıçla vurdu. Tulumdaki şarap aktı. Bir damlası da Tâlût’un ağzına girdi. Tâlût: “Allah Dâvûd’u yarlığasın! Ne kadar da şarap içiyor muş!” dedi. Bu hâdiseden bir gün sonra Dâvûd, uyumakta olan Tâlût’un odasına girerek başucuna iki, ayakucuna iki, yağ ve soluna da ikişer ok koyduktan sonra çekilip gitti. Tâlût uyandıktan sonra okları gördü ve Dâvûd tarafından konulduğunu anlayarak: “Allah Dâvûd’u esirgesin. O benden daha hayırlı bir kimse imiş. Ben imkân bulduğum zaman onu öldürürdüm. Hâlbuki o, öldürmek imkânı bulduğu halde öldürmemiş.” dedi. Bir gün Tâlût atına binerek gezmeğe çıktığı zaman, Dâvûd’un meydanda dolaşmakta olduğunu gördü ve: “Bu gün onu öldüreceğim.” dedi.

Dâvûd bir şeyden korktuğu zaman, onun arkasından kimse yetişemezdi. Tâlût onu takip etmek üzere atını koşturdu. Dâvûd, yetişir korkusu ile daha süratli koşmağa başladı bir mağaraya sığındı. Allah örümceğe, mağaranın ağzında kendisi için bir yuva kurmasını ilham etdi. Mağaranın ağzına gelen Tâlût, kurulan örümcek ağını ve yuvasını görünce: “Dâvûd buraya girmiş olsaydı örümceğin ağını bozmuş olurdu” diyerek çekilip gitti. Bilginler Tâlût’un Dâvûd’a karşı olan bu muamelesinden müteessir olarak, onun aleyhinde sözler söylemeye ve kendisini tenkide başladılar. Tâlût ise Dâvûd’a kötü muâmelede bulunmaktan alıkoymak isteyenleri öldürüyordu...

Vehb İbn Münebbih’ten rivâyet edildiğine göre, Dâvûd’a kızını vermeğe mecbur olan Tâlût onu öldürmek istedi. Bunu sezen Dâvûd dağlara kaçtı. Tâlût arkasından gidip onun etrafını sardı. Akşam olunca Tâlût ve nöbetçilerine Allah bir uyku verdi. Dâvûd gizlendiği yerden çıktı; Tâlut’un abdest almak ve su içmek için kullandığı ibriği aldı; sakalından teller kesti; bir parça da elbisesinin saçağından alıp yerine çekildi. Yerinden Tâlût’a; “Eğer seni öldürmek isteseydim dün bu mümkündü. İnanmazsan bak, işte ibriğin, sakalın ve saçakların.” dedi. Tâlût inandı ki, eğer Dâvûd isteseydi kendisini öldürebilirdi...(165).

8-Câlût’un Miğferinde Ne Kadar Demir Vardı?:

Tâlût ve Câlût orduları ile birlikte muharebe için karşı karşıya geldikleri zaman, Câlût başına bir miğfer giymişti. Bu miğferin ağırlığı, 300 rıtl idi(166); diğer bir rivâyete göre de 600 rıtl idi (167).

9-Muharebede Dâvûd Nasıl Bir Ata Binmişti?:

Tâlût, Dâvûd (a.s.)’u meydâna er dileyen Câlût’un karşısına çıkarırken, yanına bir takım birlikler verdi; kendisini yağız bir ata bindirdi; kılıç kuşattı; demirden ma’mul bir zırh giydirdi, fakat Dâvûd, bir müddet ilerledikten sonra geri döndü ve bunların hepsini atarak sadece sapanıyla Câlût’un karşısına çıktı(168).

10-Dâvûd’un Sapanıyla Attığı Taş Câlût’tan Sonra Kaç Kişiyi öldürdü?:

Yukarıda belirtildiği gibi Dâvûd (a.s.) bir gün yolda yürürken bazı taşlar dile gelmiş ve ona her biri ayrı ayrı: “Beni al!’” demişti. Dâvûd (a.s.) torbasına koyduğu bu taşları, sapanına yerleştirip Câlûl’a fırlattı. Atış esnasında birbirlerine kaynayarak bir tek taş hâline gelen bu üç parça, Câlût’un tam alnına bir ateş parçası gibi girdi. Beynini dağıtıp ensesinden çıktı. Dâvûd’un eliyle atılan bu atım, Câlût’tan sonra isabet ettiği herkesi öldürdü. Sayıldığı zaman bunların 30 kişi ofduğu anlaşıldı(169).

Bazı rivayetlere göre atılan taşlar, Câlût’un başında bulunan 33 zırhı veya 33 kat zırhı parçaladı ve kendisini öldürdü. Aynı atımla ordudan ölenlerin sayısı ise 30 bin kişi idi(170),

11-Muharebede Câlût’un Giyim-Kuşami:

Rivayete göre Tâlût ve ordusu ile karşılaşmak üzere Câlût, muharebe meydanına bir fil üzerinde gelmişti; başında taç vardı; alnında etrafa nur saçan bir yakut bulunuyordu(171).

Konuya girerken de işaret edildiği gibi, Dâvûd (a.s.)’un Câlût’u öldürmesiyle ilgili Kur’an’da tek bir cümle vardır. Mevzu etrafındaki diğer bütün rivayetler yani sapan, taş v.s. (172) gibi şeyler tamamıyle isrâîliyyatır ve Kitâb-ı Mukaddesten aktarılmıştır. Şimdi Kitab-ı Mukaddes’ten aktarılmış bazı metinleri görelim:

... Ve Filistîler ordugâhından adı Golyat olan Gat’lı pehlivan çıktı, .boyu-altı arşın ve bir karıştı (takriben 10.70 metre). Ve başında tunç başlık vardı ve üzerine pullu zırh giymişti. Zırhın ağırlığı 5 bin şekel tunçtu (takrîben 82 kilo). Ve baldırları üzerinde tunç zırhlar vardı ve omuzları arasında tunç kargı vardı. Ve mızrağının sapı çulha tezgâhı sırığı gibi idi ve mızrağının başı 600 şekel ağırlığında demirdi ve kalkan taşıyan uşağı önde gidiyordu. Ve durdu ve İsrâîl dizilerine bağırıp onlara dedi: “Niçin cenge dizilmeğe çıktınız? Ben Filistî değil miyim? Siz de Tâlût’un kulları değil misiniz? Kendiniz için bir adam seçin de yanıma insin. Eğer benimle cenk edebilir ve beni vurursa, o zaman size kul oluruz; fakat ben onu yener ve onu vurursam, o zaman siz bize kul olursunuz ve bize kulluk edersiniz. Ve Filistî dedi: “Bu gün ben İsrâîl dizilerine meydan okuyorum; bana bir adam verin de karşı karşıya cenkleşelim” ve Filistî’nin bu sözlerini işitince Saul, Tâlût ve bütün İsrâîl yılgınlığa düştüler ve çok korktular.

(163) Bazı rivayetlerde 200 yerine 300 gulfe geçer (Tefsîru’t-Taberî, II/625-26.

(164) Tefsîru’t-Taberî, II/628; M. Tenzil, I/220.

(165) Tefsiru’t-Taberî, II/625-26, 630; Tarîhu’t-Taberî. II/556: M. Tenzil, I/220-21; el-Keşşaf, I/296.

(166) M. Tenzil, I/220; B. Zühûr, s. 139.

(167) Tefsîru’t-Taberî, II/632.

(168) M. Tenzil, I/220; B. Zühûr, s. 139.

(169) El-Keşşaf, I/296; et-Tabressi, I/357; M. Tenzil. 1/220; B. Zühûr, s. 139.

(170)) Tefsiru’t-Taberî, II/629.

(171) Et-Tabressi, I/357.

(172) Tefsîru İbn Kesîr, I/538.

Ve Dâvûd, Beyt-Lehem-Yahuda’dan, adı Yesse olan o Efratlı’nın oğlu idi ve bu adamın sekiz oğlu vardı. Ve Tâlût’un günlerinde kocamıştı. Adamlar arasında yaşta ilerlemişti. Ve Yesse’nin üç büyük oğlu Saul’un ardınca cenge gitmişlerdi ve cenge giden üç oğlunun adları şunlardı... Ve Dâvûd en küçüğü idi ve Dâvûd Beyt-Lehem’de babasının koyunlarını gütmek için Saul’un yanından gider ve dönerdi. Ve Filistî 40 gün, sabah ve akşam ilerleyip karşılarında duruyordu.

Ve Yesse oğlu Dâvûd’a dedi: “Şimdi kardeşlerin için bu kavrulmuş buğdaydan bir efayı ve bu on ekmeği al ve ordugâha kardeşlerine koş ve bu on parça peyniri binbaşıya götür ve kardeşlerinin hal ve hatırlarını sor ve onlardan bir nîşâne at. Ve Dâvûd sabahleyin erken kalktı ve koyunları bekçiye bıraktı ve Yesse’nin kendisine emrettiği gibi alıp gitti ve arabalar ordugâhına geldiği zaman ordu cenk meydanına çıkıyordu ve cenk için bağırıyorlardı ve Îsrâîlle Filistîler dizi diziye karşı olnrıak üzere dizildiler. Ve Dâvûd eşyasını eşya bekçisinin eline verdi ve diziye koşup geldi. Kardeşlerinin hal ve hatırlarını sordu. Ve onlarla söyleşirken işte, adı Golyat olan Gat’lı Filistî pehlivan Filistî dizisinden çıkıyordu ve evvelki sözler gibi söyledi ve Dâvûd işitti. Ve bütün İsrâîlliler adamı gördükleri zaman önünden kaçtılar ve çok korktular. Ve İsrâîlliler dediler: “Bu çıkan adamı gördünüz mü? Gerçek İsrâîl’e meydan okumağa çıkıyor ve vakî ki, kim onu vurursa kral onu büyük zenginlikle zengin edecektir ve kızını ona verecektir ve babasının evini İsrâil’de serbest kılacaktır.” Ve Dâvûd yanında duran adamlara söyleyip dedi: “Bu Filistîyî vuracak ve İsrâil’den utancı kaldıracak adama ne yapılacak? Çünkü hayy olan Allah’ın dizilerine meydan okuyan bu sünnetsız Filistî kim oluyor?” Ve kavm: “Onu vuracak adama şöyle yapılacak” diyerek o söze göre kendisine söylediler...

Ve Dâvûd’un söylediği sözler işitilince, onları Saul’a bildirdiler ve onu getirtti. Ve Divûd Saul’a dedi: “O adamdan dolayı kimsenin yüreği zayıflamasın; kulun gidip bu Filistî ile cenk edecektir.”Ve Saul Dâvûd’a dedi: “Bu Filistî ile cenk etmek için sen ona karşı gidemezsin; çünkü sen gençsin, fakat o gençliğinden beri cenk adamıdır. “Ve Dâvûd Saul’a dedi: “Kulun babasının koyunlarını güderdi ve aslan yahut ayı geldiği ve sürüden bir kuzu aldığı zaman, ben ardından çıkar ve onu vururdum ve ağzından kuzuyu kurtarırdım ve bana karşı kalkarsa sakalından tutup onu vurur öldürürdüm. Kulun hem aslanı, hem ayıyı vurmuştur ve bu sünnetsiz Filistî onlardan biri gibi olacaktır, çünkü hayy olan Allah’ın dizilerine meydan okumuştur. “Ve Dâvûd dedi: “Aslanpençesinden ve ayı pençesinden beni kurtaran Rab, bu Filistî’nin filinden de beni kurtaracaktır. “Ve Saul Dâvûd’a dedi: “Git ve Rab seninle beraber olsun.” Ve Saul kendi elbisesini Dâvûd’a giydirdi. Ve başına tunç başlık koydu ve ona zırh giydirdi. Ve Dâvûd esvabı üzerine kılıcını kuşandı ve yürümeğe çalıştı, çünkü alışmamıştı. Ve Dâvûd Saul’a dedi: “Bunlarla yürüyemem; çünkü alışmadım.” Ve Dâvûd onları üzerinden çıkardı. Ve eline değneğini aldı. Ve vadiden kendisine beş çakıl taşı seçti ve onları üzerinde olan çoban torbasına, dağarcığına koydu ve sapanı elinde idi ve Fİlistî’ye yaklaştı.

Ve Filistî yürüyüp geliyor ve Dâvûd’a yaklaşıyordu ve kalkanı taaşıyan uşak onun önünde idi. Ve Filistî bakındı ve Dâvûd’u görünce onu adam yerine koymadı; çünkü genç ve kırmızı yüzlü, bakılışı da güzeldi. Ve Filisti Dâvûd’a dedi: “Ben köpek miyim ki bana değnekte geliyorsun?” Ve Filistî kendi ilahları ile Dâvûd’a lânet etti. Ve Filistî Dâvûd’a dedi: “Yanıma gel ve senin etini göklerin kuşlarına ve kırın hayvanlarına vereyim.” Ve Dâvûd Filistî’ye dedi: “Sen kılıçla ve mızrakla ve kargı ile üzerime geliyorsun; fakat ben meydan okuduğun İsrail dizilerinin Allah’ı, ordular Rabbinin ismi ile senin üzerine geliyorum. Bugün Rab seni benim elime verecek ve seni vuracağım ve başını gövdenden ayıracağım ve Filistî ordusunun leşlerini göklerin kuşlarına ve yerin canavarlarına vereceğim. İsrail’de Allah olduğunu dünya bilecek ve bütün bu cemâat bilecek ki Rab kılıçla ve mızrakla kurtarmaz. Çünkü cenk Rabbindir ve sizi elimize verecektir.” Ve vâkî oldu ki Dâvûd’un karşısına çıkmak için Filistî kalkıp yaklaşınca Dâvûd çabuk davranıp Filistî’nin karşısına çıkmak için cenk dizisine doğru koştu. Ve Dâvüd dağarcığına el attı ve oradan bir leş alıp sapanla fırlattı ve Filistî’yi alnından vurdu ve taş alnına battı ve yüz üstü ne yere düştü.

Ve Dâvûd Filistî’yi sapanla ve taşla yendi. Filistî’yi vurup ve onu öldürdü. Ve Dâvûd’un elinde kılıç yoktu. Ve Dâvûd koşup Filistî’nîn üzerinde durdu. Ve onun kılıcını alıp kınından çekti ve onu öldürdü ve onunla başını kesti. Filistîler pehlivanlarının öldüğünü görünce kaçtılar. Ve İsraille Yahuda adamları kalkıp bağırdılar ve Filistîlere Gai’ye varıncaya kadar ve Ekron kapılarına kadar kovaladılar. Ve Filistîlerden vurulanlar Gat’a kadar ve Ekron’a kadar Şadrayim yolunda düştüler...

Ve Dâvûd Filistî’yi vurup döndüğü zaman, onlar gelirken bütün İsrail şehirlerinden kadınlar, Saul’u karşılamak için deflerle, sevinçle ve üç telli sazlarla terennüm ve raksederek çıktılar. Ve kadınlar oynarken karşılıklı terennüm edip diyorlardı:

Saul vurdu binlerini,

Dâvûd da on binlerini.

Ve Saul çok öfkelendi ve bu söz gözünde kötü göründü ve dedi: “Dâvûd’a onbinleri verdiler ve artık ona ancak krallık kaldı’”. Ve o günden sonra Saul Dâvûd’a eğri gözle baktı... Ve Saul’un elinde mızrak vardı ve Saul: Dâvûd’u duvara çakayım diye mızrağı attı. Fakat Dâvûd onun önünden iki kerre yana çekildi...

Ve Saul Dâvûd’a dedi: “İşte büyük kızım Merab, onu karı olarak sana vereceğim. Ancak benim uğrumda cesur ol ve Rabbin cenklerini et...”.

Ve Saul’un kulları: Dâvûd böyle söyledi, diyerek kendisine bildirdiler. Ve Saul dedi: “Dâvûd’a şöyle diyeceksiniz: Kral ağırlık istemiyor; ancak kralın düşmanlarından öç almak için 100 Filistî ğulfesi istiyor. Ve Saul Dâvûd’u Filistîlerin eli ile düşürmeyi kurmuştu. Ve Saul’un kulları bu sözleri Dâvûd’a bildirdiler ve kralın damadı olmak Dâvûd’un gözüne hoş göründü. Ve günler dolmamıştı. Ve Dâvûd kalkıp adamları ile gitti ve Filistîler arasında 200 kişi vurdu. Dâvûd kralın damadı olmak için onların ğulfelerini getirdi ve onları tam sayısı ile krala verdiler... Ve Saul bütün günler Dâvûd’un düşmanı oldu...

...Ve Dâvûd kalktı ve Saul’un cübbesinin eteğini gizlice kesti... Ve Dâvûd Saul’a dedi: “... Bugün mağarada Rabbin nasıl seni elime verdiğini, işte gözün bugün gördü ve seni öldürmemi söylediler, fakat gözüm seni esirgedi... Ve bak ey baba! elimdeki cübbenin eteğine bak, senin cübbenin eteğini kesip seni öldürmediğimden bil ve gör ki elimde kötülük ve günah yoktur... “Ve Saul yüksek sesle ağladı ve Dâvûd’a dedi: “Sen benden daha salihsin; çünkü ben sana kötülükle ödediğim halde, sen bana iyilikle ödedin...”(173)

Dâvûd ellerine fırsat geçmiş iken Saul’u öldürmek isteyen arkadaşına mâni oldu ve şöyle dedi: “Hayy olan Rabbin hakkı için, Rab onu vuracaktır yahut günü gelecek ve ölecektir yahut cenge inecek ve helak olacaktır. Rabbin mesîhine el uzatmaktan Rab beni esirgesin ve şimdi rica ederim, başı ucundaki mızrap ve su matrasını at da gidelim. “Ve Dâvûd Saul’un başı ucundan mızrabı ve su matrasını aldı ve gittiler ve gören olmadı ve uyanan olmadı. Çünkü hepsi uyuyorlardı, çünkü Rab tarafından üzerlerine derin uyku düşmüştü...

...Dâvûd Saul’un bekçi ve nöbetçilerine şöyle seslendi: “Hayy olan Rabbin hakkı için, siz ölüm oğullarısınız, çünkü efendinize, Rabbin mesîhine bekçilik etmediniz. Ve şimdi bak, kralın başı ucunda olan mızrağı ve su matrası nerededir?”(174)

E-NETİCE:

Allah Elçisi Dâvûd (a.s.)’a dört büyük kitapdan Zebûr verilmiştir. Sesinin güzelliği ile ün alan, tesbihine dağlar ve kuşların cevap verdiği bu peygambere ilim, hikmet, fasl-ı hitap ve fazl verilmiş; namazı, orucu ve elinin kazancını yemesi Hz. Peygamberce övülmüş ve bu hareketleri Rasûlullahca Muhammed ümmetine örnek gösterilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de bahis konusu edilen ve iki şahıs arasında cereyan etmiş olup hal ü fasl için Dâvûd (a.s.)’a arzedilen dava konusu bir mesele zoraki ve mecâzî te’villere sapılarak Hz. Dâvûd’a hamledilmiş ve böylece de Allah’ın yüce bir nebisi ittiham altına alınmıştır. Tamamyle Kitab-ı Mukaddes’ten aktarılmış olan ve Dâvûd (a.s.)’a zina ve katl gibi iki büyük cerîmeyi reva gören rivayetler asılsızdır, Allah Elçisine iftiradır. Bu konu etrafında teşekkül eden ve kitaplara da geçmiş bulunan merfu, mevkuf ve maktu haberlerin tamamı gayr-i mevsûktur ve hiçbiri itimada şayan değildir. Dâvûd ve Ûrîyâ’nın hanımı konusuna bağlı olarak söylenen 40 gün başını secdeden kaldırmaması, secde mahallinde başını bürüyüp örtecek tarzda otların bitmesi, günahını avucuna yazması, kurumuş arpa ekmeğini gözyaşıyla ıslattıktan sonra üzerine kül ve tuz ekerek yemesi, çöllerde dolaşması, affı için Ûrîyâ’nın kabrine gitmesi vs. gibi şeylerin de atlı esası yoktur.

Aynı zamanda iyi bir sanatkâr olan Dâvûd (a.s), demirin kendisine yumuşatılması, eski devir muharebelerinin son derece mühim bir müdafaa silahı olan zırhlar yapması dolayısıyla demircilerin “piri” sayılmıştır.

Müthiş harpçiliği sayesinde Talût cengâverlerini yıldırmış olan Calût’u öldüren Dâvûd (a.s.) hayırla yaşamış ve yine hayırla bu dünyadan göçüp gitmiştir. Dâvûd’un Calût’u öldürmesine tekaddüm eden anlarda vukuu farzedilen içi yağ dolu boynuz ve fırın, yırtıcı hayvanlarla boğuşması, sapanı, taşların dile gelip konuşması, Talût’un 200 ğulfe istemesi ve aralarında geçtiği rivayet edilen ölüm mücâdelelerine bağlı şeylerin tamamı da isrâiliyyattır ve hemen hepsi Kitab-ı Mukatides’tn aktarılmıştır.

Dâvûd (a.s.) konusunda sahih ve sağlam bilgiler sadece Kur’an ve sahih hadislerde yer alanlardır. Bu iki kaynak dışında kalanlara itibar ve itimat edilmemiştir. Pek çoğunun naklinde, kitaplara yazılması ve kürsilerden cemaatlere duyurulmasında büyük mahzurlar vardır.

Dâvûd (a.s.)’la ilgili olarak Kur’an’da ve sahih hadislerde anlatılanlar haktır. Bu konuda yapılacak en güzel şey kıssayı Kur’an’da olduğu kadarıyla sadece okumak ve işin içyüzünü Allah’a havale etmektir(175). Biz müslümanlar biliyor ve inanıyoruz ki enbiya ma’sumdur, hatadan münezzehtir.

Aksi düşünüldüğü ve farzedildiği takdirde vahdânî ve ilâhî şerîatter batıl olur. Diğer birçokları hakkında olduğu gibi kıssacıların Dâvûd (a.s.)’la ilgili olarak anlattıkları da nübüvvet makamına leke getirici cinstendir. Bu sebeple onların tamamını bir kenara almak lazımdır” (176).

Dâvûd (a.s.) hakkında anlatılan bu kıssalar tamamıyla yahûdilerin uydurmasıdır. Bazı mühtedî yahûdilerin itirafına göre bu tür şeyler Dâvûd (a.s.) hakkında bile bile uydurulmuştur. Çünkü İsa (a.s.) Dâvûd soyundandır. Hz. İsa’ya rahatça ta’n edebilmek için, onun büyük atalarından olan Hz. Dâvûd’a bunları reva görmüşlerdir(177).

(173) I. Samuel, 17/1-52; 18/1-29; 19/1-13; 22/17-18; 24/4, 9-11, 16-17.

(174) I. Somuel, 26/11-12, 16.

(175) Tefsiru İbn Kesîr, VI/53; Tefsîru’l-Kasimî, XIV/5091.

(176) el-Bahru’l-Muhit, VII/393.

(177) Bürhânüddîn el-Bikâ’l’den naklen Tefsîru’l-Kasimî. XIV/5090.