Makale

XV-XVI. ASIR OSMANLI EĞİTİM VE ÖĞRETİM FAALİYETİNE TOPLU BİR BAKIŞ

XV-XVI. ASIR OSMANLI EĞİTİM VE ÖĞRETİM FAALİYETİNE TOPLU BİR BAKIŞ

Dr. CAHİT BALTACI

Bütün İslam dünyasında olduğu gibi, Ormanlılarda da eğitim ve öğretim, umumi ölçüde medreselere dayanmaktadır. Ancak medreselerin dışında da bazı yerlerde, muhtelif seviye ve sistemlerde bu nevi’ faaliyetin yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Saray içinde şahzadelerin yetiştirilmelerine gösterilen hususi itina, mülkî, idarî ve diğer bazı elemanların yetiştirildiği Enderun Mektebi, Kapı Kulu askerlerinin yetiştirildiği Acemi Oğlanlar ve Yeni Çeri ocakları, saray dışında medreselere mahreç olan Sıbyan Mektepleri ve her sınıftan halka tarikat disiplini altında yetiştirmeyi hedef alan tekkeler bu cümledendir.

Hakkında henüz ciddi tetkikler bulunmayan bu gibi yerlerde ne ölçüde ve hangi sistemde eğitim ve öğretim yapıldığı, maalesef bugün bilgimiz dışındadır. Hanedan mensuplarının şöhretli hocalar tarafından yetiştirildikleri bilinmekte ise de(1) bu hocaların hangi seviyedeki ulema arasından seçilmiş olduğu ve şehzadeleri nasıl bir kademeden alıp hangi merhaleye çıkardıkları kesinlikle bilinmemektedir. Sarayda Babusseâde Ağası’nın bulunduğu yerin üst katında ve ağanın idaresinde olduğu ileri sürülen Şahzadegân Mektebi(2)nin ise faaliyeti açıklıkla tayin edilememektedir.

İlk defa Murad Hüdavendigar tarafından tesis edildiği, II. Murad devrinde müfredatının geliştiği(3) veya Fatih tarafından kurulduğu(4) ileri sürülen Enderun Mekteplerinin de devletin kudretini muhafazaya kabiliyetli bir kapı kulu sınıfı yetiştirmek için (5) çeşitli odalarda, muhtelif kademelerde eğitim ve öğretim faaliyeti yürüttüğü(6) ve Acemi Oğlanlar arasından seçilen talebelerin(7) buralarda 7-8 yıl tahsil gördüğü(8) ileri sürülmektedir.

(1) Fatih Mehmed’in şehzadeliğinde Halepli Siraceddin Hehmed (Mecdî, s. 188) ve Molla Gürâni (Mecdî, s. 102), II. Bayezid’in Şehzadeliğinde ve Amasya Valisi iken Hatip Kasım (Macdî s. 197), Yavuz Selim’in şahzadeliğinde Kastamonulu Halil Çelebi (Mecdî, s. 385), Kanûnî’nin şehzadeliğinde Dadaylı Hayreddin Efendi (Mecdî, s. 440), II. Selim’in şehzadeliğinde Birgili Abdullah Efendi (Atâi, s. 149). III. Murad’ın şehzadeliğinde Hoca Sadeddin Efendi (Atâi, s. 431) ve III. Mehmed’in şehzadeliğinde Meval’î Nasûh Efendi (Atâi, a. 390) şehzade hocası olmuşlardı.

(2) Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İst., 1939, I, 12.

(3) Enderun mektebinin ilkini Murâd-ı Hüdâvendigâr Edirne’de yaptırdığı sarayda iç oğlanlar’ın yetiştirilmesi için, bir bölüm olarak kurmuştur. II. Murad devrinde müfredatında bir gelişme olmuş. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Ferâiz, Şiir ve İnşa, Mûsiki, Hey’et, Hendese, Coğrafya, İlm-i Kelam, Mantık, Meânî, Bedî ve Beyan ile Hikmet dersler arasına girmiştir. (İ. Parmakasızoğlu, Enderun Mektebi, Türk Ansiklopedisi, XV, 193).

(4) H. İsmail Baykal, Enderun mektebinin Fatih tarafından kurulduğunu ileri sürerek küçük ve büyük odalarda orta seviyede, hazine ve kiler odalarında yüksek dereceye yakın bir öğretim yapıldığını, Pazar, Salı, Çarşamba, Cumartesi olmak üzere haftada dört gün tedrisatta bulunulduğunu ifade etmektedir. (Enderun Mektebi Tarihi, İst. 1953. s. 48 vd.)

(5) S. Celal Antel, Tanzimat Maarifi, Tanzimat İst. 1940, I, 442.

(6) Enderun-i Hümayun’a İç Oğlan yetişktiren yerler, Edirne’de Yeni Saray, İstanbul’da Galata, İbrahim Paşa ve İskender Çelebi saraylarıydı. Bunlardan Galatasaray’da büyük ve küçük odalar, doğancı koğuşu, seferli oda, kiler odası, hazine odası ve has oda adında odalar bulunmaktaydı. Büyük ve küçük odalarda Din Dersi, Kuran, Türkçe, Arapça ve Farsça okutulurdu. Galatasaray’da 7’şer akçe yevmiyeli beş hoca bulunmaktaydı. (İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ank. 1945, s. 304 vd.); Hadis’ten Buhari Şerif, Ulûm-i Âliye ve Âliye okutulurdu.(Tayyar-zâde Abmed Ata, Tarih, İst. 1292, I, 145).

(7) Mehmed Refik, Enderun Mektebi, Edebiyat-ı Umumiye Mec., sayı, 16, s. 277.

(8) Tarih-i Gılmani’ye göre Enderun Mektebi’nde tahsil müddeti 7-8 sene idi. (H. İsmail Baykal, aynı eser, s. 48)

(9) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Acemi Oğlan, İ A. 1/117.

(10) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları, Ank. 1942, s. 12.

(11) C. Brockelmann, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, s. 278.

(12) İhtifalci Ziya Bey, Mekteb-i Sultânî Tarihçesi, İst. 1306, s. 17.

Kapı Kulu ocaklarının en önemlilerinden olan Acemi Oğlanlar teşkilâtı, ilk defa 1362’da Pençik Kanunu ve daha sonra da Devşirme Kanunu mucibince harpte elde edilen esirlerin beşte birinin devlet hesabına ordu ve hizmet için alınması suretiyle meydana gelmiştir(9). Yeniçeri ocağına mahreç teşkil eden bu ocak, ilk defa Gelibolu’da açılmıştı(10). Daha sonra muhtelif yerlerde tesis edilen ve beş sınıfa ayrıldığı ileri sürülen(11) bu ocaklarda daha çok binicilik, atıcılık gibi askerî maharetin öğretildiği, ayrıca ulûm-i diniyye ve edebiyye okutulduğu(12), saraya girmek üzere ayrılan bir kısım Acemi Oğlanlar’ın birer Enderun Mektebi olan Edirne’de Yeni Saray, İstanbul’da Galata ve İbrahim Paşa Saraylarına alındığı(13) ileri sürülmektedir.

Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmış olan Hankâh, Tekke ve Zaviyelerin de bir bakıma eğitim ve öğretim faaliyetinde bulundukları söylenebilir.

Buralarda tarikat erkân ve adabının öğretilmesi yanında, hadiselere derûnî bir nazarla bakmak, Kur’an ve Hadis’i derûnî bir anlayışla okumak telkin edilirdi. İslam tarihinde bu anlayışla tekke ve zaviyelerde hadis okutulduğu(14), hatta tefsirler yazıldığı(15), bilinmektedir.

Çobanoğlu Fütüvvetnâmesine göre de Ahi Zaviyelerinde kendisine Muallim Âhi ve Emir denilen yetişkin Âhiler tarafından Türkçe Fütüvvetnâme, Kur’an tilaveti, Tarih ve Terceme-i Ahval, Tasavvuf, Türkçe, Arapça ve Farsça öğretildiği, edebiyat okutulduğu(16) nakledilmektedir.

Böylece bu müesseselerin de birer “halk mektebi” vazifesini yapmış oldukları(17) söylenebilir.

Talebe yetiştirmeleri bakımından medreselere mahreç olan sıbyan mektepleri de Osmanlı eğitim ve öğretiminde önemli bir yer işgal eder. İslam’ın ilk devirlerinde açılan Küttâb”lara benzeyen ve her yerleşme yeri ile büyük şehirlerin her mahallesinde açılan

sıbyan mektepleri, okuma çağına gelen 5-6 yaşlarındaki çocukların devam ettikleri yerlerdi.

Vakfiyelerde sıbyan mekteplerine “Dâru’l-ta’lîm”, “Dâru’l-İlim”, “Muallimhâne”, “Mektep”, “Mektephâne” denilmektedir.

Buralardaki tedrisat, alfabe, yazı, okuma, Kur’ân-ı Kerim ve “âmâl-i erbaa’ ” denilen dört işlemin öğretilmesinden ibaretti.

Öğretmenine “muallim”, yardımcısına “kalfa”, öğrencilere “talebe” denir ve mektebin vakfiyesinde bunların yevmiyeleri gösterilirdi. Sıbyan mektepleri köylere varıncaya kadar her yere yayılmıştı. XV-XVI. asırlar içindeki Osmanlı sıbyan mekteplerinin sayılarını katiyetle bilemiyor isek de Evliya Çelebi, XVII. asırda sadece İstanbul’da 1993 sıbyan mektebi bulunduğunu kaydeder ki bu miktara kıyasla XVI. asırda İstanbul sıbyan mekteplerinin binden aşağı olmayacağını kestirmek güç değildir, XV. ve XVI. yüzyıllarda Rumeli eyaletinin merkez sancağında 60, Anadolu eyaletinde 154, nefs-i Amasya’da 200, Erzurum’da 110 sıbyan mektebi vardı. XVI. asırda Osmanlı İmparatorluğu dâhilinde gezmiş olan bir Fransız seyyahı her köyde mektebe rastlamış ve ilk tahsilin Osmanlılarda garp memleketleriyle mukayese edilemeyecek kadar çok olduğunu hayretle görmüştü(18). Bunlara zaruretlere binâen cami ve mescitlerde yapılan ilk eğitim ve öğretim faliyetleri de ilave edilirse Osmanlılarda yaygın bir eğitim ve öğretimin tesis edilmiş olduğu anlaşılır.

(13) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Acemi Oğlan, İ.A, 1/118.

(14) Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, İst. 1959, s. 111.

(15) İsmail Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, Ank. 1968, s. 126.

(16) Nafi Kansu, Kültür Tarihimiz Bakımından Tarikatlar, Ülkü Mec. Ank. 1935, VI, 99.

(17) N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İst. 1971, s. 105.

(18) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ank. 1964, 11/575 -vd.

Osmanlı maarifi içitıde teşkilatlı, yüksek seviyede eğitim ve öğretimi gerçekleştiren müesseseler, şüphesiz medreselerdi. Sıbyan mektepleri veya o seviyede husûsî öğretim görmüş talebeler, buralara girerek muayyen hocalardan muayyen dersleri okurlar ve daha üst dereceye terakki ile en yüksek seviyedeki medreselerden mezun olurlardı. Osmanlılarda ilmiye sınıfı buradan yetişir, kadılık, müderrislik, müftîlik, cami hizmetleri, kâtiplik vs. gibi diğer bazı sahalarda istihdam edilirlerdi. XV-XVI. asırlardaki Osmanlı medreselerinin sayışını bugün için katiyetle söyleyebilmek güç olmakla beraber bizim tespit edebildiklerimizin 500’e yaklaştığını ve Osmanlılardan önce yapılmış birçok medreseler de buna ilave edildiği takdirde 700’e yaklaşacağı tahmin olunabilir.

XV-XVI. asırlar, Osmanlı medreselerinin İkbal ve fakat XVI. asrın sonları inhitat devrinin başlamasıdır. II. Murad’ın Edirne ve Bursa’da tesis ettiği medreselerle yükselmeye başlayan ve Fatih’in “Sahn-ı Semân”ı ile zirveye çıkan Osmanlı medreseleri, Kanûnî’nin Süleymaniye medreselerini tesisi ile gelişmişse de, XVI. asrın ikinci yarısında devletin diğer müesseselerinde başlayan çözülme burada da kendini göstermiş ve asrın sonuna doğru medreselerde gerileme başlamıştır.

MEDRESELERİN TASNİFİ

Daha önceki İslam medreselerinde olduğu gibi, Osmanlı medreseleri de gaye ve gördüğü hizmetler bakımından birbirinden farklılıklar gösterirler. Biz bunları iki büyük gruba ayırarak tetkiki uygun bulduk.

  1. UMÛMÎ MEDRESELER

Bunlar, İslamî İlimlerin ve İslam dünyasına dışardan giren ilimlerin muayyen nisbetlerle okutulduğu medreselerdir. Umûmî olarak kadı, müderris ve müfti yetiştirmek maksadıyla tesis edilmişlerdir. Köylere varıncaya kadar Osmanlı ülkesinin her yerinde açılmışlardır.

  1. İHTİSAS MEDRESELERİ

Yine Osmanlılardan önce olduğu gibi Osmanlılarda da umûmî medreselerin dışında ihtisas medreseleri kurulmuştur. Bunlar, ya doğrudan doğruya ihtisası gerektiren ulûm-i İslamiyeden yahut da ulûm-i dâhileden birini öğretmeyi hedef alan ve o ilmin tahsiline mahsus metotlarla öğretim faaliyetinde bulunan medreselerdir. İslam dünyasında Selçuklulardan önce bu nevi’ eğitim ve öğretim müesseselerinin daha çok mütenevvî oldukları (Abbâsîler’de Beytü’l-Hikme(19), Beytü’l-İlm (20), Dâru’l-İlm (21)ler, Fâtımîler’de Dâru’l-İlm(22) gibi) anlaşıldığı halde Osmanlılarda bunları üç grupta toplamak mümkündür:

(19) İbnu’n-Nedim, aynı eser, s. 243.

(20) Yâkut. Mu’cemu’l-U’debâ, 1/169.

(21) Kezâ, I, 242.

(22) el-Makrizî, el-Hıtât, Kahire, 1906, II, 313.

1-DÂRU’L-HADİSLER

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in söz, fiil ve takrirleri, hadis’in mevzûunu teşkil eder. Bunlar Peygamber asrından sonraki ilk devirlerde, muhtelif yerlerde ve bilhassa camilerde halkalar hâlinde okutulurlardı. Sonradan hadis ilminin ehemmiyeti sebebiyle bu halkalara ve öğretime daha sistemli bir şekil verilmek ihtiyacı duyuldu. Bu maksatla umûmî medreselerin dışında, ayrı olarak hadis medreseleri açıldı. Bununla beraber hadis ilmi, umûmî medreselerin programlarında yer aldığı gibi camiler, tekkeler ve bazı yerlerde okutulmaya devam edildi.

Osmanlılar devrinde ilk Dâru’l-Hadis, I. Murad devrinde Çandarlı Hayreddin Faşa tarafından İznik’te inşa ettirilmişti(23). Daha sonra müteaddit Dâru’l-Hadisler tesis edilmiştir.

Dâru’1-Hadisler, hususiyle hadis ilminin okutulduğu yerlerdir. Bununla beraber buralarda tefsir(24) gibi diğer İslami ilimlerin de muayyen nisbette okutulduğu anlaşılmaktadır. Dâru’l-Hadislerde hadis ilminden rivayet, dirayet, isnat, terâcim-i ahvâl ve tenkîd-i ahvâl-i rivayete dair mevzûlar okutulur ve senetleriyle beraber hadis ezberlettirilirdi. Hadis kitaplarından ise Osmanlı Dâru’l-Hadislerinde Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim(25) ve Meşârik(26) gibi kitaplarla bunların şerhleri ve Usûl-i Hadis’e âit eserler takip edilir, müderrislerine hadisle meşguliyetlerinden dolayı “Muhaddis” denirdi. Buralarda talebe olabilmek için de umûmi medreseleri ikmâl etmek(27) veya devam edilmek istenilen Dâru’l- Hadîs’e talebe olunabilecek kadar tahsil görmüş olmak gerekirdi. Kezâ burada müderris olabilmek için de hadiste ehliyet(28) ve liyâkat sahibi olmak gerekirdi. Bu yüzden Dâru’l-Hadisler, umumiyetle medreselerden yüksek telâkki edilmişlerse de ilerde görüleceği gibi Osmanlılar’da Dâru’l- Hadis’lerin de medrese sistemi içinde muhtelif seviyeleri bulundukları anlaşılmaktadır.

2-DÂRU’T-TIBLAR

Osmanlılarda ilk Dâru’ş-Şifâ, Yıldırım Bayezid tarafından Bursa’da tesis edilmiştir. Bundan sonra İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed, Edirne’de II. Bayezid, İstanbul’da Haseki Sultan, Atik Valide ve Manisa’da Valide Sultan Dâru’ş-Şifâları kurulmuştur. Süleymaniye tıp medresesinin tesisi ise Osmanlı tabâbetinde bir merhâle teşkil etmektedir. Zira o zamana kadar Dâru’ş-Şifâlar içinde yapılan tıp öğretimi, bu medrese ile müstakil bir müesseseye kavuşmuş ve Dâru’ş- Şifâ tatbikat yeri olmaya başlamıştı.

Osmanlı Dâru’t-Tıblarının teşkilâtı, diğer medreselerde olduğu gibi, İslam dünyasındaki diğer Dâru’ş-Şifâlar ve bilhassa Anadolu Selçukluları. Dâru’ş-Şifâlarının örnek alınarak tesis edildikleri anlaşılmaktadır. İslam dünyasında bu teşkilâtın ilk kurucusu, Abbasi Halifesi el-Muktedir Billah olarak bilinir(29). Tabiplik yapacakların çok sıkı bir imtihandan geçtikleri ve hattâ Hippokrat yemini diye bir yeminden sonra işe bağladıkları gibi, iş hayatlarında da muhtesiplerin sıkı kontrolüne tâbî bulundukları bilinmektedir. Osmanlılar’ da “İhtisas Ağası”, sonraları “İhtlsap Nâzırı”(30) bu vazifeyi yapmış olmalıdır,

(23) Başbakanlık Arşivi, Kocaeli Tahrir Defteri, nr, 733, 315 b; Uzunçarşılı, Çandarlı Kara Halil Paşa. Belleten. 91, s. 475 i E. Hakkı Ayverdi. Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, İst 1966, s. 319.

(24) Şehzâde Selim Vakfiyesi, Türk-İslam Eserleri Müzesi, Nr. 2185.

(25) Süleymaniye Vakfiyesi, Ank. 1962, s. 81; H. Hüsameddin, Amasya Tarihi, İst. 1329, I, 269.

(26) Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, İst. 1314, 1/319.

(27) Avram Galanti, Ankara Tarihi, İst. 1950, s. 98.

(28) H. Hüsameddin, Amasya Tarihi, İst 1329, 1/269.

Dâru’t-Tıplarda takip edilen eğitim sistemini kesinlikle bilemiyoruz. Ancak bunlarda umûmî medreselerde ve Dâru’l-Hadislerde takip edilen sistemden ayrı bir tarzın tatbik edildiği anlaşılmaktadır. Zira tabiplik daha çok tatbikatı gerektirdiği için nazariyatla tatbikatın beraber yürütüldüğü bir eğitim ve öğretim sisteminin takip edilmiş olması gerekir.

Osmanlı tıp medreselerinde daha önceki devirlere ait eserler ve şerhlerinin okutulduğu gibi, Osmanlı devri tabiplerince yazılmış eserlerin de okutulmuş oldukları anlaşılmaktadır.

İstanbul kütüphanelerinde Fâtih’in husûsî kütüphanesinden intikal eden yabancı müelliflerin tıbba dair eserleri(31) yerli müelliflerin eserleri(32) Osmanlı tıp medreselerinde istifade edilen eserler olmalıdırlar.

3-DARU’L-KURRALAR

Osmanlı eğitim ve öğretim sistemi içinde yer alan ihtisas medreselerinden biri de Dâru’L Kurrâlardır. Bunlar, Kur’an’daki kelime ve ibarelerin telaffuzu ve okunuştaki ihtilafları, nakledenlere isnat ederek bildiren “Kırâat İlmi”nin(33) tahsil edildiği yerlerdir. Osmanlılardan önce olduğu gibi; Osmanlılar’da da “Kârî”(34)ler ve umümiyetle cami görevlileri bu müesseselerden yetişirlerdi. Sıbyan mektebini bitiren veya o seviyede husûsî bir hocadan ders alan bir talebe, eğer bu müesseseler de okumak isterlerse önce aşağı seviyede bir Dâru’l-Kurrâya girer ve orada hıfzı tamamladıktan sonra yüksek seviyedeki Dâru’l-Kurrâlara devam eder, buralarda İlm-i Kırâeti(35) ve İlm-i Mahâric-i Hurûf’u(36) öğrenirdi. Yüksek seviyedeki bu Dâru’l-Kurrâları bitirenlere de kârî denirdi. Dâru’l-Kurrâ’lar, onlarda tedris edilen ilimle alâkası bakımından daha çok dimiler içinde açılmıştır. Evliya Çelebi, İstanbul Daru’l-Kurrâlarından bahsederken “evvelâ ne kadar selâtin camileri, vüzera ve gayr-ı âyân-ı kibâr camileri varsa her birisinde mutlaka birer Dâru’l-Kurrâ bulunur”(37) demektedir. Bununla, beraber Anadolu Selçukluları ve Karamanoğullan’nın “Dâru’l. Huffâz”lan gibi Osmanlıların da müstakil binalı Dâru’1-Kurrâları bulunmaktadır.

(29) Ahmed İsa Bek, Tarihu’l-Bimaristan fi’l-İslam, Şam, 1939, s. 41.

(30) M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst. 1973, II/40-41.

(31) Bu eserler için bkz. İstanbul kütüphanelerinde Fatih’in hususi kütüphanesine ve Fatih çağı müelliflerine ait eserler, İst 1953, s. 16-17.

(32) Osmanlılar’da tıbba dair ilk eser, 792/1390 da İshak b. Murad tarafından (Edviye-i Müfrede) adıyla Türkçe olarak yazılmıştır. (Osman Şevki, beş buçuk asırlık Türk tababet tarihi, İst. 1925, s. 18.) Bundan sonra 800/1397-98’de Ahmed Dâî (Kitâb-ı Tıp) ve aynı tarihlerde Ahmedî (Müntehabât-ı Şifâ) (Keza aynı eser, s. 21), tahminen 841/1437-38’de Sinop’lu Mü’min b. Mukbil (Kitâb-ı Tıp) bı (Keza, s. 23) Dâvud-ı Antakî (1541-1599). (Tezkire-i Antakî) ve Emir Çelebi (Enmuzecü’t-Tıp) (Osman Keskioğlu, Müslümanların İlim ve Medeniyete Hizmetleri, Ank. 1971, s. 34) adlı eserleri telif etmişlerdir.

(33) Ahmed b. Muhammed, İthafu Fudalâi’l-Beşer fi’l-Kırâati’l-Erbaa Aşer, Mısır, 1359, s. 5.

(34) Bu kelime okuyucu ve okuyan manasını ifade eder. Çoğulu “Kurra” ise ıstılâhı olarak 7-10 kıraat kendilerine nisbet olunan meşhur imamlar için kullanılır. (Muhammed Abdu’l-Azim ez-Zerkâni, Menâhilü’l-İrfan fi Ulûmi’l- Kur’an, Kahire, 1372, 1/449.

(35) Taşküprü-zade İsâmüddin Ahmed, Mevzûatü’l-ulûm, Türkçe terc. Kemaleddin Mehmed, İst, 1313. 1/144.

(36) Kezâ, 1/141-42.

Osmanlı Dâru’l-Kurralarında kitabı olarak Şemseddin Muhammed b. Muhammedü’l- Cezerî (v. 833/1429)’nin bizde “Cezerî” diye şöhret bulan eseri(38) İlm-i Kırâet’ten Ebû Muhammedü’ş-Şâtıbî’nin “Şâtıbî” diye şöhret bulan “Kaside-i Lâmiye”si(39) okutulurdu. Ayrıca Şâtıbî’nin talebesi Cezerî’nin ona yazdığı “Fethü’I-Vahid” adlı şerhi(40), Osmanlı Dâru’l-Kurrâlarında tedris edilirdi. Osmanlı Dâru’l-Kurrâlarının Yıldırım Bayezid devrinde, 798/1395’te Bursa’ya gelen İmam Gezer(41) vasıtasıyla Şâtıbî ve Cezerî tesirinde geliştikleri anlaşılmaktadır. XVI. asırda da Kanûni’nin emriyle Sokullu Mehmed Paşa, Mısır’da Kur’an öğretimiyle şöhret bulan Şeyh Ahmed el-Mısrî’yi İstanbul’a celbederek Eyyub Camii’nin imamlığına tayin etmiş ve bu zat 1597 tarihine kadar mezkûr camide “Teysir Tarîki” ile kıraet okutmuştur ki onun getirdiği kırâet metodu, 1591 tarihinden sonra “İslambûl Tarîki” adıyla meşhur olmaya başlamıştır(42). Ezberlettirilmek istenilen Kur’an-ı Kerim’in ve öğretilmek istenilen ilimlerin husûsiyetleri bakımından Dâru’l-Kurralarda sık sık tekrar ve tatbikata dayanan bir öğretim metodunun tatbik edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber Dâru’l-Kurrâ mezunlarının imamet ve müezzinlik gibi cami hizmeti yapacakları da göz önüne alınarak itikat ve amele müteallik yeterli ilm-i hâl bilgilerinin diğer medreselerde tatbik edilen usûlle verilmiş olmaları gerekir.

(37) Evliya Çelebi, Seyahatname, I/318.

(38) Seyahatnfime, III/449, Bu eser maharic-i hurûfa ait en önemli eserdir. (Taşküprü-zâde, aynı eser, I/141-42).

(39) Seyahatname, III, 449. Bu eser bütün Islâm dünyasında temel kitap olarak kabul edilmiştir. (Taşköprü-Zâde aynı eser, I, 497).

(40) Keza, I/499.

(41) Keza, I/502.

(42) İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in nüzûlü ve kıraati, İst. 1374, a. 249.