KARAKTER OKULU
"ÇOCUKLARINIZIN SİZE İHSAN (İYİLİK), HÜRMET VE İTAATTE ÂDİL OLMALARINI ARZU ETTİĞİNİZ GİBİ, SİZ DE ONLAR ARASINDA HEDİYEDE VE BAĞIŞLAMADA ADALETE, EŞİTLİĞE RİAYET EDİNİZ.”
1. EV VE ÇOCUK:
Türkçemizde meşhur bir söz vardır: “İnsanı insan yapan evidir.” Bu söz özellikle çocuk eğitiminde çok, ama çok anlamlıdır. Zira evde çocuğa sadece nasıl davranması ve dilenmesi gerektiği değil, karakter sahibi olması da telkin edilip öğretilir. Bandan ötürüdür ki,
ev çocuk eğitiminde “insan karakterini yapan ilk ve en önemli okuldur.” diye nitelendirilmektedir. Çünkü “Gönlün açıldığı, alışkanlıkların teşekkül ettiği, idrâkin harekete getirildiği ve karakterin iyi veya kötü yönde geliştirildiği başlıca yer evdir”.1 İnsan ilk ahlâk prensiplerini evde öğrenir. Evde aileden alınan ilk ahlak kuralları bir ömür boyu kişiyi etkiler. Evde kazanılan İlk alışkanlık ve davranışlar kolay kolay bırakılamaz. Hatta topluma idare eden iyi veya kötü ilkelerin ilk ana kaynağı evdir, dense hatalı söz söylenmiş olmaz, Çünkü “Toplumu meydana getiren fertler gençliklerin de iyi ya da kötü, nasıl yetiştiriliyorlarsa, bunların meydana getirdiği toplum da aşağı yukarı ona göre biçimlenir. Ve ona göre bir uygarlık düzeyi meydana gelir.”
Çocuk eğitimi üzerine senelerini vererek uzmanlaşan psikologların görüşlerine göre; İnsanın en çok tesir altında kaldığı ve ilk kıvamla hazır olduğu devre çocukluk devresidir. Çoçukluk devresi, İlk verilen şekilleri, sonradan yansıtan bir ayna gibidir.
Bundan ötürü toplumumuzun, gelecekte sıhhatli düşünebilen, karakterli, vatanperver insanlardan ulaşmasını arzuluyorsak çocuk eğitimine ve ona ilk formu veren aile yaşayışımıza çok dikkat göstermeliyiz. Zira bazı bilenlere göre; çocuğun eğitimi ilk nefes almaya bağladığı anda, bazılarına göre de; anne karnında teşekkül etmeye başlar. Son yıllar araştırmalarıa göre; doğumdan önceki sürede bebeğin öğrenme gücü kazanmış olduğu ve basit birtakım şartlı tepkileri öğrendiği tesbit edilmiştir. Fakat bu basamaktaki öğrenme gücünün seviyesi ve sınırı yeteri kadar bilinmemektedir.2
Öyleyse çocuk eğitiminde ve çocuğun karakterinin gelişmesinde ailenin, yani anababanın rolü inkar edilemez.
Çok meşhur bir örneği burada zikretmekte fayda görmekteyim: Olay Avrupa’da cereyan etmiştir. “Bir anne çocuğunu ne zaman terbiye etmeye bağlayacağını bir papaza sorar; o zaman çocuğu 4 yaşındadır. Papaz kadının bu sorusuna şu cevabı verir:
— Madam henüz başlamamışsanız 4 senelik bir kaybınız var demektir. Çocuğun yüzünde ilk gülümsemeyi gördüğünüz andan itibaren bu işe başlamanız gerekirdi.”
Bu cevap, çocuk eğitimine çok erken yaşta başlanması gerektiğinin önemini İfade etmekte, hatta çocuk eğitimine, çocuk dünyaya gelir gelmez başlanması gerektiğini telkin etmektedir.
Konuyu Yüce Dinimiz İslâmiyet açısından ele alırsak; dinimiz zaten çocuk eğitimine en üst seviyede değer vermiş olduğunu görürüz.
Dinimize göre; anne ve babalar çocuklarının eğitimlerini yaptırmakla yükümlü tutulmuşlardır,
Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Hak: “Ey îman edenler, kendinizi ve ailenizi, (yâni bütün âile fertlerinizi, çocuklarınızı) ateşten koruyunuz.”3 buyurmuşlardır. Bu ilahi buyruk anababaların çocuklarının terbiyesi ve yetişmeleri için çaba sarfetmelerini dile getiren kesin bir emirdir.
Peygamberimiz (s.a.v.) de: " Çocuklarınıza hoş muamelde bulunun ve onları güzel terbiye edin."4 diyor. Bir başka hadislerinde de: “Hiçbir baba çocuğa terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.” buyurmuşlardır. Bu buyruklar gösteriyor ki, dinimiz çocuk eğitimini temel ve ana mesele olarak ele almıştır. Sırası geldikçe Yüce Dinimizin bu konudaki buyruklarını ifade etmeye çalışacağız.
Evet, “Üzüm üzüme baka, baka kararır.’’ diye bir atasözümüz vardır. Çocukların da aile ocağında ilk baktıkları ve gördükleri anne ve babalarıdır. Buna göre; anne ve baba davranış ve tutumlarının çocukların karakteri üzerindeki etkileri büyük olur. Çocuk; karakterinin özünü evinden alır, okul dönemi ve hayat bu ana karakteri pek değiştiremez. Ancak birşeyler katabilir.
Yukarıda “Çocukluk devresi, ilk verilen şekilleri sonradan yansıtan bir ayna gibidir.” demiştik. Çünkü çocuğun ilk öğrendikleri hiçbir zaman akıldan çıkmaz. Çocuğumuz bunu, çeşitli olaylar karşısında yeri geldikçe “babam şöyle yapardı, annem böyle demişti” diye itiraf etmiştedir.
Öyleyse çocuğun kişiliğinin teşekkülünde, karakterinin biçimlenmesinde, anne ve babanın, yani ailenin rolünün etkileri apaçık görülüyor,
II. ANNENİN ROLÜ VE ETKİSİ:
Çocuk gördüğü her şeyi yapmak İster. Çocuk için her söz, her davranış, her kılık, her karakter, kısaca her şey bir örnek, bir modeldir. Çocuk gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren ilk gördüğü örnek annedir. Bn bakımdan çocuk terbiyesinde annenin fonksiyonu çok önemlidir.
George Herbert’e göre; ‘‘iyi bir anne yüz öğretmene bedeldir. Anne evde bütün kalbleri çeken bir mıknatıs, bütün gözlere yol gösteren bir çoban yıldızıdır.”5 Çocuk devamlı olarak annenin yaptığını yapar, Bacon bu taklitçiliği “idrakler küresine” benzetmektedir. ,
Annenin çocuk üzerindeki tesiri babanın tesirinden çok daha fazladır. Bunun en müşahhas örneği birçok istemimizi babamızdan önce annemize söylememiz, ondan ilk yardımı İstememizdir. Onun içindir ki, annenin evde çocuğuna çok iyi bir örnek olması gerekir. Zira ev, kadının daha çok hakim olduğu bir sahadır. Baba genellikle dış işlerle uğraştığından, ev içi durumlarını ve çocukların her gün neler yaptıklarını, davranışlarının hangi yönde daha çok temayül gösterdiklerini anne kadar yakından gözleyemez. Bundan ötürü annenin çocuklar üzerindeki hâkimiyeti daha müessirdir. Bu itibarla çoraklara ilk zamanlarda anne tarafından aşılanan fikirler bir fidana yapılan aşıya benzer. Bu, ilerde filiz sürerek gelişir. Ve hiçbir zaman da kurutulamaz. Çünkü anne tarafından yapılan telkinler toprağa atılan tohuma benzerler. Bu tohumlar bir süre orada kaldıktan sonra nasıl filizlenmekte ise, anne tarafından yapılan telkinler de, bir müddet sorara çocukta davranışlar, düşünceler ve alışkanlıklar halinde gelişmektedirler. Zamanla çocuklar annenin davranışına, onun sözlerine, onun hareket tarzına ve yaşayışına göre kendilerine biçim vermektedirler. Annenin alışkanlıkları, çocukların alışkanlıkları haline dönüşmekte ve annenin karakteri çocuklara geçmektedir. Bunun içindir ki, atalarımız: “Kıyısına bak bezini; anasına bak kızını al" demişlerdir. Bu atasözümüz çocuk karakterinin şekillenmesinde annenin tesirliğinin ifade eden belki de en güzel yargıdır.
Terbiyeciler; kadının, diğer bütün terbiyecilerin üstünde bir yeri olduğuna söylerler,
Hatta “Erkek insanlığın beyni, kadın ise kalbi erkek muhakemesi, kadın da cazibesi, süsü ve tesellisidir. İnsan karakterine biçim veren duyguları terbiye eden kadındır. Erkek hafızada yer aldığı halde, kadın kalbi işgal eder. Kadın erkeğin bize inandırdığı şeyi sevdirir ve yalnız onun yürüdüğü yoldan yürüyerek fazilete ulaşmamız mümkün olur”.6
Toplumun organik bir temeli olan çocuğu yetiştirirken, anne babanın dikkat etmesi gereken pek çok husus vardır. Bunların başında çocuğa şefkatli, müsamahalı davranmak gelir. Ancak çocuğu yetiştirirken, anneler özellikle onu şımartmamaya da âzami dikkat göstermelidirler, Zîrâ "Aşırı bir sevgi ve şefkat gösterilerek yürütülen bir eğitim de, hiçbir sevgi ve şefkatin bulanmadığı bir eğitim kadar zararlıdır. Şımartılan bir çocuk da, sevilmeyen, hor görülen bir çocuk gibi güçlüklerle karşılaşacaktır”;7 Onun için çocuk, ne horlanmalı, ne de aşın bir seviyede şımartılmalıdır.
Aile içinde baba, sert mizaçlı merhameti kıt, kültürü az, sarhoş ve kumarbaz olabilir. Ama anne eğer basiretli ve duygulu bir kadınsa, nisbeten babanın hatalarını, çeşitli manevralarla azaltabilir. Çocukların morallerini yükseltebilir. Çocuklar babanın verdiği kötü örnekten, kötü eziklikten kurtulabilir ve şerefli bir hayat da sürebilirler.
“Bir çocuğun ilerde iyi veya kötü ahlâklı olması tamamen anasına bağlıdır." demiş Napoleon Bonaparte. Belki bu söz ilk bakışta mübalâğalı görülebilir. Ama yapılan araştırmalarda anne rolünün etkisinin babadan fazla olduğa da bir gerçektir. “Ama ana kötü kişi oldu mu, baba ne kadar iyi ahlâklı olursa olsun, çocukların hayatta başarı kazanmaları ihtimali azdır.”8
III. BAZI ÖRNEKLER:
Bu hükmün doğruluğunu teyid eden birkaç örneği aşağıda anlatalım. Olaylar, bir ortaokulda cereyan etmiştir.
1. “Yıllarca evvel ortaokul ikinci sınıfta bir kızımız durmadan okuldan kaçıyordu. Bir gün yine çantasını bırakıp gitmişti. Babasına haber yolladım. Kızı da çantasını almaya gelince yakaladım, Başmuavinin odasına soktum. Babası bir şey sorunca tersleniyor, ben sorunca terbiyeli terbiyeli cevap veriyordu. Çantasını istedim. Uzattı. İçini karıştırmamda bir mahzur olup olmadığını sordum. Yok, dedi. Çantada büyükçe bir günlük hatıra defteri vardı, "Okuyabilir miyim?” diye sordum. ‘‘Tabiî" dedi. Sinemaya gitme, derse kalkma gibi basit günlük olaylarla doluydu bu hatıra defteri. Yalnız bir yerinde şöyle bir cümleye rastlamıştım: "Bütün insanlardan nefret ediyorum.” Bütün insanlardan nefret ettiğine göre benden de nefret ediyor musun?” diye sordum, önüne bakarak, "Estağfirullah” dedi. "Peki babandan?” diye sordum. Babasına tatlı tatlı baktı, "Onu çok severim” dedi. “Ya anneni?’’ diye devam ettim. Çocukk önündeki masaya kapanıp ağlamaya başladı. Anlaşılan annesinden hiçbir yakınlık ve şefkat görmüyordu. Anne çocukları ile hiç meşgul olmuyordu, ömrünü oyun masalarında geçiriyordu. Bu çeşit annelerin çocuklarından her türlü çarpık davranışlar beklenebilir.
2. "Bir kızımız vardı, durmadan problemler yaratıyordu. Derslerinden şikâyet ediyordu. Sık sık da okuldan kaçıyordu. Bir gün sınıftaki arkadaşları telâşla odama geldiler. Kız bir tezkere bırakarak okuldan kaçmıştı. Tezkerede “Mezarıma mimozalar bırakınız.” yazılıydı. Derhal evlerine telefon ettim. Annesi çıktı. Korkutmamağa ve telaşlandırmamaya gayret ederek olayı anlattım. Nerelere gidebilmesi ihtimali olduğunu sordum. Telefonda aldığım cevap beni çok şaşırttı. Anne çok soğukkanlı bir ifadeyle, evde misafirleri olduğunu söyleyerek babasına telefon etmemi istedi. Bu arada, ‘’Allak kahretsin, bıktım bu kızdan” dedi. Babaya telefon ettim. Baba çok ilgilendi ve telaşlandı. Çocuk bulundu, ananın şefkatsizliği, çocuğu intibaksız bir insan yapacaktır. Yıllarca sonra karşılaştım, iki çocuklu dul bir kadındı."
3. “İlk kısımda sevimli bir erkek çocuğumuz vardı. Korkunç yaramazdı, başkalarına ait eşyaları kırıyor, hatta öğretmenin çantasından bazı önemli kağıtları çalıp yırtıyordu. Bir şey dikkatimizi çekti, çocuğun azgınlığı ekseriya Cumartesi günü annesi ile evci çıkacağı günlere rastlıyordu. Annesi de şikâyet ediyordu. “Her Cumartesi almaya geliyorum. Beni beklemeden bırakıp gidiyor.” diyodu. Çocuğa niçin böyle yaptığını sordum. "Ben o kırmızı otomobile binmek istemiyorum’’ dedi. Mesele anlaşılmıştı, Dul anne her cumartesi günü çalışmakta olduğu dairenin genel müdürünün özel otomobiliyle çocuğu almaya gelmektedir. Diğer erkek çocuklar da sinsi sinsi alay etmektedirler. Belki de çocuk öyle zannetmektedir. Cumartesi günleri annesinin o otomobille almaya geleceği düşüncesi çocuğu deli etmektedir. Erkek çocukları olan dul annelerin yaşayışlarına çok dikkat etmeleri gerektir.”9
Yukarıdaki olayları örneklerle çoğaltmak mümkündür.
Görülüyor ki, çocuğun gelişmesinde annenin rolü, tutum ve davranıştan, çocuğun karakterinde ve yetişmesinde büyük tesir göstermektedir.
Dağınık bir kadın, dağınık bir erkek gibi hoşnutsuzluğa sebep olmaktadır. Çünkü böyle bir kadın, zaman kaybına, daha doğrusu zaman israfına sebep olduğu gibi, etrafındakilere önem vermediği izlenimini de uyandırabilir.
Çocuk sahibi olan kadınlar, erkek kadar, hatta erkekten daha çok basiret sâhibi olmalıdırlar.
Basiret sâhibi olmak demek, yapılacak doğru işi düşünmek ve doğru yapmak demektir. Basiretli insan; işin hangi araçla, nasıl bir düzen içinde, ne kadar zaman içinde ve hangi metotla yapılacağını hesap eder. “İnsanoğlu tecrübe ile basiret sâhibi olur ve bilgi insan basiretini artırır,”10
Onun içindir ki, Yüce Dînimiz İslam, bilgi edinmede, ilim öğrenmede erkek kadar kadını da yükümlü tutmuştur. Dînimiz bilgili anne olmayı ister.
Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah Peygamberimiz’e hitaben; "De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”11 buyurmuştur.
Bir başka ayette de: “Allah içinizden iman edenlerle, ilme ehil olanların derecelerini yükseltir.”12 buyurulur. Bu ayetler inanan herkese hitaptır. Sadece erkekler muhatap alınmamış, kadının da bilgili ve ilim sahibi olması teklif edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); “İlİm öğrenmek erkek ve kadına farzdır." buyurmuşlardır.
Bilgili, görgülü ve kültürlü anne; çocuğunu yetiştirirken kendine, ailesine, milletine ve hattâ bütün insanlığa faydalı bir eleman olabilmesi yönünde telkinatta bulunmalı, onun mânevi yönünü ihmal etmemelidir. Sadece maddi taltif ve telkinler, çocuğun kişiliğinin gelişmesinde yeterli değildir. Anne çocuğuna, onun mânâ dünyasını geliştirmek bakımından da faydalı olmalıdır.
Anne, çocuğuna daha küçük yaşlarda iken sevgi, saygı, şefkat, bağışlama, din, ahlâk ve yurt sevgisi gibi mânevi kavramları da seviyesine göre yavaş yavaş vermeye çalışmalıdır. Tabiatıyla bunları verebilecek annenin de eğitim görmüş olması şarttır. Kadın için eğitim, kendisi kadar, ileride yetiştireceği yavrusu için de gereklidir.
Şüphesiz kangal dikeninden tatlı meyveler beklenilmeyeceği gibi, eğitim görmemiş annelerin yetiştirecekleri çocuklardan da ideal vazifeler beklemek fazlaca iyimserlik olur. Dikkat edilirse eğitim görmemiş dedik. Zira, eğitim öğretimden farklı bir kavramdır. Eğitimde bilgi aktarmasından daha önemli olan fonksiyon, bir kimse veya bir şeyi, üzerinde işleyerek güdülen amaca göre geliştirmek, yâni terbiye etmektir.
Bugün bâzı gençlerimizin şu ya da bu nedenlerle hemen sokağa dökülüverdiğini görüyoruz. Nizama, kanunlara ve mânevi değerlerimize saldırdıklarını görerek, üzüntü duyuyoruz.
Bugün zaman zaman gazetelerde bir çocuğun, bir genç kızın evini terketttğini okuyoruz, işitiyoruz. Çok az da olsa bâzı gençlerimizin, kızlarımızın evinden kaçarak, eğlence âlemlerinde yakalandığını duyuyoruz.
Bu ve benzer olaylar günbegün artmaktadır ki çok kimseyi de büyük üzüntülere garketmektedir.
Bu olaylar toplumumuz için bir sosyal yaradır. Teşhiş ve tedavisi için çareler düşünülmeli ve aranmalıdır. Bu arayışta tabandan tavana kadar her sorumlu katkıda bulunmalı, nemelâzım diyerek kulaklarım acı olaylara tıkamamalıdır. Çünkü bâzı uzmanlara güre bugünün ailesi sosyo ekonomik zorlukların etkisiyle parçalanmıştır. Şöyle ki:
Genellikle anne-baba, sabah oldu mu işyerlerine dağılmakta, akşam 19.00-20.00 raddelerine kadar ila evin çatısı altından uzak kalmaktadırlar. Eğer evde küçük çocuklar varsa ya bâzı oyuncaklarla başbaşa bırakılıp bir odaya hapsedilmekte veya maddi gücü yetiyorsa bir bakıcıya veya anaokullarına bırakılmaktadır. Ancak anaokullarına verilen çocuklar nisbeten kontrol altında ise de, hiçbir zaman anne kucağı havasını teneffüs edememektedirler.
Akşam işyerinden yorgun argın eve dönen anne çocuklarıyla ne oranda ilgilenebilmektedir? Bu şartlar altında kadınlar çalışmasın mı? Çalışmasın diye bir iddiamız yok. Çağın, şartları topyekün çalışmayı gerektirmektedir. Ancak çalışan annelerin
çocuklarıyla günün belli saatlerinde kısa süreli de olsa meşgul olabilmesi isin tedbirler düşünülebilir. Kurumlar bunu pekâlâ organize edebilirler. Çalışan anneler evlerine döndüğünde; çocuklarını şefkat, muhabbet, güleryüz, boş tavır ve tatlı sözlerle bağrına basıp onlarla birazcık oyalanıyorsa, çocuklarının günlük özlemini gidermeye çalışabiliyorlarsa tursa, günün yorgunluğuna hissettirmiyorsa en güzel annelik görevini yapmış ve yavrularını mutlu etmiştir. Eğer anne eve geldiğinde oflayarak, puflayarak, yorgun ve asık bir yüzle çocuklarının karsısına çıkıyorsa, hiç kuskusuz o, büyük bir özlemle bekleyen yavrularının kargısında küçülmüş ve ileride çocuklarının kendisine karşı saygısız davranışlarda bulunması için ilk tohumları da atmış sayılır.
0, çocuklarının hayâl dünyasında ilahi bir sevgiye bürünmüşken zamanla; “hiç gelmese daha iyi olacak" yargısına çocuklarını yavaş yavaş sürüklemiş olur. Çocuk, şuur ve fizyolojik bakımdan günlendikçe anneye karşı apaçık bir soğukluk duymaya başlar. Bu kanaatimiz babalar için de hemen aynıdır. Bundan ötürüdür ki, Yüce Dînimiz İslâm, aile münâsebetlerine büyük ehemmiyet vermiş ve mesuliyet yüklemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde bunu çok veciz bir şekilde belirterek; ‘‘Hepiniz çoban, yâna muhafızsınız. Hepiniz de emriniz altında bulunanların hukukundan sorumlusunuz.” buyurmuşlardır.
Bir eğitimci, ana-babalara şu hususlara çok dikkat etmelerini tavsiye ediyor. Yararlı olduğu İçin yazıyorum:
1. Çocuğuna gerçekten sev,
2. Onun karşısında sabırlı ol,
8. Onu anlayışla eğit,
4. Ona hayatı boyunca yaşantısını bir düzen içinde yürütmesini öğütle,
5. Ona iyi bir örnek ol,
6. Hayatın çeşitli problemlerine göğüs germesini de öğret.
IV. DAVRANIŞLAR NASIL OLMALIDIR?
Anadolumuzda "Çocuk büyütmek, iğneyle kuyu kazmak gibidir” diye bir söz vardır. Bu söz çocuk büyütmenin öyle pek kolay bir şey olmadığını dile getirmekte, hem de çocuğa karakter kazandırırken zamanın ve sabrın önemini belirtmektedir. Onun için anne ve babalar öncelikle ve daimî surette ne oranda iyi bir anne ve baba olduklarının değerlendirmesini ve muhasebesini yapmak zorunluluğunu duymalıdırlar, Çocuklarına karşı lakayt, sorumsuzca davranınmamalıdırlar. Ayrıca çocuğun o parlak hafızasını sağlıklı, tutarlı düşüncelerle bir nakış işler gibi örmeye, ona sağlam bir kişilik kazandırmaya çalışmalıdırlar. Bunun içim de aşağıda sıralayacağımız prensipleri anne ve babalar bilmeli ve davranışlarını ona göre ayarlamalıdırlar.
Bu prensipler bir eğitimcinin tesbitlerine göre özetle şöyledir;
1. Şuurlu anne babanın çocuklarla teması gerçeğe, mantığa ve sağduyuya dayanmalıdır.
2. İyi ana baba kendini çocuğun yerine koyarak düşünmelidir.
3. Ana baba çocuğun sorduğu sorulara doğru cevap vermelidir.
4. Ana baba çocuklarının karşısında heyecanlı tepkilerde itidalli davranmalıdır.
5. İyi ana baba çocuğa bir bütün olarak ele alır, sadece bir yönüyle ilgilenmez.
6. Ana baba çocuklarının zevkini tanımalı, onların faaliyetlerinde ilgi göstermelidir.
7. İyi ana-babalar çocuklarının fizik ve ruhi gelişmeleriyle ilgilenmelidir.
8. Ana baba belirli bir disipline ve itidalli bir kontrole sahiptir.
9. Şuurlu ana babanın disiplin anlayışı ihtilafsızdır ve devamlıdır,
10. Şuurlu ana baba olaylar karsısında cesur ve soğukkanlıdır. Evlerinin atmosferinde şüphe ve tereddüde müsaade etmez.
11. İyi ana babalar çocuklarının yapamayacağı, erişemeyeceği hedefleri çocukların önlerine koymaz, (Bu hıısusa gerçekten dikkat etmek gerekir. Bir anne ve baba, “Ben sen yaşta iken şöyle idim, şunu yaptım, şunda muvaffak oldum” diyerek çocuğun gücü, kabiliyeti üstünde tazyiki telkinatta ısrar ederse, o aile, çocuğu bedbaht eder. Ona, İyilik ve mutluluk yerine dert ve macera getirir. Bu yüzden evden kaçma olayları pek çok olmaktadır.
12. İyi ana baba daimi sûrette çocuklarına iyi olduklarını telkin eder. Hatalarını hep bu çerçeve içinde düzeltmeye çalışır.13
Bunlardan başka, çocuğun başarılı ya da başarısız olmasına etki eden bâzı faktörler daha vardır ki, ana babalar bunlara da azami dikkat göstermelidirler. Bunlar:
a) İyi ana baba çocukları arasında eşit muamelede bulunmalı,
b) Çocukların birbirlerine karşı kıskançlık beslemelerine zemin hazırlanmamalıdır. Birini severken diğerini üstün tutmamalıdır, Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde; ‘’Çocuklarınızın size ihsan (iyilik), hürmet ve itâatte âdil olmalarını arzu ettiğiniz gibi, siz de onlar arasında hediyede ve bağışlamada adâlete, eşitliğe riayet ediniz.14 buyurmuşlardır.
Yine Peygamberimiz bir başka hadislerinde; "Allah’tan korkunuz da çocuklarınız arasında adalet ediniz. (Haksızlık etmeyiniz, birini kayırıp diğerini mahrum bırakmayınız)." buyurmuşlardır15.
c) Okul öncesi veya okul içinde bazı başarısızlıklarını gördüğümüz zaman tepki ve tavrımız her zamankinden değişik olmamalıdır.
Bu durumlarda çocuğun limitsizliğe, kötümserliğe, cesaretini kaybetmesine neden olacak söz ve davranışlardan titizlikle sakınmalıyız. Bu konuda Peygamberimizin; "Allah o babaya merhamet buyursun ki, evlâdına hayır işlerinde yardım eder" sözünü unutmamalıyız.
Unutulmamalıdır ki, çocuğun ulaşabileceği bir seviye vardır. Kafasının enerjisi, ruhunun gücü onu oraya kadar çıkarabilecektir. Daha yukarı bir yüksekliğe tırmanmasını ısrarla istememiz onun düşmesinden başka bir şeye yaramaz. Herkesin kendi becerebildiği kadarını yapması başarıların en arzu edilenidir.
Knr’an-ı Kerîm’de; “Allah, kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler, kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir.16 buyurulmakla bir insana yapanmayacağından fazlasını teklif etmenin faydalı olmayacağı bildirilmektedir.
Öyleyse, kabiliyeti, gücü ve imkanları zorlayarak, illa ki şu işte, şu bölümde, yüksel ve oku diye yapılacak tazyikler çocuk başarısında faydalı olmamaktadır.
Çoğa zaman yapılan zorlamalar çocuğu isyana sürüklemekte, hatta evi terk olaylarına da neden olmaktadır.
V. ÖYLEYSE NE YAPMALI
Çocuklarımın yetiştirirken, ona kendi örf ve âdetlerimize, milli değerlerimize sahip çıkacak, sağlam iradeli, şuurlu kişiler olarak eğitmeliyiz. Bir insanın dış görünüşünün onun medeni olmasına yetmeyeceğini, hele taklitçiliğin hiçbir sekilde medenilik sayılmayacağını özellikle telkin etmeliyiz, Çünkü sağımızda insanların çoğu maskeli bulunmaktadır. Çeşitli ilişkiler neticesi maske düşünce gerçek yüzler meydana çıkmaktadır.
Medeni insan, sudan bahanelerle anaya babaya, yasaya töreye başkaldıran değil, âmirlere, yasaklara, kanunlara riayet eden, yaşadığı toplumda kendine ait vazifeleri bilen ve bildiklerini isteyerek ve severek yapan ve bir sorumluluk içinde, bulunduğunu müdrik olan kişidir.
Çünkü bir milletin kuvvetli ve zayıf oluşu, mutlu ve bedbaht olması, yarınının teminatı olan çocuklarının yetişmesine, tutum ve davranışlarıma ne ölçüde vatanperver oluşlarına bağlıdır.
Acaba bugünkü gençlik Türkiyemizi ideal seviyeye yüceltebilecek, manen kalkındırabilecek şuura ermiş midir? Bu soruya olumlu cevap vermek oldukça güçtür. Olaylar apaçık henüz ortada iken ve çalkantı tam duruluğa kavuşmamış iken müsbet yönde yargıda bulunmak en azından çok iyimserce düşüncedir.
Eğer İstiklal Savaşı zamanlarında esen “Kuvay-ı Milliye” ruhu zedelenmeden, parçalanmadan devam etseydi, dün yapılması gerekenler bugüne bırakılmasaydı, belki bugünkü problemlerin çoğu büyük dertler olarak karşımızda bulunmazdı.
Ülkemizi; özellikle eğitim müesseselerimizi birtakım çarpık düşüncelerin ürünü olan görüşlerden arındırmak istiyorsak, özellikle görüşleri aynı potada eritebilecek, şekli, yönü, hedefi belli bir milli görüş tesbit etmeliyiz. Taklitçilikten, aşağılık duygularından kurtulmalıyız. Hiçbir noktada taviz vermeden, tarihi büyüklüğümüze uygun milli ve İslami bir terbiye plânıyla ortaya çıkmalıyız. Bu plânı da kusursuz olarak uygulamalıyız.
Ancak terbiye deyince sadece okulları hatırlamamalıyız. Bir bütünlük içinde evden üniversiteye kadar her yönde faaliyet göstermeliyiz. Topyekün kalkınmada, topyekün çalışma ve faydalı olmayı hedef almalıyız.
Eğer okulun vermek istediğini, aileler; ailenin yaptığını sokak, sinema ve çocuğun ilişki kurduğu çevre ve arkadaşları bozarsa; büyük ümitlerle hayata atılan idealist gençler çevrelerinde yıllarca kötü örnekler görürlerse zamanla, idealleri sanılarak kötümserlik psikozuna düşmeleri de mümkündür.
Senelerin ikmali neticesi kronik bir hal almış olan kötümser havayı arındırmak için, en büyük devlet adamından en küçük memura kadar şuurlu olarak elbirliğiyle çalışmak artık zorunlu hale gelmiştir.
Topyekün çalışmalarımızda ana prensip, bütün fenalıklarla aralıksız mücadele etmek olmalıdır. Bunun için de:
1 — Nobsanlarımız, beğenilmeyen yönlerimiz gerçekçi bir araştırma ile tesbit edilmelidir,
2 — Tesbit edilen problemlere çözüm imkânları getirilirken mutlaka milli bünyemize uygun bir yol izlenmelidir,
3 — Tedbirler uygulanırken, kanunlar, direktifler, yönetmelikler, ayrıcalık gözetmeksizin tatbik edilmelidir, .
4 — Kanunların tatbikinde hoşgörünün istismarına asla müsaade edilmemelidir,
5 — Gençlerimize, çocuklarımıza realist yetişmeleri yönünde telkinatta bulunmalıyız. Bu meyanda büyük insanların örnek yaşayışlarının gençler üzerindeki terbiyevî tesirinide, göz önünde tutarak onların başarılarının sırrını izaha çalışmalıyız,
6 — Çocuklarımıza batının modasını, taşkınlıklarını, müziğini taklit etmesini değil, yurdumuz gerçeklerine uygun teknik ilerleyiş metodlarını benimsetmetmeliyiz.
7 — Çocuklarımızı konuşma adabında, giyim kuşamda, diğer görglü kurallarında milli şahsiyetimizi yansıtacak biçimde eğitmeliyiz,
8 — Milli bütünleşmenin temeli, karşılıklı anlayış, insanca ve islamca yaşayıştır. Onun için evde, okulda ve iş başında bu ruhu sağlayıcı ülkü birliğini geliştirmeliyiz,
9 — Aile içinden okula, büroya ve tezgâh başına kadar her muhitte bir arada yaşadığımız insanların elemiyle, sevinciyle ilgilenmek ve birbirimize kargı birtakım görevlerimizin bulunduğunu anlatmalıyız,
10 — Çeşitli kitle haberleşme araçlarından yararlanarak özellikle çocuk terbiyesi hakkındaki aydınlatıcı programlara ağırlık verilmelidir,
11 — Aynı araçlardan yararlanarak yetişkinler seviyesinde iş ve ticaret ahlâkı ile ilgili olarak programlar hazırlanmalıdır,
12 — Kurumlar, insan karakterini geliştirici, sorumluluk duygularım artırıcı iş başı ve hizmet içi eğitim faaliyetlerine hız vermelidir,
13 — Mânevi kalkınmada en büyük rolü alması gereken okulları gerekli ve ihtiyaca göre geliştirmek, ayrıca Diyanet İşleri Teşkilâtından âzamî yararlanma yollarını aramak ve her teşkilâtı kanunî görevine denk dinamik bir vaziyette tutmak ilk akla gelen tedbirleridir.
Yukarıda ana batları ile tarif etmeye çalıştığımız görüşleri daha da çoğaltmak elbette mümkündür.
NETİCE OLARAK:
Ancak şunu unutmamalıyız ki, bir milletin kuvvetli veya zayıf oluşu, mutluluğu, bahtsızlığı öncelikle ahlâka, dine, gelenek ve göreneklerimize, kısaca mânevi değerlere, milli kültüre verdikleri, önemle belli olur.
Bir memleketteki fertler duygusuz ve şuursuzca yaşamaya gönül vermişlerse, fertler yalnız kanun ve zor kuvvetiyle vazifelerini yapıyorlarsa o toplum çürüktür. Ergeç çökmeye mahkûmdur.
“Eğer bir memlekette fertler saadetlerini ve iç huzurlarını midelerinden ziyâde ruhlarında ararlarsa, eğer insanlar maddi menfaatten ziyade manevi değerlere ehemmiyet verirlerse ve eğer fertler bir arada yaşadıkları insanların elemiyle ve saadetiyle candan ilgilenirlerse o millet topyekün kuvvetli ve mesut sayılır.17
Evet, kuvvetli ve mutlu bir insan, huzurla ve mutlu bir toplum olabilmek için her şeyden evvel karakteri düzgün insanlar yetiştirmek zorunludur. Bunun için de “Karakter eğitimine” önem verilmelidir.
Çünkü karakter; çok üstün bir İnsani değer, iyi niyet ve saygı zenginliğidir. Bir düşünür, "Karaktere yatırım yapanlar gerçi dünya nimetine kavuşmuş olmayabilirler. Ama haklı olarak itibar ve ün kazanmış olacaklardır. Bu iyi karakter sahibi olmanın mükafatıdır.’18 diyor.
Gerçekten hayatta çalışmanın, faziletin ve iyilik yapmanın en yüksek meziyetlerden olduğu gerçeğini herhalde kimse inkar edemez.
Büyük milletler, toplumunu şuuru olan yüce karakterli, üstün meziyetli, faziletli insanları yetiştirebilen milletlerdir. Milletimiz bu yönüyle târihte eşine rastlanmayacak kadar üstün değerlere sahiptir.
Onun içindir ki, zararlı unsurlar, yıkıcı ve bölücülerin emrine girmiş bulunanlar bütün desiseleri ile her türlü kılığa girerek öncelikle milletimizin öz değeri olan Türk - islam karakterini bozmayı, yıkmayı hedef almışlardır.
Onun içindir ki, evden okula, okuldan hayata, atılmış her seviyedeki sorumlu, karakterin önemine lakayt kalmamalıdır. Evde ana kucağında verilmeye başlanan karakter eğitimi, sokakta, okulda bâzı çarpık düşüncelerle zedelenmemeli, buna fırsat ve zemin hazırlanmamalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda çok hassas davranmalıdır. Eğitimde ev okul çatışması ülkemiz için hayırlı olamaz. Olmadığı yakın tarihimizde geçen acı örneklerle sabittir.
Birçok okumuş! gencin evine dönünce anne ve babasını beğenmez olduğu hattâ çevresiyle daha geniş anlamda, toplumuyla bir türlü kaynaşamadığı görülmüştür. Bu yadırgama ve zıtlaşma çocuğa anneden ve babadan geçmemiştir. Yetiştiği yerden şartlandırılmıştır. Bu hükme nereden vardınız diye bir soru sorulabilir.
Senelerce ve çeşitli okullarda öğretmenlik ve idareci olarak çalıştığımız zamanlar çok acı örnekler gördük, duyduk, duymaktayız. Din ve Ahlak dersleri için, “Çocukların kafası çağdışı düşüncelerle bozulacak” diye hayıflanan aydın eğiticileri (!) gördük, duyduk da onun için Millî Eğitim Bakanlığı hassas davranmalıdır, diyoruz.
Manevi değerlerin luzumsuzluğuna inananlar ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, şu bir gerçektir ki, Türk Milletinin dünya târihindeki ölümsüz vasfı, karakterli millet oluşu, mânevi değerlere saygılı davranması ve yürekten bağlanmasındandır.
Bn özelliğimizi yitirmemek, süfli olmamak için canla başla çalışmalıyız. Artık kendimize dönmeliyiz.
(1)Samuel Smiles, Karakter, Çev. Mustafa Ertem, ah. 37.
(2)Türk Ansiklopedisi. C. 12, s. 90.
(3)et-Tahrim: 6.
(4)Seçme hadisler, 3. kitap, s. 80,
(5) Samuel Smiles, Karakter, Çev. Mustafa Ertem. s. 30.
(6) Samuel Smiles, Karakter, s. 31.
(7) Alfred Adler, İnsan Tabiatını Tanıma, Çer. Dr. Ayda Yürükan, s. 42.
(8) Samuel Smiles, Karakter, s. 34
(9) Eğitim Amaçları, Çocuklarımız ve Biz, Cezmi Tahir Berktin, s. 93-94,
(10) Samuel Smiles, Karakter, s. 4.
(11) ez-Zümer: 9.
(12) el-Mücadele: 14.
(13) Eğitim Amaçları, Çocuklarımız ve Biz, Cezmi Tahir Berktin, s. 74-75.
(14)Ali Himmet Berki, 250 Hadis Tercüme ve, İzah, s, 46, Ankara 1974.
(15) Ömer Feyzi Mardin, Hadis-i şerifler, s. 495, İstanbul • 1951,
(16) el-Bakara: 288.
(17) Dr. H. Fikret Kanad, Terbiye Sosyolojisi s. IX, Ankara – I958.
(18) Karakter, s. 10.