Makale

KARAKTER OKULU

KARAKTER OKULU

Kemalettin ERDİL
Organizasyon ve Metot Müşaviri

"ÇOCUKLARINIZIN SİZE İHSAN (İYİLİK), HÜRMET VE İTAATTE ÂDİL OLMALARINI ARZU ETTİĞİNİZ GİBİ, SİZ DE ONLAR ARASINDA HEDİYEDE VE BAĞIŞLAMADA ADALETE, EŞİTLİĞE RİAYET EDİNİZ.”

1. EV VE ÇOCUK:

Türkçemizde meşhur bir söz vardır: “İn­sanı insan yapan evi­dir.” Bu söz özellikle çocuk eğiti­minde çok, ama çok anlamlıdır. Zira evde çocuğa sadece nasıl davranması ve dilenme­si gerektiği değil, karakter sahibi olması da telkin edilip öğretilir. Bandan ötürüdür ki,

ev çocuk eğitiminde “insan karakterini yapan ilk ve en önemli okuldur.” diye nitelen­dirilmektedir. Çünkü “Gönlün açıldığı, alışkanlıkların teşek­kül ettiği, idrâkin harekete getirildiği ve karakterin iyi veya kötü yönde geliştirildiği başlıca yer evdir”.1 İnsan ilk ahlâk prensiplerini evde öğrenir. Evde aileden alınan ilk ahlak kuralları bir ömür boyu kişiyi etkiler. Evde kazanılan İlk alışkanlık ve dav­ranışlar kolay kolay bırakılamaz. Hatta topluma idare eden iyi veya kötü ilkelerin ilk ana kay­nağı evdir, dense hatalı söz söy­lenmiş olmaz, Çünkü “Toplumu meydana getiren fertler gençlik­lerin de iyi ya da kötü, nasıl ye­tiştiriliyorlarsa, bunların meyda­na getirdiği toplum da aşağı yu­karı ona göre biçimlenir. Ve ona göre bir uygarlık düzeyi meyda­na gelir.”

Çocuk eğitimi üzerine senelerini vererek uzmanlaşan psi­kologların görüşlerine göre; İnsanın en çok tesir altında kaldığı ve ilk kıvamla hazır olduğu dev­re çocukluk devresidir. Çoçukluk devresi, İlk verilen şekilleri, son­radan yansıtan bir ayna gibidir.

Bundan ötürü toplumumuzun, gelecekte sıhhatli düşünebilen, ka­rakterli, vatanperver insanlardan ulaşmasını arzuluyorsak çocuk eğitimine ve ona ilk formu veren aile yaşayışımıza çok dikkat göstermeliyiz. Zira bazı bilenle­re göre; çocuğun eğitimi ilk nefes almaya bağladığı anda, bazılarına göre de; anne karnında teşekkül etmeye başlar. Son yıl­lar araştırmalarıa göre; doğum­dan önceki sürede bebeğin öğren­me gücü kazanmış olduğu ve ba­sit birtakım şartlı tepkileri öğ­rendiği tesbit edilmiştir. Fakat bu basamaktaki öğrenme gücünün seviyesi ve sınırı yeteri kadar bi­linmemektedir.2

Öyleyse çocuk eğitiminde ve çocuğun karakterinin gelişmesin­de ailenin, yani anababanın rolü inkar edilemez.

Çok meşhur bir örneği bura­da zikretmekte fayda görmekte­yim: Olay Avrupa’da cereyan et­miştir. “Bir anne çocuğunu ne zaman terbiye etmeye bağlaya­cağını bir papaza sorar; o zaman çocuğu 4 yaşındadır. Papaz ka­dının bu sorusuna şu cevabı ve­rir:

— Madam henüz başlama­mışsanız 4 senelik bir kaybınız var demektir. Çocuğun yüzünde ilk gülümsemeyi gördüğünüz an­dan itibaren bu işe başlamanız gerekirdi.”

Bu cevap, çocuk eğitimine çok erken yaşta başlanması ge­rektiğinin önemini İfade etmekte, hatta çocuk eğitimine, çocuk dünyaya gelir gelmez başlanması gerektiğini telkin etmektedir.

Konuyu Yüce Dinimiz İslâmi­yet açısından ele alırsak; dinimiz zaten çocuk eğitimine en üst seviyede değer vermiş olduğunu gö­rürüz.

Dinimize göre; anne ve ba­balar çocuklarının eğitimlerini yaptırmakla yükümlü tutulmuşlardır,

Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Hak: “Ey îman edenler, kendi­nizi ve ailenizi, (yâni bütün âile fertlerinizi, çocuklarınızı) ateşten koruyunuz.”3 buyurmuşlardır. Bu ilahi buyruk anababaların çocuk­larının terbiyesi ve yetişmeleri için çaba sarfetmelerini dile geti­ren kesin bir emirdir.

Peygamberimiz (s.a.v.) de: " Çocuklarınıza hoş muamelde bulunun ve onları güzel terbiye edin."4 diyor. Bir başka hadisle­rinde de: “Hiçbir baba çocuğa terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz. buyurmuşlardır. Bu buyruklar gösteriyor ki, dini­miz çocuk eğitimini temel ve ana mesele olarak ele almıştır. Sırası geldikçe Yüce Dinimizin bu konudaki buyruklarını ifade etmeye çalışacağız.

Evet, “Üzüm üzüme baka, ba­ka kararır.’’ diye bir atasözümüz vardır. Çocukların da aile ocağın­da ilk baktıkları ve gördükleri anne ve babalarıdır. Buna göre; anne ve baba davranış ve tutum­larının çocukların karakteri üze­rindeki etkileri büyük olur. Ço­cuk; karakterinin özünü evinden alır, okul dönemi ve hayat bu ana karakteri pek değiştiremez. Ancak birşeyler katabilir.

Yukarıda “Çocukluk devresi, ilk verilen şekilleri sonradan yan­sıtan bir ayna gibidir.” demiştik. Çünkü çocuğun ilk öğrendikleri hiçbir zaman akıldan çıkmaz. Ço­cuğumuz bunu, çeşitli olaylar kar­şısında yeri geldikçe “babam şöy­le yapardı, annem böyle demişti” diye itiraf etmiştedir.

Öyleyse çocuğun kişiliğinin teşekkülünde, karakterinin biçim­lenmesinde, anne ve babanın, yani ailenin rolünün etkileri apaçık görülüyor,

II. ANNENİN ROLÜ VE ETKİSİ:

Çocuk gördüğü her şeyi yap­mak İster. Çocuk için her söz, her davranış, her kılık, her ka­rakter, kısaca her şey bir örnek, bir modeldir. Çocuk gözlerini dün­yaya açtığı andan itibaren ilk gördüğü örnek annedir. Bn ba­kımdan çocuk terbiyesinde anne­nin fonksiyonu çok önemlidir.

George Herbert’e göre; ‘‘iyi bir anne yüz öğretmene bedeldir. Anne evde bütün kalbleri çeken bir mıknatıs, bütün gözlere yol gösteren bir çoban yıldızıdır.”5 Çocuk devamlı olarak annenin yaptığını yapar, Bacon bu taklit­çiliği “idrakler küresine” benzet­mektedir. ,

Annenin çocuk üzerindeki te­siri babanın tesirinden çok daha fazladır. Bunun en müşahhas ör­neği birçok istemimizi babamız­dan önce annemize söylememiz, ondan ilk yardımı İstememizdir. Onun içindir ki, annenin evde çocuğuna çok iyi bir örnek olması gerekir. Zira ev, kadının daha çok hakim olduğu bir sahadır. Baba genellikle dış işlerle uğraş­tığından, ev içi durumlarını ve çocukların her gün neler yaptık­larını, davranışlarının hangi yön­de daha çok temayül gösterdik­lerini anne kadar yakından göz­leyemez. Bundan ötürü annenin çocuklar üzerindeki hâkimiyeti daha müessirdir. Bu itibarla ço­raklara ilk zamanlarda anne ta­rafından aşılanan fikirler bir fi­dana yapılan aşıya benzer. Bu, ilerde filiz sürerek gelişir. Ve hiçbir zaman da kurutulamaz. Çünkü anne tarafından yapılan telkinler toprağa atılan tohuma benzerler. Bu tohumlar bir süre orada kaldıktan sonra nasıl filizlenmekte ise, anne tarafından yapılan telkinler de, bir müddet sorara çocukta davranışlar, düşün­celer ve alışkanlıklar halinde gelişmektedirler. Zamanla çocuklar annenin davranışına, onun sözle­rine, onun hareket tarzına ve ya­şayışına göre kendilerine biçim vermektedirler. Annenin alışkan­lıkları, çocukların alışkanlıkları haline dönüşmekte ve annenin ka­rakteri çocuklara geçmektedir. Bunun içindir ki, atalarımız: “Kıyısına bak bezini; anasına bak kızını al" demişlerdir. Bu atasö­zümüz çocuk karakterinin şekil­lenmesinde annenin tesirliğinin ifade eden belki de en güzel yar­gıdır.

Terbiyeciler; kadının, diğer bütün terbiyecilerin üstünde bir yeri olduğuna söylerler,

Hatta “Erkek insanlığın beyni, kadın ise kalbi erkek muhakemesi, ka­dın da cazibesi, süsü ve teselli­sidir. İnsan karakterine biçim veren duyguları terbiye eden ka­dındır. Erkek hafızada yer aldığı halde, kadın kalbi işgal eder. Ka­dın erkeğin bize inandırdığı şe­yi sevdirir ve yalnız onun yürü­düğü yoldan yürüyerek fazilete ulaşmamız mümkün olur”.6

Toplumun organik bir temeli olan çocuğu yetiştirirken, anne babanın dikkat etmesi gereken pek çok husus vardır. Bunların başında çocuğa şefkatli, müsamahalı davranmak gelir. Ancak ço­cuğu yetiştirirken, anneler özel­likle onu şımartmamaya da âza­mi dikkat göstermelidirler, Zîrâ "Aşırı bir sevgi ve şefkat göste­rilerek yürütülen bir eğitim de, hiçbir sevgi ve şefkatin bulanma­dığı bir eğitim kadar zararlıdır. Şımartılan bir çocuk da, sevil­meyen, hor görülen bir çocuk gi­bi güçlüklerle karşılaşacaktır”;7 Onun için çocuk, ne horlanmalı, ne de aşın bir seviyede şımartılmalıdır.

Aile içinde baba, sert mizaçlı merhameti kıt, kültürü az, sar­hoş ve kumarbaz olabilir. Ama anne eğer basiretli ve duygulu bir kadınsa, nisbeten babanın ha­talarını, çeşitli manevralarla azaltabilir. Çocukların morallerini yükseltebilir. Çocuklar babanın verdiği kötü örnekten, kötü ezik­likten kurtulabilir ve şerefli bir hayat da sürebilirler.

“Bir çocuğun ilerde iyi veya kötü ahlâklı olması tamamen anasına bağlıdır." demiş Napoleon Bonaparte. Belki bu söz ilk ba­kışta mübalâğalı görülebilir. Ama yapılan araştırmalarda anne ro­lünün etkisinin babadan fazla ol­duğa da bir gerçektir. “Ama ana kötü kişi oldu mu, baba ne kadar iyi ahlâklı olursa olsun, çocukla­rın hayatta başarı kazanmaları ihtimali azdır.”8

III. BAZI ÖRNEKLER:

Bu hükmün doğruluğunu teyid eden birkaç örneği aşağıda anlatalım. Olaylar, bir ortaokul­da cereyan etmiştir.

1. “Yıllarca evvel ortaokul ikinci sınıfta bir kızımız durma­dan okuldan kaçıyordu. Bir gün yine çantasını bırakıp gitmişti. Babasına haber yolladım. Kızı da çantasını almaya gelince yakala­dım, Başmuavinin odasına sok­tum. Babası bir şey sorunca ters­leniyor, ben sorunca terbiyeli ter­biyeli cevap veriyordu. Çantasını istedim. Uzattı. İçini karıştır­mamda bir mahzur olup olmadı­ğını sordum. Yok, dedi. Çantada büyükçe bir günlük hatıra defteri vardı, "Okuyabilir miyim?” diye sordum. ‘‘Tabiî" dedi. Sinemaya gitme, derse kalkma gibi basit günlük olaylarla doluydu bu ha­tıra defteri. Yalnız bir yerinde şöyle bir cümleye rastlamıştım: "Bütün insanlardan nefret ediyorum.” Bütün insanlardan nefret ettiğine göre benden de nefret ediyor musun?” diye sordum, ö­nüne bakarak, "Estağfirullah” dedi. "Peki babandan?” diye sor­dum. Babasına tatlı tatlı baktı, "Onu çok severim” dedi. “Ya anneni?’’ diye devam ettim. Çocukk önündeki masaya kapanıp ağ­lamaya başladı. Anlaşılan anne­sinden hiçbir yakınlık ve şefkat görmüyordu. Anne çocukları ile hiç meşgul olmuyordu, ömrünü oyun masalarında geçiriyordu. Bu çeşit annelerin çocuklarından her türlü çarpık davranışlar beklene­bilir.

2. "Bir kızımız vardı, durmadan problemler yaratıyordu. Derslerinden şikâyet ediyordu. Sık sık da okuldan kaçıyordu. Bir gün sınıftaki arkadaşları te­lâşla odama geldiler. Kız bir tezkere bırakarak okuldan kaçmıştı. Tezkerede “Mezarıma mimozalar bırakınız.” yazılıydı. Derhal evle­rine telefon ettim. Annesi çıktı. Korkutmamağa ve telaşlandırmamaya gayret ederek olayı anlat­tım. Nerelere gidebilmesi ihtimali olduğunu sordum. Telefonda al­dığım cevap beni çok şaşırttı. An­ne çok soğukkanlı bir ifadeyle, evde misafirleri olduğunu söyleyerek babasına telefon etmemi is­tedi. Bu arada, ‘’Allak kahretsin, bıktım bu kızdan” dedi. Babaya telefon ettim. Baba çok ilgilendi ve telaşlandı. Çocuk bulundu, ananın şefkatsizliği, çocuğu inti­baksız bir insan yapacaktır. Yıl­larca sonra karşılaştım, iki ço­cuklu dul bir kadındı."

3. “İlk kısımda sevimli bir erkek çocuğumuz vardı. Korkunç yaramazdı, başkalarına ait eşyaları kırıyor, hatta öğretmenin çantasından bazı önemli kağıtları çalıp yırtıyordu. Bir şey dikkatimizi çekti, çocuğun azgınlığı ek­seriya Cumartesi günü annesi ile evci çıkacağı günlere rastlıyordu. Annesi de şikâyet ediyordu. “Her Cumartesi almaya geliyorum. Beni beklemeden bırakıp gidiyor.” diyodu. Çocuğa niçin böyle yap­tığını sordum. "Ben o kırmızı otomobile binmek istemiyorum’’ dedi. Mesele anlaşılmıştı, Dul anne her cumartesi günü çalışmak­ta olduğu dairenin genel müdürü­nün özel otomobiliyle çocuğu al­maya gelmektedir. Diğer erkek çocuklar da sinsi sinsi alay et­mektedirler. Belki de çocuk öyle zannetmektedir. Cumartesi gün­leri annesinin o otomobille alma­ya geleceği düşüncesi çocuğu deli etmektedir. Erkek çocukları olan dul annelerin yaşayışlarına çok dikkat etmeleri gerektir.”9

Yukarıdaki olayları örnekler­le çoğaltmak mümkündür.

Görülüyor ki, çocuğun gelişmesinde annenin rolü, tutum ve davranıştan, çocuğun karakterin­de ve yetişmesinde büyük tesir göstermektedir.

Dağınık bir kadın, dağınık bir erkek gibi hoşnutsuzluğa se­bep olmaktadır. Çünkü böyle bir kadın, zaman kaybına, daha doğrusu zaman israfına sebep oldu­ğu gibi, etrafındakilere önem vermediği izlenimini de uyandı­rabilir.

Çocuk sahibi olan kadınlar, erkek kadar, hatta erkekten da­ha çok basiret sâhibi olmalıdırlar.

Basiret sâhibi olmak demek, yapılacak doğru işi düşünmek ve doğru yapmak demektir. Basiretli insan; işin hangi araçla, nasıl bir düzen içinde, ne kadar zaman içinde ve hangi metotla yapılaca­ğını hesap eder. “İnsanoğlu tec­rübe ile basiret sâhibi olur ve bil­gi insan basiretini artırır,”10

Onun içindir ki, Yüce Dîni­miz İslam, bilgi edinmede, ilim öğrenmede erkek kadar kadını da yükümlü tutmuştur. Dînimiz bil­gili anne olmayı ister.

Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah Peygamberimiz’e hitaben; "De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”11 buyurmuştur.

Bir başka ayette de: “Allah içinizden iman edenlerle, ilme ehil olanların derecelerini yüksel­tir.”12 buyurulur. Bu ayetler ina­nan herkese hitaptır. Sadece er­kekler muhatap alınmamış, kadının da bilgili ve ilim sahibi ol­ması teklif edilmiştir. Peygam­berimiz (s.a.s.); “İlİm öğrenmek erkek ve kadına farzdır." buyur­muşlardır.

Bilgili, görgülü ve kültürlü anne; çocuğunu yetiştirirken ken­dine, ailesine, milletine ve hattâ bütün insanlığa faydalı bir ele­man olabilmesi yönünde telkinatta bulunmalı, onun mânevi yönü­nü ihmal etmemelidir. Sadece maddi taltif ve telkinler, çocuğun kişiliğinin gelişmesinde yeterli değildir. Anne çocuğuna, onun mânâ dünyasını geliştirmek bakı­mından da faydalı olmalıdır.

Anne, çocuğuna daha küçük yaşlarda iken sevgi, saygı, şefkat, bağışlama, din, ahlâk ve yurt sevgisi gibi mânevi kavramları da seviyesine göre yavaş yavaş ver­meye çalışmalıdır. Tabiatıyla bun­ları verebilecek annenin de eğitim görmüş olması şarttır. Kadın için eğitim, kendisi kadar, ileride ye­tiştireceği yavrusu için de gerek­lidir.

Şüphesiz kangal dikeninden tatlı meyveler beklenilmeyeceği gibi, eğitim görmemiş annelerin yetiştirecekleri çocuklardan da ideal vazifeler beklemek fazlaca iyimserlik olur. Dikkat edilirse eğitim görmemiş dedik. Zira, eği­tim öğretimden farklı bir kav­ramdır. Eğitimde bilgi aktarma­sından daha önemli olan fonksiyon, bir kimse veya bir şeyi, üzerinde işleyerek güdülen amaca göre geliştirmek, yâni terbiye etmektir.

Bugün bâzı gençlerimizin şu ya da bu nedenlerle hemen sokağa dökülüverdiğini görüyoruz. Nizama, kanunlara ve mânevi de­ğerlerimize saldırdıklarını göre­rek, üzüntü duyuyoruz.

Bugün zaman zaman gazete­lerde bir çocuğun, bir genç kızın evini terketttğini okuyoruz, işiti­yoruz. Çok az da olsa bâzı genç­lerimizin, kızlarımızın evinden kaçarak, eğlence âlemlerinde ya­kalandığını duyuyoruz.

Bu ve benzer olaylar günbe­gün artmaktadır ki çok kimseyi de büyük üzüntülere garketmektedir.

Bu olaylar toplumumuz için bir sosyal yaradır. Teşhiş ve te­davisi için çareler düşünülmeli ve aranmalıdır. Bu arayışta taban­dan tavana kadar her sorumlu katkıda bulunmalı, nemelâzım di­yerek kulaklarım acı olaylara tıkamamalıdır. Çünkü bâzı uzman­lara güre bugünün ailesi sosyo ekonomik zorlukların etkisiyle parçalanmıştır. Şöyle ki:

Genellikle anne-baba, sabah oldu mu işyerlerine dağılmakta, akşam 19.00-20.00 raddelerine kadar ila evin çatısı altından u­zak kalmaktadırlar. Eğer evde küçük çocuklar varsa ya bâzı oyuncaklarla başbaşa bırakılıp bir odaya hapsedilmekte veya maddi gücü yetiyorsa bir bakıcı­ya veya anaokullarına bırakıl­maktadır. Ancak anaokullarına verilen çocuklar nisbeten kontrol altında ise de, hiçbir zaman an­ne kucağı havasını teneffüs ede­memektedirler.

Akşam işyerinden yorgun ar­gın eve dönen anne çocuklarıyla ne oranda ilgilenebilmektedir? Bu şartlar altında kadınlar çalışmasın mı? Çalışmasın diye bir iddiamız yok. Çağın, şartları topyekün çalışmayı gerektirmek­tedir. Ancak çalışan annelerin

çocuklarıyla günün belli saatle­rinde kısa süreli de olsa meşgul olabilmesi isin tedbirler düşünülebilir. Kurumlar bunu pekâlâ or­ganize edebilirler. Çalışan anne­ler evlerine döndüğünde; çocuk­larını şefkat, muhabbet, güleryüz, boş tavır ve tatlı sözlerle bağrına basıp onlarla birazcık oyalanıyorsa, çocuklarının günlük özlemini gidermeye çalışabiliyorlarsa tursa, günün yorgunluğuna hissettirmiyorsa en güzel annelik görevini yapmış ve yavrularını mutlu etmiştir. Eğer anne eve geldiğinde oflayarak, puflayarak, yor­gun ve asık bir yüzle çocukları­nın karsısına çıkıyorsa, hiç kus­kusuz o, büyük bir özlemle bek­leyen yavrularının kargısında kü­çülmüş ve ileride çocuklarının kendisine karşı saygısız davranış­larda bulunması için ilk tohumları da atmış sayılır.

0, çocuklarının hayâl dünya­sında ilahi bir sevgiye bürünmüş­ken zamanla; “hiç gelmese daha iyi olacak" yargısına çocuklarını yavaş yavaş sürüklemiş olur. Ço­cuk, şuur ve fizyolojik bakımdan günlendikçe anneye karşı apaçık bir soğukluk duymaya başlar. Bu kanaatimiz babalar için de hemen aynıdır. Bundan ötürüdür ki, Yü­ce Dînimiz İslâm, aile münâse­betlerine büyük ehemmiyet ver­miş ve mesuliyet yüklemiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde bunu çok veciz bir şekilde belirterek; ‘‘Hepiniz ço­ban, yâna muhafızsınız. Hepiniz de emriniz altında bulunanların hukukundan sorumlusunuz.” bu­yurmuşlardır.

Bir eğitimci, ana-babalara şu hususlara çok dikkat etmelerini tavsiye ediyor. Yararlı olduğu İçin yazıyorum:

1. Çocuğuna gerçekten sev,

2. Onun karşısında sabırlı ol,

8. Onu anlayışla eğit,

4. Ona hayatı boyunca ya­şantısını bir düzen içinde yürüt­mesini öğütle,

5. Ona iyi bir örnek ol,

6. Hayatın çeşitli problemle­rine göğüs germesini de öğret.

IV. DAVRANIŞLAR NASIL OLMALIDIR?

Anadolumuzda "Çocuk büyüt­mek, iğneyle kuyu kazmak gibi­dir” diye bir söz vardır. Bu söz çocuk büyütmenin öyle pek ko­lay bir şey olmadığını dile getirmekte, hem de çocuğa karak­ter kazandırırken zamanın ve sabrın önemini belirtmektedir. Onun için anne ve babalar önce­likle ve daimî surette ne oranda iyi bir anne ve baba olduklarının değerlendirmesini ve muhasebesi­ni yapmak zorunluluğunu duyma­lıdırlar, Çocuklarına karşı lakayt, sorumsuzca davranınmamalıdırlar. Ayrıca çocuğun o parlak hafıza­sını sağlıklı, tutarlı düşüncelerle bir nakış işler gibi örmeye, ona sağlam bir kişilik kazandırmaya çalışmalıdırlar. Bunun içim de aşağıda sıralayacağımız prensiple­ri anne ve babalar bilmeli ve dav­ranışlarını ona göre ayarlamalı­dırlar.

Bu prensipler bir eğitimcinin tesbitlerine göre özetle şöyledir;

1. Şuurlu anne babanın ço­cuklarla teması gerçeğe, mantığa ve sağduyuya dayanmalıdır.

2. İyi ana baba kendini ço­cuğun yerine koyarak düşünme­lidir.

3. Ana baba çocuğun sorduğu sorulara doğru cevap verme­lidir.

4. Ana baba çocuklarının karşısında heyecanlı tepkilerde itidalli davranmalıdır.

5. İyi ana baba çocuğa bir bütün olarak ele alır, sadece bir yönüyle ilgilenmez.

6. Ana baba çocuklarının zevkini tanımalı, onların faaliyet­lerinde ilgi göstermelidir.

7. İyi ana-babalar çocukları­nın fizik ve ruhi gelişmeleriyle ilgilenmelidir.

8. Ana baba belirli bir di­sipline ve itidalli bir kontrole sahiptir.

9. Şuurlu ana babanın disip­lin anlayışı ihtilafsızdır ve de­vamlıdır,

10. Şuurlu ana baba olaylar karsısında cesur ve soğukkanlı­dır. Evlerinin atmosferinde şüp­he ve tereddüde müsaade etmez.

11. İyi ana babalar çocukla­rının yapamayacağı, erişemeye­ceği hedefleri çocukların önlerine koymaz, (Bu hıısusa gerçekten dikkat etmek gerekir. Bir anne ve baba, “Ben sen yaşta iken şöyle idim, şunu yaptım, şunda muvaffak oldum” diyerek çocu­ğun gücü, kabiliyeti üstünde taz­yiki telkinatta ısrar ederse, o aile, çocuğu bedbaht eder. Ona, İyilik ve mutluluk yerine dert ve macera getirir. Bu yüzden evden kaçma olayları pek çok olmakta­dır.

12. İyi ana baba daimi sû­rette çocuklarına iyi olduklarını telkin eder. Hatalarını hep bu çerçeve içinde düzeltmeye çalışır.13

Bunlardan başka, çocuğun başarılı ya da başarısız olmasına etki eden bâzı faktörler daha var­dır ki, ana babalar bunlara da azami dikkat göstermelidirler. Bunlar:

a) İyi ana baba çocukları arasında eşit muamelede bulun­malı,

b) Çocukların birbirlerine karşı kıskançlık beslemelerine ze­min hazırlanmamalıdır. Birini se­verken diğerini üstün tutmamalıdır, Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde; ‘’Çocuklarınızın size ihsan (iyilik), hürmet ve itâatte âdil olmalarını arzu ettiğiniz gibi, siz de onlar arasında hediyede ve bağışlamada adâlete, eşitliğe ria­yet ediniz.14 buyurmuşlardır.

Yine Peygamberimiz bir baş­ka hadislerinde; "Allah’tan korkunuz da çocuklarınız arasında adalet ediniz. (Haksızlık etmeyi­niz, birini kayırıp diğerini mah­rum bırakmayınız)." buyurmuş­lardır15.

c) Okul öncesi veya okul içinde bazı başarısızlıklarını gör­düğümüz zaman tepki ve tavrı­mız her zamankinden değişik ol­mamalıdır.

Bu durumlarda çocuğun limitsizliğe, kötümserliğe, cesaretini kaybetmesine neden olacak söz ve davranışlardan titizlikle sakınma­lıyız. Bu konuda Peygamberi­mizin; "Allah o babaya merha­met buyursun ki, evlâdına hayır işlerinde yardım eder" sözünü unutmamalıyız.

Unutulmamalıdır ki, çocuğun ulaşabileceği bir seviye vardır. Kafasının enerjisi, ruhunun gücü onu oraya kadar çıkarabilecektir. Daha yukarı bir yüksekliğe tır­manmasını ısrarla istememiz o­nun düşmesinden başka bir şeye yaramaz. Herkesin kendi becere­bildiği kadarını yapması başarıların en arzu edilenidir.

Knr’an-ı Kerîm’de; “Allah, kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler, kazandığı iyilik le­hine, ettiği kötülük de aleyhinedir.16 buyurulmakla bir insana yapanmayacağından fazlasını tek­lif etmenin faydalı olmayacağı bildirilmektedir.

Öyleyse, kabiliyeti, gücü ve imkanları zorlayarak, illa ki şu işte, şu bölümde, yüksel ve oku diye yapılacak tazyikler çocuk başarısında faydalı olmamaktadır.

Çoğa zaman yapılan zorla­malar çocuğu isyana sürükle­mekte, hatta evi terk olaylarına da neden olmaktadır.

V. ÖYLEYSE NE YAPMALI

Çocuklarımın yetiştirirken, ona kendi örf ve âdetlerimize, milli değerlerimize sahip çıkacak, sağlam iradeli, şuurlu kişiler ola­rak eğitmeliyiz. Bir insanın dış görünüşünün onun medeni olmasına yetmeyeceğini, hele taklitçi­liğin hiçbir sekilde medenilik sa­yılmayacağını özellikle telkin et­meliyiz, Çünkü sağımızda insan­ların çoğu maskeli bulunmaktadır. Çeşitli ilişkiler neticesi mas­ke düşünce gerçek yüzler meydana çıkmaktadır.

Medeni insan, sudan bahane­lerle anaya babaya, yasaya töreye başkaldıran değil, âmirlere, ya­saklara, kanunlara riayet eden, yaşadığı toplumda kendine ait vazifeleri bilen ve bildiklerini is­teyerek ve severek yapan ve bir sorumluluk içinde, bulunduğunu müdrik olan kişidir.

Çünkü bir milletin kuvvetli ve zayıf oluşu, mutlu ve bedbaht olması, yarınının teminatı olan çocuklarının yetişmesine, tutum ve davranışlarıma ne ölçüde va­tanperver oluşlarına bağlıdır.

Acaba bugünkü gençlik Türkiyemizi ideal seviyeye yücelte­bilecek, manen kalkındırabilecek şuura ermiş midir? Bu soruya olumlu cevap vermek oldukça güç­tür. Olaylar apaçık henüz ortada iken ve çalkantı tam duruluğa kavuşmamış iken müsbet yönde yargıda bulunmak en azından çok iyimserce düşüncedir.

Eğer İstiklal Savaşı zaman­larında esen “Kuvay-ı Milliye” ruhu zedelenmeden, parçalanmadan devam etseydi, dün yapılması ge­rekenler bugüne bırakılmasaydı, belki bugünkü problemlerin çoğu büyük dertler olarak karşımızda bulunmazdı.

Ülkemizi; özellikle eğitim müesseselerimizi birtakım çarpık düşüncelerin ürünü olan görüşler­den arındırmak istiyorsak, özel­likle görüşleri aynı potada erite­bilecek, şekli, yönü, hedefi belli bir milli görüş tesbit etmeliyiz. Taklitçilikten, aşağılık duygula­rından kurtulmalıyız. Hiçbir nok­tada taviz vermeden, tarihi bü­yüklüğümüze uygun milli ve İslami bir terbiye plânıyla ortaya çıkmalıyız. Bu plânı da kusursuz olarak uygulamalıyız.

Ancak terbiye deyince sade­ce okulları hatırlamamalıyız. Bir bütünlük içinde evden üniversite­ye kadar her yönde faaliyet gös­termeliyiz. Topyekün kalkınmada, topyekün çalışma ve faydalı ol­mayı hedef almalıyız.

Eğer okulun vermek istediği­ni, aileler; ailenin yaptığını so­kak, sinema ve çocuğun ilişki kurduğu çevre ve arkadaşları bo­zarsa; büyük ümitlerle hayata atılan idealist gençler çevrelerin­de yıllarca kötü örnekler görür­lerse zamanla, idealleri sanılarak kötümserlik psikozuna düşmeleri de mümkündür.

Senelerin ikmali neticesi kro­nik bir hal almış olan kötümser havayı arındırmak için, en büyük devlet adamından en küçük me­mura kadar şuurlu olarak elbirliğiyle çalışmak artık zorunlu hale gelmiştir.

Topyekün çalışmalarımızda a­na prensip, bütün fenalıklarla aralıksız mücadele etmek olmalı­dır. Bunun için de:

1 — Nobsanlarımız, beğenil­meyen yönlerimiz gerçekçi bir araştırma ile tesbit edilmelidir,

2 — Tesbit edilen problemle­re çözüm imkânları getirilirken mutlaka milli bünyemize uygun bir yol izlenmelidir,

3 — Tedbirler uygulanırken, kanunlar, direktifler, yönetmelik­ler, ayrıcalık gözetmeksizin tat­bik edilmelidir, .

4 — Kanunların tatbikinde hoşgörünün istismarına asla mü­saade edilmemelidir,

5 — Gençlerimize, çocukları­mıza realist yetişmeleri yönünde telkinatta bulunmalıyız. Bu meyanda büyük insanların örnek yaşayışlarının gençler üzerindeki terbiyevî tesirinide, göz önünde tutarak onların başarılarının sır­rını izaha çalışmalıyız,

6 — Çocuklarımıza batının modasını, taşkınlıklarını, müziği­ni taklit etmesini değil, yurdu­muz gerçeklerine uygun teknik ilerleyiş metodlarını benimsetmetmeliyiz.

7 — Çocuklarımızı konuşma adabında, giyim kuşamda, diğer görglü kurallarında milli şahsiye­timizi yansıtacak biçimde eğit­meliyiz,

8 — Milli bütünleşmenin te­meli, karşılıklı anlayış, insanca ve islamca yaşayıştır. Onun için evde, okulda ve iş başında bu ruhu sağlayıcı ülkü birliğini geliş­tirmeliyiz,

9 — Aile içinden okula, büroya ve tezgâh başına kadar her muhitte bir arada yaşadığımız in­sanların elemiyle, sevinciyle ilgi­lenmek ve birbirimize kargı bir­takım görevlerimizin bulunduğu­nu anlatmalıyız,

10 — Çeşitli kitle haberleş­me araçlarından yararlanarak ö­zellikle çocuk terbiyesi hakkındaki aydınlatıcı programlara a­ğırlık verilmelidir,

11 — Aynı araçlardan yarar­lanarak yetişkinler seviyesinde iş ve ticaret ahlâkı ile ilgili olarak programlar hazırlanmalıdır,

12 — Kurumlar, insan karak­terini geliştirici, sorumluluk duy­gularım artırıcı iş başı ve hizmet içi eğitim faaliyetlerine hız ver­melidir,

13 — Mânevi kalkınmada en büyük rolü alması gereken okul­ları gerekli ve ihtiyaca göre ge­liştirmek, ayrıca Diyanet İşleri Teşkilâtından âzamî yararlanma yollarını aramak ve her teşkilâtı kanunî görevine denk dinamik bir vaziyette tutmak ilk akla gelen tedbirleridir.

Yukarıda ana batları ile tarif etmeye çalıştığımız görüşleri da­ha da çoğaltmak elbette müm­kündür.

NETİCE OLARAK:

Ancak şunu unutmamalıyız ki, bir milletin kuvvetli veya za­yıf oluşu, mutluluğu, bahtsızlığı öncelikle ahlâka, dine, gelenek ve göreneklerimize, kısaca mânevi değerlere, milli kültüre verdikleri, önemle belli olur.

Bir memleketteki fertler duygusuz ve şuursuzca yaşamaya gönül vermişlerse, fertler yalnız kanun ve zor kuvvetiyle vazife­lerini yapıyorlarsa o toplum çü­rüktür. Ergeç çökmeye mah­kûmdur.

“Eğer bir memlekette fert­ler saadetlerini ve iç huzurlarını midelerinden ziyâde ruhlarında ararlarsa, eğer insanlar maddi menfaatten ziyade manevi değer­lere ehemmiyet verirlerse ve eğer fertler bir arada yaşadıkları in­sanların elemiyle ve saadetiyle candan ilgilenirlerse o millet topyekün kuvvetli ve mesut sayılır.17

Evet, kuvvetli ve mutlu bir insan, huzurla ve mutlu bir top­lum olabilmek için her şeyden evvel karakteri düzgün insanlar yetiştirmek zorunludur. Bunun için de “Karakter eğitimine” ö­nem verilmelidir.

Çünkü karakter; çok üstün bir İnsani değer, iyi niyet ve say­gı zenginliğidir. Bir düşünür, "Ka­raktere yatırım yapanlar gerçi dünya nimetine kavuşmuş olma­yabilirler. Ama haklı olarak iti­bar ve ün kazanmış olacaklardır. Bu iyi karakter sahibi olmanın mükafatıdır.’18 diyor.

Gerçekten hayatta çalışma­nın, faziletin ve iyilik yapmanın en yüksek meziyetlerden olduğu gerçeğini herhalde kimse inkar edemez.

Büyük milletler, toplumunu şuuru olan yüce karakterli, üstün meziyetli, faziletli insanları yetiş­tirebilen milletlerdir. Milletimiz bu yönüyle târihte eşine rastlan­mayacak kadar üstün değerlere sahiptir.

Onun içindir ki, zararlı un­surlar, yıkıcı ve bölücülerin em­rine girmiş bulunanlar bütün desiseleri ile her türlü kılığa gire­rek öncelikle milletimizin öz de­ğeri olan Türk - islam karakteri­ni bozmayı, yıkmayı hedef almış­lardır.

Onun içindir ki, evden okula, okuldan hayata, atılmış her sevi­yedeki sorumlu, karakterin öne­mine lakayt kalmamalıdır. Evde ana kucağında verilmeye başla­nan karakter eğitimi, sokakta, okulda bâzı çarpık düşüncelerle zedelenmemeli, buna fırsat ve ze­min hazırlanmamalıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda çok hassas davranmalı­dır. Eğitimde ev okul çatışması ülkemiz için hayırlı olamaz. Ol­madığı yakın tarihimizde geçen acı örneklerle sabittir.

Birçok okumuş! gencin evi­ne dönünce anne ve babasını be­ğenmez olduğu hattâ çevresiyle daha geniş anlamda, toplumuyla bir türlü kaynaşamadığı görül­müştür. Bu yadırgama ve zıtlaş­ma çocuğa anneden ve babadan geçmemiştir. Yetiştiği yerden şartlandırılmıştır. Bu hükme ne­reden vardınız diye bir soru so­rulabilir.

Senelerce ve çeşitli okullarda öğretmenlik ve idareci olarak ça­lıştığımız zamanlar çok acı ör­nekler gördük, duyduk, duymak­tayız. Din ve Ahlak dersleri için, “Çocukların kafası çağdışı düşün­celerle bozulacak” diye hayıfla­nan aydın eğiticileri (!) gördük, duyduk da onun için Millî Eği­tim Bakanlığı hassas davranma­lıdır, diyoruz.

Manevi değerlerin luzumsuzluğuna inananlar ne kadar çırpı­nırlarsa çırpınsınlar, şu bir ger­çektir ki, Türk Milletinin dünya târihindeki ölümsüz vasfı, karak­terli millet oluşu, mânevi değer­lere saygılı davranması ve yü­rekten bağlanmasındandır.

Bn özelliğimizi yitirmemek, süfli olmamak için canla başla çalışmalıyız. Artık kendimize dönmeliyiz.

(1)Samuel Smiles, Karakter, Çev. Mustafa Ertem, ah. 37.

(2)Türk Ansiklopedisi. C. 12, s. 90.

(3)et-Tahrim: 6.

(4)Seçme hadisler, 3. kitap, s. 80,

(5) Samuel Smiles, Karakter, Çev. Mustafa Ertem. s. 30.

(6) Samuel Smiles, Karakter, s. 31.

(7) Alfred Adler, İnsan Tabiatını Tanıma, Çer. Dr. Ayda Yürükan, s. 42.

(8) Samuel Smiles, Karakter, s. 34

(9) Eğitim Amaçları, Çocuklarımız ve Biz, Cezmi Tahir Berktin, s. 93-94,

(10) Samuel Smiles, Karakter, s. 4.

(11) ez-Zümer: 9.

(12) el-Mücadele: 14.

(13) Eğitim Amaçları, Çocuklarımız ve Biz, Cezmi Tahir Berktin, s. 74-75.

(14)Ali Himmet Berki, 250 Hadis Tercüme ve, İzah, s, 46, Ankara 1974.

(15) Ömer Feyzi Mardin, Hadis-i şerifler, s. 495, İstanbul • 1951,

(16) el-Bakara: 288.

(17) Dr. H. Fikret Kanad, Terbiye Sosyolojisi s. IX, Ankara – I958.

(18) Karakter, s. 10.