İSLAM’DA ESİR VE ONA UYGULANAN MUAMELE
Taner CÜCÜ
GİRİŞ
İslâm insana çok önem verir,
Cenâb-ı Hak onu en mükerrem varlık olarak yaratmıştır. Esasen Hz. Peygamber’e İndirilen İlâhi emirlerin, asıl muhatabı insandır.
İndirilen bu yeni hükümleri hayatına uydurup, yaşaması istenen varlık insandır.
Kendisine yapılan tebliği kabûl edip de, “La ilahe illallah Muhammedü’n-Rasullullah” kapsamına giren her insan müslümandır. Bu ifade ve ibareyle dünkü müşrik insan bugün artık ayrı, bir şeklin, başka bir özelliğin insanı olmuştur. Hakka teslim olmuş insan olmuştur artık.
Müslüman, bu dünyâyı âhiret yurdu için bir vesile, bir sebep, bir vasıta olarak kabûl eder. Bu maddi yığıntılara, hiç yok olmayacakmış gibi bakmaz. Esasen bir noktada: Hz. Peygamber (a.a.s.)‘in ifadesiyle: “Dünya mü’mine zindan (hapishane), kafire ise cennettir.”2
Mü’min bir gün mutlaka burayı terkedeceğini hiç unutmaz. Bir gün mutlaka öleceğini3, herkesten çok, çok iyi bilir. Ve buna göre hayâtını tanzim eder. Maddeye aşırı bağlanıp, onun kulu kölesi olmaz. Hakiki zenginliği, daima mânevi özelliklerde arar. Nitekim bir hadis-i Nebevide aynen şöyle denir: “Hakikî zenginlik, mal bolluğunda (çokluğunda, büyüklüğünde) değildir. Nefis tokluğundadır. "4
Müslüman için ilk plânda gelen, bu dünya değil, ahiret âlemidir. Bu dünyada (altmış) veya (yetmiş) bu kadarlık ömür, sayılı günler nasıl olsa geçer. Fakat ebedi kalınacak olan âhiret âlemi mü’minin hayâtında en önemli bölümü işgal eder. Çocuk, doğduğu gün ölüme mahkûmdur. Ta doğduğu gün ölür veya ecelin müsaade ettiği en son noktaya kadar yaşar. “Herkes ölmek için yaşar, düşmek için yükselir." (Marlowe)5.
Mü’min daimâ yükselmek, dünyâda ve âhirette yükselmek için yaşayacak ve çalışacaktır. Dünyâdaki maddi imkânlarını en yüksek düzeye çıkarmak için çok çalışacaktır. Fakat bunu ahiret için bir sebep kabûl edecektir. Cenâb-ı Hak: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’nun rahmetine yaklaşmağa yol arayın. (O’nun yolunda mücâdele yapın ki, kurtuluşa varasınız."6
Hz, Peygamber de maddeyi ve ona aşırı sevgiyi göyle tavsif ediyor: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır {mala aşın sevgidir),”7
Müslüman her zaman madde ağzıyla konuşmaz. Karşısındakini madde ile ölçmez ve değerlendirmez. Günü ve zamanı gelince maddeyi terkedip, mânevi kıymetlerin müdafaası için cephelere koşar, arkasına dönüp bakması bir tarafa, geriye bıraktıklarını düşünmez bile. Öldürür, öldürülür, esir olur, esir alır, İşte bütün bunları, her zaman Allah (c.c.) için, âhiret azığı olmak üzere yapabilecek kalb potansiyeli yalnız müslümanların vasıflarındandır. Bu vasıflarını birçok kereler gösterdiler, gösteriyorlar ve göstereceklerdir de. İncelememizin konusunu teşkil eden esir ve kapsamı şöyle açıklanıyor:
LÜGAT MANASI: .
Lûgatta esir kelimesi, şu şekillerde açıklanıyor: "Muharebede diri olarak elde edilen, mukatileden herhangi bir şahıstır,”8 Bir başka yerde: “Kul, köle, harb esnasında düşman eline düşen, tutsak, düşman elinde kalan asker, hüküm altında, bulunan mübtelâ, düşkün.”9
Esir kelimesi, çeşitli yerlerde, hemen hemen (bâzı farklarla) aynı anlamda kullanılmış ve yazılmıştır. Yine bir başka yerde esir kelimesi aynen şöyle açıklanıyor;
— Savaşta düşman eline düşen kimse.
— Eskiden zenginler tarafından para ile satın alman kadın ve erkek.
— Bir düşünceye veya bir şahsa körü körüne bağlanan kimse.
— Başkasının buyruğu altında yaşayan."10
Demek oluyor ki çok kere esir kelimesi harb esnasında ve harbin neticesinde, karşılıklı iki taraftan, birbirlerinin muharip veya gayr-i muharip şahıslarını ele geçirip onları harb dışı yapmak anlamında kullanılmıştır. Biz burada daha çok müslümanlar tarafından esir alınan şahsa yapılması gereken muameleden söz edeceğiz. Müslüman esir aldığı şahsa nasıl davranır? Ona ne muâmele yapar?
TARİHİ SEYRİ İÇERİSİNDE ESİR:
İnsanoğlu yaratıldığı İlk andan, şu son günlere gelinceye dek, dâimâ bir çekişme içerisinde yaşaya gelmiştim. Harpler, kıtaller, karşılıklı vuruşmalar, çatışmalar... İnsanlık târihi bu hâdiselerle dolup inmiştir. Devletler kurulmuş, devletler yıkılmıştır. İmparatorluklar çökmüş, milletler dağıtılmış ve çökertilmiştir.
Çok kere bütün bunlar, kahramanlık uğruna yapılmıştır. Bir noktada, birçokları şu sözü hedef ittihaz etmiştir: "Güç olan kahramanca ölmek değil, kahramanca yaşamaktır.” (Cenap Şahabettin)12
a) İslâm’ın Dışında Esir Anlayışı:
İslâm dîni gelmezden önce, Araplar ve diğer kavimler ve devletler, insanlara son derece vahşice davranıyor ve ona her eza ve cefayı reva görüyorlardı.13 Burada islâm’ın esir anlayışına zıd ve bu anlayışın dışında târihte meydana gelmiş birkaç örnek zikretmek yerinde olacaktır:
1) Cengiz Han İmparatorluğundaki fethin tamamlanmasını subaylarına bırakarak, batıya döndü. Ki-Tanlardan sonra Kara Kitaylarda mağlûp edildi. Nasturîler buraya gelirken, müslümanları sürdükleri için, Kara Kitaylar (Türkler) Moğolları bir kurtarıcı olarak karşıladılar. Bu yüzden de fazla zarar görmediler. Fakat Harzem Türk sultanı yıldı. Buradaki bütün büyük kervan şehirleri tahrip edildi. Buhara’da (20.000} kişi öldürüldü. Semerkant’ta (30.000) kişi mahvoldu. Ayrıca (30.000) sanatkâr Moğolistan’a sürüldü.14
Burada görüldüğü gibi İslâm’ın dışında, insana verilen değer ve ona kargı takınılan tavır. Bu gaddar adam nazarında insanlar âdeta koyun sürüsü...
2) "Sezar’ın Galya seferinde, (50) yılında yüzbinlerce Galyalıyı öldürdükten ve bir o kadarını da esir aldıktan sonra, Sezar ülkeyi ele geçirdi,15
3) Cengiz Han Gazne havalisini toptan harap ettikten sonra, Horasan’ın tahribatı için, o tarafa bir ordu çıkardı. Ve kendisi Sind ırmağı kenarında bulunan Kelf’u aldı. Şehirde bir müddet dinlenmeye karar verdi. Ve o esnada ise ordusunda taun zuhur edip, pek çok adam helak oldu’16
4) İskender Mısır’dan Pers İmparatorluğunu fethe çıktı. Arbeses savağında muazzam ve dağınık, Pers ordusunu Nekadonya mızraklariyla, yendi. Persepolis’ ten geçerken, Ahamehidlerin ünlü saraylarını ateşe verdi ve Sus’a giderek imparatorluğun muazzam madenlerine el koydu”.17
Bu örneklerden görülüyor ki İslâm’ın dışında kalanlar için: Dünya sadece maddeden ibaret ve insan hu madde için var ve onun kölesidir. Madde için her şey yapılır, velev ki milyonlarca insan yığınları boğazlansa bile...
b) İslam’da Esir Anlayışı:
İslâm geldikten sonra diğer bütün konularda olduğu gibi esir mevzuunda da, evvelkine taban tabana zıt bir muamele metodu uygulandı. İslâm insanlara hakiki değerini verdiği için, onu kılıç ve palaların gölgesinden kurtarıp, layık olduğu yere çıkardı.
İlk günler ve ilk senelerde savaşa izin yoktu. Bilâhare, müslümanlar çoğalıp geliştikten sonradır ki müslümanlara müşriklerle savaşma izni verildi.
"Kendilerine savaş açılan mü’minlere (kâfirlere kargı savaş için) izin verildi. Çünkü onlar zulmedildiler. Şüphe yok ki Allah (C.C.), mü’mlnlere zafer vermeğe kaadirdir.”18
İslâm’da Allah yolunda savaşma, bu yolda can ve mal sarfetmenin önemi ve değeri çok övülmüş ve methedilmiştir. Nitekim : "... Allah yolunda harcayıp, savaşanlarınız diğerleri ile bir olmaz. Onlar sonradan harcayıp savaşanlardan, fazilet ve derece yönünden daha büyüttür.19 buyrulur.
Müslümanlar İslâm’ın’ dışında kalanlarla harb etmelidir; bu konudaki Cenab-ı Hakk’ın hükmü şöyledir: “O kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan,’ Allah’ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dîni (İslâm’ı) din edinmeyen kimselerle, onlar hor ve küçülmüş oldukları halde kendi elleriyle, (boyun eğerek) cizye verinceye kadar harb edin.20
Îmâm-ı Ebû Hanife Hazretleri’nin kavline göre, müslümanların üzerlerine (lüzum ettiğinde, kâfirlerle) harbetmeleri vaciptir (gereklidir) .21
Hattâ değil savaşma, İslâm’a girebilmek için bile Sahabe-i Kiram birçok belalara ve musibetlere katlanmıştı. Bunlardan sadece bir örnek vererek geçelim: “Osman bin Ma’zun’un müslüman oluşundan dolayı, Abdullah bin Ebi Ümeyye gözüne bir tokat vuruyor, Sa’d bin Ebî Vakkas da burnunu kırıyor. Velid bin Muğire Osman bin Ma’zun’a, “Vallâhi ey kardeşimin oğlu! Eğer sen benim himayemden müstağni davranmamış olsaydın, gözün bu felâkete uğramazdı!” dedi. Osman bin Ma’zun buna hiç de üzülmediğini, Allah yolunda öbür gözünü bile kaybetmekten üzülmeyeceğini, bunun Allah katında kendisi için, bir ahiret azığı olduğuna inandığım yeminle teyit edince, Velid; "Gel, kardeşimin oğlu: istersen yine himayeme dön.” dedi. Osman bin Ma’zun Velid’e; "Hayır! Ben Allah’dan başkasının himayesine dönmem” dedi.“22
Gün geçtikçe müslümanlar kuvvetleniyorlardı. Cenâb-ı Hak onlara fetih kapılarını açıyordu. Bunu Kur’ân-ı Kerim1 de şöyle müjdeliyordu: “Doğrusu biz o kâfirleri ve atalarını yaşattık, hatta o ömür uzun geldi. Fakat şimdi görmüyorlar mı ki kâfirlerin arazisini alıp etrafından (müslümanlara fethettirmekle) azaltıyoruz.
O halde gâlip gelenler onlar mı”23
“O kâfirler, görmüyorlar mı ki, biz arazileritüa (müslümamara feth ettirmekle) etrafından azaltıyoruz, Allah öyle hüküm verir ki O’nun hükmünü takip edecek (üzerinde tesir edecek) hiçbir kuvvet yoktur. Allah hesabı çok çabuk görendir.”24
İşte bütün bu ifadeler, müslümanlara harplerde Allâh’ın yardım edeceğini (ettiğini) ifade ediyor. Nitekim Bedir harbi zaferle bitmişti ve birçok da esir alınmıştı: "Esir edilen müşriklerin sayısı dahi yetmiş civarında idi. Bunlar arasmda Peygamberimiz’in amcası Abbas, amcazâdesi Akil bin Ebi Talib ve Nevfel bin Abdülmuttalib, Hz. Zeyneb’in zevci Ebul As da bulunuyordu ki, sonradan hepsi Islam ile müşerref olmuşlardır.’’25
Bu harp ve esirlerle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’ de şöyle denir: “Hiçbir peygamber için yeryüzünde ağır basmadıkça (düşmana üstün gelmedikçe) esirleri bulunmak (ve ondan fidye almak) vâki olmamıştır. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki Allah, âhireti kazanmanızı diliyor. Allah Azizdir. hükmünde hikmet sahibidir.”26
Bu âyetin açıklamaları şöyledir: "Allah arzdır, dostlarım kendisine, düşmanlık yapanlara kargı galip kılar."27
Bedir harbi sonucu, esirlerin durumu mevzuubahis olunca, Hz. Ebû Bekr (r.a.) “Bunlar Rasulullâh’ın akrabasından kimselerdir. Bunlardan fidye almakla iktifa edilmelidir.’ dedi. Hz, Ömer (r.a.) ise; "Ya Raaûlâllah (s.a.v.) bunlar seni tekzib ettiler. Seni yurdundan çıkardılar. Bunlar kafirlerin reisleri bulunuyorlar. Cenab-ı Hak seni, onların fidyelerinden müstağni kılmıştır.
Onların boyunlarını vurdur.” diye mütalâada bulundu. Nihayet fidye alınması ciheti tercih edildi."28
Bu durum esirlerden fidye alma işi Cenâb’ı Hakk’ın rızasına muhalif olduğu için, Hz. Peygamber’i çok üzmüştü. Ayetin manası bir başka müellife göre şöyle izah ediliyor: “Hiçbir peygamber için bulunduğu arzda, küfrü makhur ve İslâm’ı i’zaz edecek surette ehl-i küfre katiyyen galebe ile hak kuvvetinin istilâ ve istikrarını temin ve yaptığı harb de Allah düşmanlarını, iyice kırıp, kuvvetlerini kat edinceye kadar, esirleri bulunması, yani askerini esir tutmakla iştigal etmesi doğru ve meşru bir hareket değildir. İshan hasıl olduktan sonradır ki esir almak meşru olabilir. ”29
Kur’an’da, kafirlerin ruh özellikleri anlatılırken denir ki: “Size bir iyilik dokunursa onları üzer ve kederlendirir. Başınıza bir felâket gelirse, onunla ferahlanır ve sevinç duyarlar, Eğer siz sabırlı olur da korunursanız, onların hileleri size hiçbir zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını ilmi ile kuşatmıştır.”30
“Eğer sabrederseniz, düşmanlarınıza karşı onların hileleri size zarar vermez. Siz Allah’ın muhafazasındasınız. Bu düşmanların hilesinden korunma konusunda Allah’ın öğrettiği ve irşadıdır.”31
Bu bölümde yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere İslâm’ın öğrettiği vc tatbik ettirdiği özellikleri gördük. Burada insan ve madde başka başka açılardan değerlendirilmişlerdir. Zirâ insan madde için değil, madde insan için var olmuştur.
c) Asr-ı Saadetten Günümüze Kadar Esir Anlayışı:
İlk saadet asrından sonra İslâm’ın prensipleri, kanun ve doktrinleri, bir devlet nizamı ve
teşekkülü şeklinde, müslüman ve gayr-i müslim tebaaya tatbik edildiği yıllarda, esirlere son derece insani muameleler yapılmıştır, Hattâ değil esirlere, İslâm Kanunu uygulayan devletler, kendi tebaalarından zimmi ve müste’ men dediğimiz, gayr-i müslimlere bile en İnsanî duygularla davranmışlardır.
Ermeni ve Gürcü kaynaklar, cihanın efendisi Melikşah’ın kalbi bütün hıristiyanlara karşı, şefkatle dolu olduğunu, geçtiği memleket halklan için, baba gibi hareket ettiğini ve bu sebeple de birçok ülkelerin kendi arzuları ile, onun idaresine girdiklerini yazarlar. Padişahın “Âdil Sultan” lakabı ile de "İnsanların en mümtazı" bulunduğunu belirtirler.32
Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanoğullarında, padişah ve yönetici olmuş, harb meydanlarında kılıç kullanmış, pala sallamış, birçok hükümdar ve devlet adamı, esirlere dâima. İyi davranmışlardır.33
Hele Sultan Alparslan’ın, esir muhatabı Romen Diyojen’e kargı takındığı tavır ve edayı, ona gösterdiği İslâmî ve insani ahlâk örneğini hatırlamamak kabil mi?
Müslümanlar bu konuda çok büyük özellik göstermişlerdir. Bu özellik bir dînin saliklerine aşıladığı en büyük medeni ölçü, en ileri seviyede bir insanlık anlayışıdır. "Bir millet mahvedilebilir. Kitapları yakılabilir, âbideleri yıkılabilir. Fakat temin ettiği nüfuz ve tesir, umumiyetle hınçtan daha dayanıklıdır. İşte onu yıkabilecek hiçbir beşeri kudret yoktur. Hattâ asırlar bile, o işte biraz âciz kalır.” (Dr. Gustave le Boa) 34
Türkler özellikle müslüman olduktan sonra harbettikleri ve neticede hâkim oldukları yerlerde, halka katiyyen zulmetmez, onlara en iyi muameleyi reva görürlerdi. “Türk hâkimiyeti Avrupalılarınkinden farklı olarak yerli halklara ikinci sınıf veya esir muamelesi yapmıyor, İstismar gayesi gütmüyordu."35
Osmanlılar esirlere son derece iyi davranırlardı. Zîrâ “memurların büyük ekseriyeti, harb- lerden, korsanlardan aldıkları esirlerden... teşekkül ediyordu,"36
Esir ve esaretin tarifini şöylece özetlemek mümkündür: Harbler ilk insanlardan günümüze kadar süregelmiştir, Harp bir hiledir her iki taraf da karşı tarafı yenip esir almak ister. Bu hep böyle olmuş ve olagelmektedir. Esirler alınılmış, esirler verilmiştir. Tarih tekerrürden ibarettir, sözü bu maddede de geçerliğini muhafaza etmektedir.
Esirler bir zamanlar pazarlarda alınıp satılan bir madde şekline de bürünmüştür. Osmanlılarda esir pazarı (1847)’de kaldırılmıştır, “Esir pazarı İstanbul’da Tavuk Pazarı civarında idi. Köle ve câriyelerin pazara getirilip satılması (1847) yılında menedilmiştir.”37
Netice olarak esirlerin durumu ilk defa: (1864) yılında Cenevre konvensiyonuyla düzene bağlandı. Daha sonra (1907)’de Lahey’de harp esirlerinin akıbeti konuşuldu. (1929)’da, Cenevre’de yeni hükümler kondu. (1940)’da Cenevre’de (61) ülkenin imzaladığı bir anlaşma yapıldı, Türkiye bu anlaşmaya, (21 Ocak 1953) târihinde ve (6020) sayılı Kanunla taraf oldu.38
HUKUKÎ YÖNÜ:
Târihî seyri içerisinde özetle gördüğümüz, esirin durumunu, bu bölümde İslâm hukuku bakımından ele alacağız. Cenâb-ı Hakk’ın Kitabında ve özellikle Hz. Peygamber’in hadislerinde dâimâ esirleri ve köleleri, hürriyetlerine kavuşturmaya teşvik vardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de:
“Onun İçin kâfirlerle muharebede karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları mağlûp ve perişan bir duruma, getirdiğiniz zaman, bağı sağlam bağlayın (esir alın ve onları sağlam tutun), sonra da ya lütfedip esirleri salıveriniz, yahut da (geri vereceğiniz esirler karşılığında) fidye alırsınız, (isterseniz esirleri meccanen serbest bırakırsınız, İsterseniz kendi esirlerinizle değiştirirsiniz veya onlara karşılık mal ve para alırsınız, bunda muhayyersiniz.) Allah dileseydi o kâfirlerden (savaş yapmaksızın) İntikamını alırdı. Fakat sizi birbirinizle imtihan etmek için (size savaşı emrediyor), Allah yolunda öldürülenlere gelince onların amellerini Allah aslâ bosa çıkarmaz.”39
Yine bir başka âyette: "Ey peygamber! Ellerinizdeki esirlere şöyle de: Eğer Allâh’ın ezeli İlminde, kalblerinizde bir iyilik varsa, Allah size, sizden alınan fidyeden daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar, Allah Ğafûr’dur, Rahim’dir ,”40 buyurulmuştur.
Bir başka âyette kul âzat etmek şöyle vasıflandırılır: "Sarp yokuşun zorluklarını göze alıp geçemedi. Yokuş nedir bilir misin? O, kul azad etmektir.”41
Hz. Peygamber (a.a.s.) de bu konuda der ki:
“Ebü Zer (r.a)’den;
Rasûl-i Ekrem (S.A.S.) Efendimiz’e:
— Yâ Rasûlâllah! Hangi amel efdaldir? diye sordum
— Allah’ iman ve Allah yolunda cihaddır, buyurdu.
— Hangi köleyi azad etmek efdâldir? dedim.
— Sahibi yanında en iyi ve en pahalı olandır, buhurdu.”42
Hz, Peygamber (s.a.s.); "Bir kimse müslüman bir köle azad ederse, ud yerine varıncaya kadar, kölenin her uzvuna mukabil, Allâh-u Teâlâ Cehennemden, azad edenin âzalarını kurtarır.” diye buyurmuştur.43Esir de bir harp ganimetidir.
"Harbde ele geçen mallara ganimet denir (mal-ı ganaim) Bu mallar dört türlüdür:
1 — Harp esirleri,
3 — Adi esirler,
3 — Arazi,
4 — Eşya.
Harp esirleri, savakta esir alınan askerlerdir. Bunlar fidye vermek suretiyle esaretten kur- tartabilirler. Bu defa da onlardan alınan fidye kurtuluş akçesi ganimet malına katılır.44
ESİRLERİN SERBESTLİK
ŞEKİLLERİ:
1) Esirler fidye vermek suretiyle hürriyetlerine kavuşurlar.45 “Nitekim Bedir harbinde, esirlerden fidye verenler serbest bırakılmıştı.”46
“Eğer Allah’dan bir yazı (kader) geçmiş olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı mutlaka size büyük bir azab dokunurdu.”47
“Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş olarak yiyin ve Allah’dan korkun. Gerçekten Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.”48
2 — Müslüman olmalariyla hürriyetlerine kavuşurlar49 (veya kavuşmazlar). Kendilerine İslâm dini arzedilir, anlatılır, müslüman olmaları teklif edilir, kabul ederlerse, hür gibi muamele görürler.
Başka bir varyanta göre ise, yine esir muamelesi yapılır.
3 — Müslüman esirlerle değiştirilirler.50 Harp anında müslüman muhariplerden düşman eline düşmüş olanlarla becayiş yapmak sûretlyle, müslümanlar ölümden kurtarılır.51
4 — Müslümanlarla beraber harbe çıkarlarsa, hür olurlar. Nitekim Taife giderken, Hz, Peygamber, “Onlar Allah’ın Azad ettikleridir’’ diyerek müslümanlarla çıkanları affetti’,52
5 — Müslümanlara bir şey (bir sanat, okuma-yazma, ilmi bir keşif, tıbbi bir buluğ, kimyevi bir formül, bir sistem... vs.) öğretmek şartıyla, serbest bırakılırlar. Bedir harbinde, “Bedel veren bütün esirler Mekke’ye dönmüşlerdi. Bedel vermeye iktidarı olmayıp da okuma yazma bilen esirler de ensardan onar çocuğa yazı öğretmek ve sonra Mekke’ye gitmek üzere Medine’de alıkonulmuştu.53
Esirler her şeye rağmen öldürübilirler de,54 İslam devletinin hayatiyeti söz konusu olunca, esirlerin kesafetinden dolayı, böyle hayâti bir tehlike başgösterince, bu yola da başvurulur. “Kölelerin (esirlerin) boyunlarının vurulmasına ancak İslâm devletinin menfaatleri bunu gerektirdiği zaman müsaade edilmektedir. Bu hüküm çok zor şartlar altında kalındığında uygulanır.”55
MÜSLÜMAN ESİRLER:
Harp esnasında düşman eline düşmüş olan müslüman esirler, karşılıklı değiştirilirler. Veya para île satın alınırlar ve kurtarılırlar, İslâm esirlerini para ile ilk kurtaran zat, (89 h.) yılında Abbasi Halifesi Hârunu’r-Reşid İdi. Daha önce harp esirleri karşılıklı değiştiriliyorlardı. İslâm târihinde en meşhur esir kurtarma (13) dür. Bunların hepsi de Abbâsîler zamanında olmuştur56.
Hattâ Mervan bin Ebî Hafsa: Hârunu’r Reşid’ e hitaben şu mealde medhiyede bulunmuştur; “Vatan, dost ve yârandan uzak olarak hapishânelerde inleyen İslâm esirlerini, bütün İslâmlar bunları kurtarmaktan âciz kalmış iken ve hırıstiyan hapishaneleri onlara mezar kesileceğine kanâat getirmişken sen kurtardın. Bu büyüklük bütün müslümanları minnettar eyledi.”57
ESİRE YAPILACAK MUAMELE;
Esir de insandır, iyi davranmak gerekir. Yarasını sarıp, moralini düzeltmek en basit medenî ve insani kaidelerdir. İslâm hukukuna göre esirlere iyi davranılmaIıdır. Hz. Muhammed (s.a.a.) Bedir savaşından sonra; "Esirlere İyi muatuele etmek hususundaki tavsiyelere dikkat edin.” diye emretmiştir. Esirlerin yiyecek ve giyecekleri İslâm devleti tarafından karşılanır. Memleketlerindeki malları İçin vasiyetnâme düzenleyebilirler.58
Esirlere hemen hemen her iş açıktır. Çalıştırılırlar, meslek sahibi olabilirler.59
Kur’ân-ı Kerîm’de; "Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere şöyle de: Eğer Allah’ın ezeli İlminde, kalplerinizde bir iman varsa Allah’ın size sizden alman fidyeden daha hayırlısını verir. Ve sizi bakışlar. Allab Gafûr’dur, Rahim’dir.60
“Burada esirlere gönüllerini almak için hüsn-ü surette nasihat emrolunuyor. Hükmün umûmî olduğunda şüphe yoktur.”61
Esir de bir misafirdir, Hz. Peygamber (s.a.v.); “Kim Allah’a ve ahiret gününe inamıyorsa, ml- ftâfirlerine İkramda bulunsun...”62 buyurmuştur,
Müslüman Türk daimâ harp artıklarına misafir muamelesi yapmıştır, İslâmî ve insani bakımdan örnek olmuştur. Bunun için de yükselmiştir.
Bu özelliklerinden, bu ulvi duygularından sıyrılmağa bağladığı andan itibaren de yavaş yavaş alçalmaya, düşmeye başlamıştır.
Azamet devrimizde,’bizim silâh kuvvetiyle mahfedilemiyeceğimizi anlayan Avrupa’nın mutaassıp hıristıyan müelliflerinden birçokları, Türk milletinin ancak “Garplılaşmak” suretiyle imha edilebileceğine hükmetmişler ve eserlerinde bu noktayı büyük bir ehemmiyette tebarüz ettirmeyi çalışmışlardır.63
NETİCE:
Buraya kadar anlatmak, izah ve isbat etmeğe çalıştığımız konu: Müslüman olarak, bir harpte esir alınan veya esir olana yapılacak muameledir. Mü’min savaşta hiçbir zaman metanetini kaybetmeden mücâdele ve müdafaa edecektir, ölümden korkmadan savaşa atılan müslüman, eğer mukadderse esir olursa buna rıza gösterecek ve bunda da Allâh’ın rızâsını arayacaktır. Mü’min ölümden korkmaz: “ölümden korkan, Allah’ın (adl)’inden ve (hikmet)’inden korkan belki de (ihsan) ve (ata)’sından korkan bir kimse demektir.”64
Şâir de şöyle İfade eder bu mânâyı: .
“Kan ile kılıçtır görünen
bayrağımızda Can korkusu gezmez
ovamızda dağımızda Her guşede bir şir yatar
toprağımızda Gavgada şehâdette bütün
kam alırız biz Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz."65 Diğer şık ise, müslümanın harpte yakalayıp esir aldığı düşmanına: İslâmi ve insani muamele yapmasıdır. Böyle yapmıştır, bu dînin en büyük tatbikçisi ve dâvetçisi Hz. Muhammed (s.a.s.) dir.
Esire bir merhametli bakış, bir yumuşak yaklayış veya basit bir iltifat, kimbilir belki de onun müslüman oluşuna sebep veya hidâyetine vesile olacaktır..
(1) El-İsra; 70.
(3) Et-Tac: Ş.M.A. Nasıf, C. 5, S. 189 ve (8 nolu dipnot) S. baskı Mısır, 1962 m. (9) El-Enbiya: 85/EI-Mülk; 2/En-Nisa: 78.
(4) El-Muvatta: İ. Malik, C. 1, 3. T (sayfa nosu yok) Edirne Selimiye Kitaplığı el Yazmaları böl: 4539 numarada kayıtlı 1323 h.
(5) Unutulmaz Sözler: a. Saraçbaşı, S. 178 1. bas. Ank. 1970.
(6) El-Maide: 35.
(7) Et-Tac: C. 5, S. 161
(8) Fıkıh Kamusu: 0. N. Bilmen, O. 3, & 887 1. baskı, let. 1965.
(9) O. Tarih Deyimleri ve Ter. 11. Z. Pakalın. C, 1, S. G52. OsmanlIca - Türkçe Ansiklopedik Sözlük: F. Develliojflo. S. 278 î. baskı. Atık. 1970.
(10) Meydan Larous: C. 4, S. 362 (Türkiye baskısı) Esir Maddesi. İslam Acsiklopesi: Abid maddesi. C. 1, S. 112.
(11) Hz. Adem’in oğullarının birbirlerini öldürmeleri... gibi.
(12) Unutulmaz Sözler; S. 883.
(13) İslam M. ve D. Tar.: Brocelmon, S. 3, 15, 1. baskı Ank: 1954.
(14) Büyük Dünya Tarihi: Jacques Pirenne. C. 1, s. 336.
(15) a.g.e. : C. 1, s.137.
(16) Kısaa-ı Embiya: A. C. Paşa, C. 2, 8. 839 İst 1969.
(17) Büyük Dünya Tarihi; d 1, S. 96.
(18) El-Hac: 39.
(19) El-Hadid:10
(20) Et- Tevbe:39
(21) Şerh-i Siyeri Kebir: Serahsi ,Baba Cihat S. 46 Selimiye Kitaplığı No:4800
(22) İslam Tarihi: M.A. Köksal C.1 S. 173 1.Baskı Ank. 1966
(23) El-Enbiya :44
(24) Er- Rad :41
(25) Büyük İslâm Tarihi: A. Zapsu, a 772.
(26) El-Enfal: 67.
(27) İradü Aklı Selim: Ebus-Suud, C. 1. 3. 748, Selimiye el yaz. böl. no: 4520.
(28) Kur’an-ı Kerim’in Türkçe M. Alisi; Ö. N. Bilmen, C. i S. 1213, 1. baskı. İstanbul 1961.
(29) Hak Dini Kur’ân Dili: A. H. Yazır, C. 3, S. 2452 Dly. Yay. 1. baskı, Ank. T
(30) Al-i Imran: 120 ’
(31) Medarik-üt’Tenzil: Nesefi, O. 1, B- 369, Kahire, 1. baskı 1065 m.
(32) Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi: Prof. O. Turan, C. 1, S. 1971. baskı İstanbul 1363.
(33) A_g.e.: Prof. O. Turan, O. 1. fl. 2 (muhtelif bölümler).
(34) İslam Medeniyeti: İ. H. Danismend, S. 79. 4.’ bukı, İst. 1371.
(35) Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi; C. 1, S. 12.
(36) Asya’nın Üstünlüğü Ve Düşkünlüğü: Fernard Grenard, S. B7, 1. baskı, ist. 1941
(37) O. T. ve Deyimleri Sözlüğü: C. 1, S. ©8.
(38) Meydan Larous; C. 4, B. 863.
(39) El-Muhammed:4
(40) El-Enfal: m
(41) El-Beled: 11-13.
(42) Riyazüssalihin: C. 2, a 677,
(43) A,g.e.: C. 2, S. 578
(44) Fıkıh Tarihi Ve İslam Hukuku: O. Keskioğlu, 3. 306, 1. baskı, Ank. 1969.
(45) El-Muhammed: 4, El-Enfal; 68, 70.
(46) Büyük İslam Tarihi: 8. 774.
(47) El-Enfal; 68.
(48) En-Enfal: 69.
(49) Şerhi Siyeri Kebir: S, £37 (BaDu Blyat)
(50) Mecmeul Bahreyn: 3. 130 (Selimiye klt. no: 19) (Babu TK.)
(5l) El-Muhammed: 4.
(52) Dürer Hukkam Fi Şerhi Gurer-i Ahkam; Mevlana. Gazi Muhammed: C. 2, S. 6. 2. baskı, İst. 1317 h.
(53) Büyük İslâm T ar) W: S. 775.
(54) Mecmeul Bahreyn: S. ISO. -
(55) Larous: C. 4, S. 862.
(56) İslam Medeniyeti Tarihi: O. Zeydûn. c. 1, S. 283, (67) A.g.0.: C. 1, 3. 283,
(57) A.g.e C.1 s.293
(58) Larous C. 4 S. 362
(59) İslam Ansiklopedisi C. ı, S. 114.
(60) El-Enfal: 70.
(61) Hak Dini Ktu^ftn DU1: C. S. S, 34S6.
(62) Sünen-i ibn-i Mace; Babu Hakkud-Dayf, 1 baskı.
(63) Garp Membalarına Göre İslam Medeniyeti: 8. 5.
(64) Ölüm Korkusundan Kurtuluş: îbni Sina, tere, S. Tura, S. 16. L baskı., İstanbul 19*3.
(65) Anadolu’yu Aydınlatanlar: (Namık Kemâl bölümü) M. önder, C. 2. S, 11,
1. baskı, îst 1874.