Makale

GÜNEY AFRİKA’DA BİR TÜRK ÂLİMİ

GÜNEY AFRİKA’DA BİR TÜRK ÂLİMİ

Yazan: A. Van SELMS
(Pretoria Üniversitesi) Güney Afrika

Tercüme eden: Doç. Dr. Yusuf Ziya KAVAKÇI

İslami İlimler Fakültesi İslam Hukuku Hocası-Erzurum

EBÛ BEKİR VE GÜNEY AFRİKA DİLİ EDEBİYATI

Burada anlatılması uzun sürecek bir seri mes’ud tesadüfler beni Cape(2) Malaylarının o sırada bilinmeyen, bir edebiyatı sahasına sevketti. De Goeje, Snouck-Hurgronje, Kramers ve Zwemer’in Cape Hollandacasında Arap alfabesiyle yazılmış(3) en azından bir kitabın mevcut olduğunu zikrettikleri bir hakikattir. Fakat 1950 yılına kadar kimse İslam Edebiyatının bu dalına husûsî bir dikkat atfetmedi. İslam Ansiklopedisi’nde(4) ne Cape’deki Müslüman Malay Cemaatı ve ne de bu cemaatin edebî mahsulleri zikredilmiştir.

Bu nefis mevzudaki ilk neşriyâtım(5) üzerinde çalıştığım 1920’leri takip eden ilk yıllarda talebeler arasında dolaşan bir hikâyeyi ansızın hatırladım. Hollanda’nın Leiden ve Utrecht üniversiteleri arasında dostane bir rekabetin var olduğunu herkes bilir. Leiden’deki arapçacıların aleyhine olmak üzere şark yazmaları arasında Leiden âlimlerini uzun müddet meşgul eden Arap harfli bir eser olduğunu keşfettikleri Utrecht’te söylenmekle idi.

(1) Bu yazı Pretoria Oriental Series (neşreden A. van Selms), vol. Il’de Mia Brandal-Syrier tarafından neşre hazırlanan “The religious Duties of Islam astaught and explained by Abu Bakr Effendi (Leiden 1960), s. V. - IX-XLV-XLVII’deki A. van Selms’in mukaddimesinin tercülmesidir. Başlık tarafımızdan konmuştur. Y. Z. K.

(2) Ümit burnu, Afrika Kıtasının en güney noktası. Y.Z.K.

(3) M. J. De Coeje, “Mohammedsanische Propaganda”, De Nederlandsche Spectator, nr. 51, 1881, s. 442-444.

C. Snouck Hurgronje, Mekka, II, s. 196.

S. M. Zwemer, “Two moslem catechismus (published at Capetown)”, Moslem

World, 1925, s. 349-360.

(4) Sadece birinci baskısı (1913-1934)’nı kasdediyorum.

Şakadan başka bir şey olmadığı gözükmekle beraber hikâyenin hakiki yönü araştırılmaya değer mülâhaza olundu. Prof. Kramers’e yazdım; onun çok acı ölümü bu mektubumdan birkaç ay sonra vukû bulmuşu; o kendi kütüphanesinden daha evvel De Goeje’nin mülkü olan ve bu meseleye cevap vereceği anlaşılan bir kitap göndermek lûtfunda bulundu. Eser, bir Türkçe ve bir de Arapça önsözden sonra “iek begint dieste kitab met Allah Ta’âlâ sain naam (Ben bu kitabı Allah Teâlâ’nın adıyla başlarım)” diye devam etmektedir. Şüphesiz bu, Hollanda’da konuşulan Hollanda dili ile bugün Güney Afrika Birliği’nin resmî dillerinden biri bulunan Afraka (Afrikaans) lisanı arasında geçici bir şekil diye vasıflandırılabilecek olan husûsî bir Hollanda dilidir.(5)

Cape’te ki Malay Cemaatının folkloru ve günlük hayatı sahasında en büyük salâhiyet sâhibi bulunan Dr. Du Plessis(6) böyle bir kitabı pek çok soruşturmuş ve fakat bir nüshasını ele geçirmeye muvaffak olamamıştır, öyle anlaşılıyor ki mevcut olan yegâne nüsha Kramers’deki idi. İlk neşrimde ben, yazarın adı olan Ebû Bekr Efendi’yi ve önsözlerine göre kendisini bu eseri 1869 yılında yazmaya sevkeden bazı şartları zikrederek kitabı kısaca tavsif ettim.(7)

Bundan kısa bir müddet sonra yazarın torunu Miss Adèle Baker-Efendi’den bir mektup aldım; kendisi o zaman Capetown’da yaşıyordu. Gazetelerden birinde benim kitabımı tanıtan bir yazı okumuştu; bana babasının halen dedesine ait kitabın mühim miktarda nüshalarına sahip bulunduğunu haber verdi. Hemen Capetown’a koştum ve yaşlı beyefendi Omar Jalaluddin (Ömer Celaleddin) ile çok şahane bir mülakat yaptım. Babası Ebû Bekr Efendi 1880 yılında vefat etmişti, Ömer o zaman sadece dokuz yaşında idi; buna rağmen bana babasının hayatı hakkında muhtelif ve hoş şeyler anlatabildi.

Evvela o bana çok iyi yapılmış bir aile şeceresi gösterdi, “İlâhiyat âlimi ve dört mezhep müftüsü olan” babası Ebû Bekr Efendi’ye Haşnevî (Khashnawi) deniyordu ki muhtemelen bu Urmiye gölünün 120 mil cenubunda ve Şehrizûr ovasındaki bir köyün adından geliyor. Ömer, Salâhaddin, Süleyman, Mustafa ve İbrahim’den geçerek liste Emir Süleyman’a ve Ebû Bekr’in kitabının önsözünde zikredilen ecdadına dayanıyordu. Cedvel daha da geri gidiyor ve Emir-Zeyd’i kaydettikten sonra İzzeddin, Emir Abdullah, Zeyneddin, Ahmed ve “fatih, kureyşî ve meşhur bir zat olan Ebû Nasr Emir Süleyman’ın oğlu efendimiz Ebû Muhsin Osman Hâmid’in soyundan gelen” Abdulhak Süleyman’ı zikrediyor. Tarihî kaynaklardan öğrenilen şahsiyetlerin bu cedvelde takip edilebilip edilemiyeceği hususunu kürt tarihi mütehassıslarına bırakmam gerekir. Her halükârda Minorskinin “ayrıca kürtlerin araplara ait soy sop şecerelerini kendileri için kullandıkları’” ve “bütün bu nesep şecerelerinin tarihî vakıaların birazcık tohumlarını ihtiva edebileceği”(8) yolundaki beyanlarının bu listeye çok iyi uygulanabileceği açık gözükmektedir.

(5) A. van Selms, Arabies-Afrikaanse Studies I, Medelingen der Koninklijke Nederlandse Akademie van wetenschappen, Nieuwe reeks, XII, (aynen böyledir), 1, 1951. cp, also id. “Die oudste Boek in Afrikaans, Herzog-annale II. 1953, s. 61-103 and id., “in Arabiese Grammatika in Afrikaans”, Tydskrif vir wetenskap en kuns, 1956, s. 14-19.

(6) O. D. Du Plessis, Die Maleise Samelewing aan die kaap, 1935; id. Die Bydrae van die Kaapse Maleier tot die Afrikaanse volkslied 1935; Malaise, Liederskat, 1939; Uit die Slamsa Buurt, 1939.

(7) Arablese-Afrikaanse Studies I, s. 13-14.

(8) Encyclopaedia of Islam, birinci baskı, (kürds).

Ömer Celâleddin’e göre babası evvelâ Şehrizûr’da ecdadından Emir Süleyman tarafından tesis edilen Medrese’de eğitim gördü. Babasının vefatından sonra Ebû Bekr Efendi tahsiline İstanbul’da devam etmiştir. Burada geçen beş yıl içinde ailesiyle temasını kaybetmiştir. Onu bulmak maksadıyla annesi İstanbul’a gidince kendisine, oğlunun en son tahsil devresi için Bağdad’a gittiği söylenmiştir. Anne Bağdad’a gitti; tahsiline müdahale etmek istemediği için kendini hissettirmeden oğlunu görebildi; bu kadarıyla yetinerek anne memleketine döndü.

Kısa bir müddet sonra bir bedevî istilâsı aileyi Erzurum’a hicrete zorladı; annesi vefat edince erkek kardeşi, tahsilini bitirmiş olan kardeşi Ebû Bekr’i bulup getirmek için Bağdad’a gitti ve onu Erzurum’a getirdi. 1862 yılında Ebû Bekr ekin kıtlığı dolayısıyla çok sıkıntı içinde olan kabilesine hükümetten yardım istemek maksadıyla İstanbul’a gitti. Onun bu hizmet seyahatı o kadar sade ve canlı anlatılmıştır ki ben onu Ömer’in kelimeleriyle aynen sunmayı tercih ederim:

“Babam İstanbul’a Sultan Abdulmecid’in sarayına varınca Başbakan Halil Paşa ve Yâver Osman Paşa giriş merdivenlerinin tepesinde duruyorlardı. Bu iki zat birbirlerine şöyle dediler: Bak; Ebû Bekr geliyor. Kendi kabilesi için yardım istiyor; fakat biz onlara bir şey yapamayız. Ancak biz Kraliçe Victoria’dan bir mektup aldık; onun Cape Müstemlekesindeki. müslüman tebeası bazı dinî meselelerde büyük ihtilâfa düşmüşler ve Kraliçeden Sultan’ın iyi yetişmiş bir âlimi Afrika’ya göndermesi için ricada bulunmasını talep ettiler. Ebû Bekr’i gönderelim.

Böylece babam İngiltere’ye gönderildi; Londra’da saraya gitti; fakat Lord Chamberlain kendisine Kraliçenin tatil için İskoçya’ya gitmiş olduğunu söyledi. Lord Chamberlain Ebû Bekr’in bu hizmetine büyük alâka göstermiş ve ona ertesi gün Capetown’a gitmek üzere bir buharlı vapurun yola çıkacağını ve derhal oraya hareket fırsatından istifade etmesinin iyi olacağını söyledi.

Capetown’a ulaşınca babam kendisini kimsenin beklemediğini gördü. Royal otelde gelecekleri beklemek maksadıyla endişe içinde üç gün bekledi; fakat kimse gelmedi; sonunda oteldeki Hollandalı bir görevli Malay Cemaatına mümtaz bir ziyaretçinin gelmiş bulunduğunu haber verdi. Derhal büyük bir kabul resmi tertip edildi. Ebû Bekr Bree ve Wale caddelerinin kesiştiği köşede (at the corner of Bree and Wale Streets) bir ev tuttu ve orada derslerine başladı. Sonra da Lang ve Oorp caddelerinin kesiştiği köşede bir cami inşa etti.”

Filhakika bu hikâye çok doğrudur. St. James sarayındaki Türk sefiri 15 Temmuz 1862 tarihli bir mektubunda Cape’teki müslüman cemaati arasındaki ihtilaflar; zikretmiş ve ihtilâfları yatıştırmak için İslamî ibadetle alakalı kitapların temini hususunda cemaatin isteğini bildirdi.(9) Çok muhtemeldir ki burada bahis mevzûu olan mesele halife merasimi (khalifah-ceremony)(10) nin kabul ediiebilip edilmediğidir.(11) Buradaki yegâne güçlük Ömer’in 25 Haziran 1861’de vefat eden Abdülmecid’i zikretmesi ve hâlbuki Türk sefirinin mektubunun bir sene daha geç olan bir tarihi taşıması hususudur. Belki de Ebû Bekr Abdülmecid’i n saltanat devrinin son ayları sırasında gelmiş ve Güney Afrika’daki vazifesine gönderilmeden önce bir müddetini İstanbul’da geçirmiştir.

Ayrıca Ömer’den alınan bilgiye göre onun babası iki defa evlenmiştir. İlk hanımı Hollandalı idi ki onun adını Ömer hatırlayamamıştır; birinci hanımın vefatından sonra o Yorkshire’dan Jeremiah Cook’un kızı ile evlendi. Bu J. Cook meşhur kaptan Cook’un akrabası idi ve Capetown’a 1847’de gelmiştir.

(9) S. A. Rochlin, “Aspects ot Islam in Nineteenth-Century South Africa”, Bulletin of the school of oriental studies. 1936. s. 213-221.

(10) Bu merasimden kasdım hutbe esnasında halifenin isminin veya kimin isminin zikredileceği hususu olabilir. Y.Z.K.

(11) E. J. De Graaf, “De Herkomst van de kaapse Chalifah”, Tydskrift bir wetenskap en kuns, 1950, s. 112-115.

O bir gemi inşaat ustası idi ve Capetown Kasteel yakınında dalgakıran inşaatı sırasında müşavir olarak çalışmıştı. Ömer bu ikinci evliliktin doğma idi.

Ebû Bekr’in tesiri önemli olmalıdır; zîrâ bugün Hanefî olan küçük Malay grubu hala mevcuttur. Ebû Bekr’in hanımı Güney Afrika’da müslüman kızlar için ilk defa okul açmıştır.

Ömer’in ağabey si Ahmed Ataull ah Efendi 1884 yılında Kimberley’deki Osmanlı okuluna müdür olarak tayin edilmiştir. 10 Kasım 1903 tarihli “The Straits Times” tarafından iktibas edilen İstanbul “Oriental Adviser”daki bir yazara göre “Atâullah’in Güney Afrika’daki onyedi yıllık hizmeti esnasında gerek Malaylar ve Hindistanlılar ve gerekse Cape müslümanları arasında eğitimin yayılması ve gelişmesi için çalışmış; Güney Afrika’daki birçok hareketlere ve müesseselere karşı büyük alâka duymuştur. O ammeye hizmet ruhuyla dolu bir efendi idi; gerek Capetown ve gerekse Kimberley’deki içtimâi ve ahlakî ıslahat sahasında önemli hizmette bulunmuştur.”

“Oriental Adviser” bunu Atâullah’ın Singapore’a ilk Türk başkonsolosu olarak tayin edilmesi münasebetiyle yazıyor. Orada geçirdiği iki sene içinde o gerek kendi dindaşları arasında ve gerekse o şehirde sâkin olan Avrupalılar arasında büyük bir sevgi kazanmıştır. Onun 11 Kasım 1903 tarihine rastlayen günün erken saatlarında bir trafik kazası sonucu vukû bulan ölümü bütün cemiyet tarafından derinden hislerle karşılanmış ve gazetelere göre cenaze merasiminde “birçok yıllardır Singapore’da yabancı herhangi bir kimsenin cenazesine iştirak edenlerden daha çok ve büyük bir kalabalık kortej bulunmuştur.(12)

Çocuklarından ikisi olan Dr. Hayrunnisa Atala (Khayr unNisa Atala) ve Rey Bekir Rushdi Atala hâlen Güney Afrika (South Africa)’da yaşamaktadırlar. Anlatılan babalarına ait tercüme-i hal malûmatını bana lûtfedenler onlar oldu. Burada söylenmiş olan şeyler günümüze kadar Avrupalılar tarafından bu çok ırklı memlekette oturan Avrupalılar için ve bir Avrupa tarihi olarak sunulmuş bulunan Güney Afrika tarihinin araştırıcılarının dikkatini Ebû Bekr’in Afrika’ya gelişine ve eserinin müslüman cemaat arasında yayılması meselesine çekmenin yerinde olacağını göstermeye yetecektir.(12)

EBÛ BEKR’İN BEYANU’D-DÎN’İ (Türkçe Mukaddime)

(İngilizceye yazarın torunu Rey Bekir Rushdi Atala tarafından tercüme edilmiştir.)

Capetown’da ki Dalgoa Koyunun ve komşu şehirlerin müslüman sakinlerinin çoğu Arap diline hâkim değillerdi; istisnaî Arap muhacirleri olan ve Arap soyundan gelen çok az kimseler idi. Kendimi anlatabilmek için ekseriyet tarafından konuşulan Cape Hollandacasına hâkim olmam gerektiğini anladım. Onlara Kur’an’ı ve dinin temel kaidelerini ifa etmede zaruri bulunan Arapça tabirleri izah edebilmek ve metinleri tercüme edip bu millete gerçek İslamiyeti kendi dillerinde öğretmek için Cape Hollandacasını öğrenmeyi vazife edindim.

Onlara nasihat etmek gerekiyordu ve birçok hallerde onların İslam dinine aykırı düşen bazı kötü adetlerini ve hareketlerini düzeltmek için çok çalışmak zorunda kaldım. Kötü adetlerini ve fena işlerini terketmek istemiyen küçük bir grup bana güçlük çektirdi; fakat çoğunluk İslam dininin en iyi şekilde ifası için hakiki Kur’an kaidelerini ve ahkâmını öğrenmede ve takip etmede büyük arzu ve istek sahibi idiler. Onlardan bazıları benim gibi dinî meselelerde yol gösteren bir salahiyetlinin bulunmadığını, benden önceki bir devirde yaptıkları dinî ihtilafların ne kadar manasız ve lüzumsuz bulunduğunu anlamaya başladılar.

(12) Straits Times, 11 Kasımimim 1903.

(13) A. von Selms’in mukaddimesi burada bitti. Bundan sonraki kısım esas Ebu Bekr Efendi’nin kendi kitabına yazdığı Türkçe önsözün İngilizcesinin Türkçesidir. Y.Z.K.

Bu millete yol göstermek ve yardım etmek ve onlara iyi müslüman olmalarını öğretmek ümidiyledir ki ben İstanbul’dan bu sahile, 15.000 mile yakın bir seyahatten sonra çeşitli âdetlere sahip ve muhtelif diller konuşan insanlarla kaplı bu kadar uzak yabancı bir memlekete gelmiş oldum. Maâlesef buradaki halkın bir kısmının çok cahil olduğunu ve din ehemmiyetini kaybedecek kadar tamamen bozulmuş bulunduklarını müşâhede ettim. Dinin verdiği bilgi hiç düşünülmüyordu ve onlar sadece ismen ve nazarî olarak müslümandı. Filhakika İslam’ın hakiki tatbikatı için lüzumlu bulunan İslam dinî kaidelerini ve hükümlerini onlar çok az biliyorlardı. İşte o zaman ıslah etmek ve öğretmek zorunda kaldığım kimseler bunlardı ve bu kadar uzak bir memlekete gelmiş bir kimse olarak misyonerlik vazifemi yerine getirmeye karar verdim.

Bizzat kendi elimle yazdığım kitaplarla başlayarak ve kitaplarımı dinin çeşitli yönlerinden sekiz bölüme ayırarak bir İlahiyat Okulu açmak sûretiyle işe giriştim. Kitap metnini Arapça ve şerhini de Cape Hollandacasında yazdım.

Sonra talebelerime biraz bilgi ile birlikte Kur’an okutmaya koyuldum. Zamanla onların aralarından gerek Arap dili ve gerekse İslam dininin gerçekten tatbiki için lüzumlu bulunan ilmihal sahalarında daha zeki bazı kimseleri yetiştirmeye muvaffak oldum. Bir zaman sonra ve daha da fazla sabır neticesinde sıraları geldiğinde öğretmen olacak olan daha üstün talebelere dayanmam mümkün oldu. Ben onları benim nezaretim altında bazı küçük gruplara öğretmenlik yapmaya teşvik ettim. Nihayet onları kendi sınıflarında belli sayıda talebelerle tedriste bulunmaları işinden mes’ul tuttum. Hanımlar için de ayrı bir mektep açtım.

Öğretmenler ve talebeleri sayı itibariyle çoğalınca kendi el yazım kitaplarla tedrîsata devamın imkânsızlığını hissettim. Bu suretle ben sadece iki kitaba, yani “Beyânu’d-dîn” ve “Merâsıdu’d-dîn” eserlerine istinad etmeye ve diğer altı kitapla tedrise devam etmemeye karar verdim. Bu arada şahsi bir mesajımda Türk Sultanının Yüksek Şahsiyetlerinde seçtiğim iki kitabın İstanbul’da devlet matbaasında basılmasına müsaade lütfetmelerini arzettim. Be­nim talebim lûtufkârâne bir kabûle mazhar oldu ve Sultan Hazretleri tarafından izin verildi. İki kitabım İstanbul devlet matbaasında tam bir şekilde basıldı.

Sultan Hazretlerinin bu lütufkâr hareketi gerek Güney Afrika ve gerekse Mozambique müslüman halkı tarafından fevkalâde takdirle karşılandı. Mozambique’de Sultan Selim’in emriyle meşhur Türk mimarı Sinan Paşa tarafından inşa edilen bir cami mevcuttur ki orada birçok vesilelerle benim de hazır bulunduğum ve Mozambique’in müslüman cemaatinin takip ettiği husûsî fevkalâdelikte cuma ibadetleri yapılmaktadır. Âlimlerin fakir ve cahil olanları öğretmeleri maksadıyla ben bu kitaptan bazılarının Mozambique halkı arasında dağıtmak için Sultan Hazretlerinden emir almış bulunuyorum.

Sonunda Türkiye, İran, Arabistan ve Yunanistan’ın sultânı, Sultan Abdulmecid’in oğlu ve Sultan Osman’ın hanedanının mensubu II. Sultan Abdulhamid Han Hazretleri’ne niyazlarımı ve dualarımı sunarım. Ayrıca dünyanın bu kısmında muntazam bir İslam cemaati meydana getirmemde bana lûtufta bulunan kâdir olan Allah’a şükrederim.