Makale

EZÂN, İKAMET VE KUR’AN-I KERİM TİLAVETİ KONUSUNDA

EZÂN, İKAMET VE KUR’AN-I KERİM TİLAVETİ KONUSUNDA

Hüseyin KÜÇÜK

Ba notlar: Diyanet İşleri Başkanlığınca 1993 yılı Kasım ayında, Ankara İmam-Hatipleri İçin, açılan tekâmül kursu mtlnasebetiyle hazırlanmıştır.

Çağımız ihtisas çağıdır. Binaenaleyh, bir çok insanlar pek çok şeyler bi­lirler, amma bildikleri şeylerde bir ihtisasa sahip olmadıktan için, bilgileri ke­sin ve İlmî değildir. Bu itibarla bu yazımda ezan, ikâmet ve tilâvet-i Kur’âniyye’de tam bir ihtisasa ve bilgiye olan lüzumu belirtmeğe çalışacağım. Asıl me­seleye temas etmeden evvel şunu söylemek isterim ki, müstesnâlan hâriç, za­manımızda ezân ve ikamet babında pek çok kimseler, kaidelere riâyet etme­den, ezân okumakta ve ikâmet getirmektedirler. Tilâvet-i Kur’âniyye’de ise bilgileri, sâdece tashîh-i hurûf ve basit bir tecvid bilgisinden ibarettir. Halbuki bu kadarcık bilgi, Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvete kâfi gelmei. Şunu da arzetmek is­terim ki, bu satırlarım bilmediklerimizi öğrenmeğe teşvik gayesiyle kaleme alınmıştır.

Mevzuu, aşağıdaki esaslar dâhilinde ele alacağım:

1 — Hatalı okuyuşlar.

2 — Hatâsız okuyuşlar.

1 — Ezân ve ikâmette, sünnet olan cezm ile okumaktır. Bâzıları cezm ile okurken vakfın hakkını vermeden sekte yapar gibi okuyorlar. Şahâdetlerdeki (he) yi göstermeden tahkik ifâde eden Enne’nin nefy lâ’sı ve istisna illâ’sı gibi harflerin haklarını vermeden, «Hayye ale’s-salâh,

Hayye ale’l-felâh» daki Hayye’nin yasından sonra, «ale’s-salâh» ın «ayn» ı gösterilmeden okunmaktadır.

2 — Ezân ve ikâmeti cezm ile okumak şart olduğuna göre, ezân ağır ağır, nefes ala ala, fâsıla vermek suretiyle okunur, İkâmet ise, fasıla vermeden ça­buk çabuk okunur.

Şimdi, ezân ve ikametlerin nasıl okunması gerektiği husûsunu açıklayalım:

1 — Kelimelerin sonunu cezm ile okumaktır.

2 — Vakfa niyyet ederek vâsıl ile okumaktır. Vakıfta, sünnete riâyet icap ettiğine göre, hem sünneti ifâ etmek ve hem de vasıl yapmak suretiyle oku­manın çâresi, tekbîrlerde birinci «Allâhu-Ekber’u daki zamme’yi fethaya çevirerek, vakfa niyyetle Allâhu-Ekber’lerin birincisinde vasıl ikincisinde vakıf yapmaktır.

Misâl: «Allahu Ekbera’llâhu Ekber».[1]

Tekbirlerde zamme ile vasıl yapmak sünnete muhâliftir.

Misâl: Allâhu Ekberu’llâhu Ekber Tekbîrlerde Lâfzatu’llah’daki hemzeleri uzatmadan Allah’ın azamet ve Vahdâniyyetini, sesin tonu ile ifâde etmek ve canlandırmak lâzım­dır. Şahâdetlerde «Eşhedu» derken he’yi hakkıyla belirtmeli, eşedü gibi okumamalı lâ’sı ve istisnâ illâ’sı, bu harfleri gereği gibi değerlendirmek ve ifade ettikleri mânâlara göre okumak şarttır. Tahkik ifâde eden enne’de biraz kuvvetlice bir vurgu yapmalı. «Muhammeden resûlullâh

derken, burada «Muhammeden» kelimesinde de bir vurgu yapılma­lı ki, Muhammed, Allâh’ın Resûlüdur, sözü daha kuvvetli bir ifade taşısın.. Yâni, Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) in, Allâh’ın Resûlü olduğunu tasdik, daha canlı ve istekli bir şekilde söylenmiş olsun.

«Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’l-felâh» derken burada Hayye alassalâh Hayye alelfelâh’ların hayye’sine basmalı ve aynını da ayırmalı. Bâzılan telâffuz etmiyorlar da, «Hayyâlessalâh, Hayyalelfelâh gibi okuyorlar. Bu noktalara çok dikkat lâzım gelir. Hayye alessalâh ile Hayye alelfelâh’daki hâ ile he’leri ayırt etmeli.

Ezân ve ikametleri doğru telâffuz ederek harflerin ve kelimelerin delâ­let ettiği mânâlara göre îfâ şekillerini belledikten sonra bir de ezanı ezân üs­lûbu ile çeşitli makamlarla, muhtelif nağmelerle işiten ve dinleyenler üze­rinde, iyi bir tesir bırakacak bir okuyuşu, yazı ile ifâde ve târif etmek müm­kün değildir. Ancak bunu ehlinden tâlim etmek gerekir.

Evvelce iyi ezân okuyanlar, mevlidhanlar ve tilâvette mâiıir olanlar, ay­rı ayrı gruplara ayrılırlardı. Biri ezân okumakta muvaffak olduğu halde mevlidhanlıkta muvaffak olamıyordu. Keza Kur’ân-ı Kerîm’i tilâvette de öyle idi.

Tecvid ve tilâvete verilen ehemmiyet gibi ezan talimine de ehemmiyet vermek lâğım gelir. Aksi halde uzûu ta’lîmine ehemmiyet verlimezse, câzib ve câlib bîr okuyuş elde edilemez. Eskiden güzel ezan okuyanlar, sokaktan geçen müslim ve gayri müslimleri, hayrân hayran Ezân-ı Muhammedi din­lemeye, tatlı sesleriyle ve san’aikârâne okuyuşlariyle âdeta mecbûr eder­lerdi.

Şimdi ise müezzinlerimiz, ezânı çabuk çabuk okuyup minâreden iniyor­lar. Böylece ezan uslûbu da ortadan kalkmış oluyor.[2]

Bu hususta muhtelif zevattan dinlediğim bir vak’ayı sislere arzettikten sonra ezân ve ikamet babındaki yazıma nihayet vererek ve tilâvet-i Kur’âniyye’yi başka bir yazıda ele alacağım.

Muhterem Dr. Şerif Hazım Bey Efendi bundan 45-50 sene evvel, bir sa­bah ezânı dinlemek için yaya olaraktâ Emirgân’dan kalkıp Karaköy’deki yıkılan camide, güzel ezân okuyan bir müezzini dinlemeye geldiklerini bana anlatmışlardı. Güzel bir tesadüf, Ankara’da İmam-Hatipler için açılan tekâ­mül kursu münâsebetiyle, Diyanet İşleri Başkan Muavini Sayın Sadeddin Ev­lin’i ziyaretlerimde, kuradaki talebelere ezân ve ikamet talîmi hususunu görüşüyorken, o da çocukluğunda Karaköy’den geçerken muhrik bir sedâ ile ezân okuyan bir müezzini, gelip geçen halkın dikkatle hayran hayran din­lediklerini anlattılar.

Sayın Sadeddin Evrin’in bana bu vak’ayı anlatmasından bir kaç gün son­ra kurstan çıkmış kursiyerler ile beraber gidiyorduk. Konuşmamız İstanbul’da eskiden güzel ezân okuyanlar hakkında idi, Bu arada bizimle alâkadar olan yaşlıca bir zât da konuşmamıza katılarak şunları anlattı:

«Evet, mesele çok mühimdir. Ben vaktiyle İstanbul’da Baytar mektebin­de okurken, Karaköy’deki câmi-i şerif de öğle ve ikindi ezanlarım okuyan bir müezzin bilirim ki, ezâna başladığı zaman, yoldan geçen bütün halk, araba­lar ve ecnebiler durur, kemâl-i hörmet ve huşû içinde, hattâ ecnebiler şap­kalarını çıkararak, ezân bitinceye kadar ayakta dinlerlerdi. Bu sözler yuka­rıda arzettiğim ifâdeleri te’yîd etmesi bakımından, bir hakikatin bilinmesine vesile oldu. Bundan başka Valide Câmii Müezzini (meşhur ezân okuyanlar­dan) merhum Hâfız Cemal Bey, merhum Hafız Sami Bey, merhum (Deli) Ha­fız Hüseyin ve merhum (Karabacak) Süleyman Beylerin, buna benzer, men­kıbelerini benim gibi işiten ve dinleyen pek çoktur. Bugün ise, maişet zorluk­ları dolayısiyle, sesleri güzel olanlar, mevlid okumayı tercih ederek Ezân-ı Muhammedi okumaktan, sesleri bozulacak diye, kaçınıyorlar. Bu itibarla gün geçtikçe iyi ezân okuyanların sayısı azalıyor. Biraz himmet edilir, gayret gös­terilirse, târihe mal olmuş kıymetli zevâtın yerlerini dolduracak güzide ele­manları yetiştirir ve adetlerini çoğaltabiliriz.

***HADİSİ ŞERİF MEALLERİ ***

(Ağaç Hakkında)

★ «Her hangi bir Müslüman bir ağaç diker de bundan insan, hayvan ve kuş yeçse, yenen şey kıyamete fcsrdar o Müslüman için sadaka olur.»

★ «Meyvasmdan, gölgesinden, halkın faydalanacağı sedr ve benzeri ağaçlan kesen kimseyi Cenâb-ı Hak, tepe taklak Cehenneme ata­caktır.»

★ «Kıyamet kopacağı zaman bile, elinizde bir hurma fidanı bulunursa, kıyamet kopmadan dikebilecekseniz hemen onu dikiniz.»



[1] İbn-i Âbidîn (büyük kıt’a, cilt, sahife 259, satır 5)’e ve şâir Fıkıh kitaplarına müracaat edilirse daha mufassal mâlûmat elde edilebilir.

[2] Peygamberimiz (Salla’lahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bize şu mübârek Büzleriyle müezzinliğin derece ve efdaliyyetini ve ma’nevi mükâfatının büyüklüğünü beyân buyuruyorlar.

Hadîs-i Şerifler:

1— Kıyamet gününde müezzinler insanların en uzun boylularıdırlar.

2 — İnsanlar ezân okumaktaki ecir ve sevâbı bilselerdi, (her biri) ben okuyaca­ğım diye birbirlerine kılıç çekerlerdi.

3 — Allah’ın müezzine rahmet ve gufrânı, sesinin doldurduğu boşluk miktarıncadır. Ezanını işiten, her yaş ve kuru, onun için Ailah’dan mağfiret diler.

4 — Allah’ın rahmet ve yardımı, müezzinin başı üzerindedir. Müezzinin sesinin vardığı yer (dolusu) ona mağfiret olunur.

5 — Kim sevâbını Allah’dan dileyerek 7 sene ezân okursa, Cehennem’den kurtul­duğuna dair, onun için bir berat yazılır.

Bâzı müezzinler, minâreye çıkıp ezân okumaya üşenirler de nâ-ehil kimseleri, minârelere çıkartıp ezân okuttururlar. Yâhut kendileri baştan savma ezân okurlar. Asıl düne hizmet etmeyi Allah’ın rızâsını tahsili, gaye edinenler, âşıkane okuyuşlariyle her­kesi cûş-u hurûşa getirirler, işiten ve dinleyenlerin kalblerini aşk-ı ilâhi ile tutuşturur­lar. İşte, bizim gibi, dînî hizmet görenlerin gaye ve emelleri bu olmalı ve kalbleri Allah aşkıyla ve Resûlullah sevgisiyle dolup taşmalıdır ki, tilâvetlerimiz ve şâir okuyuşla­rımız başkalarını da vecde getirsin ve te’sîrini göstersin.