Makale

İMAN NEDİR?

İMAN NEDİR?

Dr. Lütfi DOĞAN

İmân, dilde, bîr şeye inanmak, bir şeyi tasdik ve doğrulamak, (bu şey böyledir, şöyledir) diye inandığını ifade etmektir. Din dilinde, «Yüce Allah’ın dinini kalb ile kabul etmek, yâni Hazret-i Peygamber’in bildirdiği şeyleri kesin surette kalben doğrulamaktır.» İmânda asıl, bu doğrulamadır. Fakat böy­le inanıp kalb ile samimî surette doğrulanan şeyleri, dil ile ikrar, yâni söyle­mek, bunların hakkında şehâdette bulunmak gereklidir. Allah’ı ve diğer imân edilecek şeyleri yalnız kalbiyle doğrulayıp diliyle, söylemedikçe onun bu du­rumu insanlarca bilinmez, onun Müslüman olduğuna hükmedilmez. O halde iman topluca «Kalb ile tasdik, doğrulama, dil ile ikrar, söylemektir». Bu, dinin temelidir. Din mensubu, mânevi hayatım şuurlu ve anlayışlı bir îmân üzeri­ne oturtmalıdır. Böyle olmadıkça, yâni bir Müslüman yaptıklarını îmân aslı­na bağlamazsa, amelini neye yaptığım bilmezse, ondan düzenli ve İlâhî hoşnutluluğa uygun işler beklenebilir mi? Zaman zaman cemiyet hayatında gör­düğümüz aksaklıklar hep bu yönden ele alınmalıdır, İnanmadığını yapanla­rın ve söyleyenlerin cemiyete zararları büyüktür. Gerçekten yukarıdaki be­lirtiye uygun îmâna ve doğrulamaya muhtacız.

Bu îmân, kulun Allah ile anlaşması, onu doğrulaması kesin bir sözdür. Eksilmez ve artmaz. Dinî deyimle «Lâ yezîd va la tenkus» dır. Artış ve eksi­liş, ona dayalı olan, amelinde, işinde ve nûrundadır. Mezhebimize göre; amel. İmândan bir parça değildir. İmân ayn, amel ayrıdır. İnanmış kimseye (mü’min) diyoruz. Allah’ın tekliğini ve ibâdete lâyık bir Tanrı olduğunu ve Hazret-i Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü bulunduğunu kalb ile tasdik ve dil ile de söyledikten sonra da Hazret-i Muhammed’in bildirdiklerine İnanmakla gerçekten îmânlıdır. Ancak bunları açıkça İnkâr eden, İlâhî emirlere inanma­dığım söyleyen îmansızdır. Ameli gaflet ve günâhkâriık altında terk eden, bu şart altında İnsanı küfre götürmez. Yalnız bu amelin bırakılması mu mini günaha ve isyana götürür. Asî ve fâsık mümin diyoruz böylesine. Fakat imânla ameli birer ayn parça olarak düşünmemize rağmen aralarında çok sıkı bir bağlantı vardır, imânın üzerine dayanan amel doğrudan doğruya onunla ilgilidir. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm’de dâima îmân edenlerin yanın­da, salih, yararlı işler yapanlar beraber söylenmektedir. İslâmm îmânı na­zarî değil, amelî ve yapıcıdır. Yüce Allah’ın üstün kuvvet ve kudretine ezelî (önsüz) ve ebedî (sonsuz) sıfatlarına İnanmış bîr insan, O’nun peygamberi Hazret-i Muhammed’in gerçek Peygamber olduğunu tasdik etmiş bir kul, inandığım yaşamadan yapamaz. Şart ne olursa olsun îmânın rûhuna hattâ Tsedenine yaptığı tesirle kul, gâfil kalamaz, imân, ona büyük bir sorumluluk yükler, bu sorumluluktan kurtulmak için yaptığı vazifeler ile kalmaz, daha iyi ve daha fazUetli işler onun derdi ve kaygusu olur. Gece gündüz bu çalış malar o îmâna bağlı kulluğun ifadesi olunca, bir mü’min dâima nafilelerle Rabb’ine yaklaşan bir insan olur.

Dinimizde ve îmân anlayışımızda hiç bir zorlama yoktur. Din dilinde bu­na ikrah diyoruz ki, âyet-i kerîmede «La ikrâhe fi’d-dîn = Dinde zorlama yok­tur, eğri doğrudan ayırd edilmiştir» buyurulmaktadır. Biz Müslümanlar hiç kimseye yukarıdaki emre göre inancından dolayı zorlama yapmayız. Dini ye inancı yayma ancak, «Rabb’ının yoluna, hizmetle ve güzel öğütlerle çağır» İlâhî buyruğunda açık olarak görülür. Bu, dinin esas kâidesidir, buna bilgisizce baskılar, zorlamalar yalnız kendi şahıslarımızın eseridir.

İmân ancak düşünce yoluyla iknâ olunarak inanmakla olur. Buna biz tahki­ki îmân = gerçeğine ererek îmân, deriz ki, dinimizde asıl olan budur. Bunun aksi, taklidî îmân’dır ki, bu caiz olandır. İmân edilecek şeyler özet olarak Amentüde tesbit edilmiştir. Bunlar, Allah’a, Peygamberlere, Kitaplara, Me­leklere, Âhirete, ve Kadere îmândır. Bunlar hepsi bir bütündür. Bunlar, bir parçasiyle ele alınmaz. Bütünü ya inanılır ya inanılmaz. İnanmada zorlama yapılmaz. İnsan düşünerek, bilerek, gönlü huzura vararak tasdik eder, doğ­rular, doğruladığını diliyle söyler, İşte bu îmândır.