Makale

VAKIFLAR ve VAKIFLARIN ŞARTLARI

VAKIFLAR ve VAKIFLARIN ŞARTLARI

Ali Himmet BERKÎ

Vakıf: Bir malı bir veya müteaddit gayeye devamlı olarak tahsis, diye de târif olunabilir. Meşru her lâide vakfın gayesini teşkil eder, Fâideler maddî ve manevî olabilirler.

Vakıfların temin eylediği İâide ve menİaat birkaç şahsa münhasır kalmayıp devamlı ve müebbet olmak itibariyle sayısız insanlara âm ve şâmil olur. Hattâ bazı vakıflarda insanlara vakıf zımnında kuşlar ve hayvanlar da olabilirler.

Camiler, mescidi er, mektepler, kütüphaneler, hastah dneler, imarethâneler ve benzeri vakıflar ve bunlardan intifa edecekler hatırlanırsa vakıflar’dan hasıl olacak menfaatlarin ne kadar umumî ve şamil olduğu hemen anlaşılır. Hayır ve rahmetle ya da vesiyle olmak için bir misâl olarak merhum Bezm-i Alem Hanım’ın İstanbul’da vakfeylediği Gurabâ Hastahanesini zikre­delim. Yüz küsur sene evvel te’sis olunan bu hastahâne şimdiye kadar yüz binlerce hastayı âğuş-u şefkatinde barındırmış, tedavi etmiş ve ıstıraplarını, dindirmiştir. Bundan böyle de dindirecektir. Birkaç defa tedavi olundu­ğum bu hastahanede, şifa bulanların çıkarken umumî kapı önünde sevinç göz yaşlariyle bânisine o hayırperver muhterem Türk ve İslâm hanıuıma yük­sek sesle rahmet okuduklarına şahit olmuştum. Ne büyük mazhariyet. Allah gelip geçen bilcümle hayır sahiplerini rahmet ve mağfiretine mazhar bu­yursun.

Vakıfların yaptıkları hizmet bakımından «Vakıflar» adlı eserimde Vakıf müesseseler!, hukûkî tasarrufların en sevimli ve hayırlısıdır, demiştim. Filhakika öyledir. Binaenaleyh her cemiyette vakfa ve bu hayırlı tasarrufa teşvika ih­tiyaç vardır. Çünkü insanlar bir kararda ve bir seviyede değildir. Sâ’y kudretleri evlât ve iyallerinin maişetini temine kâfi gelmeyen fakirler, türlü tür­lü hastalıklara duçar olup çalışmak kudretini z&yi eden ve hastalıklarını tedavi ettirmek imkânına sahip olmayan çaresizler ve sâ’y kudretleriyle ya­şadıkları baba ve annelerini kaybedip meydanda kalan bedbaht çocuklar vardır. Hiç bir cemiyet bunlardan hâli kalmamış ve bundan sonra kalmıyacaktır. Nitekim zengin kavim ve milletlerde de durum böyledir. Bunları bu mahrumiyetten korumak, teşkilâtlı, devamlı bir yardımla ve yardım menbaiyle takviye ile mümkündür. Şu muhakkaktır ki, devamsız gelip geçici yardım­larla ve hilkat kanunlarına muhâlif müfrit hareketlerle bu dertlere çare bulmak kabil değildir.

Yoksullara, muhtaçlara, düşmüşlere yardım; insani bir vazife olduğu kadar bu ulvî hareket cemiyetlerin yüksek menfaatleri icabıdır. Fertlerin maddî ve mânevî ihtiyaçları sağlanmakla ilim ve irfan artar, nüfus çoğalır, sefalet, cürüm ve cinayet azalır.

Bu yardımlar binbir türlü ihtiyaç ve masraf karşısında bulunan cemiyetten beklenemez. Bunun içindir ki, İslâmiyet yardım emrinde en evvel ferdlere hitap eder.

Vakf, gayesine uygun olduğu içindir ki, İslâmiyet vakfa teşvik ye o’nu en hayırlı ve faideli bir hareket addeylemiştir. Vakf hareketi, «Siz sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar asla iyilik ve taâte nail olamazsınız» meâlinde olan nazm-ı Celîl’in şümulü dâhilinde olduğu gibi Resûl-i Ekrem Efen­dimiz bazı akarlarını vasiyet tarikiyle vazetmek suretiyle fiilen ve «insan öldükte ameli münkati’ olur, iakat üç şey vardır ki, bunlardan ameli münkati’ olmaz. Bu üç şeyden birisi; sadakai cariye olan vakf. İkincisi kendisiyle intifa’ olunan ilim. Ve üçünciisü, kendisinin vefatından sonra o’na hayır duâ edecek salih çocuktur.» mealinde olan hadîs-i şerifleriyle kavlen vakfa teş­vik eylemiş ve başta Hazret-i Ömer olmak üzere ashab-ı kirâm ve sonradan gelen müslümanlar mallarını vakfetmek suretiyle isr-i Nebiye imtisal eylemişlerdir. O derecede ki: İslâm şehitlerindeki gayr-i menkullerin çoğu vakf haline gelmiştir.

Vakf tasarrufunun devamı ve vaki’a teşvik, vakf yapanların arzu ve şartlarına riâyetle mümkündür. İşte vaki müessesesinde en mühim olan me­sele vakıfların şartlarına riayet olunup olunmamasıdır. İslâm hukuk ilmi, vâkıflar’ın meşru’ olan şartlarına riâyeti lüzumlu addetmiş ve bu hususu «Şart-ı vâkıf nass-ı şari’ gibidir» vecizesiyle ifade eylemiştir. Gerçi vâkıf­ların vakfeyledikleri mallar üzerinde sonsuz iradelerini hâkim kılmak kaide ve kıyasa muhaliftir. Ancak bir tasarruf ve muamele hakkında müsbet veya menfi hüküm verilirken nazariyyat-ı mücerrededen ziyade insanların tema­yülleri müsbet ve menü hükümlerin faide ve mahzurları mukayese olunmak icabeder. Görülüyor ki vakıflar, müteaddit ve muhtelif maksadlarla vücûd bulmakta ve her vakıf yapan, vakfı üzerinde arzularının devamını istemek­tedir. Ve yine anlaşılmıştır ki, bu temayülün kabul olunmaması halinde vakf fiili devam etmiyecektir. Vakf yapanların arzularının kabulünde ise bir mah­zur yoktur. Ve vakıf cemiyyet-i beşeriyye için en faydalı bir tasarruftur. Nite­kim İslâm, vakf hukukunda olduğu gibi garp hukuku ve medenî kanunumuz ahlâk ve âdâba ve kanun hükümlerine mugayir olmamak şartiyle vakıf te­sis edenlerin arzu ve şartlarına hürmetle bunları kanun hükümleri gibi telâk­ki eylemiştir.

Vakıflar Kanunu, vâkıflar’ın bazı şartlarını ilga ettiğinden medeni kanun­dan sonra tesis olunan vakıflar da M. K. hükümlerinin tatbiki icap et­mesine rağmen vakıf fi’linin arkası kesilmiş gibidir.

Şunu arzetmek isterim ki; vakfa teşvik için suret-i mutlakada meşru’ ve makbul şartlara riâyet lâzımdır. Sâbık hukukumuzda şu kabil şartlar mûteber değildir:

1 — Her şart kİ, vakfın mahiyetine mugayirdir, bu gibi vakıf tasarrufu­nun sıhhatim ihlâl eder. Meselâ vâkıf, vakfedilen mallar ileride satılarak vârislerinin ihtiyacına sarfedilmesini veya borcu zuhur ederse ödenmesini şart etse, muteber bir vakıf yapılmış olmaz. Çünkü bu şartlar vakf’ın mahiyyetine ve hükmüne de muhaliftir.

2 — Her şart ki; vakf’ın veya vakıftan istifade edeceklerin menfaatine muhaliftir. Bu halde vakf-ı sahih ve şart lâğv’dır. Meselâ: Vâkıf vakfettiği akar’ın istipdal olunmasını yani para veya herhangi bir akarla mübadele edilmemesini şart etse; mübadelede vakf ve meşrutunleh için menfaât görürse isübdâle hükmedecek hâkim bu şarta muhalefet edebilir. Çünkü vakf olu­nan akar herhangi bir sebeple varidat getirmez veya varidatı masarifim korumazsa bu yeri para ile veya faydalı bir akarla mübadele, vakf ve meş­rutunleh hakkında mahz-ı menfaat olur.

Keza vâkıf tâyin ettiği mütevellinin hiç bir sebeple azledilmemesini şart eylese ehliyetsizliği veya vakf’a hiyaneti tahakkuk ederse, o mütevelli azlolunur.

İşte vakfın inikat ve sıhhatine mâni olan veya sıhhatma mâni olmayıp lağvolan şartlar bunlardır. Bunlardan maada gerek tevliyete ve gerekse galle’nin meşrutunlehlere suret-i tevziine ve gerek vakf’ın gayesine ait şartlara riâyet olunmak icabeder. Aksi halde kimse vakf yapmaz olur.