Makale

Kıbrıs Dosyası- BARIŞ HAREKATI İLE GELEN MUTLULUK

Dr. FAZIL KÜÇÜKTEN RAUF DENKTAŞ’A VE K.K.T.CNE UZANAN SÜREÇ İÇERİSİNDE İNSAN FITRATINI ZORLAYAN BİR SABIR ÖRNEĞİ…

Orhan BALCI

BARIŞ HAREKATI İLE GELEN MUTLULUK

Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın üzerinden 17 yıl geçti. Zulümler ve barbarlıklar artık gerilerde kaldı. Şimdi Kıbrıs Türkü, Ayyıldızlı Bayrağının gölgesinde kahırlı günlere inat, huzur içinde yaşıyor. Fakat, özlenen ve beklenen kesin barışa bir türlü ulaşılabilmiş değil. Her fırsatta demokrasiden, insan haklarından söz eden bazı Batılı Ülkeler, Türklük ve İslâmlık fobisinden kurtulabilmiş değiller. İstedik ki, 17 yıl sonra Kıbrıs Dosyası’na yeniden bir göz atalım ve 1974 öncesindeki olayla bir kez daha hatırlayalım.
Zira, geçmişini unutan milletler, o günleri yeniden yaşamaya mahkûm olurlar.

RUM TELEVİZYONUNDA BİR EĞİTİM BAKANI
Kıbrıs Rum Televizyonunda bir yarışma programı yayınlanmaktadır. İlkokul çağındaki çocukların katıldığı yarışmada, sorulardan birini Rum Eğitim Bakanına sordururlar. Her fırsatta tek başlarına "DEVLET" olduklannı ileri süren ve daima Kıbrıs Türk Toplumunu dışlayan bu sözüm ona "DEVLET"in Eğitim Bakanının sorduğu soru sudun
- "Söyle bakayım, Hz. İsa’yı kim öldürdü?"
Henüz "düşmanlık" kelimesinin anlamını bile kavramak durumunda olmayan, ancak sürekli Türk düşmanlığı ile şartlandırılan Rum çocuğu hemen cevabı yapıştınr:
- "Türkler öldürdü, efendim."
Eğitim Bakanı, beklediği ve istediği cevabı almış, keyiflenmiştir. Bütün Rum çocuklarına vermek istediği mesaj için en uygun ortam hazırlanmıştın
- "Hz. İsa’yı Türkler öldürmedi ama, seni düşmanını tanıdığın için sorunun cevabını da bilmiş sayıyorum."

BUNLAR HEP BÖYLEDİR
Türk düşmanlığı bunların kanına işlemiştir. Bu düşmanlık onlarda millî olduğu kadar dinî bir nitelik taşır. Yakın geçmişteki niyetleri ne ise, yüzyıllar ötesinde de aynı olmuştur.
Osmanlıların 1570-71’de Kıbrıs’ı fethini müteakip, Katolik Venediklilerin zulüm ve baskısından kurtulmuş olan Ortodoks Başpiskopos, sürgünden Lefkoşa’ya getirtilir ve Başpiskoposluk makamına oturtulur. Başpiskoposluk Kilisesinin binaları kiliseye vakfedilir. Bugün de aynı binalar, Osmanlıların Kiliseye Vakfı olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Başpiskopos Rum lideri yapıldıktan sonra, Osmanlı Devleti’ne kırmızı mürekkeple imzalayarak dilekçe vermek hakkı da tanınmış, Hıristiyan halka vergi koymak ve halktan vergileri toplamak için yetkili kılınmıştır.
Böylece Başpiskoposluk, Devlet içinde Devlet olmuştur. Kilise, Bizans devri dahil, hiç bu kadar yetkilerle donatılmamıştır.
İşte bu Kilise, yani Osmanlı Devletinin, Katolik Venediklilerin zulüm ve baskısından kurtardığı, tarihte benzerine rastlanmayacak biçimde iyilik ve ihsanlarda bulunduğu, yetkilerle donattığı Ortodoks Kilisesi, yıllar yılı Kıbrıs Türk’üne insanlık dışı her türlü eziyeti, zulmü reva görmüştür.
Kıbrıs’ın fethinden henüz 30 yıl geçmemişti ki, Kıbns Başpiskoposu, Rus ve Fransız misyonerlerin tesir ve tahriki ile, Noel gecesi, bütün adada uykuda bulunan Türklerin katledilmesini Savoy Dükü Şad Emanuel’e teklif ediyordu. Ne var ki Dük, böyle bir girişime cesaret edemedi. İşte Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi, 1600 yılından bu yana, niyetinde herhangi bir değişiklik yapmaksızın yoluna devam etmiş-, aynı vahşiyane düşünceleri tekrarlama gayretlerine kapılmıştır.

ADANIN İNGİLTERE’YE DEVRİ VE RUMLARIN NİYETLERİ
1878 yılında imzalanan Berlin Andlaşmasıyla Kıbrıs Adası geçici olarak İngiltere’ye bırakılmıştır. Rumlar bu karan büyük bir sevinçle karşıladılar. Zira Ada yönetiminin İngilizlere geçmesiyle ENOSİS gayelerinin daha kolay gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Nitekim İngiliz yöneticilerini karşılama töreninde Başpiskopos düşüncelerini şöyle açıklıyordu:
" Biz Ada’nın idaresinin değişmesini kabul ediyoruz. Çünkü Kıbrıs’ın millî bakımdan bağlı bulunduğu Yunanistan’a ilhak edilmesine İngiliz Hükümetinin yardım edeceğine inanıyoruz."
1914 yılında İngilizlerin Kıbrıs Ada’sını tek taraflı olarak İngiltere’ye ilhak etmeleri, Rumların Yunanistan’la birleşme iştihalarını kabarttı. 1931 yılında gene Kilise’nin organize ettiği bir isyan hareketi başlatıldı, felâket bastırıldı.
Aradan yıllar geçti. Rumların ENOSİS hayalleri de sürdü, gitti. EOKA tedhiş örgütü kuruldu. 1955-1974 yıllan arasında, EOKA saldırıları sonucu 103 Türk. köyü yakılıp yıkıldı. 30 bin Türk evinden-barkından sürülüp göçmen oldu. Camiler yıkıldı, minareler kurşunlandı, imamlar öldürüldü. Türkiye dışında hiçbir ülke olanlara kulak vermedi, görmezlikten geldi.
15/16 Ağustos 1960 gecesi kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti de Ada’ya barış getirmedi.
1963-1974 yıllan arası, Kıbrıs Türkleri için çok zor yıllar oldu Rumların işledikleri cinayetler, utanç vericiydi. Kadın-çocuk, genç-ihtiyar demeden öldürüyorlardı. Nitekim, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görevli bir doktor binbaşının eşi ve üç çocuğu, sığındıktan banyo küvetinde kurşun yağmuruna tutularak şehid edildi. Kanlı Noel olayları olarak tarihe geçen bu alçaklık örneğinin cerayan ettiği ev, bugün "BARBARLIK MÜZESİ " olarak ziyaret edenlerin ibretli nazarlarına sunulmaktadır.
Ayvasıl’da, Limasol’da, Gaziveren’de, Erenköy’de ve daha bir çok yerde, küçük-büyük, kadın-erkek demeden hep öldürdüler, öldürdüler.. Bütün bu barbarlıklar 11 yıl sürdü. Bu arada zaman zaman Türkiye’nin müdahaleleri oldu. Ancak, Başpiskopos Makarios, Türkiye’nin müdahalesi halinde Adadaki bütün Türkleri imha edeceği şantajını tekrarlıyordu.

Kıbrıs Türklerine yüzyıllar gibi gelen 11 yıl sonunda, Yunanlı subaylar bir darbe planladılar. Maka-rios’a karşı yapılmış gibi gösterilen bu darbe sonunda bütün kötülüklerin başı olan Başpiskopos Ada’dan kaçırıldı. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulan Nikos SAMPSON, "Kıbrıs Helen Cumhuriyeti"ni ilan etti. Bu, adı söylenmemiş ENOSİS demekti. Zira Nikos SAMPSON, daha sonraki itirafında: " Türkiye müdahale etmeseydi, sadece ENOSİS ilan etmekle kalmayacak, Türkleri de imha edecektim" demiştir.

MUTLU BİR HAREKÂT
Kıbrıs Türkleri, akıl almaz baskılara, barbarlıklara rağmen yılmadılar. Rumların Modern silahlarına av tüfekleriyle, taşla, sopayla direndiler. Yıllar yılı Anavatan Türkiye’den bir müdahale beklediler. Liderleri Dr. Fazıl KÜÇÜK ve Rauf Denktaş’ın izinde Rum zulmünden kurtulacaktan mutlu günlerin özlemi ile yaşadılar. "Türkiye gelemez, sizi elimizden kurtaramaz" diyen Rumlara rağmen umutlarını kaybetmediler.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, Garanti Andlaşmasının 4. maddesini kullanma hakkı verdi. Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Türk Barış Harekâtını başlattı. Rum yönetimi tarafından yapılan askerî tahkimat ve en modern silahlarla donatılmış olan askeri birlikler, Mehmetçikle Mücahidin üstünlüğü ve kahramanlığı karşısında perişan oldu.

MAKARIOS VE AMERİKAN SUBAYININ SÖZLERİ
Makarios, yaptıkları tahkimattan ve askerî birliklerinin gücünden o kadar emindi ki, yabancı generallere bu tahkimatları, koruganları göstermiş ve onlardan "Türkiye 6 ay uğraşsa, Kıbrıs’a çıkarma yapamaz" yolunda raporlar almıştı. Makarios kendisine o kadar çok güveniyordu ki, yapağı bir konuşmada: "Türkiye Ada’ya müdahale edecek olursa, kurtaracak Türk bulamayacaktır" tehdidinde bile bulunmuştu.
Oysa savaşın beşinci günü, Daily Bcpress gazetesinde yayınlanan bir demecinde Amerikalı Binbaşı Patrick Tovvnsend şöyle diyordu:
"Kıbrıs Türk Barış Harekâtı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmış olan en başarılı müşterek harekâttır. Amerikalı generaller bu harekâtı incelemeli ve ders almalıdırlar".
30 Temmuz 1974 tarihinde garantör devletler arasında imzalanan protokolle önemli adımlar a-tılmıştı. Ancak, Rum-Yunan ikilisi protokolde öngörülen hususları reddeden bir tutum içine girdiler. Askerlerini Türk bölgelerinden çekmediler.

TOPLU MEZARLAR VE İL BARIŞ HAREKATI
Türkün acı sillesini yiyen Rumlar ve Yunanlılar, bu kez de bulundukları yerlerde yaşayan silahsız Türklere karşı vahşiliklerine devam ettiler. Muratağa, Atlılar, Sandallar ve Taşkent gibi köylerde yaşayan Türkleri katliama tabi tuttular. Gözü dönmüş caniler, altı aylık bebekleri, 80-90 yaşındaki gücü-kuvveti kalmamış insanları, kazdıktan çukurlara doldurdular.
Gerek Rum-Yunan ikilisinin protokole uyma ma lan ve gerekse Türklere karşı katliam haberleri gelmesi üzerine Türkiye, 14 Ağustos 1974 sabahı, bugünkü sınırla ın çizildiği barış harekâtını başlattı ve bu harekâtı da zaferle sonuçlandırdı.
13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilânı ile ortaya çıkan fiilî durum hukukî bir nitelik kazandı. 15 Kasım 1983te de, Bağımsızlık ilân edilerek "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" adı ile yeni bir Cumhuriyet doğdu.
Yıllardır zulme uğramış, her zaman horlanmış, ezilmiş, en tabiî hakları gasbedilmiş, malı mülkü elinden alınmış Kıbrıs Türk Toplumu’nun hakkı bağımsızlıktı. 404 yıl önce 50 bin şehit verilerek alınmış olan topraklarda, Kıbrıs Türkü hürriyetine kavuşmuş, kendi devletini yeniden kurma şerefine erişmişti.


KIBRIS, AHA ŞURASI...
Kıbrıs Adası, tarihin hiç bir döneminde Yunanistan’a ait olmamıştır. Stratejik konumu bakımından tarihi boyunca pek çok devletin saldırısına uğramıştır. Jeopolitik incelemelere göre, çeşitli milletlerin ve farklı ırkların yaşadığı Kıbrıs Adası Anadolu’nun bir parçasıdır. Türkiye’ye 40 mil kadar uzaklıkta olan Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarından Torosları rahatlıkla seyredebi-lirsiniz.

"MUTLU" HAREKÂT
Kıbrıs Türkleri, 20 Temmuz 1974’te başlatılan ve zaferle sonuçlandıran harekât için "MUTLU BARIŞ HAREKÂTI’ deyimini kullanır. Bu harekât mutlu bir olaydır. Zira uzun yıllar çekilen eziyetler bu harekâtla sona ermiş, Kıbrıs Türkleri için her an Rum saldırısıyla karşılaşma ihtimali kalmamıştır. Bedirden Malazgirt’e; Çanakkale’den Sakarya’ya... ALLAH kelimesinin yücelmesi, uğruna verilen haklı mücadele zinciri bu kez Kıbrıs’a uzanmıştır.

HIRİSTİYAN BATININ DESTEĞİ
Bu vesile ile, Kıbrıs olaylarının arkasındaki bir gerçeği ortaya koymakta ve milletimize bu gerçeği hatırlatmakta yarar vardır. Başlangıcı uzun bir geçmişe dayanan bu olaylarda saldı-ran daima Rumlar olmuş, azınlıkta kalan ve ekonomik durumları çok zayıf olan Türkler zulüm görmüşlerdir. Gerçekler çok açık bir şekilde ortada iken, 1878’den sonra Ada’nın hakimiyetini elinde bulunduran İngiltere başta olmak üzere, öteki Hıristiyan Avrupa ülkeleri hep Rumlara arka çıkmış, onları desteklemiştir. 1974 yılında Türkiye’nin andlaşmalardan doğan hakkını kullanarak müdahale etmesini, önceleri tamamen haklı görmelerine rağmen, zaman la bu ülkeler fikir değiştirerek a-çıkça olması bile, Türkiye ve KKTC aleyhine çalışmaya başlamışlardır. Ne kadar itiraza yeltenirlerse yel-tensinler, bu desteğin ardındaki başlıca etken "dindaşlıktır, din bağnazlığıdır. Aynı bağnazlık, Kıbrıs’ta görev yapan Birleşmiş Milletler Askerleri arasında da görülmüştür.

BAYRAK RADYOSUNDAN

"Hoş gelişler ola Mehmedim…”


İdris ÇAĞLAR

1973 yılında, soydaşlarımıza din hizmeti sunmak üzere Kıbrıs’ta görevlendirilmişti. Lefke’de görev yapmakta iken, Mutlu Barış Harekâtı sırasında esir düştü. 26 gün süresince sorguya çekildi, cinci Barış Harekâtı’nın ikinci gününde Mehmetçiğin önünden panik içinde kaçan Rumların elinden kurtuldu. Gazilik payesine ulaşan ve Devletimiz tarafından kendisine GAZİLİK BERATI verilen İdris ÇAĞLAR’ın, o günlerde Bayrak radyosunda yaptığı "HOŞ GELİŞLER OLA KIBRIS’A, HOŞ KALIŞLAR OLA ASLAN MEHMED’İM.." başlıklı konuşmasını yayınlıyoruz.
KIBRIS’A hoş gelişler ola Mehmed’im... Mücahid kardeşin, umut ve imanla, bıkmadan, usanmadan bekledi yolunu. Avrupa’nın şımarık, bücür çocuğu azdıkça azıyordu, Kıbrıs’ta. Almalıydı boyunun ölçüsünü, almalıydı ağzının payını...
Mücahit kardeşin, senin hasretinle yandı yıllar yılı... Avrupa’nın besili tosunu, toparlayıp kaçmalıydı pılı-pırtıyı.
Mücahit kardeşin eziliyor, kendi topraklarında hor ve hakir görülüyordu. Evlerinden, barklarından ediliyorlardı. Göçmendiler. Aç ve susuz... Dünya uluslarının Umurunda değildi bu... Basın yarasalarının işi değildi ilgilenmek... İnsancıl olmak işleri değildi onların. Duymuyorlar, görmüyorlar, acımıyorlardı. Kulakları sağır, gözleri kör, kalpleri mühürlüydü.
Sen duyuyor, sen görüyor, sen biliyordun ama herşeyi Mehmedim. Mücahit kardeşinin çektiğini, kilometrelerce uzakta aynen sen de çekiyordun. Kardeşinin yanıklığı, senin "ahh.. "ın; kardeşinin göz yaşı, senin göz yaşın; kardeşinin acısı, senin acın oldu. Yüreğine sızılar indi. Lokmalar boğazına dizildi. Kardeşinin elemiyle elemlendin, kardeşinin kederiyle kederlendin Mehmed’im.
Aşkla, hasretle bekliyordun, sen de. özlüyor, özlüyordun mücahit kardeşinle kucaklaşmayı... Akdeniz’in dalga dalga kuduran sularına | adımını atıyor, köpürüyor, köpürüyordun. Başın bulutlara değiyor, çırpınıyor, çırpınıyordun.
Düşman vahşi, düşman sinsi, düşman renksizdi... Kardeşlerinden çalıyor; silah yığıyordu boy boy... Mevzi yapıyordu yuva yuva...Tek Türk bırakmamaya yemin etmişlerdi, Kıbrıs’ta... Plân üstüne plân düzülüyordu bu yolda... Fazlaca güveniyorlardı kendilerine... Herşeyleri tamdı.. Silâh, yığın yığın... Mevzi betondan, kat kat... Dışarıdan gelecek kuvvetlere "çelikten çetin ceviziz biz" diyebilecek kadar güveniyorlardı.. Herşeyleri tamdı... Yalnız birşeyleri eksikti. O da "MEHMETÇİĞİN TUTULMAZ OLDUĞU VE NİCE ÇETİN CEVİZLERİ KIRIP ATTIĞI" gerçeğini bilmemeleri veya 52 yıl önceki ceddimizin verdiği dersi unutmuş olmalarıydı.
Düşman, planları işletiyordu sinsi sinsi... 15 Temmuz’da, insan yemesini öğrenmek için, kendi kendilerini öldürmeğe başladılar. Kendi kendilerinden insafsızca binlerce insan öldürebilen vahşiler, kendilerinden olmayanlara, yani Kıbrıslı kardeşlerine neler neler yapmazdı Mehmed’im.
"Cesursan gel, al" diyorlardı sana. Sonunu düşünecek, fikredecek kafa mı vardı onlarda? Kıçı deli, başı deli.. Aynı hamurdandı hepsi de... Sonun ne olacağını kestiremeyecek kadar çılgın...
Böyle olmamış olsaydı: Gazeteciler kurşunlanır, hunharca öldürülür müydü?.. Üç aylık bebek, masum yavrucak kesilir, çukura gömülür müydü?... Doksanbeşlik beli bükük, aksakallı dedecik kurşunlanır, eli-kolu kesilir, ölüm çukuruna atılır geçilir miydi?...
Mehmed’im, yiğit Mehmed’im!
Ne büyüksün, ne yamansın sen...
Allah’ın sana vadettiği şehâdet rütbesini takınmak için, kardeşlerine koştun... Mutlu Son’a gül bahçesine gider gibi kucak açtın.
Sana düşman diyormuş ki, Mehmed’im:
"Mehmetçik tutulmuyor, önüne geçilmiyor... Kurşun işlemiyor... Yıldırım gibi, karaduman gibi Mehmetçikler... Savaşamıyoruz, sa-vaşmıyacağız da Mehmetçikle.
Zorlamayın bizi döğüşemeyeceğiz."
Anadolu’nun tunç yüzlü, yiğit çocuğu,
Arslan Mehmed’im!
Döğüşürken bile güzel döğüşürsün... Öldürürken bile güzel öldürürsün. Acıtmadan, incitmeden... Kim olursa olsun sana el kaldıranları affetmedin.. Masumlara el kaldırmadın. Din adamlarını, ihtiyarları, kadın ve çocukları korudun... Ekmeğine ortak ettin senden a-man dileyenleri...
Sen ne büyüksün Mehmed’im, ne büyüksün!
Dinine ve törene bağlı yaşıyorsun. Allah’ın sevdiği, Peygamberin övdüğü askersin sen...
Dininin ve törenin koyduğu harp kurallarına göre savaştın... Seni seven, Cenab-ı Allah’ın:
"Size harp açanlarla, Allah yolunda, siz de döğüşün, (barış harbi yapın). Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez." buyruğuna kulak vererek barış için doğuştun. Ezeni ezdin, ezilen kardeşini ezilmekten kurtardın. Ne mutlu sana Mehmed’im!
Zor günlerin zorlu arslanı, yiğit Mehmed’im!
Sana Girne’den, Boğazdan selâmlar kucak kucak...
Ömer’den, Ali’den İbrahim’den selâmlar var sana... Cennete ulaşmışlar, Peygamberiyle kucaklaşmış arkadaşların. Sana selâm ederler, altından ırmaklar akan cennet ovalarından...
Allahü Teâla seni sevmiş, Peygamberin seni beğenmiş Mehmed’im, selâmlar var sana cennetin rengârenk bahçelerinden...
Cennet bahçeleri al al olmuş Mehmed’im, bayrak bayrak olmuş senin kanınla... Benek be-nek süs düşmüş cennetin uçsuz bucaksız yeşilliklerine.. Gelincikler fışkırmış al al.
Kucaklar dolusu selâmlar var sana Mehmed’im!
Yanı başında vuruşan demir bilekli, mangal yürekli kardeşlerinden selâmlar var Mehmed’im.
Sen gönlümüzün sultanı, gözümüzün nuru, başımızın tacısın Mehmed’im. Sen cihanda alnından binlerce defa öpülmeğe değer, adını Peygamberinden alan, "Allah’ın Askerisin" Mehmed’im.
Senin demirin dualı, barış saçıyor...
Senin bileğin dualı, demirini tutuyor...
Senin yüreğin imanlı, zaferlere kanmıyor.
Zaferlerin kutlu olsun, Allah seni korusun Mehmedim.
HOŞ VAKİTLER SAVAŞIN KARTALI. HOŞ KALIŞLAR KIBRIS’TA ARSLAN MEHMEDİM.

M.S.D.


BİR HİKAYE
BİR İBRET

İNCİRİN KEMİĞİ

MEVLÂNÂ’nın dostlarından biri, diğer bir dostun bağından bir sepet incir toplayıp getirmişti.
Mevlâna inciri aldı, baktı baktı, sonra:
"Çok güzel bir incir, fakat kemiği var" dedi ve reddetti.
Getiren dost, hayret etti.
"incirin kemiği nasıl olur ki!" diye düşündü ve yavaşça kalktı gitti. Bir müddet sonra başka bir sepet incirle tekrar geldi.
Mevlânâ ondan bir tane aldı, yedi ve:
"İşte bu incirin kemiği yok" dedi.
Hizmetçi dervişe, incirin hepsini dergâhta bulunanlara ikram etmesini söyledi. 0 dosta sordular:
"İlk sepetteki inciri nereden toplamıştın?"
"Bir kardeşin bahçesine gittim ancak, bahçıvanı bulamadım ve izin almadan toplayıp getirdim. Niyetim sonra bahçıvanı görüp söylemek ve parasını vermekti, sanırım Hazretin gördüğü kemik bu "İZİNSİZLİK" olsa gerek, çünkü sonra getirdiğim inciri kabul edip yedi ve yedirdi.
Onu ise başka bir dostun bahçesinden para ile alıp getirmiştim."
Mevlânâ şüpheli olan şeyi boğazına atmaz, dergâhta da komazdı. Şüpheyi,
haram sebebi sayardı. Ne yer ne de yedirirdi.

Tahsin YAPRAK