Makale

Sevgili (s.a.s.)'nin Hırkası Hırka-i Saadet ve Hırka-i Şerif'e dair

Kâmil Büyüker
Behram Çavuş Camii Müezzini / Şişli - İstanbul

Sevgili (s.a.s.)’nin Hırkası
Hırka-i Saadet ve Hırka-i Şerif’e dair

Kâinatın özü sevgi... Sevginin merkezinde Allah ve Rasulü var. Allah Rasulü etrafında hâlelenen sevgi medeniyeti, saadet asrı bütün âlemi kuşatmış. Âlem hâlâ bu sevgi medeniyetini yakalayabilmiş değil. Ona "anam babam sana feda olsun" diye teslim olan canlar, bu yolda anadan, yardan, serden ve nefislerinden dahi geçmişler. Onun şahsında vücud bulan muhabbet, sevgi, aşk yalnız Mekke’yi, Medine’yi değil, Yemen’i, Bağdat’ı, Anadolu’yu ve bütün kainatı sarmış. Kök salmış sinelerde, vicdanlarda, yüreklerde...
O varken ve O’nun yokluğunda bir dünya
O varken ve ondan sonra diye bir tasnif yaparsak, onu hayatının merkezine koyan insanlar, onun yokluğunda ona dair ne varsa aziz bilmişler, en ufak saçının telini dahi korumuşlar, muhafaza etmişler. Meseleyi daha iyi anlamak için ondan sonra, onun emanetine lâyık olmuş, iki âşık, iki talihli ve dünyanın en bahtlı iki insanının hikâyesine bakmak yerinde olacaktır. Bunlardan birisi 630-631 yıllarında Efendi- miz’in huzurunda Müslüman olmuş, Islâm’la şereflenmiş, Muallakât-ı Seb’a şairlerinden (Kâbe duvarına asılan yedi şiir sahibinden biri) Kâ’b bin Züheyr. Diğeri ise uzaklardan, Efendimiz’i görmeden aşkı, sevgisi yüreğine düşen, yanıp tutuşan ve Efendi- miz’in övgüsüne ve hırkasına mahzar olan Yemen’in Karen köyünden Veysel Karani.
Kâ’b bin Züheyr’in hikâyesi
Kâ’b bin Züheyr, hicretin 9. senesinde hakkında çıkarılan fermanı kardeşinden öğrenince büyük bir pişmanlık duyarak Medine’ye geldi ve Mescid-i Saadet’e giderek.
-Ya Muhammedi Kâ’b bin Züheyr tevbe eder ve Müslüman olarak huzurunuza gelmek isterse kabul buyurur musunuz? diye sordu. Rasülullah da;
-Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Kâ’b;
-İşte ben Kâ’b bin Züheyr’im diyerek bütün İslam alemince meşhur olarak bilinen kasidesini okudu ki, bu 59 beyitlik bir kaside olup, Kaside-i Bürde diye bilinir. Kasidesinin sonunda:
"Arzuhalim sanadır, gayrı penahım yoktur
Mücrimim mürtekibim cürm-ü günahım çoktur
Gerek öldür gerek reddeyle, gitmem asitanından."
mısralarından sonra:
"Peygamberimizin nurundan cihan feyz alır."
mısrasına gelince Efendimiz (s.a.s.) sırtından hırkasını çıkararak şairin omzuna atar, ona ikram ve ihsanda bulunur.
Efendimiz (s.a.s.)’in hırkasına nail olan Kâ’b’dan hayatta iken Mu- aviye hırkayı satın almak istemiş, ama Kâ’b satmamıştır. Ta ki Kâ’b vefat edip hırka varislere geçene kadar. Muaviye varislerden hırka-i saadeti satın alır, özel ve önemli günlerde giyer. Daha sonraları Emeviler ve Abbasiler’e geçen Hırka-i Saadet, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle beraber, Mekke şerifinin Sultana bağlılığın bir nişanesi olarak Mekke’nin anahtarını ve kutsal emanetleri hediye etmesiyle İstanbul’a gelmiştir.
Osmanlı’da hırka-i saadet
Tarihi kayıtlarda Kutsal Emanetler için Has Oda (hane-i hassa) yaptırıldığı nakledilir. Bu mekânda yirmi dört saat Kur’an-ı Kerim okunur. Bu uygulama yakın tarihlerde zaman zaman kesintiye uğrasa da 1996 yılından itibaren yirmi dört saat Kur’an okunma geleneği tekrar devam etmektedir. Kutsal Emanetler için tahsis edilen bu bölümde kırk has odalı tahsis edilmiştir. Bunların vazifesi, odaları süpürmek, mevcut mushafların tozunu almak, buhur yakmak, gülsuyu serpmek, altın ve gümüş eşyaları parlatmak ve binanın tabanını yıkamaktı.
Hırka-i saadet Osmanlı için ayrı bir önem arzetmekteydi. Padişahlar gittikleri seferlerde, önemli törenlerde hırkayı yanlarında götürmekteydiler.
Örneğin, III. Mehmet, Eğri seferinde savaş Osmanlı’nın aleyhinde iken Hoca Saadettin Efendi’nin sözlerini tutmuş, hırkayı giymesiyle birlikte büyük bir hezimet önlenmiş. III. Ahmet de askerin moralini yükseltmek için hırka-i saadet ve sancak-ı şerif’i yanına alırdı.
Yine Ramazan ayının on beşinde yapılan hırka-i saadet ziyaretleri önem arzetmekteydi. Hırkanın gümüş tahtı ve altın anahtarlı altın sandukası Sultan tarafından açılır, yedi ipek kadife bohça içinde hırka çıkarılır, uçları su dolu bir kaseye hafifçe batırılarak ıslatılır ve bu, su dolu kazanlara taksim edilir, kazanlardaki su ise içilmek üzere dağıtılırdı. Yine Hırka-i Saadet Alayları da son dönemlerde törenlere eklenmiştir.
Bugün hırka-i saadet Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı altın sanduka içinde ve Topkapı Sarayında muhafaza ediliyor.
Yemen ellerinde Veysel Karanî
Asıl adı Üveys bin Mir el-Karanî olan Veysel Karanî, Yemen’in Karen köyünde doğar. Deve çobanlığı yaparak geçimini temin eder. Az konuşur, insanlar içinde bulunmaktan kaçınır. Üveys’in evde bir bekleyeni, yaşlı ve hasta bir anası vardır. Gündüzleri de derdinin ortağı, sırdaşı, konuştuğu, develeri ile yaşlı ve hasta anasını bir kez olsun ihmal etmez, hayır duasını almadan da yola düşmez.
Kendini Allah’a ibadete ve taata adamıştır. Bir de içinde bir kor yanar tutuşur ki gelişini beklediği sevgilidir, yüreğini yakıp tutuşturan... Sevgililer sevgilisi (s.a.s.) de ötelerden "Ben Rah- man’ın kokusunu Yemen’den alıyorum" diyerek Veysel Karanî’yi müjdelemiştir. Yine o beklenen sevgili, bir rivayette Üveys’i "Tabiinin en hayırlısı" olarak zikretmiştir.
Üveys’in içini yakıp kavuran ateş Mekke’den gelen haberle yerini büyük bir yangına bırakır. Mekke kâinatın nuru, beklenen müjdeciyi konuşmaktadır. Veysel Karanî’yi artık Mekke çağırmaktadır. Yollara düşer, ama anasına verdiği bir söz vardır ki yüreğinde sancı gibi durmaktadır. Sevgilinin kapısına kadar varacak, bulamazsa gerisin geri dönecektir. Ya evde bulamazsa, ya göremeden, aşkını tazelemeden, yüreğini sevgiliye teslim edemeden dönerse? Divane, mecnun, âşık Veysel Karanî için nihayet zaman dürülür, yollar dürülür, sevgilinin kapısının eşiğinde, çaldığı kapıdan bir güvercin misali kanatlanan kalbi kırık bir şekilde sevgilinin evde olmadığı haberiyle yıkılır... Gözü yaşlı, gönlü mahzun geri döner köyüne. Efendimiz eve geldiği vakit durumu fark eder. Ama Üveys’e öyle bir emanet bırakacaktır ki, onu ömür boyu üzerinde taşıyacaktır.
Hırka-i şerif emanetinin sahibi
Efendimiz (s.a.s.)’in vefatından sonra, -Hz. Ömer’in halifeliği döneminde- vasiyetini yerine getirmek üzere Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Küfe ve Yemen tarafından Medine’ye gelen bütün kafilelerde, Rasülullah’ın işaret ettiği üzere Üveys’i araştırmışlar. Ama gizliliği çok, şöhreti az olan bu zata bir türlü ulaşamamışlar.
Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Kûfe’ye geldiklerinde Hz. Ömer (r.a.) hutbe esnasında;
-Ey Necidliler kalkınız, dedi. Kalktılar.
-Aranızda Karen köyünden kimse var mıdır? dedi
-Evet, dediler. Birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hz. Ömer (r.a.) onlardan Veysel Karanî’yi sordu.
-Biliyoruz, o sizin bildiğiniz gibi biri değildir. Divanedir, insanlarla pek konuşmaz, görüşmez, dediler.
-Onu arıyorum nerededir? Buyurdu.
-Arne vadisinde develerimize çobanlık yapmaktadır. Biz de karşılığında ona akşam yemeği veririz. Saçı sakalı karışıktır. Şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez. İnsanların yediğini yemez, üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar, insanlar ağlayınca o güler, dediler.
- Onu arıyorum, dedi.
Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.), onun olduğu yere gittiler. Ve Veysel Karanî’yi namaz kılarken buldular. Develeri yanındaydı ve yanından hiç ayrılmıyorlardı.
Namazı bitirip selâm verince Hz. Ömer (r.a.) kalktı ve selâm verdi. Aralarında şu konuşma geçti:
-İsmin nedir?
-Abdullah, yani Allah’ın kulu.
- Hepimiz Allah’ın kuluyuz, esas ismin nedir?
-Üveys
-Sağ elini göster. Üveys sağ elini gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.);
- Peygamberimiz size selâm etti. Mübarek hırkalarını gönderip, "alıp giysin, ümmetime du- a etsin", diye vasiyet buyurdu, dedi.
-Ya Ömer! Ben zayıf, aciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına ait olmasın? Deyince, Hz. Ömer (r.a.);
"Hayır Ya Üveys, aradığım kişi sensin. Peygamber Efendimiz senin vasfını belirtti." Cevabını verdi. Bunun üzerine Üveys hırka-i şerifi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra, "Siz burada bekleyin" dedi. Biraz ileri de hırkayı hürmetle yere bırakıp şükür secdesine kapandı.Hak Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu: "Ya Rabbi! Peygamber Efendimiz, ben fakir, aciz kuluna Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Efendilerimizle hırka-i şerifi göndermiş" dedi. Ve günahkâr bütün Müslümanların kurtuluşu, affı için dua etti. Bir rivayette bu dua vesilesiyle "Rebia ve Mudar kabilelerinin sürülerinin tüyleri adedince insanlar cennete girecektir." buyrulmuştur.
Veysel Karanî’nin vefatı ve hırka-i şerifin bugünlere gelmesi
Veysel Karanî, ömrünü Hz. Ali (r.a.) ile beraber çıktığı Sıffin savaşında şehadet mertebi- ne ulaşarak tamamlar. Hırka-i şerif, Veysel Ka- ranî’den sonra Şehabettin el-Üveysî’ye intikal eder. Güneydoğu ve Irak’taki çarpışmalar nedeniyle Ziver el-Üveysî döneminde Kuşada- sı’na yerleşilir. Sultan I. Ahmet’in isteği üzerine aile için İstanbul Fatih’te Yavuz Selim mahallesinde bir ev kiralanır. Şükrullah el-Üveysî zamanında burada ikamet edilir. I. Abdülhamid döneminde tek odalı bir daire yapılır. Sultan Abdülmecid zamanında ise 1851 yılında şu an ismi ile anılan cami (Hırka-i Şerif Camii), ziyaret mekânı ve konak inşa edilir. Her yıl varislerinde muhafaza edilen hırka-i şerif Ramazan ayında ziyaretçilere açılmaktadır.
Karanî misali bir güvercin misali kanatlanır kalpler sevgilinin emanetini görmeye. Anlamak için sevmek gerek en sevgiliyi, En Sevgilinin Habibim dediğini.