Makale

BERLİN'DE UÇTAŞ KÖYÜ'NDEN MURAT...

HİKAYE/ Aktimuroğlu

BERLİN’DE UÇTAŞ KÖYÜ’NDEN MURAT...

ÖÇTAŞ köyünü bilmezsiniz tahmin ederim. Orta Anadolunun filân vilâyetinin, filân kazasının uzak bir dağ köyüdür. Fakir bir köydür. "Tarlanın taşlısı, kadının saçlısı" derlerse de inanmayın. Her taraf taştır. Bayırları seki seki duvar yapmıştır köylüler bir karış toprak elde et-mek için...
Yazın güneş yakar köyü, kışın acı poyrazlar... Verimsizdir tarlalar, yorgundur insanlar, meyvesizdir ağaçlar, ağaçsızdır tepeler... Karanlık kerpiç evler... Dar sokaklara yığılmış gübreler, gübrelerin üstünde tavuklar, tavuklarla çocuklar...
Murat bu köyden... Onunla yıllar öncesi Üçtaş köyünde, bir tarla kenarında, hasta bir çorduk ağacının altında oturup dünya ahvâlinden uzun u-zun konuşmuştuk. Gözlerinde gamlı bir ifâde, eliyle önümüzde uzanan tarlaları işaret ederek: - Beyim... Onbeş dönüm tarla...Üç kişi bütün yıl çalışıyoruz. Gece yok, gündüz yok. Yine de üç boğazı geçindiremiyorum. Gayri durmam bu illerde... İstida verdim. Almanya’ya gideceğim demişti.
Berlin’de bir lokantada Murat’la karşı karşıyayız şimdi. İki yıldır bir fabrikada çalışı-yormuş. Eşini, çocuğunu da getirmiş. Eline temiz para 1850 mark geçiyormuş... Üç-beş kuruş koymuş bir tarafa...
Üçtaş nire?. Berlin nire?
Çördük ağacının altında dertleştiğimiz günleri hatırlıyorum. Elbisesi yamalı, kirli, saçı, sakalı uzamış bir vaziyetteydi. Şimdi önündeki yemeği çatalı ve bıçagi ile ağır ağır yiyen işçi Murat’ı gözden geçiriyorum. O şimdi temiz, lekesiz gömleği, kıravatı, sinek kaydı traşı, arkaya taralı muntazam saçları ile tam bir efendidir. Yalnız kıyafeti değil, tavrı ve davranışı da değişmiştir, üç kelimesinden biri "Danke Şön" dür. İftihar ediyorum üç taş köyünden Murat’la... Kolay değil Berlin’de hayat mücadelesini devam ettirmek Köyde olsan mesele yok.." Komşuda pişer, bize de düşer" dersin. Burada yemek masasında baba kendi yediğini ödüyor, oğlu kendi hesabını......
Batının ilâhı para, kanunu makine, benzini alınteri... Kolay değil bu uğultulu medeniyet âleminde, eşten dosttan uzak, dil bilmeden, yol bilmeden çalışmak, kazanmak, yaşamak...
Çeyrek münevverin sathı hükmüyle hemen damgaladığı "cahil, görgüsüz" Türk köylüsü burada şerefli bir hizmet sahibidir ve her markını alnının teriyle, bileğinin hakkıyla kazanmaktadır.
Murat, konuşma esnasında bir hâtırasını naklediyor:
-Bir gün işten çıkmış, otobüsle eve dönüyordum. Bir kadın bindi otobüse, biraz sonra memur gelip kadına biletini uzattı, kadın uzun uzun çantasını karıştırdı. Arandı, tarandı. Bozuk para bulamadı. Bir yirmi mark uzattı biletçiye....Biletçi derki: "Bozuk ver !.." Kadın derki: "-Bozuk yok!... Biletçi derki-"in o halde!.." Başlarlar münakaşaya bey... Otobüs tıklım tıklım do-lu... Alamancayı ne kadar olsa çat pat anlıyoruz. Hiç kimse çıkarıp elli pfennig vermez. 0-tobüs durur. Kadın inecektir. Ben, fabrika işçisi Murat, hayretle bakan bir otobüs dolusu insanın içinde, utanarak çıkarır, elli pfennig veririm. Kadın yarı yolda indirilmekten kurtulur... Ya.Jşte böyle bey....
Gönlü gani, alnı ışıklı Murat, kardeşim benimi...
Bilirim ben seni, köyünün tarlaları fakirdir amma, gönlün zengindir senin... Sen yemeğe bir yumurtayı zor bulursun amma, bir Tanrı misafirine tek tavuğunu kesmekten zevk duyarsın.
Kalkıyoruz vakit çok geç... Yarın altıda otobüste olması lâzım, üçtaşlı Murad’ın işe yetişmesi için... Yemek bedelini ödemek istiyorum Murat şiddetli bir hareketle, elime yapışıyor, adetâ yalvarırcasına:
-Bırak beyim.. Kurbanın o-lam... Ben ödeyeyim bu sefer... itiraz ediyorum:
- Olmaz Murat!... Burası Almanya, âdeti bu...
- Ne çıkar beyim... BurasrAlmanya ama biz Türküz...

“Üçtas nire, Berlin nire?. İlâhın para, kanunun makine, benzinin alınteri olacağını nereden bilecekti?”