Makale

ATLARIMIZ AHIRA BAĞLIDIR, KALBİMİZE DEĞİL

FIKRA

ATLARIMIZ AHIRA BAĞLIDIR, KALBİMİZE DEĞİL

Bir bedevî, onulmaz bir hastalığa tutulmuş. Hekimler, eğer şu renkte genç Arap atlarının ciğeriyle bir müddet kendini tedâvî edebilirsen, hastalığını yenebilirsin! demişler. Zavallı fakir çöllere düşmüş, birçok zengin, fakat Allah’ın Rahîm ve Şâfî, Muîn sıfatlarından yoksun kişilere boyun bükmüş... Kimseden himmet ve fedakârlık bulmamış.’ Bir hayırlı yolcu, Bağdad’a, Şeyh Abdül-Kaadir-i Geylânî dergâhına var. Orada her ihtiyaç için, ne mümkünse ve ne varsa verirler. Cân-ü gönülden hizmete bakarlar, der ve hasta, oraya gider. Görür ki, konuklarla dolu. Kendisine de yer gösterirler, iltifat ve ikramlar ederler. Amma, bir gün, iki gün, üç gün.. Hasta derdini açıklayamaz. Bir Nâkib, sorar: Dergâhımız hacet kapısıdır. Derdin veya dileğin varsa buyur. Hasta, Arap atlarının ne kadar kıymetli, güç yetmez paha ile alınıp satıldığını bildiği için, tereddüt ve korku içindedir. Acaba reddolunur muyum, diye. Nâkib cesaret verir, o da anlatır. Dergâhın ahırında o atlardan vardır. Şeyh’e (Abdü’l-Kaadir Geylânî Hz.’ne) arzederler. Hemen kesilip ciğerinin hastaya yedirilmesini ve hizmetine dikkat edilmesini emreder. Emir yerine getirilir, hastada iyileşme belirir. Fakat, tamâmiyle geçmez. Hazret, hasta ile ilgilidir. Nakîbine hâlini sorar ve iyileşinceye kadar kaç tane kesmek gerekiyorsa kesiniz ve ciğerlerini hastaya yediriniz! emrini verir. Böyle yapılır, hasta tamâmiyle iyileşir. Yolcu olmak ve ayrılmadan Hazreti görüp teşekkür etmek, el öpmek ister. Huzura çıkarırlar. Hasta, dili döndüğü kadar şükran ve minnet arzeder. Hazret de: Neyimiz varsa hepsi Allah’ın ve kullarınındır. Ne değerde olursalar olsunlar, Allah’ın ihsan buyurduklarını gönlümüze almayız. Atlarımız da ıstablımıza (ahır) bağlıdır, kalbimize değil, Cenâb-ı Hakk’a şükrediniz. Bize hiçbir minnet duygunuz olmasın! cevabını verir..