Makale

Unutulan İbadet Bilgi ve Düşünce Üretmek

Unutulan İbadet:
Bilgi ve Düşünce
Üretmek

Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz
Uludağ Üniv. İlâhiyat Fak.


Çağımızda Müslümanlar maalesef büyük tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Bu sebeple çok kritik çağda yaşadığımızın farkında olmak gerekir. Özellikle son zamanlarda bu tehlike çok bariz bir şekilde görülmektedir. Kanaatimizce bundan kurtulmanın en kestirme yolu bilgi ve düşünce üretmektir. Bilgi ve düşünce üreterek onurlu yaşamak Müslümanlar için bizatihi ibadettir. Maalesef İslâm dünyasının unuttuğu ve uzun zamandan beri rafa kaldırdığı bu ibadet yeniden devreye girmelidir. Müslümanların bugün en çok muhtaç oldukları ibadetin bilgi üretmek, düşünce üretmek ve çalışmak olduğuna inanıyoruz.

İslâm sadece belli inanç, eylem ve kurallardan ibaret bir olgu değildir. Belki bilgi ve düşünce üretmek de ibadettir, hatta diğer ibadetlerin önüne geçecek kadar büyük bir ibadettir. Kur’an’da belirtilen klâsik ibadetlerin dar çerçevede kaldığını, Kur’an’ın daha geniş bir ibadet çerçevesi çizdiğini, bunun ilk sırasında okumak, yazmak, düşünmek ve bilgi üretmek bulunduğunu özellikle söylemeliyiz. Kur’an’ın ilk emri neden “inan”, “ibadet yap” şeklinde tecelli etmedi de Rabbimiz modern çağın modern müminlerine (Âhir zaman ümmeti) ilk olarak “oku” emrini verdi, özellikle kalemden bahsetti, bilginin yayılma aracı olan kalemi kutsayarak ona yemin etti? Bunun anlamı çok derindir. Dinin inanç ilkeleri ve teklif ettiği ibadet eylemleri kesinlikle bilgisiz yapılamaz. Bunun gibi dinin çerçevesine dahil olan dünya işleri de bilgisiz yürütülemez. Bu sebeple siyasette liyakatten önce bilgi gerekir. Nitekim ulu Allah Âdem’i yeryüzüne göndermeden önce onu bilgi ile donatıp öyle gönderdi. İlk insan bilgili idi. Hz. Âdem aynı zamanda peygamber olduğu için hem din hem de dünya işlerini yürütüyordu. Bunun bize verdiği önemli mesaj vardır: Dünya ve âhiret işleri bilgisiz olmaz. Bilgisiz hiçbir alanda başarı sağlanamaz. Âdemden günümüze Allah tarafından gönderilmiş dinlerin mesaj bütünlüğünü koruyan ve tazeleyen İslâm işte bu gerçeği dikkate alarak Müslümanlara ilk olarak bilginin vasıtaları olan okumayı, kalem ile yazmayı emretti. O halde okumak, yazmak, bilgi üretmek ve onu yaymak Müslümanların en önde gelen ibadetidir.

İslâm, dinî ve dünyevî hayatın temeline bilgiyi oturtmuştur. Sağlam bilgi olmadan ne din işleri yürür ne dünya işleri… İman da ahlâk da ibadetler de bilgi ile öğrenilir, bilgi ile sağlam uygulanır. Bilgisizlik İslâm’ın hiç hoşlanmadığı ve amansız bir şekilde mücadele ettiği büyük bir düşmandır. Ne yazık ki bugünkü Müslümanlar bu bilgisizlik hastalığına yakalanmış, zihin tembelliğine tutulmuş, ne yapacağını şaşırmış vaziyette yaşamakta ve iman ettikleri dinleri ile çelişki halinde bir hayat sürdürmektedirler. Bunun için sıkıntı içindedirler ve sürünmektedirler. Dolayısıyla Allah’a karşı birinci görev olan ilim ve düşünce ibadetinden yoksun ve eksik kalan bir kullukla hayatlarını devam ettirmektedirler. Parçalanmış bir din anlayışı ile Müslümanların ayakta durması mümkün değildir. Kulluk bütünlüğünü mutlaka sağlamak zorundadır İslâm dünyası… Kulluğu parçalamak Allah’ın sakındırdığı çok önemli bir husustur. Bu sebeple Allah katında en büyük günahlardan birini işlemektedirler. Ulu Allah Müslümanları Kur’an’daki şu mühim ifadelerle uyarmaktadır: “De ki; ben açıkça bir uyarıcıyım. Nitekim parçalayıcılara azap indirdik. Öyle ki onlar Kur’an’ı parça parça ettiler. Andolsun ki onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.” (Hıcr, 89–91) Bu ayette işaret edilen husus Müslümanların gözünden kaçmıştır. Kur’an’ın mesaj bütünlüğünü parçalayıp onu sadece belli ibadetlerden ibaret eylemler bütünü olarak algılamak, dolayısıyla bilgi ve düşünce üretmeye, aklı kullanmaya ve dünya hayatına dair mesajlarını göz ardı etmek bu ayette verilen mesajlarla çelişmektedir. Takva sahibi bir Müslüman olabilmek için, sadece sözlü zikir yapmak, tespih çekmek ve namaz kılmak gibi ibadetleri yerine getirmek yeterli değildir. Takva sahibi iyi bir Müslüman olmak için bunlar yanında mutlaka bilgide derinleşmek, bilgi ve düşünce üreterek dünyaya hâkim olmak gerekir. İşte bu bütünlük parçalandığı için günümüzde takva kavramı da eksik algılanmış ve eksik uygulanmıştır. Kur’an’ın bu mesaj bütünlüğünü parçalayıp kolay olan yolu tercih etmek büyük günahtır. İşte bugün yaşayan Müslümanlar bu büyük günahı ne yazık ki işlemektedirler. Bundan hiç kimse müstesna değildir. Başımıza gelen ve gelecek olan musibetler bu günahın ürünüdür.

Yüce dinimizin bilgi ve düşünce ibadetini ilk Müslümanlar çok mükemmel bir şekilde yaşamışlar ve bunun meyvesini de toplamışlardır. Buna karşın, yakın tarihte ve günümüzdeki Müslümanların maalesef bu ibadetlerin farkına bile varmadıklarını görmek bizi cidden üzmektedir. Burada bilgi hamalı olmak, bilgi ezberlemekle bilgi derinliğine ulaşarak düşünce üretmeyi bir birinden ayırmak gerekir. Bilgi hafızlamakla sorumluluk kalkmaz. Mutlaka bilgi üretmek gerekir. Esas ibadet olan bilgiden, özellikle bu bilgi derinliğini kast ediyoruz. Çağımızda yaşayan Müslümanların bilgi ve düşünce üretmek diye bir dertlerinin olmadığını üzülerek görmekteyiz. Eğer böyle bir dert olsaydı bilimsel birçok özel Kurtuluş var olur ve toplum için binlerce yeni düşünce ve yeni bilgi üretilirdi. Bu söylediklerimiz hem dünya alanında hem de din alanında geçerlidir. İlmihal bilgilerini öğrenmek yahut sadece dini bilgileri öğrenmek dindar olmak için yeterli değildir. Dindarlık bir bütündür, asla parçalanma kabul etmez. Oysa dindarlığın dünya cephesinin temelini teşkil eden bilginin ihmal edilmesi dindarlığın da ihmal edildiği anlamına gelir. Bir Müslüman ne kadar farz ya da nafile ibadetlerle meşgul olursa olsun, ne kadar zikir ve tespihte bulunursa bulunsun, eğer bilgi üretmede ve düşüncede geri kalmış ise o kişi tam dindar değildir. Belki dindarlığı eksiktir. Toplumlar ve milletler de böyledir. Eksik olan dindarlığın tamamlanması için mutlaka bilgiye yönelmek, bilgide derinlik kazanmak, bunun için bize ikram edilmiş ilahî bilgisayar olan beynimizi çalıştırarak üretime yönelmek gerekir. Bugün İslâm dünyasında çok az istisna ile bilgi ve teknoloji üretme, düşmanı kendi silahları ile caydırma çerçevesinde faaliyet gösterecek güçlü temel bir bilgi kurumu yoktur.

Ülkemizde de çok sayıda dini dernek, vakıf ve kuruluş bulunmasına karşın, millet olarak güçlü olmanın temelini teşkil den bilimsel derinliğe sahip, özerk ve özel güçlü kuruluşlar maalesef yoktur. Çünkü bilgi yaygın olan anlayışta dinden, ibadetten ve Allah yoluna hizmetten, takvadan sayılmıyor. Oysa bugün işgal altında bulunan kardeş ülkelerle tehdit ve baskı altında bulunan diğer Müslüman ülkeler ile işgalciler arasında tek bir fark vardır. Bilgi farkı. Onlar biliyorlar bunun için sömürüyorlar, insanları acımasızca boğazlıyorlar. Müslümanlarsa bilmiyorlar, bu sebeple eziliyorlar. İşte bu farkı ortadan kaldırmanın en kestirme yolu bilgi derinliğine ulaşmak, baş ibadet olarak ilme sarılmak ve son derece disiplinli bir şekilde hiç yorulmaksızın çalışmaktır. İşte en büyük cihad bu bilgi üretme cihadıdır.

Ne yazık ki İslâm dünyası Batının bilgide de tüketicisi durumundadır. Ürettiği bilgi ve düşünce ile teknoloji ürünlerini en çok Müslümanlar tüketiyorlar. İslâm’ın dördüncü asrından bu yana Müslümanlar sürekli olarak bilgi ve düşünce tüketiyorlar, fakat üretmiyorlar. Bilgi tüketmekle bir yere varılamaz. Bunun gibi teknoloji tüketmekle de bir yere varılamaz. Her ikisini üretmek ve kendimize gelmek zorundayız. Yoksa mahvolacağız. Kur’an şairi Merhum Mehmet Akif Ersoy bu noktayı söyle dile getirmiştir:

“Dünya koşuyor” söz mü? Beraber koşacaktın;
Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Madem ki uyandın o medîd uykulazun)
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa kılımdan.
Ensendekiler leş diye çiğner seni, sonra
Ba’sın da kalır tâ gelecek nefha-i sûra!
Çiğner ya, tabii, ne düşünsün de bıraksın,
Bir parça kımıldan diyorum, mahvolacaksın!”

İslâm’da bilgi üretme mekanizması vardır. O da içtihattır. İçtihat bilgi üretmek, düşünce üretmek demektir. Her gün içtihatta bulunmak Müslümanlara farzdır. Başlangıçta kurumsal olarak işlev gören içtihat sonradan durmuş, fakat kişisel bazı gayretler onu yaşatmak için yetmemiştir. Ünlü bilgin Ebu Hanife ve benzeri müçtehitler ferdi içtihat hareketinin güçlü temsilcileridir. Zamanla içtihat kurumu ortadan kaybolduğu için içtihat hareketi de devam etmemiştir. İçtihat; derinliğine bilgi ve düşünce üretmek demektir. Bunun için derinleşmek ve çok iyi elemanlar yetiştirmek şarttır. İçtihat kurumu sadece dünya ilimleri alanında değil, dinin çerçevesi içinde olan çeşitli dünya ilimleri alanında da bilgi ve düşünce üretmek anlamını kapsar. Bugün Müslümanlar maalesef bu kuruma sahip olmadıkları için bilimde derinleşemiyorlar, düşünce üretemiyorlar, belki başkalarının ürettiklerini, yapıp ettiklerini ezberlemek ve tekrarlamakla meşgul oluyorlar. Bu yolla bir yere varılamaz. Dünya milletleri ile yarışılamaz, sömürüden kurtulunamaz. Dolayısıyla bilgi üretmek İslâm’ın en temel ve en önemli ibadetlerinden biri olduğuna inanıyoruz. Özerk ve sivil anlamda bilim müesseselerinin kurulması ve Batı ile aramızda ki bu açığın mutlaka kapatılması gerekir. Yoksa mahvolacağız.

Bugün Batının İslâm dünyasına karşı ilân ettiği cihad devam ederken Müslümanların bütün mali imkânlarını bilgi cihadına ve teknoloji üretmeye harcamaları gerekir. Allah katında hesabı sorulacak bir olgudur. Evi ve ailesi saldırıya maruz kalan bir insan buna aldırış etmez de boş verirse akıllı bir davranış sergilemiş olur mu? Yahut geleceği belli olan bir tehlike karşısında davranmayan kişinin hali ne olur? Elbette ki hüsran!
Nitekim Kur’an şairi Mehmet Akif Ersoy bir başka şiirinde benzer şeyleri ifade ederek ta o zamandan bizleri uyarıyor.
“Son ders-i felâket ne demektir? Şu demektir.
Gelmezse eğer kendine millet gidecektir!
Zira yeni bir sadmeye artık dayanılmaz,
Zira bu sefer uyku ölümdür, uyanılmaz.”