Makale

İslam’a Davette Peygamberimizin Ulvî Metodu

İslam’a Davette Peygamberimizin Ulvî Metodu

RAMAZAN ÖZALPDEMİR

BURADA özetini vereceğimiz iki hadisede Peygamberimizin tebliğde izlediği metodu, gösterdiği Peygamberlik dirayetini, insanlara dini tebliğ ederken ne ölçüde müsamahakâr davrandığını, bunun sonucu olarak da Hak ve Hakikate susamış gönülleri ve kalpleri nasıl fethettiğini, O büyük Zâtın (AS), her şart ve durumda Cenab-ı Hakkın koruması altında olduğunu göreceğiz.

BEDİR, MÜŞRİKLER İÇİN FELAKETTİ...
Bedir yenilgisini müteakip, Kureyş’in azılı ve önde gelen adamlarından Umeyr, amcazadesi Safvan’la birlikte Kabe yakınında bir yerde oturuyordu. Umeyr’in oğlu Bedir harbinde Müslümanlara esir düşmüştü. Yenilginin başlarına getirdiği ağır sonuçlardan bahsederek hayıflanıyordu Umeyr.
Safvan:
- "Böyle bir yenilginin ardından artık hayatın hiçbir anlamı kalmamıştır" diyerek konu ile ilgili rahatsızlığını dile getirdi.
Umeyr de:
- "Çok doğru söylüyorsun. Sana bütün samimiyetimle söyleyeyim ki, şu anda ağır bir borç altında bulunma-sam ve de aile efradımın benden sonra perişan olacağından endişe duymasam, hemen Medine yolunu tutar, Muhammed’i bulur, öldürürüm" dedi. Safvan, amcazadesinin bu durumu karşısında söze katılarak:
- "Borcunu ödemek benim vazifem olsun. Aile ve çocuklarına gelince, onları da kendi ailemle birlikte eşit tutacak ve onlara da gereken yardımı yapacağım" dedi.
Umeyr:
- "O halde kararımız ikimiz arasında kalsın" diyerek oradan ayrıldı.
Umeyr, zehirli kılıoı yanına alarak Medine yolunu tuttu.
Birgün Medine Mescidi’nin yanında Bedir hatıralarından bahseden Ömer (RA) mescid kapısında kılıçlı birinin devesinden inmekte olduğunu, bunun müşriklerin azılılarından Umeyr olduğunu hemen farketti ve durumu Resûlüllah’a haber verdi. Peygamber Efendimiz:
- "Yanıma getirin" buyurdular.
Hz. Ömer, Umeyr’i kontrolünde Peygamberimizin huzuruna getirdi. Efendimiz, Hz. Ömer’den onu serbest bırakmasını istedi. Umeyr cahiliye dönemine ait bir ifade ile:
- "Hayırlı sabahlar" diye selamladı. Peygamber Efendimiz ona, oracıkta İslâm’ın bundan daha güzel olan selamını hatırlattı. Ve niçin geldiğini sordu. Umeyr de:
- "Elinizdeki oğlum için geldim. Onu serbest bırakmanızı diliyorum" diyerek ricada bulundu. Peygamberimiz, bu kişinin yalnız bu amaçla gelmediğini bildiği için yeniden sordu:
- "Peki, boynundaki kılıç ta ne oluyor?"
Umeyr:
- "Allah kahretsin bu kılıçları, bize hayır getirdiler sanki. Devemden inerken boynumda unutmuşum" diyerek gerçeği gizlemek istedi.
İşte bu sırada Peygamberimiz (SAS) şunları söylediler:
- "Sen ve Safvan, Kabe civarında oturdunuz. Be-dir’de kaybettiğiniz arkadaşlarınızı andınız. Sonra sen, "borcum ve aile efradım olmasaydı, Muhammed’i öldürürdüm" dedin. Safvan da sana destek verince çıkıp geldin. Halbuki benim Allah’ın himayesi altında olduğumu bilemedin."
Bu söylenenler karşısında, Umeyr dona kalmıştı adeta. Ve orada Allah Resulünün söylediklerini tasdik ederek:
- "Senin Allah elçisi olduğuna şehadet ederim Ya Re-sulallah. Biz bugüne kadar, senin Allah’tan aldığın vahye inanmıyorduk. Halbuki Safvan ve benim aramda geçeni ikimizden başkası bilmiyordu. Ben inanıyorum ki, bunu sana Allah’dan başkası da bildirmemiştir. Beni İslâm’a kavuşturan Allah’a hamdolsun" diyerek hakik? tı kabul etti.
Peygamberimiz, ashabına şu emri verdi:
- "Kardeşinize dininizi öğretin. O’na Kur’an talim edin. Oğlunu da serbest bırakın".
İslâm’a girmekle, onun derin ve geniş huzur ve mutluluk atmosferinde hayatını geçiren Umeyr, hayatının kalan kısmını Mekke’de İslâm’ı tebliğle geçirdi. Pek çok kişinin de mutlak hakikati görmesine vesile oldu.

ÇOBANLIKTAN ŞEHİTLİĞE
Hicretin altıncı yılında Allah Resulü Hayber kalelerini fethetti. Kalelerin birinin kuşatılması sırasında, yanında koyun sürüsü ile birlikte Esved adında bir çoban geldi. Esvet, ücret karşılığı bir Yahudinin çobanlığını yapıyordu.
- "Ey Allah’ın elçisi, bana Müslümanlığı anlat" dedi.
Resûl-i Ekrem ona İslâm ve onun yüceliğini, dünya ve ahiret saadetinin temi-natçısı olduğunu anlattı.
Zira davet konusunda Peygamberimiz herkesi müsavi görüyordu. Ve çoban İslâm’ı seçti.
- "Ya Resûlallah, diye sordu. Ben, şu sürünün sahibi olan Yahudinin yanında ücretle çalışan bir çobanım. Bu koyunlar emanettir, onları ne yapmalıyım?"
- "Yüzlerini, kaleye doğru yönelt ve azarla, sahiplerine dönerler" buyurdu.
Çoban yerden bir avuç çakıl alarak sürüye doğru attı. Koyunlar, sanki birileri tarafından sürülüyormuş gibi kaleye doğru koşuştular.
Çoban Esved artık Müslüman olmuş ve İslâm ordusu içerisinde kaleye hücum edenlerden biri durumundaydı. Henüz bir vakit bile namaz kılmadan, düşman tarafından gelen bir taşla şehit düştü.
Cenazesi Resülûllah’a getirildiğinde, Allah Resulü cenazeye dönüp baktı ve hemen yüzünü çevirdi. Etrafındakiler:
- "Ya Resûlallah niçin yüz çevirdiniz" diye merakla sordular. Şöyle cevap verdi:
- "Çünkü şu anda yanında Cennet hurilerinden iki zevcesi bulunuyor" buyurdular.
Tebliğdeki şu metoda bakalım: Peygamberimiz, kendisine gelenin çoban olduğuna bakmıyor, intikam duygusuna kapılıp da kendisini öldürmeye geleni reddetmiyor, onlara yaklaşıyor, İslâm’la buluşmasına vesile oluyor. Herkesin iman etmesini büyük bir iştiyakla istiyor.
İşte tebliğcinin örnek alması gereken ulvî metod.
Aslında Hz. Muhammed (SAS)’e iman istidadını içinde saklayan herkes bir vesile ile de olsa O’nunla karşılaştığı zaman getirdiği esaslara teslim oluyor, ebedî mutluluğu iliklerine kadar doya doya yaşıyordu. Ne var ki, O’nu anlamayan, O’nun bıraktığı değişmez ve çağlarüstü ilahî esaslara uymayı nefislerine yediremeyenler de O’na iman etme nimetinden mahrum kaldılar. Bu da mahrumiyetlerin ve talihsizliğin en büyüğüdür. Zira böyle bir durum insanı cinnete kadar götürebilir. Bunun örnekleri pek çoktur. O’na tabi olmak, Onun yolundan gitmek kur-tuluşun tek ve vazgeçilmez yolu olduğunu Batıda ve dünyanın diğer yerlerinde meseleyi iyi kavrayanlar söylemektedirler.
Meselâ Bismark, Peygamberimize ulaşamamanın teessürünü ifade ederken:
"Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim Ey Muhammed" demektedir. (Hiç Şüphem Kalmadı, s. 278) Aslında, Peygamberimize tabî olmak, O’nun bıraktığı ilâhî ölçülere iman etmektir. Ama bunun da ötesinde, O yüce Zâta (AS) ulaşmak, O’nun nurlu ve büyülü atmosferine girmek şereflerin ve mutlulukların en büyüğüdür. Herhalde Bismark da bunu ifade ediyor olsa gerek. Konuyu Mehmet Akif merhumun mısra-larıyla noktalayalım. Ve o büyük Zâta yeni bir veladet gününde şöyle diyelim:

"Medyundur o masuma bütün bir
beşeriyyet
Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar İle
haşret"
(Amin.)