Makale

En Büyük Değer Allah'ın Rızasını Kazanmak

En Büyük Değer:
Allah’ın Rızasını
Kazanmak

Dr. Durak Pusmaz
Haseki Eğitim Merkezi Öğrt.

İnsanı yücelten, değerli kılan, kendi menfaati ve çıkarı için yapmış olduğu şeyler değil, hasbî olarak, Allah rızasını kazanmak için yapmış olduğu ibadetleridir, işleridir, tutum ve davranışlarıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“İşte ben sizi ateş saçan bir aleve karşı uyardım. O ateşe, ancak dini yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer. Ama Allah’a karşı gelmekten çok sakınan ve gönlünü arındırmak için Allah yolunda mal harcayan ise ondan uzak tutulur. O, verdiğini kendisine yapılan bir iyiliğin karşılığı olarak vermez. Verdiğinden ötürü hiç kimseden mükâfat da beklemez. Sadece ve sadece Yüce Rabbinin rızasını kazanmak için verir. Ve elbette kendisi de ahirette Rabbinin kendisine vereceği nimetlerden dolayı razı ve hoşnut olacaktır.” (Leyl, 14-21)

Meallerini kaydettiğimiz bu ayetlerde iki zıt örneğe dikkat çekilmektedir:

Birincisi; Yüce Allah’ın göndermiş olduğu dini, koymuş olduğu ilâhî hükümleri yalan sayar, ona inanmaz, ondan yüz çevirir, kendi heva ve hevesine uyar. Neticede cezasını bulur, hak ettiğini çeker.

İkincisi ise; Allah’ın göndermiş olduğu dine inanır, ona karşı gelmekten sakınır, malını başkalarına gösteriş için değil, sırf Allah rızası için sarfeder, bununla içini dışını temizlemek, kötü duygulardan, fena tutum ve davranışlardan arınmak, böylece Allah’ın rızasını kazanmak ister. Neticede O’nun rıza ve hoşnutluğuna nail olur.

İki davranış biçimi
Bu iki tür davranış biçimi elbette bir değildir; biri Allah’ın rızasını elde eder, hoşnutluğunu kazanır, diğeri ise azabını, gazabını. “Allah’ın rızası yolunu tutan, O’nun rızasını elde etmek için gayret gösteren kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir.” (Al-i İmran, 161)

Yüce Rabbimiz, kendi rızası için çalışan, kendi rızası için iyilik yapan ve güzel davranışlar içerisinde bulunan kullarını övmekte ve onlara mükâfat vereceğini vaadetmektedir: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 207)

Nisa suresinin 114’üncü ayetinde sadaka vermek ve insanlar arasını düzeltmek gibi birtakım iyiliklerden bahsedildikten sonra; “Kim bu iyilikleri Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz” buyrulur.

Bütün peygamberler Allah’ın rızasını kazanmak için olanca güçleriyle çalışırlar, çaba gösterirler, ayrıca bu hususta kendilerini muvaffak kılması için Allah’a dua ederlerdi. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre Hz. Süleyman şöyle dua ediyordu: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın yararlı işler yapmaya sevket ve beni rahmetinle salih/yararlı işler yapan kullarının arasına kat.” (Neml, 19)

Peygamber Efendimiz de Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar, ümmetine de bunu kazanmanın yollarını gösterirdi. Bir hadis-i şeriflerinde bizi Allah’ın rızasını kazanmaya götürecek davranışları beyan ederek şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah Teâlâ üç şeyi yapmanıza razı olur, üç şeyi yapmanızdan da hoşlanmaz:
1- Ona ibadet etmenize,
2- Hiçbir şeyi ortak koşmamanıza,
3- Hep birlikte Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemenize razı olur.
1- Dedi kodu yapmanızdan,
2- Lüzumsuz çok soru sormanızdan,
3- Malı ziyan etmenizden de hoşlanmaz. (Buhari, İstikraz, 19, Edeb, 2; Müslim, Akdiye, 10, 12, 13)
Hz. Ebubekir

Sahabe-i kiram da Allah rızası için çalışır, O’nun rızasını her şeyin üstünde tutarlardı. Rivayete göre Hz. Ebubekir’in güçsüz, düşkün köle ve cariyeleri hürriyetlerine kavuşturmak için mal sarfettiğini gören babası:

“Ey oğul! Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer sağlam ve genç olanlar için aynı malı sarfedersen onlar senin için bir güç olur” dediği zaman, Hz. Ebu Bekir şöyle cevap vermiştir:

“Ey babacığım! Ben Allah katındaki mükâfatı bekliyorum.” İşte yukarıda meallerini kaydettiğimiz Leyl suresinin 14-21’inci ayetleri böyle bir olay üzerine inmiştir. (Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, VII, 149)

Peygamber Efendimiz’in hazarda ve seferde müezzini olan Bilâl-i Habeşî ilk Müslümanlardandı. İslâma girdiği zaman azılı müşriklerden Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. Müslüman olduğu için kendisine çok eza ve cefa yapıyordu. Bunu gören Hz. Ebubekir, Bilâl’i efendisinden satın alarak hürriyetine kavuşturmuştu. Bilâl Peygamber Efendimiz’e son derece bağlı idi. Onu bütün benliği ile aşk derecesinde severdi. Onun için Hz. Peygamber’in vefatından sonra sevgilisinden ayrı olarak Medine’de yaşamaya tahammül edemiyordu. Halife Hz. Hz. Ebubekir’den, müezzinlikten affını dileyerek Medine dışına gitmek istemişti. Hz. Ebubekir onun Medine’yi terk etmemesi için ne kadar ısrar etmişse de Bilâl:

“Eğer beni Allah için azat ettin, hürriyetime kavuşturdun ise bırak istediğim yere gideyim, yok eğer kendin için azad ettinse beni yanında alıkoy” demişti. Hz. Ebubekir onu elbette Allah rızası için azat etmişti, başka türlüsü düşünülemezdi. Onun için Bilâl’e:

“İstediğin yere git” buyurmuş, o da Şam’a gitmiş, cihadla meşgul olmaya başlamıştı. (Zehebî, Siyer, 1, 357)
Kanunî’nin cevabı
Tahsin Ünal “Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi” isimli eserinde (s. 93) Büyük Türk Hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman zamanında cereyan etmiş şöyle ibretli bir olay anlatır:

Belgrat’ın zaptında ve Mohaç Meydan Muharebesi’nde bulunarak mühim hizmetler ifa etmiş olan meşhur Bali Bey, 1531’de Kanunî’ye bir mektup yazarak hizmetlerini sayıp dökmüş, bütün bunlara mukabil kendisine bir tuğ verilmesini istemişti. Kanuni de, Bali Bey’e:
“Din-i İslâm ve devlet-i âli-yi Osman için yaptığın hizmetler yanımızda zayi olmamıştır. Berhüdar olasız, Allah sizden razı olsun. Hizmetlerinize mukabil tarafımızdan bir tuğ verilmesini istiyorsunuz. Biz size bir tuğ değil, emirü’l-ümeralık vermekte tereddüt etmeziz. Lâkin bunlar ile gururlanma. Her şeyi Allah’tan, her şeyin Allah’ın olduğunu bil. Her şeyi bizim rızamızı değil, Allah’ın rızasını tahsil için yap. Sakın hataya düşüp de biz fani kullardan bir şey isteme hatasını irtikap etme ve kendini yanımızda küçültme ve kimsenin minneti altına girme” diye cevap vermiştir.

En büyük arzu
Kulun en büyük arzusu Yüce Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Allah’ın rızası her şeyin üstündedir. Kur’an’ın ifadesiyle: “Allah’ın rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe, 72) Sahabe-i kiramdan Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Allah Resulünün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Yüce Allah cennet ehline:
“Ey Cennet ehli!” diye hitabeder. Onlar da:
“Buyur ya Rabbi, emrini yerine getirmekle mesut oluruz” derler. Yüce Allah:
“Size verilen bu nimetlerden razı mısınız?” der. Cennet ehli:
“Nasıl razı olmayalım ki, sen bize yaratıklarından hiçbirine vermediğin nimetleri verdin” derler. Cenabı Hak:
“Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” buyurur. Onlar:
“Ey Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir?” derler. Bunun üzerine Cenabı Hak:
“Size rızamı indireceğim/sizden razı olacağım ve bundan sonra ebedi olarak da size gazap etmeyeceğim” buyurur. (Buhari, Rikak, 50; Müslim, Cennet, Bab, 3)
İşte bunun içindir ki Allah’ın yüce kulları hep O’nun rızasını aramışlardır. Onlar ne varlığa sevinirler, ne yokluğa yerinirler, Allah’ın rızasıyla avunurlar, gayeleri Allah’ın rızasını elde etmektir. Yunus Emre ne güzel söylemiş:

“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni.
Yunus durur benim adım, gün geçtikçe artar odum.
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni.”
Biz ibadet ve diğer işlerimizi Allah rızası için yapar, neticede Allah’ın takdirine rıza gösterirsek Allah da bizden razı olur. O bizden razı olunca bizi mükâfatlandırır ve razı eder. Onun için Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın iyi kullarından bahsedilirken: “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuştur.” buyrulur. (bk. Maide, 119; Tevbe, 100; Mücadele, 22; Beyyine, 8)

Rıza nedir?
Rızanın bir başka boyutu da, Allah’ın emri, takdiri karşısında kulun itirazsız boyun eğmesi demektir. Hakka teslim olmuş bir kul başına gelen her şeye rıza gösterir, bunu “lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek kabul eder, itiraz etmez, sızlanmaz, Hakkın hiçbir tecellisinden şikâyetçi olmaz. Şair ne güzel söylemiş:

“Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül yahut diken,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.”
Büyük mutasavvıflardan Ebubekir Şiblî hapiste bulunduğu sırada dostları kendisini ziyaret etmeye gelirler. Şibli onlara:
“Siz kimsiniz?” diye sorar. Onlar da:
“Biz senin arkadaşların ve dostlarınızız.” derler. Bunun üzerine Şiblî onları taşlamaya başlar. Kaçtıklarını görünce de:
“Sizi gidi yalancılar, dost olduğunuzu söylüyorsunuz, ama taşlarıma dayanamıyorsunuz.” diye karşılık verir. (H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.176)
Yüce Rabbimiz cümlemizi rızasına uygun hareket edip kendilerinden razı olduğu kullarından eylesin.