Makale

İKTİSÂDIN MÜŞKÜLLERİ VE BUNLARIN İSLAMİYETTE HALLİ

“İKTİSÂDIN MÜŞKÜLLERİ VE BUNLARIN İSLAMİYETTE HALLİ”

IV

Yazan: Ebul-A’tâ el-Mevdûdî Tercüme eden: Lûtfi DOĞAN

Pek vazıh bir husus da şudur: Hayat mes’elelerinden birinin aydınlanmasını istediğin zaman ondaki görüşünü yalnız o mes’ele ile sınırlan­dırmamak, yahut belirli bir fikre ve özel bir görüşe aşın derecede bir bağlılığın bulunduğu sırada hayat mes’eleleri hakkında hükme varma­mak senin için bir vecîbe olur. Zira bu hususa dikkat etmemen seni hak ve hakikattan uzaklaştırır. Senin için gerekli olan hayatın o mes’elenin lehinde veya aleyhinde taassup göstermeksizin, onu hayat zincirinin hal­kalarından bir halka mevkiinde göz önüne koyarak, kendisinden başka hayatın diğer mes’eleleri ile alâkasının varlığını kabul ederek insaf gözü ile o mes’eleyi ele alman lâzımdır.

Gene böylece hayatın bir yönünde bozulma gördüğünde veya her­hangi bir tarafında bir gedik açılmış olduğunu müşâhade ettiğinde haya­tın çeşitli yönlerini dikkat nazarına almadan o bozulmayı tek mes’ele haline koyarak, hayatın diğer mes’elelerini onun mihverinde döndürecek şekilde bir ihtimamla o gediği kapatmağa çalışman da büyük bir yanılma­nın eseri olur. Böyle yapmakla açılan o gediği düzeltmek değil, aksine da­ha da ifsâd etmiş olursun. Böyle herhangi bir görüşe karşı taassup gös­termeden beşer hayatinin nizamının tamamını düşünmen ve hayat fel­sefesini bütün tafsilâtı ile, mutedil bir görüşle düşünmen lâzımdır ki, bu bozulmanın nev’ini, men’şeini ve ona tesir eden âmilleri bilmek senin için mümkün olsun.

Gerçekten geçim mes’elesi, iktisad bilginleri için çok çapraşık bir mes’ele olmuştur. Bu ilimde maharet sahibi olanlar onu daha da güç­leştirmişlerdir. Bunun için onun çözümlenmesine bu mahir iktisatçılar bir yol da bulamamışlardır. Bir kısımları bu iktisat mes’elesinin hududunu daha da genişleterek onu insan hayatının bütün mes’eleleri hâline koy­muşlardır. Hatta bu konuda daha aşın davranarak iktisâdı, medeniyet, ahlâk ve hayat felsefesinin; içtimâi mea’elelerin esası olarak kabul et­mişlerdir.

Karın doyurmak demek olan geçim işleri insanın gayesi ve onun ha­yatının semeresi olursa insanla, endişesi yalnız ot yemek olan, bu suret­le semiren, zayıflayan ve buradan şuraya gidip gelen bir öküz arasında­ki fark ne olur? Böyle olunca insan hayvan derekesine inmiş olur ki, yer içer ve başıboş olarak gezip dolaşır hale gelir, o kadar.

Eğer maişet hususu için bir üstünlük olur, insanın rûhî, ahlâkî, ictimaî ve diğer istekleri arasında iktisâdı ihtiyaç kefesi tercih edilir ise, bu takdirde bu istekler arasında bir tevazün olmaması lâzım gelir. Böylece insanın maîşet mes’elesi onun hayatının çeşitli yönleri üzerinde kah­redici bir gâlibiyet gösterir. O zaman insan ahlâkî ve ruhî yönlerini de İktisâdi arzulan arasına alarak onları maddi dayanaklar yolunda kulla­nır. Bütün aklî fenler (ilimler), yeme-içme, giyinme ve cinsi arzularının tatminine vesile olma derekesine iner.

Gene böylece medeniyete âit ilimlerin binâsı da gerçek ve sabit esas­ları Üzerinde yükselemez olur. O binâyı ancak nefsânî gâyeler ve suflî olan gehevî arzular tesis etmeye bağlar. Keza insan kendi nefsini ve yapacağı işini ruhiyât ilminde mevcut usullere uygun olarak düşünüp değerlendiremez. Ancak yabanda otlayıp gezen bir canlıdan farksız duruma inmiş olur.

İnsanlık için bu haksızlıktan daha büyük bir zulüm düşünülebilir mi? Maişet meselesinin hakikati:

Biz, anlaşılması güç ıstılahlardan ve çetin tabirlerden sarfınazar ede­rek bu mes’eleye basit bir nazarla baksak insanın İktisadî müşkilden tek bir mes’ele ile kurtulmasının mümkün olacağı hakîkatı bizim için mey­dana çıkmış olur. O mes’ele de şudur: Bütün beşerin günlük hayatlarında muhtaç oldukları malzemeyi medeniyetin yükselmeye ve kemâle doğru olan tabiî hareket ve seyrine halel getirmeden insan fertlerinin tümünün ihtiyaçlarına yeter olan bir nizamı tesis etmek nasıl mümkün olur? İn­sanlardan her ferd kendi yeterliği ve fıtrî kabiliyetine uygun olarak iler­leyip yükselmeğe nasıl muktedir olur? Güzel ahlâk esaslarına göre kendi karakterini terbiyeye ve şahsiyetini inşa etmeğe ne suretle gücü yeter? Bunlardan her biri çevresinin kendisine müsamahası nisbetinde, arzu et­tiği hususlarda kemâle erişmeye ne suretle muktedir olur?

Evvelemirde maîşet mes’elesi, canlılar için kolay olduğu gibi insan için de gayet basit ve kolay idi. Yeryüzünde hayâtın malzemesi gayet çok ve bol idi. İsteyenin arzu ettiği eşyadan istifade etmesi de pek basit idi. Herkes rızkını aramak üzere çıkıyor, kendisine rızk olacak şeyleri yeter miktarda buluyor ve rızkı için hiçbir kimseye para ödemeli zorun­da kalmıyor idi. Rızkını elinde bulunduran ve kendisi ile münakaşa ve muharebe edecek bir kimse ile de karşılaşmıyor idi.

Hatta insan açlık hissettiğinde ormana gider yaratıcı kudretin dik­tiği ağaçların meyvelerinden istifade eder. Yahut hiç bir kimsenin ser­mayesi olmayan hayvanlardan avlanır, ağaçların yapraklarından Örtün­mesini temin edecek şeyler hazırlar onlar ile soğuk ve sıcağın tesirinden kendisini korur İdi. Gündüzün sıcağı veya gecenin üşütücü şiddeti ona eziyet verdiği zaman (dağlardaki) sığınacak yerlere ve mağralara sığınır veya yünden ve kıldan çadırlar ittihaz eder idi.

Fakat Allâhu Teâlâ insanı bulunduğu o durum üzerinde kalacak ve­ya basit bir hayat içerisinde devam edip gidecek bir nitelikte yaratma­mıştır. (Devamı var)