Makale

MELEKLER VE İSLAM AKİDESİNDEKİ YERİ

MELEKLER VE İSLAM AKİDESİNDEKİ YERİ

Dr. A. Arslan AYDIN

İslâm’da iman esaslarından biri de, Allâh’ın melekleri olduğuna inanmaktır. Meleklere iman farz olduğu gibi onları ta’zîm ve tebcil etmek de her mü’mine farzdır. İslâm akidesine göre meleklere iman, iman esasları arasında mühim bir yer işgal eder. Çünkü melekler ilâhi vahyi peygamberlere nakleden elçiler, bu âle­min nizamını sağlayan ve İnsanlara iyiliği ilham eden nûrânî varlıklardır. O hal­de vahye ve peygamberliğe inanmak, ancak meleklere inanmakla olur. Yâni pey­gamberlere inanmadan önce onlara peygamberliği getiren meleğin varlığına inan­mak gerekir. Bu bakımdan meleğe iman, peygamberliğe iman demektir. Meleği in­kâr ise peygamberliği inkâr mânâsı ifade eder, işte bu sebepledir ki, meleklere îman, îman esasları arasında Allâh’a îmandan sonra yer almıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’a îmandan sonra Meleklerine, daha sonra da Kitaplarına ve Peygamberlerine îman etmek zikredilmiştir.[1]

Görülmeyen ve göremediğimiz meleklerin varlığını, bize Kur’ân-ı Kerîm ve onları bizzat gören Peygamberimiz haber vermiştir, Allah kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği her haber, hak ve gerçeğin ifâdesidir. Peygamberler ise, doğru­lukla muttasıftırlar ve asla yalan söylemezler. O halde bizler, müslüman olarak Kur’ân ve Hadîsle sâbit olan, bütün geçmiş peygamber ve semâvî dinlerin varlı­ğında ittifak ettikleri meleklere inanmakla mükellefiz. Bu sebeple, şer’an sâbit olan melekleri inkâr etmek, küfrü îcab ettirir. Bu hususta vârid olan “Muhkem âyetler” i te’vîle kalkışmak asla câiz değildir.

Şer’an sâbit olan meleklerin varlığını, insan aklı da inkâr etmez. Gerçi akıl, meleklerin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin delillerle ispat edemez. Fakat akıl, bu gibi görülmeyen varlıkların muhal olmadığına, bilâkis vücûdu câiz olan şey­lerden olduğuna delâlet eder. Çünkü melekleri inkâr için aklî veya ilmî hiçbir delil îrad olunamaz. Aksi halde, gözümüzle göremediğimiz ve bugünkü müspet ilmin ve felsefenin mâhiyetini bilemediği rûhumuzun ve aklımızın da varlığını inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz, mâhiyetini bilemiyoruz diye, ne ruhu, ne de aklı inkâr edebiliriz. O halde rûh gibi maddî olmayan ve “mücerredât” de­nilen mânevi varlıklara inanmaya mecbûruz.

Bu gibi varlıklar, müşahede ve tecrübeye dayanan müspet ilmin hududu dı­şında kalan, fizik ötesi, ruhanî yaratıklardır. Nitekim Sokrat ve Eflâtun gibi ilâ­hiyatçı filozoflar, fizik ötesi rûhânî varlıkların mevcûdiyetine İnanmışlar ve on­lara; “Misaller Âlemi, Ervâh-ı Ulviyye, Ukul-i Âliye, Nüfûs-i Mücerrede” gibi İsimler vermişlerdir. Bugünkü müspet ilimle uğraşan bilginlerin çoğu fizik ötesi birtakım kuvvetlerin bu maddi âlemde görülen bâzı hâdiselerin vukuuna sebep olduğunu kabûl etmişlerdir.

Hülâsa; melekler de ruhumuz gibi vardır. Gerçi biz onları göremiyoruz. Fa­kat peygamberler görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrâil’in elçiliği ile Allâh’ın vahyine mazhar olmuşlardır. Onlar, melekler vâsıtasiyle Allâh’ın emir ve nehiylerini telâkki ederek, beşeriyeti hidâyete sevk etmişlerdir. Nitekim mukaddes Kita­bımız Kur’ân da Yüce Peygamberimiz’e aynı şekilde nâzil olmuş ve bize melek­lerin varlığını haber vermiştir. Onun içindir ki biz müslümanlar, Kur’ân’ın ve Peygamberimiz’in haber verdiği ve aklımızın da varlığını kabûl ettiği meleklere inanırız. Çünkü melekleri inkâr. Mukaddes Kitapları ve Peygamberleri de inkâr etmeyi gerektirir.

MELEKLERİN MAHİYETİ:

Meleklerin cins ve mâhiyeti hakkında çeşitli görüşler varsa meşhur olan; meleklerin, rûhâni ve nûrâni birer varlık olduktandır. Kur’ân-ı Kerim’in birçok âyetlerinde meleklerin maddî varlıklara mahsus olan yemek, içmek, uyumak ve ev­lenmek gibi hallerden, erkeklik ve dişilikten münezzeh, rûhânî varlıklar olduğu, kendilerine verilen bu büyük işleri ifâya, en kısa zamanda en uzak mesâfeleri katetmeğe, diledikleri şekil ve sûrette görülmeye muktedir, Hak Teâlâ’nın mükerrem kulları olduğu beyan olunmuştur.[1] Bu bakımdan melekler, i’tibâri birer varlık olmayıp Allâh’a aslâ isyan etmeyen, O’nun emirlerini usanmadan yapan ve harfiyyen yerine getiren nûrânî, ma’sum ve şerefli kullardır. Nitekim Hak Teâlâ melekleri için:[2]

— “... Onlar, Allâh’ın emirlerine isyân edip, karşı gelmezler ve emrolundukları şey­leri -aynen - yaparlar.” buyurmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’de insanların topraktan, cinlerin ve şeytanın ateşten yaratıl­dıkları beyan olunmakta[3] ise de meleklerin hangi maddeden yaratıldıktan sarâhaten bildirilmemiştir. Ancak Hz. Âişe (R.A.) dan nakledilen bir hadîse gö­re Peygamberimiz; cinlerin nâr (ateş) dan, meleklerin de nûr (ışık) dan yaratıldıklarını bildirmiştir.[4] Bu hadis, meleklerin maddî olmayan rûhâni ve nûrâni yaratıklar olduğunu, meleklerle cinlerin iki ayrı asıldan gelen iki ayrı varlıklar olduğunu gösterir. Meleklerin kendilerine mahsus olan bu mâhiyetleri, onların in­san gözüyle görünmelerine mâni teşkil etmektedir. Çünkü insan gözü. –genel olarak- melekler gibi maddi olmayan rûhâni varlıkları görebilecek şekilde yaratıl­mamıştır. Ancak, Cenâb-ı Hak peygamberlerine ta kuvveti verdiğinden, yalnız onlar melekleri görebilirler.

MELEKLERİN VAZİFELERİ:

Kur’ân-i Kerim’in birçok âyetlerinde meleklerden bahsedilmiş, çeşitli vazife­leri ve gördükleri işlere göre aldıkları isimler beyan olunmuştur. Kur’ân’a göre me­lekler üç büyük grupta toplanabilirler:

a) “llliyyûn, Mukarrebun” diye anılan meleklerdir ki, bunlar dâima Hak Teâlâ’yı tenzih ve tehlil ile meşguldürler. Allah muhabbeti ile dâima istiğrak hâlîndedirler.

b) “Müdebbirât” adiyle anılan melekler olup, bu kâinâtın nizam ve intizâ­mında ilâhî irâdenin icrâsına vâsıtalık ederler. Yâni hilkatin devâmını ve tekâ­mülünü temin ederler.

c) İnsanın rûhî hâli ve tekâmülü ile vazifeli olan meleklerdir.

Bunların başında, meleklerin en büyüklerinden Cebrâil gelir ki, vazifesi çok mühimdir. Bu vazife, insanları hidâyete sevkeden ve onları her iki dünyâda da saâdet ve selâmete ulaştıran ilâhî vahyi, peygamberlere tebliğ etmektir. İlâhi emâ­neti Peygamberimize ve daha evvelki peygamberlere ulaştıran bu meleğe “Vahiy Meleği”, “Rûhu’l Emin” ve “Rûhu’l Kuds” isimleri verilmiştir.

Bu gruptaki meleklerin ikinci vazifesi de, Allâh’ın peygamberlerine ve kuv­vetli iman sahibi sâlih kullarına kuvvet vermek, sıkıntılı ve üzüntülü anlatında onları teselli etmek ve mâneviyatlarını yükseltmektir. Nitekim Kur’ân’da mü’minlere düşmanlarına karşı yardım için melekler gönderildiği müteaddit âyetlerde zikredilmiştir.[5] Bu yardımın, mânevi bir yardım, kalbe itmi’nân ve müjde için olduğu, yine Kur’ân’da beyan olunmuştur.[6]

İnsanların her türlü halleriyle ilgili meleklerin üçüncü vazifesi ise, Allâh’a inanmayan kötü ruhlu insanlara verilen ilâhî cezâyı îfâ etmektir.[7]

Meleklerin dördüncü vazifeleri de yeryüzündeki insanların hidâyetleri için duâda ve onlara şefâatte bulunmaktır.[8] Bu duâ ve şefâat, rahmeti her şeyi kap­layan Allâh’ın irâdesiyle bütün insanlar için İse de, meleklerin yalnız mü’minlere mahsus olan duâları daha kuvvetlidir.[9] Peygamberler için olan duâlar ise, onları takdis etmek ve risâlet vazifelerine yardımcı olmaktır.[10]

Meleklerin diğer bir vazifesi de insanlara iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek süreliyle doğru yola girmelerini ve rûhen yükselmelerini sağlamak, böylece onları iyi ve asil bir hayâta sevketmek, saâdet ve selâmete erdirmektir. Yukarıda beyan olunduğu veçhile, meleklerin kâfirler için bile şefâat edip duâ etmeleri, onları rûhî yükselme yoluna sevketmek içindir. Mü’minleri hakka, gerçeğe ve aydınlığa çıkarmaları ve peygamberlere selât-ü selâm getirmeleri ise, onların rûhî yükselme da’vâlarını ilerletmektir.

Meleklerden bir kısmının da özel vazifeleri vardır. Meselâ “Hafaza”[11] de­nilen melekler vardır ki, ber insana bunlardan iki melek müvekkeldir. Bunlar in­sanın her türlü iyi ve kötü hareketlerini yazarlar, Kur’ân’da bu meleklere “Kirâmen Kâtibin” (şerefli, ulu yazıcılar) adı verilmiştir[12], Melekler mânevi ve rûhâni varlıklar olduğu için, şüphesiz onların yazmaları, insanın yazması gibi de­ğildir. Sonra bu kayıt işi bir ihtiyaçtan doğma olmayıp, insanoğlunu, işlerinde dikkat ve İtinaya sevketmeye mâtuf olan birtakım ilâhi hikmetlere müstenittir. Bir de “Münker ve Nekir” ismi verilen melekler vardır ki bunlar, insana öldük­ten sonra sual sormaya memurdurlar.

Bunlardan başka “Azrâil” adiyle anılan, ruhları kabzetmeye memur melek, “Mikâil” ismiyle maruf, rızıkları sâhiplerine ulaştırmak ve yağmur yağdırmak, rüzgâr estirmek gibi tabii hâdiseleri tedbirle vazifeli melek ve Kıyameti ilân eden Sûr’u üflemekle vazifeli “İsrâfil” adlı melek vardır ki, bu üç melekle, Cebrâil Aleyhisselâm meleklerin en büyükleri ve onların resûlleridir.

Peygamberler, meleklerin resûlü olan dört büyük melekten efdal ise de, bu dört melek, bütün insanlardan efdaldır. Bu husus, “İcmâ-i ümmet” ile sâbittir. Takvâ sâhibi insanlar da, diğer meleklerden efdaldirler.[13]



[1] İsra: 40, Sâffât: 150, Zûhruf: 19, Fâtır; 1, Enbiyâ: 26.

[2] Tahrîm: 6, Enbiyâ: 26.

[3] Sad: 70

[4] Sahih-i Müslim: C. VII, S. 226, İstanbul - 1333 H.

[5] Enfal:9, Al-i İmran:123-125.

[6] Al-i İmran:126, Enfal:10-12.

[7] Bakara: 210, En’âm: 158, Nahl: 33, Furkân: 26, 56, Enfâl: 50, Muhammed: 27.

[8] Şuara:5, Necm:26

[9] Mü’min:7-9, Ahzab:43.

[10] Ahzab:56.

[11] İnfitar:10, En’am:61.

[12] İnfitar:11-12, Ra’d:10-11.

[13] Fazla bilgi için bakınız: Şerh-i Mevâkıf: C. III, S. 216 - 229, İstanbul-1311, Şerh-i Makâsıd: C. II, S. 146-149, İstanbul - 1277, İslâm Ansiklopedisi: C. 77, S. 661-664, Mevlâna Muhammed Ali (H. Akseki Ter.), İslâm Dini: S. 86-123.



[1] Bakara: 285. “Peygamber, Rabbi tarafından inzâl olunan (Kur’ân) a inandı. Mü’minler de inandılar. Her biri Allâh’a, Meleklerine, Kitaplarına ve Peygamberleri­ne inandılar.”