Makale

Kalbimizin ve Aklımızın çözememiş, kendine,geçmişine, Karşılıklı! Araştırıcı Muhabbeti Gerek...

Kalbimizin ve Aklımızın
çözememiş, kendine,
geçmişine, Karşılıklı!
Araştırıcı Muhabbeti Gerek...

Prof. Dr. Ahmet İNAM

KÜLTÜRLERİN "geri" kalması olmaz. Kendini, benliğini bulamaması, canlılık kazanamaması, başka kültürlerin etkisi altına girmesi söz konusu olabilir. Kültürler, ekonomik ve politik yapıyla sıkı bağ içindedir. Kültürel gelişme, canlanma, ekonomik altyapının, politik düzenle birlikte uygun bir taban oluşturmasıyla gerçekleşebilir. Ekonomik sorunlarını çözememiş, kendine, geçmişine, coğrafyasına, kültür iklimine yakışan politik düzenini kuramamış toplumların, kültürde yaratıcı ürünler ortaya koyabilmesi zordur.
Öyleyse, toplum ve kültür olarak, içinde bulunduğumuz rahatsız edici durumdan çıkışın çareleri arasında, ekonomik ve politik çözümler başta geliyor. Yine de, önce bu iki alandaki sorunlarımızı çözdükten sonra, kültür konusundaki zorluklarımızla başa çıkmaya çalışmak yerinde bir düşünce değildir. Bizim gibi hem ekonomik, hem politik, hem de kültür alanlarının tümünde birden eksiği-gediği, özürü olan toplumların üç alanda birden, birbirini dengeleyen ve geliştiren, koordineli atılımlar yapması gerekiyor.
Konumuz özellikle kültür, kültürümüze renk veren islâmî boyut olduğuna göre, diğer kültürler arasında bizi var edecek, geçmişin görkemini taşıyacak, özürlerimizi, zayıf ve gereksiz yere abartılmış fazlalıklarımızı gidererek ortadan kaldıracak bir kültür politikasının, politik ve ekonomik canlanmamızla birleşerek tartışılması gerekiyor.
Bu tartışmayı, kültürün ana kaynaklarından biri olan inanç sistemini, bu sistemin çekirdeğini oluşturan "iman" kavramını ele alarak başlayabiliriz. Bir felsefeci olarak zayıflığımızın neye inandığımızdan değil de, nasıl inandığımızdan kaynaklandığını görüyorum. Belki birçok okuru şaşırtacak bir iddiayı, bütün tartışmayı, düşünmeyi seven, kültürümüzün kendi benliğine kavuşarak canlanıp, her sahada atılım yapmasını isteyen okurların eleştirilerine sunuyorum: "İnanmayı biliyor muyuz?" İmanın, ferdî karar verebilme bağımsızlığına sahip gücümüzle geliştirilerek, bilim, sanat ve düşünceyle anlamlı bir bütünlüğe ulaşabilmesi gerekiyor. Hür, kendi başına düşünmeye, akıl yürütmeye, karar vermeye hazır fertlerin yokluğu, imânın kalbimizde körü körüne bir inanç olmasına yol açar. Kalbini aklıyla, duygularıyla yoklamamış, gönlünü, bilimin ve sanatın o engin ufkuyla yüceltememiş fertlerin oluşturduğu bir toplumda, hoşgörüye dayalı tartışmanın, sorgulamanın olmadığı, sanatın, o zengin damarından beslenmemiş bir kültürde imân yetersiz kalır. İmânın coşkusu, bağımsız kalplerin, her söylenene körü körüne boyun eğmeyen; arayan, araştıran, duygulanan, bu duygularını sanatın her dalıyla, müzikle, edebiyatla, resimle... İnceltmiş, yüceltmiş, bilimde, sanatta ve düşüncenin türlü yollarında yaratıcı ürünler vermiş, vermeyi düşünen, eleştiren, eleştirilen, tartışan, muhabbet halinde olan insanların gerçekten tadabilecekleri bir coşkudur.
Demek ki, kültürümüze özgü bilim ve sanat meydana getirmeleri için de, devraldığımız kültürü, hızla değişen dünya kültürleri içinde, imanımızla birleştirerek atılımlar yapabiliriz. Düşünmek, düşüncemizde sınır tanımamak, farklı, çeşit yönünden zengin yollar arayarak yürümek, yeni birşeyler üretebilmek cesaretini her an gösterebilmek, yine her ân durumumuzu yeniden, korkmadan, ürkmeden gözden geçirip, birbirimizle tartışa tartışa, söylese söylese yürümek, hedeflerimize varmada bize özgü yollar bularak ilerlemek, kültürel yoksulluğumuzu ortadan kaldırmaya yardımcı olacaktır. Buna inanıyorum. Kalbimiz ve aklımızın karşılıklı, araştırıcı muhabbetiyle. "Emrâz-ı kalbiyye" ancak bu muhabbetin yokluğundan çıkar. İman etmekten nasıl korkmuyorsak, düşünmekten de korkmayalım. Düşünceyle sevinmekten, üzülmekten, coşku duymaktan, gülmekten, gülümsemekten, mizahtan korkmayalım. Muhabbet, bütün bu duygusal coşkunluğu, sevginin ve mizahın, eleştirinin, farklı düşünebilmenin sıcaklığını bağrında taşır. Bilmeliyiz ki asık yüzlü, duygusuz, korkak, kendini saklayan, birlikte yürüdüğü yol arkadaşlarıyla iletişime geçemeyen, muhabbetsiz insanlar, dünyada kültür olarak hak ettiğimiz yeri almamıza engel oluştururlar.