Makale

KUR’AN’IN MESAJI

KUR’AN’IN MESAJI
Mustafa Ateş


“Kur’an, yalnız inananlara değil, inanmayanlara da haberler getirir, mesajlar iletir. Geçmişten bahsederken geleceğe uzanır.”
KUR’AN, şüphesiz çağlar üstü bir kitaptır. O, bir haberdir, bir "Beyyine’dir. İster kabul edilsin, ister reddedilsin o, bir büyük inkılabı gerçekleştirmiştir. İnsana uzanan inkılabı... Evreni yeniden yorumlayan inkılabı... Çünkü Kur’an’ın mesajını teksif ettiği tek alâka merkezi insandır. Yaratılışı itibariyle iyiliğe de, kötülüğe de müsait olan insanın ıslahı, insanın hidayeti, Kur’an’ın en büyük hedefidir, nûzûl sebebidir... Ve Kur’an, bütün muhaliflerine rağmen bu he-defe ulaşmıştır.
Kur’an-ı Kerimin insan ve kainat ilişkisi hakkında ortaya attığı öğretilerin genişliği ve derinliği karşısında acze düşmemek elde değil... Semavî kitaplar içerisinde "Yaratılış mu’cizesi"ni, geleceğin en ilmî yorumlarına da açık bir şekilde anlatan ve insanın bu geniş sistem içinde mevkiini ve görevini, yüklendiği emanet ve hilafeti bütün boyutlarıyla kucaklayan kitap; Kur’an’dır. Ortaçağ boyunca, insanın kişiliğini öldüren, haysiyetini söndüren ilim ve din kavgaları, Kur’an’ın aydınlık ikliminde Avrupalının hayatından silindi. Kilisenin gündemine bu aydınlık sayesinde başka şeyler geldi. Kilisenin kendi mensuplarına karşı gösterdiği taassup yumuşadı ve fakat İslâm’a ve Kur’an’a yönelik saldırılar yoğunlaştı, taassup haline dönüştü. Kur’an’ın aydınlığında, Kur’an’ın değerlerine, Kur’an’ın insan telakkisine saldırmayı kilise ve kilise babalan varlık sebebi olarak gördüler. Ne yazık ki, bu taassup, bugün de batılı aydınların hayatlarının bir parçasıdır...
Batının Kur’ana ve İslâm’a karşı ileri sürdüğü bu önyargıya rağmen bir gerçek daha vardır ki; bugün bütün dünya Kur’an’ın mesajını almış bulunuyor. Son yıllarda İslâm Dini’ne dönüşün temelinde, Kur’an’ın şu ebedî ve umumî çağrısı yatmaktadır: "De ki, ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda eşit olan (aynı gerçeği ifade eden) bir kelimeye (tevhid inancına) geliniz: Allah’tan başkasına kulluk etmiyelim. Ona hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Ve Allah’ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rabb edinmesin. Buna rağmen yine yüzçevirirlerse işte o zaman, "bizim müslüman olduğumuza şahid olun" deyiniz. (3/ 64) Bu davet bugün de te’sir gücünden bir şey kaybetmiyerek, yankılanmaktadır. Onun cazibesine kendisini kaptıranların sayıları her geçen gün artmaktadır. Anlayanların ruhunda O, hâlâ fırtınalar koparmaktadır. Hz. Ömer’i büyüleyen tesir, Kur’an nağmelerine kendisini kaptıran müşrik ruhlarda nasıl derin akisler ve sarsıntılar meydana getirdiyse, bugün de tecellilere açık olan kalblerde aynı Uyandırmaktadır.
Evet, Kur’an bir dirilişi, bir manevî uyanışı temsil eder. Allah ve kainat, hayat ve ölüm, ruh ve insan gibi, insan müfekkiresini meşgul eden felsefî ve zihnî konulara tatmin edici cevaplar sunar. Çünkü Kur’an, hem akla, hem ruha, hem kalbe, hem hisse hitabeder. Bu melekelere sahip olanlar, Kur’an’ın, kendilerinde mevcut olan manevî gücü harekete geçirdiğini hissederler. Çünkü, ruhun kanunlarını sevk ve idare eden kuvvet ne ise, Kur’an’ı gönderen kuvvet de odur. Kalbin ve şuurun kanunu ne ise, Kur’an’ın kanunu da odur. Yıldızları ve rahmet yüklü bulutları sevk ve idare eden kuvvet ne ise, Kur’an’ı sevk ve idare eden kanun ve kuvvet de odur. Kur’an ile kainat nizamı arasında, insan ruhu ile Kur’an arasındaki münasebet ne ise, gezegenler arası nizam ve intizam da aynıdır. Hepsi "Sünnetullah"ın eşya ve olaylar üze-rindeki hükümranlığının dış dünyaya yansıyan tezahürleridir.
Kur’an, ayrı din, ayrı ırk ve farklı kültür muhitlerinden kopup gelen milyonları, kendi ibda ettiği tevhid ikliminde kucaklaştırdı. Başka din ve mezhep saliklerinin olumsuz tavrına rağmen yeni bir cemiyet inşa etti. Yeni bir düzen kurdu. Vahye dayanan bu cemiyet düzeninde Arabın-Aceme hiçbir üstünlüğü yoktur. Kimsenin öncelik ve sonralık iddiası yoktur. Hakkı tanıyan ve Hakk’a teslim olan herkes, hangi ırktan olursa olsun, iman ve ittikasıyla bu ce-miyyette yerini alır. Kur’an’ın bahsettiği nimetlerden diğer dindaşlarıyla birlikte istifade eder. Sorumlulukları da beraber yüklenirler.
Kur’an, yalnız inananlara değil, inanmayanlara da haberler getirir, mesajlar iletir. Geçmişten bahsederken geleceğe uzanır. Cenneti, altından ırmaklar akan, zemini yeşillikler kaplı bir bahçe olarak takdim ederken, Cehennemi bütün dehşetiyle, bütün hararetiyle, tenimize temasının yakıcılığını duyurur. Dünyadan ve dünyanın nimetlerinden bahsederken insanı, ahiret yurdunun bitmez, tükenmez nimetlerinin lezzetine boğar. İman ve ikrarın ruha safa bahşedici nazlarını anlatırken, imansızlığın bütün bunalımlarını ortaya koyar. Hidayetten bahsederken dalaletin bütün girdaplarını gözler önüne serer.
Sır vermeyen göklerin, meçhullerle dolu dünyanın çaresizlik içinde kıvranan insanı, bir sağlam kulpa yapışmak zorundadır. İşte o sağlam kulp Kur’an’dır. 0 bir habl-i metindir. Sağlam bir ip... İnkar gayyasından, iman aydınlığına ulaşmak isteyenlere melekût aleminden sarkıtılmış bir sağlam ip!..
Kur’an eskimeyen, pörsümeyen bir kitaptır. O, herdem taze ve canlıdır. Yeni gelişen bir olay karşısında, Kur’an’ın ayetlerinden, o zamana kadar hissedilemeyen, o zamana kadar farkedilemeyen bir mana sezilir. O ayet, hemen o anda, o olay üzerine nazil olmuş intibaını uyandırır. Hadise yeni cereyan ediyor, fakat Kur’an 14 asırlık... Olay yeni, Kur’an kadim... Eski, yeniye inkişaf veriyor, kadim, kıdemiyle yeniyi yepyeni bir tarzda yorumluyor.
Bazılarına göre, Kur’anın sergilediği bu anlayış, orji-nal ve yeni bir üslûp değildir. Allah’ın gönderdiği her kitap veya her elçi karşısında toplumun bunları kabul veya reddedişiyle yani, iman ve inkâr ile ilgili eski bir üslûbun tekrarından ibarettir. Öyle bile olsa bu yeni çağrıda, her yenide olduğu gibi, yeni bir lezzet, yeni bir aksiyon, yeni bir ruhî tatmin vardır. Sonra Peygamberler, birbirinin hem habercisi, hem varisidirler. Onlar vasıtasıyla kurulan ilahî düzen biribirini elbette yıkarak değil, tamamlıyarak gelecektir. Çünkü kaynak aynıdır. İşte gözden kaçırılan gerçek budur. Eskiler-le-yenileri karıştıranlar hepsi aynı kaynaktan fış-kırdığı halde, yol boyunca yabancı ve zararlı maddelerin, suyun berraklığını bozabileceğini hesaba kat-mayan aldanışlardır. Onlara göre eski ile yeninin farkı yoktur. Tek farkı, üslûp ve sunuş farkıdır. Hâlbuki Kur’an’da çağın bütün problemlerine cevap verecek esaslar vardır, ilmî ke-şifler ve icatlar, teknolojik gelişmeler, biyolojik araştırmalar, on seneye varmadan sistemlerini yeniden oluşturacak kadar değişiklik gösteriyor.
Kur’an’ın mesajını tam kavrayabilmek için O’nun geldiği muhiti, o çürümüş sosyal çevreyi iyi bilmek lazımdır. 23 yıla yakın bir zaman sürecine serpiştirilen 114 sûre ve altıbin kü-sur ayet, o çürümüş, ahlaken tefessüh etmiş bu ilkel topluma neler getirdi. Onların halet-i ruhiyyesin-de, insan ve cemiyet anlayışlarında, Allah ve kainat, hayat ve ölüm ötesi hakkındaki görüşlerine nasıl tesir etti!.. Putların önünden onları nasıl kaldırdı. Rabbı Müteal önünde nasıl diz çöktürdü. Üvey annelere sahip olacak kadar kokuşmuş bu topluma annelik ve kadınlık haysiyetini nasıl iade etti!... Bütün bunlar, bu kısa yazının çerçevesine elbette sığmaz. Ama Kuran, bu yanlışları düzeltti. Her şeyi ilahî iradenin isteği doğrultusunda yerli-yerine koydu. Bu bozuk düzende hala gündemden düşmeyen kanunlar vaz etti. O kanunlar sayesinde aileler oluştu, cemiyetler kuruldu, ilkel kavimler, göçebe topluluklar millet olma ve devlet kurma neticesine ulaştı. İşte Kur’an bunları başardı. İnsanlığa bunları hediye etti. Gelecek için de daha pekçok şeyler va’detmektedir.
Çünkü bu kitap, yani Kur’an, başından sonuna kadar bir bütünlük arzeder. Sureler ve ayetler, birbirini nakzetmez, birbiriyle çelişmez, çelişki var zannedenler, insanların sistemleştirdiği bablı-fasıllı kitaplarla mukayese ederek bu zehaba kapılanlardır. Yanlışlık ve tenakuz, onların kafalarında ve geliştirdikleri sistemlerdedir. Bu kitabta, tarihî olaylar, insanların serencamı tarih kitaplarındaki kalıplara göre değil, ayrı bir üslûpla, ibret dersi verile-rek anlatılır. Metafizik olaylar, insan zihnini kanatlandıracak bir tarz-ı beyanla ele alınır. İnsandan, insanın geçmişinden fosilleşen nazariyyelere göre değil, insanın geçmişini ve geleceğini kucaklayacak bir büyük emanetin hamili olarak, hilafet ve niyabetle yüklü bir varlık olarak bahseder. Onu, dünyanın imarına memur kılar, hak ve adaletin mümessili tanır...
Hiçbir görünür sebeb yokken konu değişir, başka bir dünya başka bir iklim serilir önünüze. Onun için de yeni hikmetler, yeni ruhi inkılaplar yaşarsınız. Siyasî, içtimaî, iktisadî konulara i kendi metodu içinde yaklaşır. Kanunlar ve prensipler vaz’eder. Ahlâkî kurallar kor, bunları yaparken, bu konuların uzmanlarından çok farklı yaklaşır meselelere.