Makale

İslam’da Kadın Eğitimi

İslam’da Kadın Eğitimi

Prof. Dr. Mehmet S. Hatipoğlu
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

İslâm öncesi kültür tarihinde kadınlara ayrılabilecek sahifeler herhalde oldukça sayılı olmalıdır. Hususiyle semavi dinler arasında, kadın cinsinin kültürel çalışmalara katkısını İslamiyet’le başlatmakta mahzur olmasa gerektir.
Dualarında, kadın yaratılmamış olmakla övünen Yahudi erkeklerini, kadını erkek için yaratılmış mahluk sayan hıristiyani düşünceyi hatırladığımız zaman (1), "OKU" ilahi emriyle başlayan son ilahi davete ilk "evet" cevabını vermiş ve maddi-manevi bütün varlığıyle ona sahip çıkmış kimsenin, Islâm uğruna şehid düşmüş ilk müslümanın, kadın oluşu vakıasını kadının Islâmdaki yerinin göstergesi saymak muhakkak ki tarihî bir gerçeğin ifadesi olur.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’in prensip mahiyetindeki hitap ve emirleri hiç bir cins ayırımı gözetmeyen bir umumilik arzeder. Onun tebliğci- si de, kadını ve erkeğiyle bütün insanlara gönderilmiş bir Peygamberdir. Kitap ve Peygamberiyle bu dinin gayesi, nerede ve hangi devirde olursa olsun, her nevi cahiliyyeti yok etmek, Yaratıcıya bilginin ışığında kulluk etmeyi sağlamaktır. İlk müslümanlar bu ilahi hitabı işte bu çerçevede değerlendirmişler, ilk günlerden itibaren kadını ve erkeği ile bu davanın yolcusu olmuşlardır.
"Biz Cahiliye devrinde kadınları adam yerine koymazdık" diyen ikinci İslam Halifesi, Hz.Ömer’i kadınlardan ilmi ve İdarî sahada hizmet taleb edecek seviyeye yükselten kudret, İslam’dan başkası değildir.
Bu yeni zihniyet sayesindedir ki; Islâm hanımları kendi takat ve iffetlerinin imkan verdiği, hemen hemen her sahada topluma hizmet ettiler. İslâmî kaynaklarda, ilmi çalışmaların yanı sıra siyasî-askerî faaliyetlerde bulunmuş en yüksek İdarî mevkilere geçmiş hanımlara rastlanıyor olmasını, İslâmî hakkiyle anlayanların eriştikleri normal seviye olarak görmek lazımdır.
Kadın Öğretimi:
Cenab-ı Hak, iman sahiplerine, "Hayırlı olana çağıran, çirkinden alıkoyan bir toplum" haline gelmelerini emrettiği (2), bu hedefe ise ancak ilmin ışığında ulaşılabileceği içindir ki, İslâmî devrin ilk senelerinde Müslü- manlar Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye ve öğretmeye yönelik kesif bir faaliyet içinde olmuşlar bu İlahî kültür hizmetinde, kadınlar erkeklerle adeta yarışmışlardır.
Tabiatiyle merkezini Hz. Peygamberin teşkil ettiği öğrenim faaliyetinde belli bir zaman ve mekan tahdidi söz konusu değildir. Her müslümanın gözettiği hedef, İlahî tebliğlerin beşeri tatbikçisi durumunda olan Hz. Peygamberin hayatına imkan ölçüsünde şahid olmak, şahid olmayanlara şifahen veya yazı vasıtasiyle, bilgi ulaştırmaktı.
Şehadet ve tebliğ gibi iki istikamette yürüyen bu faaliyet çerçevesinde Islâm hanımları Hz. Peygamberle beraber olmaya, müşkilleri bizzat veya bir aracı ile sorup öğrenmeye çalışmışlar, harblerde orduya katılarak İslâmî hayatın bir başka safhasında erkeklere yardımcı olurken, sulh zamanları, bugünün mektep ve konferans salonları vazifesini de gören Mescid-i Nebevi’ye devam etmeye gayret göstermişlerdir.
6/628 senesi Rıdvan bey’atine katılmış olan Medineli hanım sahabi Ummu Hişam, Hz. Peygamberin Cuma hutbelerine devam ettiğini bildiriyor ve mimberde her Cuma okudukları için, Kaf Suresini bizzat Resulullah’ın tilavetinden ezberlemiş olduğunu açıklıyor.(3)
Mescidde, kadın erkek saf nizamının ve kadın nezahetinin tevlid ettiği öğrenim güçlüğü bile bu İlmî şevk karşısında mesele olmaktan çıkmıştır. Bu cümleden olarak mesela Medineli Ensar kadınları bir gün Hz. Peygamberin huzuruna çıkıp:
"Erkeklerden bize fırsat kalmıyor, bizler için ayrı bir gün ayırıp Allah’ın sana öğrettiklerini bize öğ- retsen" teklifinde bulunmakta, Hz. Peygamber de, gün ve yer tayin ederek bu ilim aşıklarının ayağına gitmektedir. (4)
Hz.Peygamberin bu öğretim vazifesine her müslüman ortak olmak durumundaydı. Sahabeden Muaz ibn Cebel, kadınlara mahsus bir mesele soran zata gereken açıklamayı yaptıktan sonra, mesela şöyle diyor: "Resulullah (S) bize öğretmiş ve kadınlarımıza öğretmemizi bize emretmiştir." (5)
Kadınların öğrenimine verilen önemin cariyelere kadar teşmil edilmiş olduğunu gösteren aşağıdaki hadis, müstakbel İslam toplumunun oluşum şekline ışık tutuyor olması bakımından da müstesna kıymet taşımaktadır.
Ebu Muse’l-Eş’ari, Hz. Peygamber’den şöyle rivayette bulunuyor:
"Bir erkek, cariyesini güzelce terbiye eder, güzelce (ta’lim) öğretimden geçirir, sonra azad edip onunla evlenirse (ahirette) iki ecre nail olur." (6)
Yazılı Öğretim:
Öğrenilen bilgilerin unutulmaktan kurtarılması, uzakta- kilere ulaştırılması gibi mevzularda yaptığı hizmet dola- yısıyle binlerce senelik bir maziye sahip olan yazıdan müslümanların fariğ olamı- yacağı açıktır.
Islâmdan önce Araplar arasında az da olsa yazı bilenler vardı. Hz. Peygamber, Sahabesi arasında okuyup yazanların nisbetini sür’atle artırmak için her fırsattan faydalanmışlardır. Zira başta Kur’an-ı Kerimin tesbitinde olmak üzere, İlmî, ticarî ve siyasî yazışmalarda yazı ve dil bilen kimselere ihtiyaç vardır. Bu sahadaki eksikliğin telafisinde Hz. Peygamberin müşriklerden bile istifade etmiş olduğunu biliyoruz.
2/624 senesi Bedir gazvesinde esir düşmüş Mekke’li okuryazar kafirlerden her birisi, 10 Medineli çocuğa okuyup yazma öğretmek karşılığında serbest bırakılmıştı. (7) Kültür vasıtasını maddiyata tercih eden bu peygamber tatbikatının bir benzerine İslam dışında rastlanabileceği zannedilmemelidir.
Tabiatiyle bu öğrenim gayreti sadece, erkeklere münhasır değildir. Sahabi hanımlar arasında yazı bilenlerin ötekilere olan vazifelerini, hatırlatmaya lüzum bırakmadan, yerine getirdikleri muhakkaktır. Mesela, Mekkede iken Müslüman olarak hicret etmiş zeki, fazıl hanımlardan Kureyşli Şifa, Ummu’l- Mü’minin Hz. Hafsa’ya Hz. Peygamberin emri üzerine yazı öğretmiştir. (8)
Hilafeti devrinde akrabasından olan iş bu hanıma Hz.Ömer’in fikir danıştığı, hatta onu bazı çarşı işlerine memur ettiği mervidir. (9)
İlmî çalışmaların ilerlediği Sahabe-Tabiun devrinde bilgin hanımlar, ilim talibi erkeklerin yazılı müracaatlarına muhatab olacak seviyeye ulaşmışlardı.
Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Talha’nın kızı Aişe, ki son derece zeka ve takva sahibiydi, hârikulâde güzelliğine rağmen yüzü açık gezmesiyle de meşhurdu, teyzesi olan Hz. Aişe’nin evinden çıkmaz olmuştu. İmam
Buhari’nin naklettiğine göre (10) muhtelif memleketlerden, genci, yaşlısı pek çok ilim talibi Hz. Aişe’ye soracakları hususları genç Aişe’ye yazıyorlar ve cevabını yazılı olarak ondan alıyorlardı.
İlk nesil Islâm hanımlarının bu örneklik davranışları ileri- ki asırlarda, erkek âlimleri önlerinde diz çöktürecek pek çok allame hanımın yetişmesine imkan sağlamıştır. Ha- tib Bağdadi gibi bir âlimin (ö. 463/1071) Mekke’de 445/ 1053 senesinde Kerime isimli âlim bir hanımdan 5 günde Buhari’nin sahihini okuduğunu biliyoruz. (11)
Bu neviden tarihî vakıaları hakkiyle değerlendiren ileriki asırların Islâm âlimleri, ilmi sorumluluk bakımından erkekle kadın arasında hiç bir ayırım tanımamışlardır. Misal olmak üzere, 5/11. asrın Endülüslü büyük ilim ve devlet adamı Ibn Hazm’in (ö. 456/1064) bu mevzudaki görüşlerini kısaca nakletmek isterim. Bu Zahiriyye imamı şöyle diyor:
"Resulullah (S.A.S.) erkeklere ve kadınlara eşit şekilde gönderilmiştir. Allah ve Peygamberi erkek ve kadınlara tek hitabla hi- tab etmiştir, bu noktada kadınların dışında erkeklere tanınmış bir ayrıcalıktan bahsedilemez, ta ki Celi bir nas veya icma ile olsun... Dinde ilim sahibi olmak ve dinî murakabe vazifesini (emr-i maruf...) yerine getirmek için yollara düşmek, erkeklere olduğu gibi kadınlara da vacibtir... Bu İlmî seviyeyi kazanmış hanımların nizaret uyarmalarını bizlerin kabul etmesi gerekir, nitekim de böyle olmuştur." (12)
Hanımları Cehalete İten Çevre:
Ne var ki; 15. asrına ulaştığımız Islâm kültür tarihi, bu hayırlı başlangıcın hep aynı şekilde yürümemiş olduğunu bildirmekte, başta belirttiğimiz zihniyetin tamamen aksi istikametteki fikirlerin, daha 3. asrında Islâm dünyasında kitaplara geçmiş olduğunu göstermektedir. Islâm hanımına cehaleti layık gören, ona okuma yazmayı bile yasaklamaya giden çevrelerin, vücud bulmuş olması, cahil halk tabakası çevresinden ibaret sanılmamalıdır. İslâmî ilimlerde isim yapmış bazı âlimlerin bile böyle bir davranışa sürüklenmiş olması keyfiyeti, tabiatiyle bizleri meselenin İçtimaî ve tarihî sebebleri üzerine eğilmeyi mecbur edecektir.
Bilindiği üzere, Risalet devri hanımları dini kültürlerini geliştirmeye müsaid bir sosyal huzur içinde idiler. Geceleri dahi mescidlere gitmelerine engel olunmaması şeklindeki Peygamber emri (13) bunun delillerindendir. Maalesef bu durum devamlı olamadı. Hz. Peygamber’in vefatından daha 24 sene geçmişti ki; 3. Halife Hz. Osman, abdestinde namazında ihtilalciler tarafından katledildi. Kur’ânî telâkkinin tasvib edemeyeceği bu feci hadiseyi takib eden senelerde o zamanki Islâm coğrafyası siyasî çalkantılara, kanlı çatışmalara sahne oldu. İlk asır İslâm dünyasının içine düştüğü buhran, tabiatıyle toplumun ahlâkî değerlerini de sarsacaktı. Hz. Osman sonrası siyasî, askerî hareketleri ile yakından ilgilenmiş Peygamber hanımı Hz. Âi- şe’nin aşağıdaki tesbiti, daha sonraları kadınlara getirilecek çeşitli kısıtlamaların habercisi durumundadır. Şöyle diyor: "Şayet, Allah’ın Resulü (içinde bulunduğumuz şu günlerde) kadınların yaptıklarını görmüş olsalardı, onların mescidlere gitmelerini yasaklardı"(14)
İlk asır İslâm merkezlerinin havasında hissedilen bu kokuşma alametleridir ki mazbut aile reislerini özellikle kendi hanımlarını koruma endişesine şevketmiş, onları toplum içine sokmamak, kendilerine bir kurtuluş çaresiymiş gibi görünmüştür. Düşünülen bu çözümün fiiliyata geçebilmesi için Peygamber desteğine ihtiyaç vardı. Maddî varlığına sahip olunmayan bir otoriteden ise, ancak ona müsade edilecek rivayetlerle yardım sağlanabilirdi. İşte bu gerekçe, aşağıdaki rivayetin vücud bulmasına âmil olmuş gibidir. Güya Hz. Peygamber:
"Kadınlarınızı (yola bakan) odalarda oturtmayın, onlara yazı yazmayı da öğretmeyin." (15) demişlerdir!
Yazımızın başlarında kısaca tesbit etmeye çalıştığımız zihniyeti vücuda getirmiş bir Peygamberin bu çeşidden bir emirde bulunmasına tabiatıyla imkân yoktur ama, maalesef böyle bir sözü peygamber emri olarak kitaplarına geçirmek gafletinde bulunmuş müslüman âlimler bulunabilmiştir. Meselâ bu rivayeti hicri 3., miladî 9. asrın muhaddis sofîlerinden Hakîm-i Tirmizi kıymetli eserine! almakta ve ona şu açıklamayı eklemektedir: "Hz. Peygamber erkekleri böyle- ce uyarmıştır. Çünkü erkekleri görecek şekilde hanımların odalarda oturtulması hanımları koruma değildir. Zira erkeklere yukarıdan bakmaktan kendilerini alamazlar, bundan da belâ ve fitne doğar." Hz. Peygamber hanımları bu fitneye atmasınlar için erkekleri uyarmıştır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadınlar için şundan daha hayırlısı yoktur: Ne erkekler kendilerini görsün, ne de onlar erkekleri". Çünkü kadınlar erkeklerden yaratılmıştır, bütün meyli de onadır... Yazı öğrenmek de bunun gibidir. Ekseriye fitneye sebeb olur. Kadın gönlünün çektiği kimseye yazar. Yazıda gözlerden bir göz vardır ki, bir şeye şahid olan, olmayana yazıyla onu gönderir. Dil ile anlatılmayan gönüldeki şeyler yazıyla anlatılabilir. Yazı dilden daha ulaşıcıdır. Hz. Peygamber işte bu yüzden kadınlardan fitne sebeblerini, onları korumak ve kalblerini temiz bırakmak arzusuyle, ortadan kaldırmak istemiştir.
Yanlış işte kullanılmış bir aleti, yanlışlığın sorumlusu sayan ilkel anlayış, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bazı şöhretli isimlere de bulaşabil- mektedir. Üçüncü asırdan kalma bir başka edebî eserde aynı anlayışı Hz. Ömer’den de nakledilmiş olarak görebiliyoruz. Kadınlara karşı duyduğu hürmeti tatbikatiyle göstermiş bu büyük Islâm Halifesi bu defa karşımıza hâşâ bir kadın düşmanı olarak sunulmaktadır. Ibn Kuteybe’nin (Ö. 276/
889), Uyûnu’l - Ah- bâr’ında (IV, 78) naklettiğine göre, gûyâ Hz. Ömer şu tavsiyelerde bulunmuşlar:
"Yola bakan odalarda kadınlarınızı oturtmayın, onlara yazıyı da öğretmeyin. Onları çıplak bırakarak (az elbise alarak) kendinizi garantiye alın. Onlara boyuna: "hayır olmaz" deyin. Çünkü, "peki, olur" denmesi onları devamlı istekte bulunmaya sevkeder".
Misalleri daha da çoğaltmayı burada keserken, bilhassa yapılması şart olan şu mühim vazifeye okuyucumuzun dikkatini rica ediyorum. Ondört asırlık mâzisi boyunca yazılmış sayısı bilinmez eserleriyle Islâm kitabiyatı yukarıda verdiğimiz örneklere benzer pek çok çarpık anlayışları da sergilemektedir. Bu sebeple Hz. Peygamber adına nakledilmiş akıl mantık dışı sözlere son derece ihtiyatla yaklaşmak, Islâm’ın, temel prensiplerine aykırı görülen ifadeler hakkında, önce mütehassıs Islâm âlimlerinin söylediklerini öğrenmeye çalışmak gerekmektedir. Çok şükür ki Islâm kültür tarihi, bazı çevrelerce büyük sayılmış âlimlerin düştükleri hataları düzeltecek daha büyük âlimlerden mahrum olunmadığının şâhididir. Nitekim oldukça eski devirlerden başlamak üzere, kadınlara yazıyı yasaklayan adı geçen hadisin uydurma olduğunu bildiren pekçok İslâm âlimiyle karşılaşıyoruz. (16) Bunlardan destek alarak yapılacak modern incelemeler sonunda, ister içten olsun, ister dıştan, İslâm’a yöneltilmiş eski ve yeni yıkıcı tenkidleri bertaraf etmek mümkündür. Yeter ki kütübhanelerimizi dolduran kültürel varlığımızı İlmî süzgeçten geçirebilecek kadrolar tez zamanda yetiştirilebilsin. Bu vazgeçilmez vazife yerine getirilmeden İslâm’ın ölmez değerlerini bütünüyle hayata geçirmekten mahrum kalınacağı açıktır. Bunun günahı ise herkesten önce aydınlarımızın omuzlarında olacaktır.

1- Bkz. Prof. M. Tayyib Okiç, Islâ- miyette Kadın Öğretimi, s.7, not 2, D. I. B. Yayını, Ankara 1979.
2- Ai-i Imran, 104
3- Muslim 7. Cumu’a, 13
4- Bkz. Buhari, 3. Ilm, 36/1,34 ; 96.1’tisam, 9/VIÜ, 149
Muslim, 45. Birr, 47
5- Hatib Bağdadi, Mûdih, II, 344, Haydarabad, 1960
6- Buhari 3. Ilm, 31/1,33
7- Ibn Sa’d, II, 22 (14)
8- Musned, VI, 372
9- Isti’ab, s. 1869 Isabe VII, 728
10-El-Edebu’l-Mufred, r. 1118
11-Ibnu’l-Cevzi, Muntazam, VIII, 265
12-Ihkam III, 81-82
13-Muslim, 4. Salat. 30
14-Muvatta: 14. Kıble, 6; Buhârî:
10.Ezân, 162; Muslim: 4. Salât, 30.
15-Mecmau’z-Zevâid (Tabârâ- ni’den -ö. 360/971-), IV. 93; Nevâdi- ru’l Usûl, s. 270-271; el-Müstedrek,
11.396; Ibn Hibban, el-Mecrûhin, II. 302; Tarihu Bağdâd XIV, 224; Krş. Zehebi, Mîzânu’l l’tidâl, I, 419; III, 446. Ibn Hacer, Lisânu’l-Mizân, II, 131.
16-Meselâ Ibn Adiy (ö. 365/976), el-Kâmil, II, 575; Ibnu’l-Cevzî (ö. 579/1201), El-Mevzûât II, 268-269; Zehebî (ö. 749/1347), El-Müstedrek II, 396; Şevkânî (ö. 1250/1834), El- Fevâidu l-Mecmûa, s. 126/127