Makale

İSLAM’IN İLME BAKIŞI

Halit Güler
Diyanet İşleri Başkan Yaraması

İSLAM’IN İLME BAKIŞI

İslâm Dini ilme çok değer vermiş ve müslümanları ilim sahibi olmaya teşvik etmiştir. Bu sayede müslümanlar ilme sarılmışlar, ilim ve hikmeti nerede bulmuşlarsa almışlardır.
Tarih boyunca İslâm devletleri, nöbetleşe, ilim ve kültüre hizmet etmişlerdir. Yeryüzünü medeniyet ışığıyla aydınlatmışlardır. Ancak bu hizmet ve aydınlatmada Türklerin payı pek büyüktür. Dünya kütüphaneleri, müzeler ve ilim merkezleri bunun böyle olduğunu doğrulayan bilgiler ve belgelerle doludur. Ayrıca, Asya steplerinden, Avrupa Alplerine kadar uzanan sahada ve daha dünyanın pekçok yerinde görülen medeniyet abideleri de müslümanların ilme ve fenne hizmetlerinin canlı şahitleridir.
Pekçok meseleye çözüm getiren, en çetin problemleri çözen Kur’an-ı Kerim, bu hizmet zenginliği içerisinde öncelikle ilimden bahsetmektedir. Kur’an-ı Kerim’in öncelikle ilimden bahsetmesinin hikmetlerini iyi anlamak ve sebeplerini iyi araştırmak gerekir. Dünyayı cehaletten, haksızlıktan ve zulme uğramaktan kurtaran Kur’an-ı Kerim, ilimsiz hiçbir şeyin olamayacağını asırlarca önce kabul ve ilan etmiştir. İslâm’ın ilme verdiği değere bakın ki, Hz. Peygamber’e ilk vahiy "OKU" emri ile başlar. Alâk Suresinin ilk beş ayetinde mealen şöyle buyurulur:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti."
Yeryüzünü huzurlu ve medeni kılacak, cehaleti yok edecek, düşünceyi geliştirecek, insanlığın ilerlemesini sağlayacak hikmet ve işaretler, bu İlâhî buyruğun derinliklerinde gizlidir. Yeter ki, bu sese kulak verilsin, yeter ki bu mesajdaki cevher iyi görülsün ve yeter ki İslâm Dininin ilme verdiği değer iyi anlaşılsın ve iyi anlatılsın.
Sevgili Peygamberimiz; "İlim öğrenmek kadın ve erkek her müslümana farzdır" buyuruyor.
Yeryüzünde ilmi teşvik eden ve onu ibadetten bile üstün tutan yegâne din, müslümanlıktır. Peygamber Efendimiz; "Bir saat ilme çalışmak, bütün geceyi ibadetle geçirmekten hayırlıdır" buyurur. Büyük âlim İmam Gazali; "İlim, ibadetten önce gelir" der. Bu bakımdan müslümanlığa (ilim dini) denmesi yanlış olmaz.
Kur’an-ı Kerim’in öngördüğü bir seviyede düşünen toplum haline gelmek, kolay değildir. Kolay değildir ama, yine de mümkündür. Çünkü Kur’an-ı Kerim düşüncede olgunlaşma, fende gelişme ve ahlâkta güzelleşme yollarını göstermiştir. İslâm Dini faydalı bulduğu her ilme eğitim ve öğretim kucağını açmıştır.
Cehaletleri sebebiyle müsbet ilimlere ve teknik gelişmelere karşı çıkanların tutumlarını, müslüman olsalar bile müslümanlıkla karıştırmamak gerekir. Ne yazık ki, çok yaygın olmayan bu tutumu istismar ederek İslâm’ı suçlama, İslâm’ın ilme verdiği önemi görmezlikten gelerek müslümanlığı müsbet ilme ve teknik gelişmelere karşıymış gibi gösterme çabası içerisine girenler olmuştur. Eğer müslümanlık ilme değer veriyor ise, müslüman ülkeler sanki anlaşmış gibi neden geri kalmışlardır? sorusunu ileri sürenler çıkmıştır. İslâm Dini’nin yayıldığı topraklarda yaşayan insanların bir kısmının maddî perişanlığı ve teknik alanda geri kalmışlığı bu düşünceyi doğrulamak için bazı kimselere gerekçe olmuştur. Her- şeyin berrak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen halen bunu tekrarlayanlar vardır. Halbuki İslâm Dini’nin müsbet ilme karşı olduğuna dair ilim tarihinde bir tek örnek göstermek mümkün değildir.
Eğer öyle olsaydı Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Bi- runî, El-Vefa, Uluğ Beğ, Mevlâna gibi bilginler nasıl yetişirdi? Eğer öyle olsaydı Tıp, Astronomi, Cebir alanında yüzlerce eser nasıl yazılırdı? Eğer öyle olsaydı İstanbul nasıl fethedilirdi? Eğer öyle olsaydı Selimiye, Süleymaniye nasıl inşa edilirdi?
Müslümanlık, dinî ilimlerle uğraşan kimse ile, yalnızca müsbet bilgilerle uğraşan mü’min kimseyi niyet, hizmet ve fazilet itibariyle eşit kabul ederek dengeyi sağlar. Kur’an-ı Kerim hangi sahada olursa olsun yararlı iş yapanları över ve "Fakat inanıp yararlı iş işleyenler, işte onlar da yaratıkların en iyileridirler" buyurur. (Beyyine S.A: 7)
Kur’an-ı Kerim, insanı yüceltmeyi, ilim ve fazilet sahibi yapmayı gaye edinmiştir. Bu önemli görevi yerine getirirken, insanı fıtratına uygun ruh ve beden olarak ele alır. Ruhu iman ve ilimle, bedeni ibadet ve ahlâkla, nefsi sabır ve şükürle besler, terbiye eder ve olgunlaştırır. İnsanı yalnız ruh üzerinde durarak azdırmaz, yalnızca nefis üzerinde durarak azgınlaştırmaz.
Aşağıdaki ayet-i kerimede bu nokta şöyle açıklanıyor:
"Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç. Onlar için ardı arası kesilmez bir müfakat vardır." (Tîn s. a: 4, 5, 6.)
En güzel biçimde yaratılan insanın, iyi işler yapması neticesinde hizmetinin büyük olacağı ve ardı arkası kesilmeyen mükafatlara kavuşacağı Kur’an-ı Kerim’in pekçok yerinde ifade ediliyor.
İyilik ve güzellik, ilim ve hikmet, inanmak ve ümit- var olmak, çalışmak ve araştırmak, ahlâk ve fazilet, sevgi ve merhamet, güzel sanatlar ve edebî buluşlar... insanın fıtratına uygun; inkâr ve isyan, kötülük ve çirkinlik, cehalet ve tembellik, şiddet ve zulüm, yokluk ve sefalet, nefret ve acımasızlık... ters düşer. İnsana yakışmayan halleri zor kullanarak insan karakterine yerleştirmek için tarih boyunca yapılan çalışmalar hep hüsranla neticelenmiş, korkunç yıkılış ve kayboluşlara sebep olmuştur. Bu sebeple dinimiz ilme büyük önem vermiş, dünya ve ahiret için lüzumlu olan ilimleri mülümanlara tavsiye etmiştir.
İmam Şafii: "İlim öğrenmek için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir."
Hz. Ali (R.A.) : "İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur, malı ise sen korursun. İlim amel edildikçe artar, mal ise harcandıkça eksilir." diyerek bunu ne güzel anlatmışlardır.
İslâm Dini ve bu dine gönül vermiş, Kur’an-ı Kerim’in buyruğunu, iyi anlamış olanlar, bilgiye büyük önem vermekte, âlime derin saygı göstermekte, bu maksatla ilim müesseseleri kurmakta ve kurulmuş olanları da yürekten desteklemektedirler.
Kur’an-ı Kerim’in mükemmel kabul ettiği kimse; dinî ilimlerle müsbet bilgileri anlaştıran, Dünya ile Ahiret arasında imanî, zihnî ve amelî bağlantı kuran, nefsi ile ruhunu bütünleştiren insandır. Kur’an-ı Kerim, dünya hayatının yalnızca dinî ilimlerle devam edemeyeceğine, ahiretin kazanılamaya- cağına, İlâhî lütuf ve nimetlerin kemaliyle istifade edilir hale getirilemeyeceğine, beynelmilel platformlarda müslüman toplumla- rın haklarının korunamayacağına dikkat çeker. Dinimiz, bir müslüman için dinî vecibelerini yerine getirecek kadar bilgiye sahip olmayı da farz-ı ayın; tıb, hesap, astronomi gibi bilgilere sahip olmayı da farz-ı kifaye kabul etmiştir. Bu müsbet bilgilere müslümanlar arasında kimse sahip olmazsa, yani fizikçi, kimyacı, tabib, cebirci yetişmemiş ise, bütün toplumu sorumlu kabul edeceğini asırlarca önce açıklamıştır.
"Gerçekten de yerlerin ve göklerin yaradılışında, gün ve gecenin uzayıp kısalmasında akıl sahipleri için muhakkak birçok işaretler vardır. Bu gibi kimseler ayakta iken, otururken ve yatıp uzandıkları yerde Allah’ı tefekkür ederler, gökyüzü ve yeryüzünün yaradılışını inceden inceye düşünürler (ve şöyle derler): -Ya Rabbi. Sen bunları boş yere yaratmadın. Seni yüceltir, ululuğunu kabul ederiz. Sen bizi Cehennem azabından koru..." (Al-i imrân s.a: 190-191)
"İkisinin arasını bulucu mutedil sınırlar konduğu takdirde, iman ve ilim işbirliği haline gelir ve fizik yahut insana fayda sağlayan ilimler ile dinî ilimler ikisi bir arada giderler." (İslâm Peygamberi, M. Hamidullah s. 780)
İkisi bir arada gidince de Kur’an-ı Kerim’in talimatı gerçekleşmiş ve programı tahakkuk etmiş olur.
İlmin; dinî ilimler, müsbet ilimler şeklinde kesin çizgilerile tasnife tabi tutulması bile Kur’an-ı Kerim’in ruhuna aykırı düşer. Kur’an-ı Kerim’i iyi tetkik etmiş, yeryüzüne getirdiği geniş rahmeti, derin hikmeti ve sonsuz hizmeti iyi kavramış, düşüncesini O’nun aydınlığında yüceltmiş bir kimse de bu ayırıma karşı çıkar, ilimden bahseden kitaplarda bu tasnifin görülmesi işin pratikliğini sağlamak içindir. Takdir edersiniz ki, bir kimsenin bütün ilimlerle uğraşması mümkün değildir. Belki aklı yeter de ömrü yetmez. Kim hangi ilimle uğraşmak istiyorsa o kimseye rehberlik yapmak bakımından ilimler şıklara, her şıkta kendi arasında bölümlere ayrılmaktadır. Belki ilimleri, belki değil muhakkak, faydalı ilimler, yararlı ilimler şeklinde sınıflandırmak gerekir. Müsbet ilimler, dinî ilimler şeklindeki tasnif fayda veya zarar, yarar nisbeti açısından değildir. Her iki ilim dalının da faydalı olduğu kesindir. Herhalde öğrenmeyi kolaylaştırmak Ve ihtisaslaşmaya gidilmesini sağlamak açısından böyle bir tasnife gidilmektedir. Müsbet ilimlerde fazilet derecesinde ileri gitmiş kimseler dinî ilimleri küçümsemeyecek, dinî ilimlerde aynı derecede olan kimseler de müsbet ilimleri küçümsemeyecektir.
Tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm gibi dinî ilimlerle, tıp, astronomi ve aritmetik gibi müsbet bilgiler dinimizce övülmüş ve senelerce en ileri seviyede medreselerde okutulmuştur. Matematik gibi hesaba dayanan, fizik gibi tecrübeye dayanan, tıp gibi insan vücudunu inceleyen ve hastalıklardan korumaya çalışan, astronomi gibi göklerin sırrını araştıran ilimler, Allah’ın yüce kudretini eseriyle tanımakta ve tanıtmakta, dünyanın yaradılışındaki ve insanın hizmetine verilişindeki İlâhî hikmetleri kavramakta bize yardımcı olur.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârların ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutlan, evirip çevirmesinde elbette düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığına ve birliğine) deliller vardır." (Bakara s.a: 164)
İlim, insana ve cemiyete faydalı olduğu ölçüde değer kazanır. Peygamberimiz; "Faydası olmayan bilgiden Allah’a sığınırım." buyurur. İnançsız bir ilim adamının iştigal konusu ne olursa olsun kendisine ve başkasına faydalı olacağı şüphe götürür. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim, yalnızca müsbet bilgilerle uğraşan kimselerin dinden uzaklaşmamaları için gerekli tedbiri almış ve zemini hazırlamıştır. Bu dengeyi sağlayan ve hassasiyeti gösteren kimselerin, uzmanlık alanlarında çalışmaları ilerledikçe Kur’an-ı Kerim’e hayranlıkları da artmıştır.
Fazla araştırmaya ihtiyaç duymadan şu neticeye varmak belki mümkündür:
Ülkemizde son asırda gerçek manada ilmî düşünce yerleşmiş eğitim ve öğretim kurumlarını ciddi seviyede şekillendirmiş değildir. Geçmişimizi ve zengin kültürümüzü unutarak ve körü körüne Batıyı taklit ederek bir yere varamayacağı mız artık anlaşılmalıdır. Bu taklitçilik bizi yalnız dinî ilimlerden değil müsbet bilgiden ve teknolojiden de mahrum bırakmıştır.
Müsbet ilmin, teknik gelişmelerin Türkiye’ye gelişinin gecikmesini isteyenlerin, dini bu yeniliklere karşıymış gibi gösterme propagandaları bazı kesimlerde tesirini gösterdi. Çiftçi, esnaf ve tüccarı büyük bir tertiple kendi yerine koyarak bu yeniliklere karşıymış gibi gösterme kurnazlığını başardı. Buradaki şeytanî maksadı sezemeyen idareci kadro, üniversite ve basın halkımıza yüklendi, dinî ve millî kültürün baskı altında tutulması ile bu tesirin azaltılabileceği zannedildi.
Böylece ülkemiz hem müsbet ilimden ve hem de dinî ilimlerden mahrum bırakılmak istendi. Zaten varılmak istenen nokta bu idi. Geçici bir zaman için de olsa bu işte başarılı olundu.
Bu nasıl bir tezgâhdı ki, varlık sebebi ilim olan üniversiteler bile vaktiyle gayesinden uzaklaştı. Anarşinin kucağına itildi.
Demek ki bu noktaların iyi anlaşılması ve cesurca açıklanması gerekir.

AYETLERDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM

" Yaratan Rabbinin adıyla oku. 0, insanı kan pıhtısından
yarattı."
(Atak Suresi, ayet: 1 -2)
" De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"
(Zümer Suresi, ayet: 9)
" De ki: Ya Rab! ilmimi artır."
(Tâ-hâ Suresi, ayet: 114)
"Allah’dan, kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar."
(Fatır Suresi, ayet: 28)
"Allah, içinizden iman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir.."
(Mücadele Suresi, ayet: 11)
"Andolsun size bir kitap indirdik ki, onda sizin için gerekli olan öğüt vardır. Hala akıllanmayacak mısınız?"
(Enbiya Suresi, ayet: 10)