Makale

Dünden Bugüne İMARETHANELER

Dünden Bugüne
İMARETHANELER

Bayram Altan

ASIRLARCA kıtaların hâkimi olan necip ecdadımız, egemen oldukları yerlerde irfana susamış insanlar için kütüphaneler, medreseler, sıbyan mektepleri, darülhadis, darülkurra, darülmesnevi, saraylar, kasırlar, kışlalar, tophaneler, bahçeler yaptırmışlar.
Ayrıca çarşılar, bedestenler, arastalar, hanlar, dükkanlar, darphaneler gibi iktisadi müesseseler inşa etmişler. Camiler, mescitler, namazgahlar, medreseler, tekke ve zaviyeler gibi dini müesseseler yanında darüşşifalar, darülacezeler, cüzzamlılar yurdu, imaretler, aşhaneler gibi sosyal müesseseler de mürüvvetli ellerin tesis ettiği yapılar olarak günümüze kadar dimdik ayakta kalmışlardır. Necip ecdadımızın bizlere miras olarak bıraktığı tesislerin tamamı şüphesiz bu kadar değil. Bunlara çeşmeler, sebiller, selsebiller, şadırvanlar, su yolları, kemerler, bendler, hamamlar ve kaplıcaları da ilave edebiliriz.
Bu kadar çok tesisin içinde, gelip geçen yolcuların, yolda kalmışların, ilim tahsil eden öğrencilerin, fakir, yetim ve kimsesizlerin günlük iaşelerini temin ettikleri, karınlarını sıcacık yemeklerle doyurdukları "İMARETLER’ in ayrı bir yeri ve önemi vardır.
İmaret, "amere" kökünden türemiş arapça bir kelimedir. Bu kelimeye en fazla iki yerde rastlamaktayız: Kitabeler ve Vakfiyeler!..
Bu kelime, "imar edilmiş, yapılarla donatılmış, refah ve huzur sağlayan yapı ve yapılar" anlamında kullanıldığında kitabelere geçmiştir. Bazen tek yapıya, bazen de kitabeleri ve vakfiyeleriyle büyük yapılar topluluğuna "imaret" tabiri kullanılmıştır. "Aşevi, misafirhane, tekke ve zaviye" gibi anlamlarda kullanıldığında bu kelime ile vakfiyelerin ifade edildiği görülmüştür.
Bir milleti hayırlı, faydalı ve iyi işler yapmaya teşvik eden bazı amillerin olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle Allah ve Peygamber inancı ve sevgisiyle mücehhez olan insanlarda bariz bir şekilde görülen iyilik duygusu çeşitli şekillerde tezahür etmiştir. İnanan insanlardaki bu iyilik duygusunu kamçılayan amillerden biri de şüphesiz Sevgili Peygamberimizin "Veren el alan elden hayırdır" hadis-i şerifleridir (Riyazus-salihin, C.l\ s. 515). Süleyma-niye Vakfiyesinde kayıtlı bulunan bundan 534 yıl önceki şu sözler de bu manayı teyid etmektedir:
"Malından senin olanı ancak yiyip tükettiğin, giyip eskittiğinden; eğer tasadduk ettinse, kendine bıraktığın odur."
İşte bunun içindir ki, varlıklı olan hemen her müslüman, arkasından iyi bir isim bırakmak ve amel defterinin kapanmaması için gücü yettiğince Hak’tan aldığımı halka dağıtmayı kendisine en büyük şair edinmiştir. Zamanla özel bir malın veya mülkün başkalarına (ihtiyaç sahiplerine) dağıtılmasıyla insanî ve içtimaî bir müessese olan vakıflar ortaya çıkmıştır. Hayır sahipleri, hemen her türlü iyilik ve yardım için büyük gayret sarfetmiş, bu yolda adeta birbirleriyle yarış etmişlerdir. Tarihî seyri içinde çok büyük tesislerin yanında herkesin imkanı nisbetinde yapabildiği çeşitli vakıflar görmekteyiz.
Muayyen zamanlarda mevlid ve hadis okunması, fakirlere para yardımı yapılması, mahpusların ve esirlerin fidyelerinin ödenmesi, su ve şerbet dağıtılması, çocuklara mesire yeri tahsis edilmesi ve faydalı kitaplar verilmesi, yetimlere aylık bağlanması ve giydirilmesi gibi sayılamayacak kadar çok çeşitli hayır, vakıflar yoluyla yerine getirilmiştir. Bunlara kuyuların, köprülerin ve kaldırımların tamiri, askerlerin teçhizi gibi hizmetleri de ilave ettiğimiz zaman, milletimizin hayır ve cömertlikte nasıl hizmet yarışında bulunduğunun en güzel örneğini görmüş oluruz.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak şu hususu özellikle belirtmek gerekir ki, 14. asra kadar her çeşit hayır müesesesine "İmaret" denildiği halde bu tarihten itibaren hem aş pişirilen ve dağıtılan yere, hem de tesisin tamamına bu isim verilmiştir.
Zamanla bu isim yalnız aş evleri için kullanılmıştır.
İmaretler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde külliyelerin bir bölümü şeklinde yolculara, misafirlere ve yoksullara yemek verilen sosyal bir müessese olarak hizmet görmüştür. Çok yaygın bir şekilde Osmanlı toprakları üzerine dağılmış olan bu müessese sayesinde her seyyahın tek kuruş yemek ve yatak ücreti ödemeden ülkenin bir ucundan diğer ucuna gitmesi mümkündü.
İmaretlerin idaresi ve hizmetinde olan kişilerin sayıları, görevleri ve onlara ödenen günlük ve senelik paralar, imarette kullanılan malzemelerin cins, miktar ve özellikleri ile bunlara ayrılan bedeller incelendiği zaman imaretlerin ne büyük hizmetler yaptığı gün gibi ortaya çıkacaktır.
İmaretlerin idaresi ve hizmetinde olan kişiler ve görevleri şunlardır:
1) İmaret Şeyhi (Salih, doru, güvenilir, güzel ahlâk sahibi, yemeğin pişirilme ve dağıtılma esnasında hazır olan,
imarethanede olup bitenlerin hepsine nezaret eden, mütevelli heyetine karşı sorumlu olan bir kişi). 2) Kilerci (İaşe ve gıda maddelerini muhafaza eden, istenilen şeyleri ölçü ve tartısına riayet ederek alan, veren ve kiler katibine bunları kaydettiren, doğru ve güvenilir bir insan). 3) Vekilharç (İmaret şeyhine karşı sorumlu, gerekli olan malzemenin alımı ve kilere teslimi ile görevli, dindar, emanete riayet eden, güvenilir bir insan). 4) Kiler Katibi, 5) Ambarcı, 6) Ambar Katibi, 7) Un Hamalı, 8) Et Hamalı, 9) Odun Hamalı, 10) Baltacı, 11) Mutfak Kapıcısı, 12) Yemekhane Kapıcısı, 13) Ahır veya Kervansaray kapıcısı, 14) Aşçı, 15) Ekmekçi, 16) Nakib, 17) Buğday Döğü-cü, 18) Buğday Ayıklayıcı, 19) Pirinç Ayıklayıcı, 20) Çanak Yıkayıcı, 21) Kâse-Kes, 22) Mutfak ve Yemekhane Ferraşı.
Bunlardan başka yemekhanenin aydınlatılması, ısıtılması, misafirlerin yatak ve yorganlarının serilip kaldırılması gibi hizmetlerde görevli olanlara da rastlanmıştır.
İznikte 1. Murat İmaretinde günde 2 bin, 15.yy.da Fatih imaretinde günde 1650 ve Edirnedeki ikinci Bayezıd İmaretinde ise, diğer imaretlerde olduğu gibi sınıf farkı gözetilmeksizin fakirlere, ilim adamlarına, nereden geldiğine bakılmaksızın bütün yolcu ve misafirlere her gün 1400 kişiye iki öğün yemek verildiği bilinmektedir. 17.yy. başlarında yalnız İstanbul imaretinde 30 bin kişiye ücretsiz yemek veriliyordu. Ancak zamanla bazı aksaklıklar görülmüş ve bu örnek tesisler uzun zaman kendi hallerine terkedilmiştir. Ülkemizde imaret himeti 1950 yılından sonra tekrar ele alınmış, 1975 lerde 53 imaretle 13 bin civarında yoksula, günde iki öğün sıcak yemek verilmeye başlanmıştır. Bu sayı daha sonraki yıllarda giderek azalmıştır.
Bugün ise, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait Konya’da 2, Bursa’da 2, Kütahya’da 2, İstanbul’da 6, Erzurum’da 1, Ankara’da 2, Diyarbakır’da 2, Bitlis, Kayseri, Sivas ve Samsun’da birer tane olmak üzere toplam 21 imaret bulunmaktadır.
Önceleri imaretlerde, sabah ve akşam olmak üzere günde iki öğün yemek verilirdi. Sabahları pirinç çorbası ve et, akşamlan da buğday aşı ve et verilirdi. Bazen bunlara turşu, kuru ve yaş sebzeler ve meyveler de ilave edilirdi. Misafirlere geldikleri ilk saatte genellikle bal ikram edilirdi. Ayrıca Ramazan ve bayram günlerinde yemeklere ek olarak aşure verilirdi.
Bugün ise, ülkemizde bulunan imaretlerde haftanın her gününde bir öğün, bir çeşit yemek veriliyor. Her çarşamba ve cuma günleri ise buna tatlı da ilave ediliyor.
Günümüzde hayırsever insanlarımızın imaretlere olan ilgisinin arttığını ve ecdad yadigarı bu hizmet yerlerinin yeniden ihya edildiğini ve yurt çapında yaygınlaştırıldığını görmek son derece sevindirici bir olaydır.


Yardımlaşma ve dayanışma ile ilgili
HADİSLER


Peygamber Aleyhisselâm’a bir adam gelmiş ve:
-"Ya Resûlallah! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür" demiş.
Peygamber Aleyhisselâm da:
-"Sağlığında, yoksulluktan korktuğun zengin olmayı umduğundan dolayı, cimri iken verdiğin sadaka efdaldir. Yoksa, ihmal edip de can boğaza geldikten sonra, "bu filana bu kadar, filancaya da şu kadar olsun" demekte fayda yoktur. Zaten o mal onların olmuştur" buyurdu. (Riyâzû’s-Salihin Cilt-1, Had. No:90)
"İyi işler yapmakta acele ediniz. Siz şu yedi şeyden: Herşeyi unutturan fakirlikten, yahut azdıran zenginlikten, yahut (aklı ve bedeni) bozan hastalıktan, yahut saçma sapan söyleten ihtiyarlıktan, yahut ansızın gelen ölümden, yahut korkulan gâiblerin en fenası olan Deccal’dan, yahut belası daha büyük ve acı olan Kıyametten daha başka bir şey mi bekliyorsunuz?" (Riyâzü’s-samin, cnt-ı Had.No:93)

"Veren el, alan elden hayırlıdır. Tasadduk nafakası, üzerine vacip olanlara ihsan ile başla. Sevabı tam olarak ümid edilen sadaka, bol maldan verilendir. Dilenmekten sakınanları Allah aziz ve şerefli kılar." (Buharicnt-5. Had. Ho-jos)
"Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslümana zulmetmez; O, onu haksızlık edenin eline bırakmaz. Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyâcını yerine getirirse, Allah da ona yardım eder. Bir kimse bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da ona mukabil kıyamet gününün kederlerinden birini giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da Kıyamette onun ayıbını örter." (Riyâzû’s-Salihin Cilt-1. Had.No:242)

Peygamberimiz (S.A.S):
"İster zâlim olsun, ister mazlum olsun, mü’min kardeşinize yardım ediniz" buyurdu. Ashabdan biri:
"Ya Resûlallah, mazlum olan kimseye yardım ederim, fakat zâlime nasıl yardım edebilirim?" dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:
"Zâlimi, zulüm yapmaktan alıkorsun. İşte bu ona yardımdır" buyurdu. (Riyâzû’s-Salihin. Cilt-1, Had.No:235)

Ebu Servea Ukbe b.el-Hâris (R.A) şöyle anlatıyor:
Medine-i Mûnevvere’de Peygamber (a.s)’ın arkasında ikindi namazını kıldım. Selâm verdi, sonra acele kalktı, halkın omuzlarından atlıyarak zevcelerinden birisinin hücresine gitti. Halk, Peygamber (a.s)’ın acele etmesinden telâşa düştüler. Resûl-i Ekrem hemen halkın yanına çıktı, acele ettikleri için, şaştıklarını gördü ve şöyle dedi:
-"Evimizde bir miktar altın ve gümüş parçalan vardı, onu hatırladım, (Allah’a teveccühden) beni alıkoyar diye korktum da dağıtılmasını emrettim." (Riyâzû’s-Salihin, Had.No.88;