Makale

Sosyal Dayanışmanın En Güzel Örneklerinden ZEKAT

Sosyal Dayanışmanın En Güzel Örneklerinden
ZEKÂT

Gaffar Tetik


EY inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Onları Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtlan onlarla dağlanacak. İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın" denecek.
(Tevbe Suresi, ayet: 35)
Zekât, İslâmın beş esasından biridir. Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Farz oluşunun delili kitap, sünnet ve icmâ iledir. İnsanların büyük imtihanlarından biri olan zekât verme işlemi, en önemli bir kulluk borcudur. Zaten var olan her şey, İslâm nazarında Allah’ın tasarrufu altındadır. "Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur. O, yegâne galip, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir." Rüm Suresi 27.nci ayeti Celilesi bunu açıklar.
Demek oluyor ki, bütün her şey Allah’ındır. Kime dilerse verir, kimden dilerse alır.
Malın gerçek sahibinin Cenab-ı Allah olduğuna göre, mal sahibinin, hazine bekçisine onun bir kısmını: "Kullarımdan ihtiyaç sahiplerine ver" demesi de garip karşılanmamalıdır. (Fahreddin el-Razi, Tefsir-i Kebir, C.4, sh. 71)
Zekât vermek cennetin yolunu açmaktır. Zekât vermemek ise büyük bir azabı gerektiren kötü bir harekettir. Zekât vermeyen kişi hem dünyada, hem de ahirette ziyandadır.
Kur’an-ı Kerim’de zekâtın önemi belirtilirken, onun bir bereket olduğu, verenlerin, nefislerini ve mallarını manevî kirlerden temizlediği belirtilmektedir.
Zekât, bir ibadet olduğu gibi, aynı zamanda her türlü belaların giderilmesinde de büyük bir kurtarıcılık rolü oynamaktadır.

TOPLUM AÇISINDAN ZEKÂTIN ÖNEMİ
a) Zekât, mülkiyette kuvvet dengesidir:
Zekât, mülkiyeti gerektiren sebeplerin, çatışmasından doğacak dengesizliği gidererek bir kuvvet dengesi meydana getirir. Ne tamamen mal sahibinin mülkiyetini yok eder, ne de tama-men elinde bırakarak fakirlerin de onu — edinmelerine mani olur. Mülkiyeti, belli ölçüler nisbetinde, fakir ile zengin arasında bölüştürür. Bu konuyu açıklarken Fahreddin el-Razi (V. 606/1210) şöyle diyor: "Cenab-ı Allah mallan yarattı, fakat aslında mal, temel gaye değildir. Meselâ, altın ve gümüşü düşündüğümüz zaman, bunlardan bizatihi faydalanmak çok az işler için mümkündür. Yaratılmalarındaki esas gaye, kendileri vasıtasıyla birçok menfaatler sağlamak ve zararları gidermektir. Şu halde bunlar, birer vasıtadan başka bir şey değildirler."
İnsan, ihtiyacı kadar mal elde edince, muhtaç olduğu bu maldan başkasına verecek yerde, o malı elinde bulundurması, kendisi için daha lüzumludur. Diğer ihtiyaç sahipleri ise, ihtiyaç vasfında ona ortak oluyorlar; fakat mal sahibi o malı elde etmek için bizzat çalıştığı için, onlardan farklı duruma geçiyor. 0 malın, sahibi elinde bırakılması, diğer ihtiyaç sahiplerine verilmesinden daha uygundur.
Fakat mal, ihtiyaçtan fazla olup, ona ihtiyacı olan başka biri de bulunursa, bu takdirde o mala sahip olmayı gerektiren iki kuvvet ortaya çıkar. Malın sahibi için düşündüğümüz takdirde, mülkiyeti gerektiren sebep, o malı kazanmaya çalışması ve kalbinin ona bağlanması-dır. Mala karşı bağlanış da bir nevi ihtiyaçtır.
Fakir açısından düşündüğümüz zaman, onda mülkiyeti gerektiren sebep, mala ihtiyacı olmasıdır. Bu ihtiyaç da mala bağlanmasını gerektirir. Birbiriyle çarpışan bu iki kuvvet ortaya çıkınca, İlâhî hikmet, imkân nisbetinde her iki duruma riayet etmeyi gerektirdi. İkisine de bir hak tanıdı.
b) Zekât, fakirin kıskançlık duygusunu köreltir:
Zekâtın önemli faydalarından biri de, fakirin kıskançlık ve kıskançlıktan doğan düşmanlık duygularını körelterek, malın ve mal sahibinin güvenliğini sağlamasıdır.
Dünya nimetlerinden bolca faydalanma imkanına sahip olan bir zengin müslüman ile, bu imkanları bulamayan fakir komşusunu düşünelim. Eğer imkansızlık sebebi ile çalışamayan, ve-ya hiç bir günahı olmadığı halde geri kalmış cemiyetin umumi gidişi içinde, fakirlik içinde kıvranan, borç üstüne borç yaparak çeşitli sıkıntılar içinde hayatını sürdüren bir fakir, zenginden yardım görürse, ona karşı saygı ve sevgi besler.
Zekâtın hayata uygulandığı bir toplumda fert ve cemiyet, huzur ve sükûn içinde bulunur. Hiç kimse malından endişe duymaz. (Y. Vehbi YAVUZ, İslâm’da Zekât Müessesesi, Sh. 98)
c) Zekât, toplumun ruhî değerlerini kuvvetlendirir:
İslâm Dini, ruhî değerleri, zekâtın verileceği yerleri açıklayan ayet-i kerimenin işaret ettiği şu iki esasta toplamıştır:
1- Toplumun fertlerine tam bir hürriyet tanımak:
Kur’an-ı Kerim bu konuda kölelerin, kölelik zilletinden kurtarılmalarının, müslümanlar üzerine farz olduğunu açıklıyor. Bu farz oluş, kölelerin hürriyete kavuşturulması hususunda müslü-manlara, mallarından belli bir miktarı vermelerini farz kılmakla, bütün insanlığın ilk defa öğrendiği bir emirdir. Zekâtın sarfedileceği yerlerden biri de, kölelerin hürriyetlerine kavuşturulmasıdır. Bu durum, Kur’an-ı Kerimin Tevbe Süresi, 60’ıncı ayetinde şöyle açık-lanmaktadır: "Zekâtlar, Allah’tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri müslümanlığa ısındırılacaklara verilir, kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, hakimdir."
2- Fertlerin; bağış ve yardım gayretlerini, toplum için hissi menfaat sağlayan, veya olması muhtemel çirkin halleri cemiyetten uzaklaştıran iyilik yoluna sarfetmek;
Fertlerin; hayır severlikte hudutsuz kudretleri ve topluma ait çeşitli hizmetlere karşı kabiliyetleri vardır. Bu kabiliyetler akıl vergisi gibidir. Cenab-ı Allah onu boşa yaratmamış; vazifesini, İlâhî emri yerine getirmek için yaratmıştır. Toplum, ihtiyaçlarını ancak bu şekilde giderir. Kuvvet sebepleri ve şeref umdeleri ile zenginleşir. Kişiye hayır yapma düşüncesinin yaygın hale gelmesi, ehliyet sahibi ve şerefli olarak yaşaması için yeterlidir. Fertlerin hususi olarak en kıymetli mallarından, canından, en değerli eşyalarından verebilmeleri iyilik yönünden, hayır yönünden onlar için yeterlidir. Fert böylece malının en şereflisinden vererek, insanlığı en şerefli mevkiye yükseltir. Bu ise, Allah (C.C.)’ın insanlık için dilediği en yüce hareketlerden biridir.
Bu iki esasa uyulunca, her sene verilen zekât ile, cemiyetin sahip olduğu bu yüce değerler ayakta durur, d) Zekat, paranın stok edilmesini önlen
İslâm’ın beş temel esasından biri olan zekât, aynı zamanda paranın stok edilmesini önleyen önemli bir iktisadî tedbirdir. Zekât, paranın üretim ve yatırıma yönelmesini sağlar. Elde tutulup, kazanç getirmeyen paradan alınan vergi gibidir. Bu vergi, 1/40 nispetinde olup, ana parayı kırk senede tüketeceği için, sahibini üretim ve yatırım yapmaya teşvik eder. Ticaret mallarından 1/40; ziraî mahsullerden 1/10 nispetinde zekat alınmaktadır ki, bu yiyecek maddelerinin stokunu önlemekte daha etkili bir tedbirdir. İş sahalarına yatırılan, devamlı devir halinde olan paralardan zekât lazım gelmeyişi de, bu fikri kuvvetlendirmektedir. Zekât, ihtiyaçtan fazla olarak bir sene elde tutulan namî (artırıcı nitelikli) maldan alınır. Zekât verme emri ile Allah-ü Zülcelâl, kula şu istikameti veriyor:
"İnsanların faydalanması için yarattığım maldan başkalarını da faydalandıracaksın. Ya da paranı elinde tuttuğun takdirde, çalışma sahası bulamayan fakirlerin ihtiyaçlarını giderecek-sin."
Yatırım yapan kimsenin elinde para olmadığı için, zekât vermekle yükümlü değildir. Fakat paranın, ticaret niyeti ile arsa ve binalara yatırılması halinde, zekât sorumluluğu kalkmaz.
Bu açıdan bakıldığı takdirde zekâtın, insanları çalışmaya itici bir güç olduğu da görülür.
Sulanmadan ve masrafsız sulanarak elde edilen bütün toprak mahsullerinden 1/10; insan gücü, hayvan gücü veya başka bir güç tatbiki ile masraf yapılarak sulanan arazi mahsullerinden 1/20; madenler ile definelerden 1/ 5 nisbetinde zekât ödenir. Bu miktarlar, malın piyasadan kaçırılarak stok edilmesinin, piyasada meydana getireceği sıkıntı açısından ne derecede önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Fahrettin el-Razi, Tefsir-i Kebir C.4, Sh.71’de, iktisadî bakımdan zekâtın önemini açıklarken şöyle diyor:
’Temel ihtiyaçlardan artan malı, insan elinde tuttuğu zaman o mal, yaratılış gayesinden uzaklaşarak işe yaramaz hale gelir. Malın elde stok edilmesi, Allah’ın hikmetinin ortaya çıkmasına engel olmaya çalışmaktır. Bu ise caiz değildir. Bu sebeple yüce Allah, malın bir kısmını fakirlere vermeyi emretti ki, bu gaye tamamen işe yaramaz hale gelmesin."
"Kalkınmada büyük rolü olan para ve diğer maddelerin ilahî bir emirle bir çeşit vergiye tabi tutulması, müs-lüman sayılmanın şartlarından biri olan zekât emri ile tahakkuk ediyor." Bu emir, İslâm Dininin kalkınmaya, iktisadî meselelere tek kelime ile çalışmaya verdiği önemi açıkça göstermeye kâfidir." (Y. Vehbi YAVUZ, a.g.e. Sh.lll)
Cihad sadece kılıç ile yapılmaz. Mal ile hayır yaparak da cihad yapılır. Dil ile güzel öğütler vererek de cihad yapılır. Yüce Allah’ımız Tevbe Suresi, 41 inci ayetinde şöyle buyuruyor: "Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."
Hiç şüphe yok ki, zenginlerin, paralarını iş sahaları açmak suretiyle çalıştırmaları, fakirleri yoksulluktan, işsizleri işsizlikten, muhtaçlıktan, açlıktan kurtaracağı için büyük bir hizmet ve cihaddır.
Bütün zenginlerimizin bilmeleri lazımdır ki zengin, malının hakkını ancak, iktisadî yönden gelmesi muhtemel bütün tehlikeleri bertaraf edecek harcamalarda bulunduğu ve tehlike kapıları kapandığı zaman ödemiş olur. Bunun için de, servetin stok edilmemesi, iktisadî, sınaî ve kalkınma yönünde büyük yatırımlar yapılması gerekmektedir. Bilinmelidir ki, komşusu aç iken tok yatan; yiyecek ekmeği, çocuğuna alacağı kitap parasını bulamayanların yanında, zevk, sefa içinde çılgınca para harcayanlar, imanın zevkine varamazlar ve kâmil mümin olamazlar.