Makale

İSLÂM VE SOSYAL ADALET

İSLÂM VE SOSYAL ADALET
Seyfettin YAZICI

İSLÂM Dini, fertlerin mutluluğu için bir takım i prensipler getirdiği gibi, toplumunun huzur ve saadetini temin için de uyulması gereken birçok hükümler koymuştur.
Dinimiz çalışıp kazanmayı temel prensip olarak almış, başkalarına yük olmayı hoş görmemiştir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:
"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (1)
Buyurarak çalışmanın hayati önemini bildirmiş, Sevgili Peygamberimiz de: "Kişinin yediği en hayırlı yemek, elinin emeği ile kazandığı yemektir." (2)
Mübarek sözleri ile çalışıp kazanmak hususunda el emeğinin değerini belirtmiştir.
Müslüman sadece kendi ihtiyacını karşılayacak kadar değil, başkalarına da yardımda bulunacak derecede çok çalışacak ve veren el durumuna yükselecektir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Veren el, alan elden daha hayırlıdır." (3) Veren el, başkalarına yardım eden eldir. Başkalarına yardım eden müslüman ise hayırlı insandır.
Ancak, dünya hayatında insanların belli bir seviyede kalmadığı da bilinen bir gerçektir.
Bakarsınız bugün zengin olan yarın fakir, bugün gücü kuvveti yerinde olan yarın hasta ve sakat, bugün her istediğini almaya gücü yeten yarın muhtaç ve açınılacak bir duruma düşebilir. İçinde yaşadığımız toplumda şefkat ve sevgi dolu ana kucağından, işinden evine elleri dolu dönerek çocuklarını sevindiren fedakâr babadan mahrum nice öksüzler, kimsesizler vardır. Bu durumun, toplumda bir takım rahatsızlıklara sebebiyet vermeden tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde beklenen huzur sağlanamaz.
Toplumun huzur ve saadetine büyük önem veren dinimiz, bunu gerçekleştirmek için bir takım tedbirler getirmiştir. Dinimiz, zekâtı farz kılarak, zenginlere, mallarının ve paralarının belirli bir miktarını, her yıl muntazam bir şekilde fakirlere vermelerini istemiştir.
Zekât vermek, yapılıp yapılmaması kişinin hamiyetine bırakılmış bir yardım değil, fakirin hakkı ve zenginin yerine getirmesi gereken mecburi bir görevdir.
Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
"Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." (4)
Zekât’ın İslâm’ın beş şartı arasında yer alması ve Kur’an-ı Kerimin birçok yerinde namazla birlikte zikredilmesi, onun dinimizde ne kadar önemli bir ibadet olduğunu gösterir. Sosyal bir yardımlaşma olan zekâtın dinin beş temelinden biri olması, İslâm’da sosyal adalete verilen önemin de bir kanıtıdır.
Zekât ve diğer yardım şekilleri, zengin ile fakir arasındaki farklı servetten doğabilecek dengesizlikleri gidererek, toplumda huzurun tesis edilmesini temin eder.
Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyuruluyor:
’Tâ ki bu mal içinizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir servet haline gelme-sin." (5) Zekâttan başka, her yıl Ramazan ayında verilen fitreler de ödenmesi emredilen başka bir yardım şeklidir.
Fakirlere yardım sadece zekât ve fitre ile sınırlı değildir. Dinimizin tavsiye ettiği ve karşılığında büyük mükâfatlar vadettiği çeşitli yardım şekilleri vardır. Toplumdaki fakir, yok-sul, kimsesiz ve yetimler, varlıklı insanların himayesine muhtaçtır. Onların dertleri ile ilgilenmek, sıkıntılarını gidermek müslüman olarak hem görevimizdir, hem de olgun mümin olmanın ölçüsüdür.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Yanı başında komşusu aç iken kendisi tok yaşayan mü’min, olgun bir mü’min değildir." (6)
Bizim için bir huzur ve kurtuluş reçetesi olan Peygamberimizin şu mübarek sözlerine dikkat edelim: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah Teâlâ da o kimsenin kıyamet sıkıntılarından birini giderir." (7)
"Kul, mü’min kardeşine yardım ettikçe Allah da ona yardım eder." (8) "Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz." (9) "Siz yerdekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin." (10)
Dinimizin emir ve tavsiyeleri yerine getirildiği takdirde, herkesin birbirine sevgi ve saygı ile davrandığı, karşılıklı olarak güven duyduğu, kıskançlık ve soygunların ortadan kalktığı ve sosyal dayanışmanın en güzel bir şekilde uygulandığı huzurlu bir toplum meydana gelecektir.
İslâm Dini, müslümanların hepsini tek bir vücut gibi kabul eder. Dinimizin, topluma bakışını Peygamber Efendimiz veciz bir benzetme ile şöyle ifade etmiştir: "Bütün mü’minler bir kişi gibidirler, birinin başı ağrırsa hepsinin başı ağrımış olur, birinin gözü ağrırsa hepsinin gözleri ağrımış olur." (11)
Tek bir vücut olarak kabul edilen toplumda da müslümanlardan biri herhangi bir sıkıntı ile karşılaşırsa, o toplumun organları mesabesinde olan diğer müslümanlar aynı sıkıntıyı hisseder ve onu gidermeye çalışır.
Sadî Gülistanında bu konuda şöyle der: "Adem oğulları bir vücudun organları gibidirler. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır. Vücudun bir yerinde bir dert, bir ağrı meydana gelirse, diğer organlar da bundan rahatsız olurlar. Eğer sen başkalarının mihnetinden keder-lenmiyorsan, sana insan adını vermek yakışmaz."
Bizi yaratan ve yaşatan Allah, bize nasıl birçok nimetler veriyorsa, bizde bunların bir bölümünü yoksul ve muhtaçlara vererek onların sıkıntılarını gidermekle görevliyiz. Biz bu gö-revi seve seve yerine getirirsek, Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanacağımız gibi halkın da sevgisini kazanırız. Aynı zamanda toplumu huzursuz eden sosyal bir rahatsızlığı da tedavi etmiş oluruz.
Bir müslüman için, Allah’ın hoşnutluğu ile insanların sevgisini kazanmaktan daha büyük mutluluk olur mu?
(1) Necm; 39
(2) Buharı Tecrid c.5, s. 263
(3) Buharî-Tecrid c.5, s. 178.
(4) Zâriyat; 19
(5) Haşr, 7
(6) Et-Terğib ve’t-Terhib c.3, s. 358
(7) Buharl Tecridc.7, s. 360
(8) Meşariku’l-Envar c. 1, s. 73
(9) Buharî-Tecrid c. 12, s. 129
(10) Câmiu’s-Sağir
(11) Câmiu’s-Sağir