Makale

EBEDÎ VATAN

Mustafa Ateş
Din İşleri Yüksek Krl. Üyesi

EBEDÎ VATAN

Vatan, bir kuru toprak parçasından ibaret değildir. Bir toprağın,bir coğrafya parçasının millî bir vatan haline gelmesi, tabiî güzellik ve zenginlik, hattâ ferdin bütün insanlık haklarını temin edecek bir yer olması bile "vatan" olabilmek için yeterli değildir. "Tabiat güzelliği ile toprak zenginliği dünyanın her yerinde bulunabileceği gibi, İnsanî ve siyasî haklardan istifade imkanı da bir toprağın vatan sayılmasına sebeb değildir. Çok defa insanlar, en ağır haksızlıklar altında bile vatan mefhumuna can vermekte tereddüt etmemişlerdir. Toprağın vataniaşması için mukaddesatla maneviyatla ve tarihle yoğurulmuş olması lazımdır."
(1) Onun için uğrunda feday-ı can edilmeyen toprak, vatan değildir.
Vatan, âbidelerimizi inşâ ettiğimiz, sinesine ölülerimizi teslim ettiğimiz, evimizi barkımızı kurduğumuz, geçmişimizi paylaştığımız, geleceğimizi kucakladığımız kutsal topraktır. Zamanla evimiz- barkımız yıkılıp, yerine yeni nesiller daha görkemlilerini yaparlar. Vatan kadar sağlam âbidelerimiz, kitâbelerimiz, ma’bet kudsiyyetiyle inşâ ettiğimiz vakıf eserlerimiz, semâvî kitap san’at ve mezârafetiyle yazdığımız vakfiyeler ve içerde ve dışarda kitap saraylarını dolduran yazma eserlerimiz... Bütün bunlar vatanın ebediliğini sembolleştiren gerçeklerdir. Toprak, bunlarla vatandır. Onun içindir ki bir vatan, hele bu tarihî ve medenî eserlerle dop dolu ise, vatan cüdânın gönlünü hiç bir sevgi dolduramaz. Hiç bir boşluk insan ruhunda bu kadar derin uçurumlar açamaz. Hangi zorlayıcı sebeb olursa olsun, insan toprağını, vatanını kolay bı-rakmaz. Fakat bazan, toprakta insanı bırakmaz.İnsan toprağa dikilmiş ağaç gibidir. Ağaç nasıl hayat usaresini topraktan alırsa, insan da ruhî ve bedenî gıdasını vatan toprağından alır.
İnsanla vatan arasında garip bir bağ vardır, insan toprağından uzak kalınca garip olur. Toprak insandan mahrum olunca harab olur. Evleri ayakta tutan, insanın nefesi derler. Vatanı ayakta tutan da bu solukların millî ve manevî bir çığlık, bir dava, bir aksiyon haline ifrağıdır.
Vatan hasreti, onu yaşayan kalplerde ateşten izler bırakır. Şerha-şerha kanayan bir yaradır vatan derdi... Vatan, ondan ayrı kalınca daha çok sevilir. Vuslat sevginin tatmine ulaşması ise,sılaya kavuşmak ta vatan derdinin ulaştığı zirvedir.
İnsanın toprakla olan ilişkisi hiç bir zaman müraice olmamıştır.
Herkes ona, bir anaya, bir bacıya duyulan ihtiram duygusuyla bağlıdır. Onu bir bakireye duyulan kaba şehvet duygularıyle seven pek yok. Vatanın harim-i ismeti, ailenin iffeti kadar masûm ve muhteremdir. Vatan sevgisi imandan gelir de ondan...
İnsanın bastığı zemin sağlamsa, yani emin bir vatan toprağıysa, ancak o sağlam zeminde insan bir fecre doğru, yeni ve aydınlık ufuklara doğru koşar. Tutunacak dalı, döşenecek toprağı olmayanlar, güven duyacağı bir devleti olmayanlar fecre doğru koşsalar da kendilerini bekliyen ancak karanlıklar, yokluklar ve zulümlerdir...
Toprak çorak da olabilir, verimsiz de olabilir. Hatta beşerî ihtiyaçlara cevap da vermeyebilir. Ama bu basit ihtiyaçları temin edemeyen toprak vatansa, bütün bu olumsuz yanlarıyla da olsa o yine vatandır. En aziz varlıktır. Onun için vatanı herkes sever. Milletlerin bir kısmını hâkîm.bir kısmını mahkum; bir kısmını galip, bir kısmını mağlub kılan hep toprak derdidir. Vatan için çekilen dert, beklenen nimetten daha ağır değilse ona bir bedel öden-memiş demektir. Biz bu topraklar uğruna ondan aldığımızdan çok bedel ödedik. On asırdan beri canımızı, kanımızı bezlettik. "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!.." diyen şair, bu bedelin ne ölçüde ödendiğini terennüm eder.
Bu cennet vatanda batan ni’met, nikbetle beraber bulunur. SaadeJ bazan ibtilalarla gölgelenir. Vatanseverler, vatan yolunda bu itibarları imtihan, musibetleri gelecek günlerin muştusu bilir. Analar gazâ meydanlarına çiçeği burnunda mehmetlerini gönderir. Babalar sonunda "vatan sağ olsun" deme bahtiyarlığına kavuşur. Şehit anası, şehit babası olmayı tek teselli bilirler. Hâlâ öyledir. İlgililer tarafından plâket verilen analar-babalar, bağrına taş basarak, bir gece baskınında şehit olan yavrusunun, kime,niçin fedâ edildiğinin bilincindedirler. Şehit çocukları, şimdi Bosna Her- sek’te Sırpların boğazladığı müslüman çocuklara ağlıyor, babasını çoktan unutmuştur. Çünkü onun babası yoksa da onu kucaklayan bir vatan vardır. Sırp katilleri işte bu aziz varlığı boğazlıyorlar da ondan ta Anadolu’nun ücra köşelerinde ilkokul çocukları, dünya liderlerinin sağır vicdanında ma’kes bulabilmek için haykırıyorlar... Mağdurlara karşı bu körpe yüreklerde vatan derdini tutuşturanlar, korkarım ki iflah olmayacaktır. Onun için hiç bir mahrumiyet, vatan-cüdâ’lık kadar hüzün verici değildir. Hicret, vatan-cüdâ’lık ne kadar bir yürek hasretidir ki gurbette vatan derdiyle yananların hastalığına "daüssıla" denir. Sıla derdi demektir. Fıkıhta yolcuların adı "misafir"dir. "yoloğlu"dur. O da bir hasretin, bir derdin pençesindedir. Kim bilir hangi sebep ve saik onu yollara düşürmüş, yurdundan koparmıştır. Onun için bunların, bu yolculukları esnasında kulluk mükellefiyetleri yarıya indirilmiş veya yolculuğun sona ereceği vakte tehir edilmiştir. İnsanın doğup büyüdüğü topraklar vatan-ı aslidir. Bu ifade de insanın mayasının neden ibaret oldu-ğunu sezdiren çağrışımlar vardır. Onun dışındaki yerler, kısa veya uzun eğleşmeğe göre isim alır: "Vatan-ı ikamet, vatan-ı sükna..." gibi. Ama isim ne olursa olsun hiç birisi aslî vatan yerine geçmiz. Vatan, vatan-ı aslidir. Bunun içindir ki yeni dünyada ölen bir adam, eski dünyadaki toprağına gömülmeyi vasiyet eder. Aksi de varittir. Milletlerin vatan edinme maceraları ne ka-dar emeğe, alın terine tarihe, kültüre, dine, diyanete ve millî şuura bağlı ise, ferdin vatan edinme macerası da o kadar insanın benliğini ilgilendiren hassas bir konudur.
Dünyada "Vatansızlar" da vardır. Bunların bir kısmı çeşitli politik sebeplerle vatanlarından kovulmuşlardır. "Dünya vatandaşı1’ olmuşlardır. Vatanlarına dönmeleri bir siyasi macera sayılır, mazdurdurlar. İlk fırsatta dönmek isterler çünkü kendilerini oraya bağlayan pekçok faktör vardır. Bir kısmı da "vatan’ım rûy-i zemin, milletim benî beşer" diyen tıynetsizlerdir. Bunların bir vatan derdi yoktur. Fırsat elverse de öz vatan’ın şartları onları barındırmaya yeterli sayılmaz. Onların vatana vereceği bir şey olmadığı gibi, vatanın da onlara vereceği bir şey kalmamıştır.
Mücerredle-müşahhasın kucaklaşmasına sahne olan HIRA DAĞI’ ndan, büyük ruhî sarsıntılarla hanesine dönen müstakbel peygamber, Varaka bin Nevfel’i büyük bir alaka ile dinledi. Vara- ka’nın: "Keşke, kavminin seni Mekke’den çıkaracağı gün, sağ olsaydım da sana yardım etseydim!..(2) sözleri, daha işin başında Hz. Peygamberin büyük manevî bir ilgiyle bağlı olduğu Ka’be ve civarından çıkarılacağı ve yeryüzünün bu ilk tevhid ma’bedinden uzaklaştırılacağı ve muhacerete zorlanacağı anlaşılıyordu. Nitekim öyle de oldu. Varaka’nın söylediği kehanet değildi... Sonra Hz. Peygamber, bu eski ata yurduna bir "feth-i mübin"le girdi. Ama mağrur İmparatorlar gibi değil devesinin boynuna yatarak, böyle büyük bir fethi kendisine müyesser kılan Rabbine şükran duygusuyla dolup taşarak girdi. Havf-u haşyetten başını kaldıramadı. Muhacir olduğu Mekke’ye bu duygularla girdi. Ka’be’ye kavuştu. Ama orada kalmadı, Vesrib’i ve Yesrib’li müslümanları mahrum etmek istemedi. İslam’a ve İslam cemaatine duyulan tahassür, vatan hasretine galib geldi. O Mekke’de kalsaydı, bu sefer Medine ondan mahrum kalacaktı. Muhaceret ve vatan-cüdâlık devam etti. Ne büyük imtihan!.. Tam on sene bu hicran ile kavrul, sonra İslam’ın izzeti namına vatan-ı aslîni bir kere daha terket, bir kere daha muhacir ol!.. Cennetten başlayıp Ka’be civarında devam eden büyük muhaceret... "Kavimler göçü" denen büyük çalkantı ile devam etmiş, kültürler yıkılmış, yurtlar dağılmış, ocaklar sönmüş, milletler ve medeniyetler münkariz olmuş, yeni nesiller, yeni yurtlar edinmek için yollara düşmüş, yeni vatanlar aramışlardır. Yurt edinmek, vatan yapmak biraz da İlahi takdir işidir. Her kavim, her istediği yeri, her aşiret, her istediği yaylayı vatan yapamaz. Arzın belli bir kısmı bir millete vatan olarak Allah tarafından da va’dedilmiş olabilir. Bunun ba-zı şartlan olmalıdır. Eğer bu va’dedilmiş topraklara İskan edilen toplum, o şartları ihlal ederler ve ahidlerini bozarlarsa bu yurtlardan mahrum olurlar. Oraları Allah, artık başkalarını varis kılar, istikametten ayrılan ve salah yolunu bırakan toplumların yeryüzünde yaşadığı belli bir toprak parçası olsa da vatanları yoktur. O vatanların sahipleri artık yeni varislerdir. (3) Ahdini ve biatini tazelemiş yeni toplumlardır.
Buna rağmen dünyamızda, hâlâ, insanları yurtsuzluğa ve mutsuzluğa iten sebebler ortadan kalkmamıştır. Yine yıkılan ve yakılan yurtlar, sönen hanümanlar, viran olan kentler... Hep vatan uğruna dökülen kanlar... Payi- mal edilen ırz-namus, katledilen çocuklar, hunharca doğranan nevcivanlar... Bin yıllık yurtlarını terke zorlanan masum insanlar, bir gecede evlerinden zorla alınıp hayvan vagonlarıyla Sibirya’ya sürgün edilen Kırımlılar ve gözlerde tüten yurt hasreti, Hz. Adem’den beri çekilen vatan hasretinin uzantıları bunlar... "Cüdâ düştüm vatanımdan, gayri varayım gideyim’1... diyen halk şairi ve "ölüm korkutmuyor bizi, lâkin vatandan ayrılığın ızdırabı zor!.." diyen lirizmin ustası Yahya Kemal, hep vatan derdini terennüm etmişler, bizim insanımızın vatandan ne anladığını ifade etmişlerdir. Onun için vatan mukaddesdir. Sevgisi de azizdir.
"Kim bu cennet vatanın
uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı
sıksan şühedâ
Canı cananı bütün varımı
alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cûda!..(4)"
İslâm sade vatan sevgisini değil, bizzat ona tabi olan insanın kalbinde, vatanın kendisini inşa eder. Onun için bir müslüman, hangi İslam ülkesine giderse gitsin, kendisini çevreleyen muhitte yabancılık çekmez. Ama İslam’ın düşmanları, müslümanları birbirine yabancılaştırmak için hep fitne çıkarırlar, oyun düzerler... Çağımızda müslümanların bu oyuna artık gelmemeleri lazım. Şimdi dünya yeni oluşumlara gebedir. 1990’lı yıllarda başlayan büyük siyasî çözülme ile komünist blo- kun çöküşü, bize yeni Türk vatanlarını kazandırdı. Adriyatik Denizinden Çin Şeddine kadar uzanan ebedî bir vatan, şimdi bu saygı halesi ile kuşatıldı. Şimdi vatan edebiyatı yapanlar, vaktiyle bizden başka Türk, millî hududlarımızdan başka Türk yurdu yok diyorlardı. Yoktu da bu koskoca Türk ülkesi nerden çıktı? Bu yurtlar, Seyit Ahmet Yesevî’nin yurdu, İmam Buhari’nin ve daha binlerce ilim irfan adamının yurdu, bu çözülmeden sonra mı keşfedildi? Ama şunu unutmamak lazımdır ki, bir gerçek, sizin yok farzetmenizle yok sayılmaz. Çin Şeddinden Adriyatik’e uzanan bu "Ebedî Vatan" üzerinde bir dev uyanıyor.
Siteplerde ezan sesleri başlamıştır. Gözünüz aydın olsun!..

1) Danişmend, İsmail Hakkı: TÜRKLÜK MESELELERİ Sh: 151-152 İst. 1966
2) Sahih-i Buhari, C. 1, Bab 1
3) Kur’an-ı Kerim, 33/27
4) Safahat, Mehmed Akif ERSOY, istiklâl Marşı