Makale

İslamın Askerliğe Verdiği Önem

İslâm’ın Askerliğe Verdiği Önem

Gaffar Tetik
Süreli Yayınlar Şubesi Müdürü

"Bir gün ve bir gece hudut boyunda nöbet tutmak; gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır."
Hadis-iŞerif

Tarih sahnesine çıkan milletlerin, bu sahnede varlıklarını uzun veya kısa devam ettir-meleri, ordularına verdikleri öneme göre olmuştur. Milletlerinin bağırlarından güçlü ordular çıkaran, yani her ferdini asker olarak yetiştirebilen devletler, zaman zaman tökezleseler de, kendilerini toparlayıp ayakta kalmasını becermişlerdir. Devletlerini ordularıyla güçlendiremeyen milletler ise, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, tarih sahnesinden silinmişler, sanki hiç yokmuş gibi olmuşlardır.
İstiklâl ve hürriyetler, bu uğurda canlarını seve seve fe- dâ edebilecek kişilerle ebedi-leşirler. Şâirin bu husustaki hitabı gerçektir:
"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda
ölen varsa vatandır."
Bu konuda Yüce Rabbimiz Enfâl Sûresi 60. âyeti celîle- sinde şöyle buyuruyor:
"Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında, Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarfettiğiniz herşey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir."
Bu âyet-i celîlede geçen "KUVVET", savaşta düşmanı mağlup etmeye yarayan en il-kelinden, en modernine kadar savaş malzemelerinin her türlüsü olan silah araç ve gereci içine alır. Zamana göre yontulmuş mızrak ve baltalar, zamana göre eğitilmiş atlar; kılıçlar, palalar, silahlar, tanklar, füzeler, güdümlü roketler... İşte bunlar, topyekün olarak "KUVVET" kavramının içine girer. Biz Türk Milleti olarak, şeref dolu tarihimize şeref dolu sahifeler yazdırabilmek için, bütün bu harp âlet ve vâsıtalarını hazırlamaya ve kullanmayı en iyi şekilde öğrenmeye mecburuz. Kullanmayı öğrenmek dedim, çünkü vâsıtayı kullanmak, onu yapmaktan çok daha önemlidir. Yapılan vâsıta kendi kendine hedefi bulmaz. Ona hedefi buldura- bilmek için disiplinli eğitimin rolü büyüktür. Tirmizî’nin et- Tâc, 4/125te belirtildiğine gö
re, Peygamberimiz (S.A.S) Efendimizin: “İyi biliniz ki "KUVVET", atmak demektir". Hadis-i şeriflerinde ifade ettikleri "Atmak", işte bu eğitim ve düşmanın kullandığı her türlü araç-gerece karşılık, aynı ve daha üstün araç- gereçlerle karşı koymak, onları hedefe tam olarak ulaştırmaktır.
Kitaplar içinde Kur’an-ı Kerim, dinler içinde İslam Dini kadar askerliğe ve vatan sa-vunmasına önem veren bir kitap ve din mevcut değildir.
Her gülün dikeni olduğu gibi, her yolun da çeşitli sıkıntıları vardır. Hele hele eller tetikte, gözler ve kulaklar dikkatte, sınırlarda nöbet bekleyen asker için bu sıkıntılar daha da çoktur, insana düşen görev, bu sıkıntılara katlanmaktır. Zâten sıkıntısız hayatın ta- dı-tuzu da yoktur. Cenab-ı Allah bu sıkıntılara sabretmeyi emrediyor ve Âl-i İmran Sûresi 200’üncü âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
"Ey inananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulu-nun. Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz"
Savaş meydanlarında harbin sıkıntılarına karşı, Türk Milleti kadar sabredebilen bir milleti daha dünya tarihleri gösterememiştir. Ünlü Fransız düşünürü La Martin’in: "Türklerin, muharebe meydanlarında çıkardıkları "Allah, Allah" sesleri, gökte çakan şimşekleri bile sustururdu" gerçek ifadesinde olduğu gibi, gazâ meydanlarına "Allah, Allah" diyerek dalan Türk, son nefesini teslim etmeden, düşmana saldırmaktan aslâ geri durmaz. Dünya ve Türk tarihinin şanlı sahifeleri bunun örnekleriyle doludur.
Sınırlarda nöbet beklemenin ne büyük bir değere sahip bulunduğunu, Sevgili Peygam-berimizin şu hadis-i şeriflerini gördükten sonra daha iyi anlamak mümkün olacaktır: "Bir gün ve bir gece hudut boyunda nöbet tutmak gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Bu hudut boyunda nöbet tutan kimse vazife başında ölürse, yapmakta olduğu işin sevabı ve rızkı kıyamete kadar artar ve devam eder. Kabir fitnesinden de kurtulur." (Riyâ- zu’s-Salihîn, 2/400 = 1296).
Vazife başında ölen kimse için de Islâm’ın hükmü açıktır ve o, şehidliktir. Şehitler için yüce Mevlâ’mızın Bakara Sûresi 154. âyet-i celilesine göre bizzat hükmü de:
"Allah yolunda öldürülenlere "ölüdür" demeyin, zirâ onlar diridirler, fakat siz far-kında değilsiniz"dir.
İslam Dini askerliğe ve vatan savunmasına çok önem verirken, bu emirde aşırı giderek sebepsiz yere kan dökmeyi de şiddetle yasaklamıştır. Bu hususta Bakara Sûresi 190’ıncı âyet-i celîlesinde şöyle buyuruluyor:
"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez." Yâni, tam bir "yurtta sulh, cihanda sulh" prensibinin uygulanışına davet. İlk önce savaşa başlamak değil, savaş tahrikçiliği yok ama, savaşa ilk önce başlayana karşı da şiddetli bir müdâfaa, eldeki vatan topraklarını her ne pahasına olursa olsun korumak ve tahrikçi düşmana karşı çok şiddetli bir taarruz.
İşte bu husustaki açık emir: (Bakara Sûresi, âyet 191).
“Onları bulduğunuz yerde öldürün, Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkâr edenlerin cezası böyle- dir."
İnananları her zaman, daima ince bir ikâz çizgisi üzerinde bulunduran Yüce Allah, savaş emrinde de bakınız bizleri nasıl ikâz istiminde bulunduruyor: (Nisâ Sûresi, âyet 102).
"Ey Muhammedi Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar. İnanmayanlar size ansızın bir baskın vermek için, silâh ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur. Fakat dikkatli olun, şüphesiz Allah, kâfirlere ağır bir azap hazırlamıştır."
Kişi için dünya ve ahiret mutluluğunu esas alan İslam Dini, askerlik ve vatan savun-masıyla bu iki menfaati bir arada toplamıştır. Vatanını savunmasıyla istiklâlini elden bı-rakmayıp hürriyet içinde, horlanıp hakarete uğramadan, dinî ibâdetlerini yerine getirerek dünyada mutluluk içinde yaşayan kişi, vatanını savunarak, Allah’ın emirlerini yerine getirmesiyle de, Allah’ın rahmet ve bağışını kazanıp ahiret mutluluğuna erer.
Konumuzu Yüce Allah’ın şu âyet-i celîlesinin manalarını iyice düşünerek bağlayalım: (Fetih Sûresi, âyet-4).
"İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, Hakîm olandır."
Yine aynı sûre 7’nci âyet: "Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah güçlü olandır, Hakîm olandır, (işlerinde) hükmedendir."