Makale

CAMİLERİMİZİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

DOÇ. DR. FİKRET KARAMAN / Elazığ Müftüsü

CAMİLERİMİZİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Cami, sözlük bakımından bir yere toplayıcı ve bir araya getirici anlamına gelmektedir. Toplumun ibadet ihtiyacını karşılamak açısından konuya yaklaşıldığı zaman ise Allah’a ibadet etmek ve O’nun yüce varlığına saygı göstermek amacıyla inşa edilen özel yapı ve mekanlardır. Allah’ın emrine uyarak müslümanlar tarafından inşa ve imar edilen özel yapı ve mabedlere cami veya mescid denir Kur’an ve Hadis literatüründe cami yerine “Mescid" kavramı kullanılmıştır. Bu da namazda müstakil bir farz olan secdenin yapıldığı yerden ismini almaktadır. 2 Hatta sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde kendisinden önceki peygamberlerden altı hususta üstün kılındığını bunlardan birinin de yer yüzünün ona temizlik vasıtası ve mescid hükmünde verildiğini açıklamışlardır.3
1-Camilerin Dünü: sahabeden Ebu Zerr (r.a.) Hz. Peygamber (a.s)’e yeryüzünde ilk inşa edilen cami hakkında sorması üzerine: “Mesridü’l Haram, daha sonra da Mesadü’l Aksa’ olduğunu bildirmişlerdir. İkisi arasındaki zaman dilimini sorması üzerine de 40 yıl şeklinde cevap alınmıştır."4 İslâm tarihinde ise Hz. Ebubekir’in Mekke’deki evinin bir bölümünü mescid olarak ayırdığı ve Dar’ül erkam’da zaman zaman gizlice ibadet yapıldığı bilinmektedir. Ancak İslâm tarihinde ilk cami örneği Hz. peygamber (a.s.)’ın hicretiyle birlikte Medine’de inşa edilen * Mesad-i Küba ve Mesdd-i Nebevî" ile ortaya çıkmıştır. Medine’de müslümanların sayılarıyla orantılı olarak Mescid-i Nebevinin dışında çeşitli semtlerde 9 mescidin daha yapıldığı bildirilmektedir. Daha sonra sırasıyla Kahire’de Amr ibn-i Asın yaptırdığı “Amr İbn-i As Mesddi", Hz. Omer (r.a.)’ın Kudüs’te yaptırdığı “Ömer Mesddi" Emevi halifelerinden Velid’in Şam’da yaptırdığı “Ümeyye Camisi", Abbasî halifesi Man- sur’un Bağdat’ta yaptırdığı “Camii Kebir” ve İspanya da yapılan “Kurtuba Camii" İslâm tarihinin ilk yıllarına ait önemli eserleridir. Selçuklu ve beylikler döneminde ise camiler yaygınlaşmaya ve mimari bir tarz içinde yapılmaya başlanmıştır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise cami, mimari üslüp, sanat, maddi destek ve himaye bakımından zirveye çıkmıştır. Mimar Sinan’ın dehası başta olmak üzere bu dönemde camiler ibadet, kültür, tefekkür ve ilim bakımından en verimli müesseseler haline getirilmişlerdir. Yöneticiler, komutanlar ve zenginler yaptıkları cami ve medreseleri vakfiye haline getirerek toplumun hizmetine açtıklarını görüyoruz. Böyle- ce cami sadece Allah’ın rızasını ve halkın hoşnudluğunu kazanmak için yapılan bir hayır olmuştur. O dönemdeki camilerin bu maddi ve manevi güzellikleri bütün insanlığın dikkatini çekmiştir. Batılı bilim adamlarından Hallert ve Grelot, sözü edilen camilerin ihtişamı karşısında şu gerçeği dile getirmişlerdir. “Görünüşleri basit ve muhteşemdir. Burası yalnız Allah’ın evi değil, bir tefekkür ve ibadet yeridir. Minareler hayran olunacak bir çalışma eseridir. Şerefelerinin taş oymaları bir dantel gibi işlenmiştir. İnanılmaz sayıda kocaman kubbeler kurşun kaplıdır, minarelerin alemleri de daima altın yaldızlıdır. Selâtin camileri şehrin t tepelerine ve en tesirli yerlerine inşa edildiği içindir ki, İstanbul’un harikulâde manzarası teşekkül etmiştir."151
Gerçekten Osmanlılarda camiler ve - çevrelerindeki eğitim ağırlıklı medreseler toplumun en hareketli ve verimli kurumlan olmuşlardır. Deniz, astro. nomi, matematik, tıp ve diğer alanlar* da yapılan birçok ilmi keşiflerin ve bu- ( luşların ilk kaynağı bu mekanlardı. Kısaca geçmişte camiler, mekan ve bina olarak bütün sanat özelliklerine sahip ’ alın teri ve göz nuruyla örülmüş en iyi r eserlerdir. İçinde ibadet, çevresinde ise eğitim yapılmıştır. Böylece dünya ve ahiret dengesini sağlamada önemli L yeri olan ibadet ile maarif (eğitim) sistemi aynı yerde birleşmiştir. Camilerin toplum üzerindeki bu olumlu etkisi, İs- lâmiyetin yayılması ve tebliğiyle orantılı olarak günümüze kadar artarak devam etmiştir. Bu güzel ahenk yüce Allah ‘ın insanlara en büyük lütfudur.
, 2- Camilerin Bugünü: Konuyu ülkemiz açısından ele aldığımız zaman günümüzde de, en küçük yerleşim merkezlerinde bile cami yapılmakta ve gün geçtikçe sayılarının çoğaldığı görülmektedir. Osmanlı ve daha önceki “ dönemlerde yapılarak Cumhuriyet dönemine intikal eden toplam cami sayı’ sı 12.500 kadardır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar yapılan cami. ler ise yaklaşık 60 bin civarındadır. Her yıl bu rakama 1700-2000 kadar daha ilave edilmektedir. Olaya sayısal olarak yaklaştığımızda Cumhuriyet dönemindeki camilerin geçmiş dönemde yapılanlardan daha çok olduğu görülmektedir. Son yıllarda camilerin artmasına gerekçe olarak nüfusun ve yeni yerleşim yerlerinin çoğalması gösterilebilir. Bu durumda vatandaşların camiye bağlılığı diğer bir ifadeyle camilerin millet üzerindeki müsbet etkisi de artması beklenirdi. Fakat bugün pratik hayatta görünen bunun tersidir. Özellikle sanat ve mimari açıdan olaya baktığımızda fazla bir şey yapılmadığını görüyoruz. Tam tersine bir kaç istisnanın dışında yeni yapılan camilerde sanat ve mimari zevk hemen hemen yoktur. Çünkü bu hizmet, sadece iyi niyetle bir araya gelen üç beş kişinin insiyatifine bırakılmıştır. Aslında yapılan bu eserlere, bağış ve yardımlarla da olsa büyük bir millî servet harcanmaktadır. Fakat belirsizliğin, tedbirsizliğin ve denetimsizliğin bir sonucu olarak günümüzdeki camilerin boyasından tutun da bütün mekan ve unsurlarıyla özelliğini kaybeden eserler karşımıza çıkmıştır. Ülkemizde hızla gelişen teknik imkanlara rağmen camii mimarisinde plan, proje, yönlendirme ve denetim yeterli olmadığından beklenen düzeyde iyileştirme olmamıştır.
Son bir kaç yıldır Diyanet İşleri Başkanlığınca Ekim ayının ilk haftası “Camiler Haftası” olarak ihya edilmektedir. Kanaatimce Başkanlık bu hafta münasebetiyle hizmetlerin ötesinde kalıcı ve köklü çözümler üzerinde çalışmasını yoğunlaştırmalıdır. Başkanlığın, merkez ve taşra teşkilatı olarak şu konular üzerinde yeniden ciddi bir değerlendirme yapmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
1- Diyanet İşleri Başkanlığı, belediyeler ve şehir imar planları mevzuatında camilerle ilgili yer alan hükümler gözden geçirilmelidir.
Bu hususta ibadet yerlerini yönetmekle sorumlu Diyanet işleri Başkanlığı ve taşra teşkilatı olan Müftülükler tam anlamıyla yetkili olmalıdır.
2- Cami yapmak isteyen hayırsever vatandaşlarımızın önüne sıkıntı ve bürokrasi çıkarmamak şartıyla, yeri, zamanı, mekanı ve büyüklüğü yine Müftülüklerce tesbit edilmelidir.
3- Mevcut camilerin bakım, tamir ve ses düzenlerinin sağlıklı yürütülmesi, yeni yapılanlara gözetim ve rehberlik yapılması bakımından Diyanet merkezinde camilerle ilgili bir daire başkanlığı kurulmalıdır. Taşrada ise her il müftülüğünün sorumluluk alanı içinde bulunan yüzlerce camiyi kontrol etmek, yeni yapılanlara da yardımcı olmak ve rehberlikte bulunmak üzere il müftülüklerine birer inşaat mühendisi veya mimar kadrosu tahsis edilmelidir. Yahut Diyanet bu hizmetin önemini dikkate alarak her ilden alacağı bir kaç kadro Unvanını bu kadrolarla değiştirme cihetine gitmelidir.
4- Türkiye genelinde, verimli, dayanıklı, sanat ve mimari özelliğine sahip daha ekonomik, hatta gerekirse bölgelere göre yeni proje ve eser elde etmek için “cami proje yarışmaları” düzenlenmelidir.
5- Mabedlerdeki mevcut kapasiteyi değerlendirmek, cemaatle namaz kılmayı teşvik etmek, milli birlik ve bütünlüğümüze katkıda bulunmak üzere, camilerdeki din eğitimi, hutbe, vaaz ve irşad hizmetlerinin kalitesi ve muhtevası üzerinde özel çalışmalar yapılmalıdır.
6- Din, vicdan ve ibadet hürriyetinin artık dünyanın her ikliminde ön plana çıktığı günümüzde, okul, hastane, kışla, fabrika, otel, yol boyu tesisler, terminal ve hava limanlarında son derece temiz ve güzel tefriş edilmiş, çevresiyle uyum sağlayan mescidler mutlaka bulundurulmalı, hatta projelendirme safhasında zorunlu tutulmalıdır.
Bu durumda cami ve mabedler, milletimizin yüce değerlerinin bir kuşaktan diğer bir kuşağa aktaran en önemli hayır kurumlan olacaktır. Nitekim günümüzde de milletimizin
camiye karşı olan sevgi ve saygısı artarak devam etmektedir. Ne var ki camiler, sadece maddi malzemelerle örülmüş binalar olarak görülmemelidir. Onların maddi iskeletlerinin ötesinde, mihraplarında, minberlerinde, kubbe ve minarelerinde ruhları mest eden-, incelikleri, zerafetle- ri, manevi değerleri ve sesleri de aramak gerekir.
Yazımızı Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı" isimli şiirinden bir kaç beyitle tamamlamak istiyorum.

“Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp
her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, İlâhî yapıya.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; ,
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum;
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine,
Çok şükür Tanrı ’ya, gördüm, bu saatlerde yine.

(1) Abdurrahman KÜÇÜK, Diyanet Dergisi c.24. s.3, Ankara
(2) Kur’an, 9/18
(3) Müslim, Kitabü’l Mesâcid ve Mevaidu’s- Salat, 1
(4) a.g.e., ve aynı yer
(5) Geniş Bilgi için Bkz. Yılmaz ÖZTUNA, Bü yük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1978, C 11, S. 176. V.d.
(6) Yahya Kemal, Kendi Gökkubbemiz, Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser, Milli Eğitim Basımevi, İst 1985. s.3