Makale

MODERN DÜNYANIN Bunalımları

MODERN DÜNYANIN
Bunalımları

Prof. Dr. Sadık Kılıç
Atatürk Univ. İlahiyat Fakültesi

İnsanı ve evreni büyük bir krizin ortasına atan, sunduğu birtakım imkânlar ve kolaylıklara karşın onun yaşama ve varlık ümidini yok eden; onu sonuçsuz maceraların peşinde sürükleyen modernite, kendini sorgulamak ve insanın güvenilir
dünyasını yeniden kurmak zorundadır!..

İnsanlık tarihinin o uzun soluklu yürüyüşü esnasında, birtakım kırılma noktaları, kritik zaman kesitleri vardır; bunlar, büyük değişimlerin ve dönüşümlerin başlangıç noktasını teşkil ederler. Bu zaman kesitleri müspet oluşumlara eşik olabilecekleri gibi, aksi de olabilir. Bu açıdan bakıldığında, ateşin insanlığın hizmetine girmesi, yazının hayata geçirilmesi, doğa- ötesi (metafizik) Aşkın varlık alanının yaratılış âlemine kendisini ifşâsı olan ’vahiy’ hakikati ile Peygamberlerin gönderilmesi... vb. insanın mükemmelleşme çizgisinde büyük ilerlemelerin başlangıç noktalarını göstermektedirler. Buna mukabil, kozmik felâketler, medeniyetleri yeryüzünden silinmenin eşiğine getiren savaşlar, doğanın acımasızca sömürülüp tüketilmesine yol açan ölümcül ve kontrolsüz gelişmeler, insanın yeryüzündeki varlığını tehdit eden salgın hastalıklar da, insanlık için yıkım riskini artıran fenomenler olarak düşünülebilir.
Tanım: işte, insanlık sürecini bir bıçak gibi neredeyse ikiye bölen, birbirine zıt iki ayrı dünya ve varlık görüşü geliştirerek, tarihin akışındaki bütünlük hislerini depreme uğratan beşerî felsefî modellerden birisi de, ’modern bakış açısı’ dır... Bu bakış açısı, tüm varoluşa o ana değin egemen olan tasavvurun tasfiye edilerek, yerine son derece farklı bir tasavvurun geçirildiğini ilan eder. Temelden farklı ve öncekine aykırı olan bir insan, evren ve tarih inşâsı önerir. Olumlu katkılarına rağmen, pek çok olumsuzluğun da kışkırtıcısı...
Evet, şu bir gerçektir: Temelinde bütün medeniyetlerin, bilhassa kadîm İslâm medeniyetinin görkemli katkılarının bulunduğu bilimsel çaba ve gelişmeler, ağırlıklı olarak 17. yüzyıldan sonra insanlığa büyük imkânlar hazırlamıştır. Bunlar sayesinde hayat daha yaşanılır hale gelmiş, Allah’ın doğa da lütfettiği nimetler bollaşmış, bunlardan yararlanma imkanları artmıştır. Bilgininse geometrik olarak artmasıyla insanlık ’küçük âlem’ ve ’büyük âlem’ hakkında, havsalaları zorlayacak sonuçlar elde etmiştir. Tıp bilimi ve uygulamasındaki gelişmeler ise, sağlık alanında devrimler yaratmış; bu cümleden olmak üzere, insanın hayat süresi uzamış, kitlesel kırımlara yol açan veba, kolera, çiçek vb. bulaşıcı hastalıklar kontrol altına alınmıştır. Teknoloji sahasındaki büyük sıçramalar sebebiyle de, ülkeler ve kıtalar arası ulaşım kolaylaşırken, mal ve hammadde mübadelesi yoğunlaşmış, böylece küresel ticaret daha aktif bir hale gelmiş, toplumlarm refah düzeyi de yükselmiştir. Bu yoğunluk diğer yandan ise kültürlerin, zihniyetlerin, inançların, yöresel bilgi ve tecrübelerin, hayat biçimlerinin daha hızlı bir şekilde dolaşım ve değişimini sağlamıştır.
Teşhis: Ama, dış çizgilerdeki bu değişimlere karşılık, zihniyet dünyasında yıkıcı değişimler yaşanmıştır. ’Modern dünyanın da kriz başlangıcı’ (bkz. Rene Guenon, ’Modern Dünyanın Bunalımı’) olan bu noktada, idrâk ve bilginin sadece gözlemlenen ve ölçülebilen alanla sınırlanmasıyla, ’Aşkın gerçeklik’ ideali insanlığın ’zorunlu ilgi alanı’ nın dışında tutulmuştur! Bilgi ve bilimin konusu artık, salt ’algılanır âlem’ (cisim: res extensa [Descartes]) ile sınırlanırken, modern paradigma öncesinin o bütüncül, ahenkli ve manalı dünyanın çatısı uçurulmuştur! Kısaca, ’varlık gerçeği’ parçalanmış; ’varlık’taki mana, hikmet ve gayeler göz ardı edilerek, dünya, dilediğimizce tüketebileceğimiz ve sömürebileceğimiz bir obje olarak ortada kalakalmıştır. Buna paralel olarak, insan ise, görüntüler evreninin kafesleri içine hapsedilmiş, Cökler’e yükselmek isteyen mitolojik kahraman İcarus’un balmumu kanatlarının güneş ışınlarından erimesi gibi, Aşkınlık Seması’nın hakikatinden koparılmıştır.
Bunalımın alanları: Varlık ufkumuzu salt maddî ve fani olanla sınırlayan modernite, bizim 1- dünyayla, 2- kendimizle, 3- insanla ve 4- diğer canlılarla olan ilişkilerimizi ta derinlerden etkilemiştir.
1- ’Modernitenin fizik âlemdeki yıkımı’, dünyanın insan bakışlarındaki yeri ve değeri konusundadır. Modernizm öncesi çağların varlık şeması içindeki o anlamlı, şeffâf; bir gayeye yönelik olarak (teleolojik) yaratıldığına, kuşatıcı bir nizamın parçası olduğuna inanılan dünyası gitmiş; onun yerini, maddî boyutların ötesinde hiçbir değerin olmadığı, sırf kullanım için ’anlamsızca’ orada bulunduğu; ’yüksek varoluş düzeyleri’ne açılımının yadsındığı saf ’maddî dünya’ algılayışı almıştır! Dış âleme yönelik bu bakış açısı, ’görünen olgulardaki görünmeyen, ancak sezilen’ Yüce Hakikat ve İlke’ nin yitirilmesi olup, aynı zamanda insanımızı da, ’sebepsiz ve hikmetsiz bir hayat ortasında gayesizce var olmak!’ gibi ölümcül bir bunalıma sokmuştur. Oysa, Vahiy Hakikatine ve sahîh geleneğe bağlı olan anlayışta dünya, ’Yüce Hakikat’ı, ’Ay’ı gösteren bir işaret parmağı, Aşkın- lığı sezdiren bir simge ve bir îmâ’ idi.
2- Modern dünya kavramında, insan ile diğer canlılar arasında mahiyet yönünden hiçbir fark görülmezken, sadece derece farkından söz edilmiştir. Yani ’en gelişmiş bir canlı’ olarak değerler basamağındaki yerini almıştır insan. Bu varoluşsal sığlık nedeniyle de, denilir ki, ’Onun, bu hayat ufkunu aşan ve ’görünen varlık spektrumu’nun ötesine uzanan herhangi bir boyutu, misyonu ve vizyonundan söz edilemez!...". Kur’ân’da, nüzûl çağının tanrıtanımazları olarak nitelenen Dehrîler hakkında gelmiş olan şu İlahî betimleme, tam da bu insan tiplemesine işaret eder gibidir: "Ahireti inkâr edenler bir de şöyle dediler: ’Hayat, sadece bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir: ölürüz, yaşarız... Bizi yalnız zamanın akışı (dehr) helâk eder!" (Cas’ıye, 24). Böyle olunca da, yaratılıştan (fıtrat) ve sonradan (vahiy, nübüvvet) kendisine verilmiş herhangi bir değer şemasından yoksun bırakılan insanın hiçbir özgünlüğü ve seçkinliği olmaz; olabildiğince haz alma arzusu, hayatının biricik hedefi olarak belirginleşir; son kertede de, ’salt tüketici insan’ derekesine düşer! Bu kritik noktada, ’gergedanlaşma’ (İonescu), yani büyük dönüşüm gerçekleşir ve, ’tek boyutta çizgi haline gelmiş, derinliğini yitirmiş olan hayat’, "mutfak, tuvalet ve yatak odası" arasında umutsuz bir kımıltı halini alır.
3- Sadece kendi ’ego’su için mücadeleye girişen insan da, kendisini aşma, başka varlıklarla anlamlı ilişkiler kurma... gibi, yıkıcı bireyselliği aşma yollarını da göz ardı eder, ’kendi egosu’nu, tüm ilişkilerinin merkezine yerleştirir. Bireysel seviyedeki bu ’kendine hayranlık ve tapınma’ (narsisizm) giderek, medeniyet narsisizmlerine, coğrafyalar arası çatışmalara ve göz yaşlarına doğru evrilir. Modernitenin insanı yuvarlamış olduğu derin manevî yalnızlık ortasında, dünya, İnsanî derin birlik şuurunun yok olduğu; global nüfusun beşte birini meydana getirmelerine mukabil global zenginliğin yüzde seksenine ’sahip olan’ ’karnı toklar’ ın mutlu dünyalarına karşın, büyük çoğunluğun geri bırakılmışlığa, açlığa mahkûm edildiği tam bir ’göz yaşı vadisi’ ne dönüşür. Kilise teolojisinin sözcükleriyle, "Düşmüş bir dünya!" halini alır.
Aşkın ahlâkî ilkeler bir kenara itilip, daha çok üretim-daha çok tüketim kıskacı içine alınan bu hayatta ’insanlar, yitik ve anlamsız bir gemi konumuna indirgenmiş dünyanın gönülsüz forsaları olarak sahnede boy gösterirler’. Teolojik bir yalnızlık hafakânı içinde ümitsiz bir ölümle özdeşleşen hayat, birey için bir kâbusa dönüşür. Hayat ufkunda artık Ay’ın doğuşunda bir derinlik ve romantizm yoktur; Güneş geleceğe dair yeni ümitlerle de gelmeyecektir; ne yolu gözlenen bir kimse ne de vasıl olunacak bir menzil vardır... Her şey beyhûdedir! Tam bir ’karamsarlık’ ve ’kötümserlik’. ’Modernite, insanın dünyasına girmiş sinsi bir hırsızdır; sinsidir, çünkü gerçek niyetini açığa vurmaz; hırsızdır, zira insanın ’benliğini’, ruhunu çalar da, içeriksiz bir ceset olarak terk ediverir onu...’ dersek, abartmış mı oluruz? Kur’ân’da işaret edilen "benliğini unutma" hali işte budur! "Allah’ı unutan ve bu yüzden de Allah’ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın!" (Haşr, 19).
4- Modernitenin yabancılaştırıp aşılmaz bir egoizm kulesine hapsettiği insan, diğer canlılara karşı da aynı davranış kalıplarını sergiler. Hiçbir şeyin öncül (a priori) bir değere sahip olmadığı modern insan için, ’dış âlem’ de ancak onun işine yaradığı sürece anlamlıdır. Çünkü ’değer’, sadece ’işe yarama’ya indirgenmiştir.
Sonra, değil mi ki insana her şey mübahtır, bu dünya onun için sadece bir ’iş atölyesi’ veya yalanacak bir ’elma şekeri’dirL Yeşil alanlar yok edilebilir yeni fabrika sahaları kazanmak için! Teknoloji gemini azıya alabilir, atmosferin, nehirlerin, su kaynaklarının, toprakların geri ka- zanılamayacak bir şekilde kirletilmesi pahasına!
Daha çok yerleşim alanı için binlerce canlının yaşam alanı, bencilce tehdit altında tutulabilir!.. O halde, modernite, pençeleri içine aldığı insanı bir yandan evrenin yanız ve ümitsiz varlığı yaparken, diğer yandan da onu ’yıkıcı bir süper güç’e dönüştürür. Hayat sıcaklığını taşıyan her şeye karşı yıkıcı ve ölümcül hislerle yüklü, ama en büyük ilgi alanı, tüketilen, hükmedilen, ’ego’ tarafından yok edilen şeyler: cansız nesne ve makineler olan bir güç. (cansız, ölü şeylere karşı hayranlık duygusu: necrophilous).
Sonuç olarak, modernite, bir dünya anlayışını tasfiye etmiş; yerine, derin farklılıklar ve aykırılıklar içeren yeni bir dünya anlayışını ikame etmiştir. Tarihin akışını durdurmak bütünüyle elimizde değildir kuşkusuz, ancak birtakım yönlendirmeler yapmak bize bağlıdır. Bu açıdan, insanı ve evreni büyük bir krizin ortasına atan, sunduğu birtakım imkânlar ve kolaylıklara karşın onun yaşama ve varlık ümidini yok eden; onu sonuçsuz maceraların peşinde sürükleyen modernite, kendini sorgulamak ve insanın güvenilir dünyasını yeniden kurmak zorundadır!.. Dünyanın anlamını, insanın derinliğini, gülün renk ve râyihasını, ötelerden doğaya sinmiş Aşkınlık izlerini; hayat ve ölümdeki sonsuz ümitleri, canlıların armonik birlikteliği şuurunu ona iâde ederek...
Ve, sonlu olan her şeydeki o sonsuz güç ve kudretin sezgisine bizi yeniden yönlendirerek...