Makale

Baharın Dili

Baharın Dili

Bahar sadece mevsimlerden bir mevsim midir? Yoksa kültürümüzün, dilimizin, hatta günlük hayatımızın damarlarında dolaşan esrarlı ve nazenin bir kavram mıdır? Sözlüklere bakarsanız ilk yaz, yeşillik veya yeşillik mevsimi demektir. 21 Mart-22 Haziran arasında kalan ve tabiatın canlandığı, kıştan yaza geçiş mevsimi ya da ağaçların kış sonunda açtıkları çiçektir. Evet bahar, hem mevsimler içinde bir mevsim hem de sembolik değeri olan bir kavramdır.
Eski edebiyatımızda bahar, zengin çağrışımları içeren bir semboldü. Divan edebiyatında nev-bahar, fasl-ı bahar, mevsim-i gül, mevsim-i gülşen, mevsimi gülzar, zaman-ı ferah, devri gül gibi isimlerle anılırdı. Bu mevsimde gece ve gündüz eşit olduğundan bahar, adalet ve denge (adi ve itidal) anlamında kullanılırdı. Adil sultan, merhametli hükümdar bahara benzetilirdi. Sevgili canlılığı, tazeliği ve kusursuzluğuyla bahar yüzlüydü. Sevgilinin yüzü âşığı bahar gibi etkilerdi. Âşığın bazen başı bulutlanır, gözünden kanlı yaşlar akar, gönül yurduna sığmaz; taşar, kabarır. Tıpkı baharda karların erimesiyle derelerin, ırmakların coşması, suların kabarıp bulanması gibi. Buna ebr-i bahar denirdi. Bahar-ı hüsn, gençlik çağındaki güzellik için kullanılan bir kavramdı. Ayrıca ömrünün baharında bir delikanlı söyleyişinde olduğu gibi gençlik çağı, bahar olarak nitelendirilirdi. Bir de ömrün güzelliği ve kısalığı bahara benzetilir; bahar-ı ömr denirdi. Ne var ki modernleşme süreciyle birlikte bu kavram da anlamını yitirmeye başladı. Şimdi bahar deyince insanların aklına sadece mevsim gelmektedir.
Geçen yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu sıkıntılar, uzun savaş ve yoksulluk yılları insanları yorar ve umutsuzluğa sevk eder. Bu defa şair toplumdan ve insanlardan kaçar; tabiata, tabiatın güzelliklerine sığınır. Sosyal çevredeki hayal kırıklıkları doğal çevreyle giderilir. Yani şair, bahar üzerinden hayallerine kapanır.
Ufku bir fırçada has bahçeye döndürdü bahar, Erguvan göklerin altında sular leylâkî...
Mevsimin çizdiği cennette bir ıssızlık var:
Bir benim bahçede, bir pir-i mugan, bir sakî. (Sofra / Faruk Nafiz Çamlıbel)
Şair bu mısralarda önce kendine bir cennet dünya tasavvur eder. Zihnindeki karmaşayı boşaltır ve yerine tozpembe, mutlu bir tablo yerleştirir. Bu tabloda sadece kendisi sevgilisi vardır. Burada şairin psikolojisini ele veren anahtar kavram "ıssızlık"tır. Issızlık, sığınma psikolojisinin yarattığı bir durumdur. Umutsuzluk hali insan psikolojisi üzerinde belli bir dönem etkin olduğu zaman muhayyile tahribe uğrar. Ama duyarlı kişiler, kendilerini kolay kolay yıkıma teslim etmezler ve hayalî de olsa sığınabilecekleri, mutlu olabilecekleri bir mekân arayışına girerler. Böyle bir mekânın belirgin özelliğinin ıssızlık olmuş olması, kaçışın boyutunu ve niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Şair bazen de sevgili ile baharı birbirine özdeş görür. Çünkü onun gözünde sevgili bahar gibidir. Baharda tabiatın güzelliği, canlılığı, sıcaklığı, sesi, kokusu, atmosferi vs. tıpkı sevgili gibidir. Sevgiliyi bekleyen şair bahara seslenir. Bir çeşit meydan okuma tavrı içine girer; sevgili gelmezse bahar da gelmesin veya sevgilisiz baharın anlamı yoktur; çiçekler yapma çiçek gibidir, der.
Gezmekte bahçe bahçe mesihane bir nefes;
Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves,
Can bulmak üzrediryeni baştan bahar ile.
Mızrap elinde, nağmeler ağzında, derbeder, Rüzgâr, ağaç ağaç, yeni bir şarkı meşk eder Ülfet zamanı geldi çimenlerde yar ile.
Bekler büyük bir avdeti her dalda bir çelenk, Bülbülde ses, havuzda sükut, erguvanda renk; Mehtap ışık tutar yola, hasretle... Nerdesin?
Bir goncadır ki, ıtrini senden alır bahar;
Sensiz kalınca, yapma çiçekten ne farkı var Mevsim seninle kol kola gelmezse, gelmesin!
(Bahara Kaside / Faruk Nafiz Çamlıbel)
Şiirimizde bahar tasvirleri önemli bir yer tutar. Hele hece şiirinin egemen olduğu ve memleket meselelerinin, Anadoluculuğun tema olarak yoğunlukta işlendiği dönemlerde tabiat güzellikleri, bahar, aşk ve gençlik gibi konular şairlerin sıkça ele aldıkları konulardır. Bunu edebiyatta romantizmin, özellikle Fransız versiyonunun devam eden tesiriyle açıklamak mümkün olduğu gibi, Türk aydınının uzun savaş yıllarından sonra Anadolu gerçekliğiyle yüzleşmesiyle ilişkilendirmek de mümkündür. Romantizm XIX. yüzyılın sonuna doğru etkisini büyük ölçüde yitirmiş, Birinci Dünya Savaşıyla tarihe karışmış bir dünya görüşüdür. XX. yüzyılda egemen olan düşünce ise pozitivizmdir. Ne var ki Türk aydını, Tanzimatlı ve Meşrutiyetli yıllarda batıya karşı kısmî bir tepkiyi muhafaza ettiğinden birtakım rezerv düşünceler üretebiliyordu. Cumhuriyet’le birlikte düşünce alanında büyük ölçüde bu rezervasyonun kırılmasıyla batı yeniden keşfe çıkıldı. Ama bu defa keşfedilen batı eski batıydı; yani taklit edilen batı geçen yüzyılın batısıydı. Bu sebeple romantizmin etkisi Cumhuriyet döneminde belli bir süre daha devam etmiş oldu.
Diğer taraftan Osmanlı aydınının Anadolu’ya karşı mesafeli bir duruşu vardı. Çünkü aydının Anadolu’yla pek işi olmazdı, İstanbul’u mesken tutmuştu. Cumhuriyetle birlikte resmî anlayışın da telkin ve tesiriyle Anadolu yeniden keşfe çıkıldı. İşte edebiyatımızdaki Memleketçilik akımı böyle bir gelişmenin sonucunda ortaya çıkmış oldu. Meselâ Cahit Sıtkı’nın şu şiiri, bu tarz romantizmin seçkin örneklerinden biridir:
Nihayet damlarda leylekler göründü,
Upuzun gagalarını takırdatan.
Vefasız sandığımız turnalar döndü,
Geçen yıl gittikleri meçhul diyardan.
Çiçek açmış ağaçlara bak ne güzel;
Gel bizim olsun serçelerin neşesi!
Gel seninle kırlara açılalım gel!
Neler vadetmiyor akarsuyun sesi!
Şairin ilgisini çeken sadece baharda tabiatın güzelliği değildir; baharın insanda uyandırdığı duygular da onun için önemlidir. Çünkü bahar bir aşk mevsimidir. Tabiattaki güzellikler insanın içine dolar ve böylece insan, kendi iç güzelliklerinin farkına varır.
Kim bilir ne oldu ne bitti gece uyurken Uyandım ki tabiat o değil başkasıdır Nerden esiyor bu şerbet gibi hava nerden Çiçek açmış ağaç hangi kızın rüyasıdır.
Gel böyle havada kendini emniyette bil Bir bakış bir gülüşle çarpılmak işten değil Çektiğim ağrı kalpten bermutat dişten değil Bildim bileli bahar başımın belâsıdır.
(Bahar / Cahit Sıtkı Tarancı)
Baharda bütün bir tabiat yeniden uyanır. Ziya Osman’ın mısralarında da bu uyanış tablolaştırılır: Allahım, bakıyorum her mahlûkun yavrusu. Yeşeren çayırlarda yeni otlayan kuzu,
Toprakta karıncalar, kuşlar yuva dolusu.
Dünkü kuru dallarda ilk çatlayan tomurcuk.
Bir anne kucağında gülümseyen bu çocuk Gözlerinde ilk hayret, dudağında ilk hece.
Beri yanda cıvıltı içinde bütün bahçe, Kendiliğinden açan gül, doğan gün, biten kış, Ölmüşlerin içinde bu yeniden başlayış!..
(Yeniden Başlayış / Ziya Osman Saba)
Şair için bahar demek umut demektir. Bu yüzden bahar umutla beklenir. Umuda olan inanç tıpkı bahara olan inanç gibidir. Çünkü umutsuzluğun diğer adı tükeniş ve ölümdür. Her gecenin bir sabahı ve her kışın bir baharı olduğu gibi, elbette her sabrın bir karşılığı ve her umudun bir muştusu olacaktır.
O günü görmek için sade bekleyeceğiz, Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları. Hazırlanıyor gibi, gökyüzü, ufuk, deniz,
Bir sabah dökülecek baharların baharı.
Bu bahar yalnız mesut günler taşımaktadır,
Baş başa kalacağız kenarında bir suyun,
Göz alabildiğine yeşil uzanan çayır,
Saadet içinde sessiz otlayan koyun.
Bu bahar güleceğiz en içten bir sevinçle,
Bir melek ordan bize uzatacak elini.
-Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle. Ümitlerin en güzelini!...
(Baharı Beklerken Yazılmış Şiir / Ziya Osman Saba)
Tabiatın güzelliği insana aynı zamanda birliktelik ve paylaşma duygusunu telkin eder. Sevgi de paylaşılan bir duygu değil midir? Üstelik paylaşıldıkça büyüyen ve çoğalan bir duygu! Ziya Osman şu şiirinde tabiatın güzelliğinden yola çıkarak mutlu bir aile tablosu ortaya koyar. Biraz nostalji, biraz umut karışımı bir tablodur bu. Ama ailenin evlâtlı torunlu büyük bir aile olması dikkat çekicidir.
Bir yer düşünüyorum, yemyeşil,
Bilemem, neresinde yurdun.
Bir ev günlük güneşlik,
Çiçekler içinde memnun.
Bahçe kapısına varmadan daha,
Baygın kokusu ıhlamurun.
Gölgesinde bir sıra, der gibi:
-Oturun!
Haydi çocuklar, haydi,
Salıncakları kurun!
Başka dallarsa, eğilmiş:
- Yemişlerimizden buyurun!
Rüzgâr esmez, konuşur:
-Uçurtmalar uçun, çamaşırlar kuruyun.
Mesut olun, yaşayın,
Ana baba evlât torun...
(Bir Yer Düşünüyorum / Ziya Osman Saba)
Modern şiirimizde, didaktik ya da tasvire dayalı söyleyişin ötesinde baharı kendine özgün bir imge seçen ve bu yolla duruşuna açılımlar kazandıran usta şairlerimizden biri de Ahmet Muhip’tir. Ahmet Muhip hece şiirinin imkânlarını sonuna kadar ustalıkla kullanmış, ortaya koyduğu ürünlerle kendinden sonraki şiire köprü olmuş bir şairdir. Bu sebeple bahar imgesi onun dilinde bir muhayyile unsuru değil, iç oluşumun dışa yansıyan bir formudur.
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak iklimden şarkılar getirdim sana.
(Serenad / Ahmet Muhip Dıranas)
Burada sevgili tabiata benzetilir, şair de bahardır. Eğer tabiatın bir güzelliğe, bir canlılığa ihtiyacı varsa bu baharla olacaktır. Bahar gelmeyince tabiat nasıl canlansın? İşte şair, sevgiliye karşı kendini bahar gibi görmekle yeni bir söyleyişe ulaşır. Bu durum şiirimizde çağa uygun yenileşmenin, yani birey oluşun, merkeze kendini koyuşun bir izdüşümüdür, ikinci Dünya Savaşı öncesinde çağdaş batı şiirinde görülen bu eğilim, neredeyse aynı yıllarda Dıranas’ta karşılığını bulur. Ahmet Muhip Dıranas’ın bir başka şiirinde de bahar mevsiminin güzelliklerinden olan gökyüzü anlatılır. Burada tasvirî anlatım arka plânda, yaşamak arzusu ise ön plandadır. Gökyüzü gibi engin, gökyüzü gibi pırıl pırıl ve gökyüzü gibi özgür bir yaşamak anlatılmak istenir. Yaşamak arzusu Dıranas’ın döneminde bir kaygı değildi; çünkü insanlar, yaşadıkları hayattan şikâyetçi olmuş olsalar bile yine bazı güzelliklere sahiptiler ve her şeye rağmen mutlu olmasını biliyorlardı. Şair ise sınırları zorlamak, daha güzel ve daha temiz yaşamak istiyordu. Soğuk savaş yıllarında bu duygu giderek kaygıya dönüşmeye başladı. Sonra da kaygılar yerini umutsuzluğa terk etti. Bunda ekonomik şartlardan siyasal şartlara kadar hemen her şeyin tesiri vardır. Bu yüzden insanımızın hayata bakışını ve halet-i ruhiyesini modern şiirimizin seçkin örnekleri üzerinden izlemek ortaya ilginç sonuçlar çıkarabilir. Dıranas’ın bu şiiri, yaşamak çıtasının yükseklerde dolaştığı yıllara ait bir şiirdir:
Meltem mi ki bu esen, renk mi ki, şarkı mı ki?
Şu dağdan aşağı ak bir bulut salkımı ki içime bir buruksu sarhoşluk akıtmada.
Düşler mi ki şu burcu burcu kokan havada,
Renk mi ki üzerimden akaduran bu nehir?
Kork! Bahar seni bir al güle döndürebilir Bir daha göstermemek üzere gökyüzünü.
Ah, bu gökyüzünden bir gün ayrılmanın hüznü.
Yattım coşkun çimenler üstünde uzun zaman. Kuşlar değil başımın üstünde hızla uçan; Kardeşlerin yüzyıllar önce kopmuş ahları Ta sonsuza dek bu bengi gökyüzünden ayrı. Havada kavuşmanın bayıltan kokusu var;
Durma, durma, gözünün alabildiği kadar,
Sar bu şarkı söyleyen, bu dans eden evreni,
Ve ayırma güzel gökyüzünden gözlerini; Yaşamak kadar güzel, saf, mavi gökyüzünden, Bağışlayan gökyüzünden, ebedi gökyüzünden. (Bahar Gökleri / Ahmet Muhip Dıranas)
Evet bahar, sadece mevsimlerden bir mevsim değil, kültür hayatımızda sembolik değeri olan esrarlı ve nazenin bir kavramdır. Ama bugün hayatımızdan yavaş yavaş demir almak üzeredir. İçinde bahar ve bahar zenginliği olmayan bir dille konuşup yazmak hüzün verici değil mi? Oysa bahar sevgi demek, güzellik demek, umut ve itidal demektir. Acaba çoraklığımızın bir sebebi de dilimizin yavanlığı olmuş olmasın?