Makale

PEYGAMBERİMİZ VE HİCRET

PEYGAMBERİMİZ VE HİCRET

LÜTFİ Şentürk

ALEMLERE rahmet Peygamberimiz Efendimizin dünyayı teşriflerinin 1420 nci yıldönümüne erişmenin sevincini yaşıyoruz. "Mevlîd-i Nebi" diye anılan bu mutlu olay, tüm Müslümanlara kutlu olsun. Peygamberimiz Efendimiz’in doğum yıldönümlerini kutlarken, O’nun hayatında önemli yeri olan olayları hatırlamamak mümkün değildir. Bu olaylardan birisi de Hicret olayıdır.
Bu yazımızda Hicret olayının detayları üzerinde duracak değiliz. Olayın sadece sebep ve sonuçlarını özetlemeye çalışacağız.
Hicret, İslâm tarihinin en önemli olayıdır. Çünkü İslâmiyet Mekke şehri hudutları dışına Hicret’le taşmış ve bu güneş dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır. Bu olaya ilk müslümanlar gerektiği şekilde önem verdikleri ve diğer olaylardan daha çok anılmaya değer buldukları için, Hz. Ömer devrinde onu tarih başı kabul etmişlerdir.
Bilindiği üzere Peygamberimiz Efendimiz Mekke şehrinde doğmuştur. Cenâb-ı Hak onu burada peygamber olarak görevlendirmiştir. Görevinin gereği olarak "önce en yakın hısımlarını uyar" (Şua-ra:214) âyet-i kerîmesi gereğince yakınlarından başlamak üzere insanları İslâm’a çağırmaya başlamıştır. Kendilerini İslâm’a davet ettiği kimseler, O’nu el-emîn-güvenilir-kişi olarak tanıyorlardı. Onun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerinde ittifak halinde idiler. Kendisinin Allah tarafından gönderilmiş ve görevlendirilmiş peygamber olduğunu duyunca Ona inanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. Müslümanların sayısı güreden güne artıyor ve İslâmiyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke’de Kureyş kabilesinin ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden korktukları için O’na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun için Peygamberimiz’e ve O’na inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Müslümanlara zulmediyor, akıl almaz işkenceler yapıyorlardı.
Peygamberimiz Mekkelilerin kendisine karşı takındıkları tavır karşısında yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac dolayısıyla Mekke’ye gelen Yesrib (Medine) lilerden bazı kimselere fırsatını bularak peygamberliğini ve islâmiyet’i anlattı. Onlar da müslümanlığı kabul ederek ülkelerine döndüler. Peygamberimiz Efendimiz de arkadaşlarından bazılarının Medine’ye gitmelerine izin verdi. Böylece İslâmiyet Medine’de de yayılmaya başladı. Bu durum Kureyş ileri gelenlerini daha da telâşlandırdı. Medine’nin kuvvetli bir islâm merkezi haline gelmesinin aleyhlerine olacağını anladılar. Konuyu tartışmak ve bir hal çaresi bulmak üzere "Dâru’n-Nedve" denilen yerde toplandılar. Uzun uzun görüştüler ve tartıştılar. Sonunda, kendilerine doğru yolu göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için çaba harcamaktan başka bir şey yapmayan Peygamberimiz Efendimizi öldürmeye karar verdiler. Kendilerince çok gizli olarak aldıkları bu kararla ilgili olarak Kur’an-ı Kerîmde şöyle Duyurulmakta ve durum Peygamberimiz Efendimize bildirilmekte idi:
"İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak ve ya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu." (En-fal:130)
Bunun üzerine Peygamberimiz Efendimiz, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den çıkıp
Sevr Dağına gelerek oradaki mağarada saklandılar. Burada üç gün üç gece kaldılar. Daha sonra da buradan çıkarak Medine-i Münevvere’ye yöneldiler. Kuba denilen yerde bir süre kalarak burada bir mescid inşa ettikten sonra Medine’ye geldiler. Medine halkı kendilerini coşkuyla karşıladı.
Peygamberimiz Efendimiz’ in bu hicreti, tarihteki diğer göçlerden ayrı ve farklı bir anlam taşımaktadır. Çünkü diğer göçlerde çoğunlukla hakim olan unsur iklim şartlarının değişmesiyle yaşama imkânının kalmamasıdır. Burada ise, yüce İslâm’ın kararmış gönülleri aydınlatmaya başlaması; zulme, haksızlığa ve her çeşit kötülüğe karşı çıkması sonucu ona düşman olanların, onun hızla yayılmasından endişe duyanların, onun nurunu söndürme ve ona gönül verenleri yok etme çabalarıdır. Nitekim ilk Müslümanlardan aynı şekilde Habeşistan’a hicret edenlerin, hicret nedenlerini açıklayan sözleri, bunun en güzel örneğidir. Habeş kiralı huzurunda muhacirler adına Hz. Cafer şu tarihî konuşmayı yapmıştı:
"Ey hükümdar, biz cehalet içerisinde yaşayan bir millet idik. Putlara tapıyor, lâşe yi-yorduk. Zina yapıyorduk. Akrabalarımızla ilgimizi kesiyor, komşularımızla iyi geçinmiyorduk. Kuvvetli olanlarımız güçsüz ve zayıf olanlarımızı eziyordu. Biz bu halde iken Yüce Allah bize içimizden, soylu, asil, doğru, güvenilir, şeref ve iffet sahibi olduğunu bildiğimiz birisini peygamber olarak gönderdi. O, bizi, yalnız Allah’a ibadet etmeye, atalarımızın taptıkları putları, ağaç ve taş parçalarını terk etmeye çağırdı. Bize, doğru söylemeyi, emanete riâyet et-meyi, komşularımızla güzel geçinmeyi; haramdan, adam öldürmekten sakınmayı öğütledi. Bizi, iffetsizlikten, yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftira etmekten sakındırdı. Yalnız bir olan Allah’a ibadet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı emretti. Biz de O’na inandık. Allah tarafından getirdiklerini kabul ettik. Haram dediğini haram bildik, helâl dedi-ğini helâl tanıdık. Bundan dolayı toplumumuzun bir kesimi bize düşman oldu. Bize türlü türlü işkenceler yapmaya kalktılar. Bizi yine putlara tapmaya zorladılar. Bize zulmettiler. Bizimle dinimiz arasına girmek isteyerek, Allah ile kulunu ayırmak istediler. Biz de onlardan kaçarak ülkenize sığındık."
Bu konuşmada bir taraftan Hicret’in sebepleri açıklanırken, diğer taraftan da yüce İs-lâm’ın insanlığa neler getirdiği ifade edilmekte; her yönü ile bozulmuş ve tüm değer ölçülerini yitirmiş o günkü toplumu nasıl tekrar hayata kavuşturduğu anlatılmaktadır.
Peygamberimiz Efendimiz Medine’ye geldiklerinde burada yaşayan yabancılarla da-yanışma temeli üzerine bir antlaşma imzalamıştı. Bu, İslâm Dininin müslüman olmayan topluluklarla barış içinde yaşamaya ve onlarla daima iyi ilişkiler içinde olmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Yine Peygamberimiz Efendimiz Mekke’den gelen göçmenlerle Medine’li Müslümanlar, yani Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik kurmuştu. Medine’li Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerine vermişlerdi ki, tarihte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir eşi daha gösterilemez.
Medine şehrinde ilk İslâm topluluğu, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerine oluşmaya başlamıştı.
Böylece Hicret, ilk Müslümanların sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası üzerine kurulan toplum hayatına kavuşmalarına vesile olmuş ve bundan sonra islâm Medine-i Münevvere’den bütün cihana yayılmıştır.