Makale

İSTANBUL'UN FETHİ

BAŞYAZI

İSTANBUL’UN FETHİ

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

İstanbul, stratejik önemi, tabii güzellikleri ve dünyanın merkezi olma özelliğiyle çekiciliğini tarih boyunca muhafaza etmiştir.
Şehrin tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar gider. M.Ö. II. asırda Roma hâkimiyetine geçmesine rağmen, şehrin tamamıyla bir Roma sitesi haline gelmesi M.S. II. aşıra rastlar. 330 yılına gelindiğinde İmparator Konstantin burayı Roma İmparatorluğunun taht şehri ilan etmiştir. 476’da Batı Roma’nın yıkılması üzerine Hristiyan aleminin tek imparatorluğunun merkezi haline gelen İstanbul, VI. asırda iyice gelişip dünyanın en büyük beldesi vasfıyla, zamanın büyük güçlerinin daimî ilgi alanına girmiştir.
Artık bundan sonra İstanbul birbiri ardınca düzenlenecek seferler ve muhasaralarla karşılaşacaktır. Ta ki Peygamber övgüsüne mazhar olmuş komutan ve bu komutanın askerleri şehre girinceye dek.
Müslüman olmadan önce Türklerin, daha sonra İranlılar ve Müslüman Arapların, şehri almak için gerçekleştirdiği, yıllar süren ve yüzbinlerce insan hayatına malolan kuşatmalar hep neticesiz kalmıştır.
İstanbul da, İstanbullu da 29 Mayıs 1453 u beklemekte, yirmibir yaşındaki genç Osmanlı Padişahının şehre gireceği anı gözlemekteydi.
O an ki, insanlığın muhayyilesine bir büyü tesiri ile aksetmiş ve tarihin en önemli vakıası sayılmıştır.
Muhakkak ki bu fetih kolay olmamıştır. Hele tarihteki emsalleri ile mukayese edildiği zaman oldukça güç gerçekleşmiştir. Ama genç padişah onu almayı bir kere kafasına koymuştu. Babasının, dedesinin ve onlardan çok önce gelmiş pek çok müslüman kumandanın başaramadığını başaracak ve Peygamber müjdesine nail olup, Fatihlik payesine erişecekti.
Kuşatma tam 53 gün sürmüştür. 53 günün sonunda Peygamberin dilinde "ni’mel ceyş" olarak vasıflandırılan Müslüman Türk ordusu ve bu ordunun başındaki genç padişah, "Bismillah, Allahü Ekber" sadalarıyla İstanbul’a girmiştir.
Bu fetih elbette sadece bir şehrin alınması değildir. Bu, bir çağın sona erişi; İlim ve irfanda, sanat ve düşüncede dünyanın yeniden şekillenme sürecine girişiydi.
Bu, daima Romanın varisi olmak zihniyetini asla bırakmamış bulunan Bizansın yıkılışı, dolayısıyla da Romanın üzerine tarih perdesinin inişiydi.
Bu fetih Ortodoksların, Gregoryan Ermenilerinin, Yahudi ve diğer dini azınlıkların da kurtuluşuydu. Gerçekten de bu azınlıklar, dinleri ve mezheplerinin farklı olması sebebiyle asırlarca hakim ve güçlü Hıristiyan devletlerinden baskı, zulüm ve işkence görmüşler, buna karşılık din hürriyeti ve adaleti temsil eden Müslüman Türk’ün şehri fethetmesini büyük bir arzuyla beklemişlerdi.
Fetih sonrası beşyüz sene boyunca İstanbul insanlığın hayaline öyle bir nakşoldu ki, şehrin her tepesine , her sahiline kurulan mimari, Yahya Kemal’in ifadesiyle sanki "Artık bu şehir dünya durdukça Türk kalacaktır" diyordu. Tarih ve kültürüyle, mimarisi ve tabii güzellikleriyle şehrin hüviyetini korumak, yeni yetişen nesillerin en büyük görevlerinden birisi olmalıdır.
Bu yıl Mayıs ayında, birisi milli, diğeri manevî iki çoşkuyu bir arada idrak edeceğiz. Mayısın yirmibirinci Cumartesi günü Kurban Bayramını kutlayacak, yirmidokuzuncu Pazar günü ise İstanbul’un Fetih yıldönümünde milli duygularımız şaha kalkacak ve şehidlerimiz bir kere daha rahmetle anılacaktır.
Ne mutlu dinine ve milletine hizmet edenlere.