Makale

Avrupa Birliği İçin Yeni Bir Fenomen: IRKÇILIK

BİR BAŞKA AÇIDAN:

Dr. Abdulbaki Keskin

Avrupa Birliği için yeni bir fenomen:
IRKÇILIK

SON yıllarda Avrupa ülkelerinde esmeye başlayan ırkçılık rüzgârları; yabancı düşmanlığı, saldırı, yaralama, öldürme gibi fiilî tecavüzlere kadar uzanan yeni boyutlar kazanmıştır.
Öyle ki, Avrupa’nın tanınmış ırkçılarından Fransa’daki Millî Cephe "National Frount" partisinin lideri, Jean-Marie Le Pen, Fransa’yı işgal ettiklerini ileri sürdüğü Müslümanlardan "sürü" diye söz ederken, sadece Fransız halkını değil; -hem sağda, hem solda- bilinen, saygı duyulan ciddi bazı siyasi liderleri bile motive etmeye başlamıştır.
Meselâ, sağın önemli isimlerinden Paris Belediye Başkanı, eski Başbakan M. Jac-ques Chirac, ayırıcı bir tavırla Fransız işçilerinin; gürültücü, pis kokan yabancı işçilerle bir arada bulunmalarından üzüntü duyduğunu açıkça ifade etmekten çekinmiyor.
Aynı yelpazede yer alan eski bir Cumhurbaşkanı ve ileride bu mevkie yeniden gelmesi beklenen Valery Giscard d’Estanning de, Le Pen paralelinde bir yaklaşımla, Fransa’nın yabancı istilâsının tehdidi altında olduğunu ileri sürerek yeni gelecekler için sınırların derhal kapatılmasını; Fransız vatandaşı sayılabilmek için, bu ülkede doğmuş olmanın yetmiyeceğini; kan bağı şartını öngören yeni bir vatandaşlık yasasının çıkarılmasını istiyor. (1)
Bu konuda belki daha da ilginç olanı, bir süre önce görevinden ayrılan Sosyalist
Başbakan, bayan Edith Cresson’nın bir kısım yabancıların uçaklara doldurularak sınır dışı edilmelerini önermesidir.
Ülkesinde çalışan ve yaşayan 4 milyon civarındaki (çoğu Müslüman) göçmen için bu sözleri, Le Pen gibi yabancı düşmanı, ırkçı birisinin söylemesi başka şey, bir eski Cumhurbaşkanının, bir eski Başbakanın ve Başbakanlık mevkiinde iken sorumlu bir liderin söylemesi, şüphesiz, daha başka bir şey...
Bu yeni ve tehlikeli gelişmeler, öteden beri farklı kültür ve inançlara toleransla baktığı ileri sürülen liberal eğilimli Fransız toplumunda bu tavrın çok radikal bir biçimde değiştiğini göstermektedir.
Nitekim bu ülkede son günlerde yapılan bir kamuoyu yoklaması, Fransız halkının % 94’ünün, Fransa’da ırkçılığın yaygın olduğuna inandığını belirlerken, % 71 ’inin de, Arapların çokluğundan şikâyet ettiklerini ve bu yüzden yer yer çatışmalar olduğunu ortaya koymuştur.
Diğer taraftan Almanya’da 1980’lerde kısa bir süre hortlayan ırkçılık, iki Alman-yanın birleşme heyecanı ile bir ara kaybolur gibi olmuş fakat son zamanlarda bütün iğrençliği ile suratını yeniden göstermeye başlamıştır.
Nitekim 14 Ekim 1991 Pazartesi günü, Neo-Nazi dazlaklardan üç kişi, Saarbruec-ken’de Sri Lanka’lı 26 yaşındaki Senkha-ran Rathkesnan adlı birisini zorla bir arabaya bindirdikten sonra bayıltıncaya kadar döğmüş ve daha sonra da, 80 km. hızla yaklaşan bir trenin yoluna bırakmışlardır.
Bu nedenle sağ ayağını kaybeden ve hastahaneye kaldırılan Sri Lankalı, burada polise verdiği ifadede tüyler ürperten olayı aynen nakletmiştir.
Aynı gün, Constance Gölü civarında bulunan bir sayfiye yerinde bir binanın ikinci katının penceresinden Alman ırkçıları tarafından atılan 19 yaşındaki bir Afgan gencinin de yüzü ve burnu parçalanmıştır. (2)
Alman basınına göre bu korkunç gelişmeler karşısında Alman yetkililerinin tavrı da, yatıştırıcı olmaktan çok, kışkırtıcıdır.
Meselâ, Bavyara Başbakanı Max Stre-ibl’in yaptığı, yabancıları suçlayan bir ko-nuşmasında, "... Yabancılar, Almanya’yı bir çoğulcu kültür toplumu olmaktan ziyade, çoğulcu cinayet toplumu haline dönüştürme tehdidi içerisindedirler..." dediğini kaydeden "The Munich Dailly Suedde-utsch" siyasi liderin sözlerini biraz da alaylı bir biçimde yorumlayarak, "Şüphesiz, bu sözlerine bakıp ta Başbakana yabancılardan nefret ediyor diyemezsiniz... Zira onun Endonezyalı çok güzel bir gelini ve İngiliz asıllı bir de köpeği vardır..." diyor ve tekrar Streibl’in konuşmasına dönüyor, ".. Bu konuşmaya, hoyratça yapılmış bir oyun denilir.. Zira bu cümleler, terörist saldırılarını artırmaları için ırkçılara düşüncesizce verilmiş sözlü birer silahtır" biçiminde bir ifade kullanıyor..
78 milyon nüfuslu Almanya’da 5 milyon kadar yabancı bulunmaktadır. Bilindiği gibi, bunlardan büyük çoğunluğu da Türkler ve Yugoslavlardır.
Polis kayıtlarına göre, Almanya’da sadece 1991 yılı içerisinde yabancılara karşı 600 den fazla saldırı olmuş ve bu saldırılar sırasında bir Türk genci de hunharca öldürülmüştür.
Gerek Fransa ve gerekse Almanya, ülkelerinde dalga dalga yayılan ve kendileri için yüz karası sayılabilecek ırkçılık sorununa bir çare bulacak yerde, bu utanç verici gelişmelere, "Eu-ro-nationalism" Avrupa Milliyetçiliği diye yeni bir ad bularak, anlaşılmaz bir yaklaşım ve garip bir mantıkla, AT ülkeleri arasında birleştirici bir unsur gibi görme eğilimindedirler...
Nitekim, Le Pen’in, yabancıları dışarıda bırakmak için "herkes ülkesinin etrafına engeller koysun" önerisine; her iki ülke de "Batı Avrupalılar gerçekte biribirine yabancı değildir. Yabancıların dışarıda bırakılması için bir sınır çekilecekse, bu sınır Avrupa Topluluğu etrafına çekilmelidir. Nihayet bu akım, Avrupanın kimliğini oluşturan ve zaman içerisinde Avrupa Birleşik Devletlerinin kurulmasına temel teşkil edecek olan Avrupa Milliyetçiliğidir" diyorlar.
Bu anlayışın yankılarını, Avrupa topluluğu adına Yugoslavya’da arabuluculuk gayretlerini başlatırken Luxembourg Dışişleri Bakanının, ".. Devir artık Avrupa devridir... "Bir süre önce görevinden istifa eden Almanların gedikli Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher’in de, "Her Avrupa problemi için bir Avrupa çözümü vardır.." sözlerinde açıkça görüyoruz.
Bu yaklaşımı değerlendiren ünlü dergilerden "The Economist", her milliyetçilik gibi, Avrupa Milliyetçiliği de birtakım tehlikeleri beraberinde getirebilir. Avrupa için bu tehlike, Amerikan kültüründen Japon bilgisayarına, Ukrayna mısırından Arap göçmenine kadar her şeyi dışarıda bırakabilecek Avrupa korumacılığına veya Avrupa ırkçılığına dönüşebilmesidir, diyor..
Yıllardan beri eşitlikten, insan haklarından, kanun hakimiyetinden, demokrasiden; son zamanlarda da Yeni Dünya Niza-mı’ndan söz ederek başka ülkelerin içişlerine bile karışan, meselelerin, Birleşmiş Milletler gibi geniş tabanlı, global karakterdeki organizasyonlar tarafından çözülmesinden yana olduklarını söyleyenlerin, Avrupa ırkçılığına dayalı birlik teşebbüslerine şaşırmadığımız gibi, OIHBHİK "Avrupa güvenliği için" diyerek kurmak istedikleri orduya -ki bunun belirtileri ufukta görülmeye başlanmıştır- birileri kalkar da, Avrupa yeni bir Haçlı Ordusu mu kuruyor? derse, buna da şaşırmamalıyız...
Esasen barış, insan hakları, demokrasi vesaire, sadece Batılıların çıkarlarına uygun düştüğü sürece savunulması gereken prensiplerdir.
Aksihalde, bu uygar, özgürlükçü, barışsever, demokrasi yanlısı ülkelerin, Cezair karşısında takındıkları tavrı, nasıl izah edeceksiniz?
Binlerce masum insanın, kadın ve çocuğun katledildiği Körfez Savaşı, Batılıların ve İsrail’in çıkarlarından başka hangi demokrasiyi kurtarmıştır?.
Aksine, bölgedeki despotik rejimler, görülmemiş bir biçimde silâhlanarak daha da güçlenirken, Türkiye gibi demokratik bir ülkede asırlarca aynı imanı, aynı kültürü, aynı kaderi paylaşmış insanların bir kısmına yapıştırılan uyduruk azınlık yaftası ile birbirine düşürülmüş bir millet bütünlüğü için, etnik farklılık gibi sun’i sayılabilecek bir gerekçe ile memleketin parçalanması amaçlanmamış mıdır?..
Bütün bu olaylar tüm dünyanın gözleri önünde açıkça cereyan ederken, ülkemizin doğusunda, batısında, .kuzeyinde, güneyinde yaşayan insanlarımız artık akıllarını başlarına almalı ve emperyalistlerin oyununa gelmemelidirler...

(1) The Economist, September 28 th - Oclober 4 Ih., 1991.20,57-58.
(2) The Washington Post, October 16 th, 1991.