Makale

Komünizm'in Perişan ettiği Arnavutluk

Balkanlardan İzlenimler-10

Komünizm’in Perişan Ettiği Arnavutluk

Halit GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Arnavutluk’a geldik. Yine yolumuz göl kenarında gittikçe güzelleşerek bir müddet daha devam etti. Meşihat Başkanı Süleyman Recep ve arkadaşları sınıra kadar bize refakat ettiler. Onlarla dönüşte tekrar görüşeceğimiz için vedalaşmak zor olmadı.
Ohri Gölü’nün yarısının Arnavutluk’un ve yarısının da Makedonya’nın olduğunu öğrendik. Gölün kenarında kaplumbağayı andıran ama onun gibi yürümeyen beton siperler veya sığınaklar gördük. Gölden gelecek muhtemel düşman saldırılarını gözetlemek ve durdurmak için yapılmış.
Arnavutluk’ta ilk karşılaştığımız köyde güzel bir cami gözümüze ilişti. Camiyi görünce birbirini takip eden siperlerin kasvetinden biraz kurtulur gibi olduk.
Gölün kenarında gördüğümüz beton siperler içerlerde devam ediyordu. Uzaydan gelen yaratıklara benzeyen bu beton parçalarına yol boyunca çok rastlamıştık. Toprağa bir yük gibi binen bu beton parçalara, sanki daha da rastlayacaktık. Diktatör Enver Hoca, beynini kemiren korkuyu herhalde bu siperlerden moral bularak yenmeye çalışmış olmalı.
Arnavutluk’un ilk şehrinin geniş bir caddesinde dikkat ve merakla ilerliyoruz. Çay içmek için bir otelin önünde durduk. Garsondan çay istedik, olmadığını söyledi. Öğrendik ki Arnavutlar ancak hasta oldukları zaman çay içerlermiş. Çay yerine soğuk birer su içtik.
Bahçesinde oturduğumuz şehrin, Elbasan olduğunu öğrendik.
İstanbul’da Kur’an kurslarından birinde okumuş ve Türkçeyi çok iyi öğrenmiş Mehdi isminde bir genç bize hem rehberlik ve hem de tercümanlık yapıyordu. Bu gencin bütün arzusu Türkiyede bir ilahiyat fakültesinde okuyabilmekti.
Arnavutluk hakkında bu gençten edindiğimiz ilk bilgiler pek iç açıcı değildi;
Arnavutluk’ta vaktiyle 1750 cami varmış. Şu anda 15-20 cami ancak kalmış. Eskiden yüzde yüz müslüman olan Arnavutluk’un şu anda yüzde yetmişbeşi müslüman- mış. Misyonerler merkeple bile çıkılamayan köylere kadar giderek hristiyanlık propagandası yapıyorlarmış. Gençleri para vererek, hastaları tedavi ederek, yaşlılara barınak bularak, açları doyurarak ve işsizlere iş bularak hristiyanlığa ısındırmaya çalışıyorlarmış. Çok yakın bir zamanda müslümanlarla hristiyanlar arasındaki nisbet, hristiyanların lehine aeğişirse hiç şaşmayalım.
Arnavutluk’ta bol miktarda beton sığınak var ama insanların işine yaramıyor ve karınlarını doyurmuyor. Köşe başlarında toplu halde bekleyen insanlar, kapalı dükkanlar, terkedilmiş evler, üzeri insanla dolu at arabaları, bir keçinin peşinde dolaşıp auran kadınlar, yollarda ağızlarını göstererek arabalardan birşey isteyen çocuklar, dağlarda yol kesen uzun saçlı soluk benizli gençler, açıktan akan lağıma karışmış dereler, sokaklaraa çöp yığınları, köstebek yuvasına dönmüş yollar ve karnını doyurabilmek için ev eşyalarını satmaya mecbur kalanlar... Bütün bunlar Komünizmin bıraktıkları. İşte Enver Hoca’nın sipersiz, sığınaksız yer bırakmadığı Arnavutluk.
Saat; 12.00 de Arnavutluk’un başşehri Tiran’dayız. Arabalarımız şehrin meydanındaki caminin önünde durdu. Öğle namazını sonradan isminin Ethem Bey Camii olduğunu öğrendiğimiz bu ma- bedde kıldık. Heyetimizi yolda karşılayan Tiran Büyükelçimiz Metin Bey’de namazda bizimle beraberdi. Arnavutluk Meşihat Başkanı Sabri Koçi’ye de camide mülaki olduk.
Ethem Bey Camii, 1967 den 1990 yılına kadar müze olarak kullanılmış. Caminin hemen yanında tarihi saat kulesi var. Çok şükür bu saat kulesinin tepesinde kilise çanı ve haç işareti yok. Diğer gördüğümüz yerlerde nüfusun yüzde yetmişbeşi müslüman olsaydı herhalde oralarda da olmazdı. Caminin cephe duvarlarının dış yüzünde dikkat çekici bir canlılıkta yağlı boya ile yapılmış cami, medrese, türbe, saray resimleri var. Ne yazık ki bunlar resimlerde kalmış.
Büyükelçimiz yemek anındaki kısa sohbetimizde bize şunları söyledi:
"Arnavutluk’un yüzde yetmişbeşi müslüman. Türk asıllı müslüman hemen hemen hiç yok. Burada dine dönüş arzusu çok fazla. Namazda gördüğünüz gibi camilerde gençler de var. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut ÖZAL’da aynı camide namaz kılmıştı. Belediye, Araplar tarafından finanse edilen bir cami yaptırdı. Arnavutlar Türkiye’den çok şey ümit ettiler, beklediler, halen de bekliyorlar. Işkodra’da bir İlahiyat Fakültesi açmayı düşünüyorlar.
Işkodra, Arnavutluk’un önemli şehirlerinden birisi. Hristiyanlar bu şehre önem veriyorlar. Işkodra’yı katoliklerin önemli dini merkezlerinden biri haline getirmek için çaba sarfediyorlar. Bu şehri ikinci Vatikan yapmak istiyorlar. Bu maksatla Papa, büyük bir tantana ile Işkodra’yı ziyaret etti. Bu ziyaret buralarda büyük yankı uyandırdı ve ses getirdi."
Durumun böyle olduğunu öğrenince biz de Işkodra’ya gitmeye karar verdik.
Arnavutluk Meşihat İdaresinin başında bulunan Sabri Koçi, Enver Hoca zamanında koministlerin zulmüne uğramış, 24 yıl aralıksız hapiste yatmış. Kendisi şu anda 75 yaşında olmasına rağmen dinç, dinamik, çalışkan ve azimli görülmektedir. Sürgün ve hapishane hayatı onu yıldıramamış, İslami gayret ve heyecanını sön- dürememiştir.
Yemekten sonra misafir edileceğimiz Villaya götürüldük. Kalacağımız villanın dış görünüşü ve bahçesi güzeldi. İçine girince gördük ki içerisi dışardan daha güzel ve her türlü konfora sahip. Bizim istirahatımıza tahsis edilen villa, Enver Hoca’nın Başbakanı için inşa edilmiş. Başbakan bir müddet bu villada kalmış ve şu lüks odalardan birinde katledilmiş. Villadaki konfor o devrin idarecisi Komünistlerin yaşadığı hayat seviyesi ile halkın yaşadığı hayat seviyesi arasındaki uçurumu göstermesi bakımından enteresandır.
Kısa ziyaret imkanı bulduğumuz Kavaya şehrinden sonra Dürüst şehrine ulaştık. Bu şehrin Fatih Sultan Mehmet Camii’nde akşam namazını eda ettikten sonra Tiran’a döndük. Enver Hoca’nın Başbakanının bizim kaldığımız villa odalarından birinde öldürülmüş olması keyifli bir uyku çekmemize mani olamadı.

İKİNCİ VATİKAN YAPILMAK İSTENEN İŞKODRA
Sabah kahvaltısından sonra 1994 yılı Temmuz ayının 27. günü Işkodra’ya gitmek üzere yola çıktık. Sabri Koçi ile aynı arabada seyahat ediyorduk. Bir müddet sonra yanından geçmekte olduğumuz köhne bir binayı heyet başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ’ a göstererek “İşte benim yattığım hapishanelerden biri bu. Bu zindanda kaynakçı olarak çalıştırıldım. Çok şükür bu günlere kavuştuk. Gelecek günlerimizin bugünden daha iyi olacağına inanıyorum." dedi.
Meşihat Başkanı Sabri Koçi, Arnavutluk’un İslam dinini kabul edişini bize şöyle anlattı:
"Vaktiyle Arnavutluk’tan ticari maksatla Suudi Arabistan ve Suriye’ye gidenler olmuş. Bu Arnavut tüccardan bir kısmı, müslümanların güzel davranışları neticesinde Islamiyeti kabul ederek ülkelerine dönmüşler. İlk müslümanlar,
Türkler Balkanlara gelinceye kadar inançlarını gizli tutmuşlar ve ibadetlerini saklı yapmışlar. Osmanlılar, Balkanları ele geçirince Arnavutluk’taki müslümanlar da kendilerini göstermeye ve açıktan ibadet etmeye başlamışlar. Bu sırada İstanbul’dan ve Konya’dan alimler getirilmiş ve Işkodra medreselerinde görev yaparak büyük bilginlerin yetişmesine vesile olmuşlardır. Mesela Kamus sahibi Şem şeddin Sami, Işkodralı alimlerden dir."
Işkodra’ya giderken, karşıdan gelen otobüslerin ön camlarındaki Türk Bayrakları dikkatimizi çekti:
Biz Sabri Koçi’nin konuşmasına kendimizi kaptırdığımız için çevre ile pek ilgilenmiyorduk. Bizim bu ilgisizliğimiz Şoför Erol’un dikkatini çekmiş olacak ki bir aralık heyecanlı bir sesle; "Hocam bayrakları görüyor musunuz?" dedi. Her şeyi kaydediyorsun da bu Türk bayraklarını niye görmüyorsun dercesine. Ben de "Ne bayrağı Erol?" dedim. "Hocam otobüslerin önünde Türk bayrakları var, görmüyor musun?" dedi. Bu ikaz üzerine karşıdan gelen vasıtalara dikkat kesildim. Gerçekten otobüslerin önünde Türk bayrakları vardı. İlk bayraklı otobüsü gördüğüm zaman sevinçle şaşırdım. Pilakaya baktım Türkiye Cumhuriyeti pilakası değildi. Sonraki otobüse baktım onda da bayrak vardı. Herhalde bu kadar dedim. Hayır o kadar değildi. Bayraklı otobüsler, minibüsler birbirlerini takip ediyordu. Anlaşıldı ki Türk Bayrağı Arnavutluk’ta çalışan otobüslerin hepsinde değilse de pek çoğunda vardı.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Cesaretle ve şerefle otobüsüne şanlı bayrağımızı takan Arnavut’a Türk demiyeceğiz de kime diyeceğiz. Benim vatanımda bayrağıma saygısızlık eden, meydanlarda yakan bir kimse irken Türk’te olsa ne kadar Türk değilse, Balkanlarda Türk Bayrağını evinde, iş yerinde, vasıtasında cesaretle bulunduran, dalgalandıran, cebinde taşıyan Arnavut, Boşnak, Pamak, Tatar o kadar Türk’tür. Şüphesi olan varsa gitsin balkanlara…
Tuna Nehri üzerindeki köprüden geçerek eski Işkodra’ya nihayet ulaştık. Karşı tepede Işkodra Kalesi göründü. Osmanlı İmparatorluğunun sınır bekçiliğini yapan kale, vaktiyle nasıldı bilmiyorum ama şu andaki görüntüsü çok güzeldi. Işkodra Kalesi’nin eteklerinde bizimle beraber olan Arnavutları "Komünizm belasından kurtulur kurtulmaz hep sizi bekledik. Nihayet gelebildiniz" dediler. Geç kaldığımızın farkında olduğumuz için bu siteme bir şey söyleyemedik.
Kaleye tırmanmadan önce aşağıdaki düzlükte yalnız kalmış kale kadar dikkat çeken Kurşunlu Camii’ne uğradık. Eski Işkodra’da Osmanlı eserlerinin temsilcisi olarak yalnız başına dimdik ayakta duran Kurşunlu Camii, Buratlı Mehmet Paşa tarafından 1773 de yaptırılmış. Camiyi yaptıran paşanın türbesi, caminin kıble duvarının sağ köşesinde Kurşunlu Camii’ne sahiplenme işini devam ettiriyor. Türbenin duvarları ayakta duruyor ama, içerisinin görüntüsü hiç hoş değil. Kurşunlu Camii’ni yaptıran merhuma bu muamele reva görülmemeliydi. Sandukasını dahi göremiyerek okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’i merhumun ruhuna hediye ederken türbenin, görmediğimiz yönü gibi gördüğümüz yönünün de güzel olması için Allah’a dua ettik. Yıkık duvar arasındaki mezbelelikten kabir görünmüyor, ama eseri cami görülüyor ve ruhaniyeti hissediliyor.
Camiyi sanki bir daha görmiyecekmiş gibi yeniden dikkatle seyrederek Işkodra Kalesi’ne çıktık. Yolun yarıdan fazlasını arabalarla, kalan kısmını da yürüyerek katet- tik. Atlarla çıkılan kaleye biz otomobille çıktığımız için vasıtaları bir noktada bırakmak zorunda kaldık. Binitimiz at olsaydı onunla kalenin her noktasına ulaşırdık. Yukarı çıkınca aşağıdan ufak gibi görünen kalenin geniş bir alanı kapladığını. gördük. İç kısımları harabe haline dönmüş kaleyi dolaşırken cami ve kilise kalıntılarına rastladık. Bu kalıntılardan kalenin hem hristiyanlara ve hem de müslümanlara hizmet verdiği anlaşılıyordu. Kapalı alanın bir kısmını müze haline getirmişler, bir kısmını da turistlere yönelik gazino yapmışlar.
Kaleden aşağı inmek, çıkmak kadar zor olmadı. Kaleye çıkmak zor olsa da çekilen zahmet etraftaki güzelliği tepeden seyretmeğe değerdi. Bilhassa Kurşunlu Camii, yukardan daha yücelmiş görünüyordu.
Eski şehirden yeni şehre etrafımızı merakla seyrederek gidiyoruz:
Işkodra’da vaktiyle mevcut olan 7 camiden şu anda hiç birisi kalmamış. Meşihat Başkanı Sabri Koçi’nin 50 yıl önce imamlık yaptığı camiyi ziyaret ettik. Sabri Koçi’nin Işkodralı olduğunu, eskiden imamlık yaptığı camiyi görünce öğrenmiş olduk.
Daha öncede işaret ettiğimiz
İşkodra, katoliklerinln ikinci Vatikan yapmak istedikleri, hristiyanlık adına büyük yatırımlar yaptıkları ve gösterişli dini merasimler düzenledikleri bir şehir. Gelecekte Işkod- ra katolik hristiyanların mı olacak, yoksa müslümanların mı? Şimdilik su yüzüne çıkmasa da bu konuda gizli bir mücadele var.
Şehrin merkezinde misyonerlik çalışmalarının merkezi olarak da kullanılan büyük bir kilise var. İçine girmek için zaman bulamadığımız binayı dışardan gördük.
Şehri gezmemiz mümkün olmadı. Uğramak zorunda olduğumuz yerlere gidip gelirken görebildiklerimizle yetindik. Bir yerden geçerken rehberimiz tahrip edilmiş bir binayı gösterdi. "Burası komünistlerin merkezi idi. Gençler binayı bu hale getirdiler." dedi.
İkindi namazını Medrese Mescidi’nde cemaatle kıldık. Heyet Başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ, namazı müteakip cemaatle sohbet etti. Bu kısa sohbetten sonra Işkodra müftüsüne ve cemaate veda ederek Tiran’a dönmek üzere şehirden ayrıldık. Tiran’da hiç durmadan Makedonya’ya geçecektik. Bugünün programı böyle idi. Makedonya’ya gitmek için Tiran’dan ayrıldığımız zaman saat: 16.30’u gösteriyordu. Makedonya sınırına ulaşmak için 3 saate yakın bir zamana ihtiyacımız vardı. Mesafe fazla ve yol emniyeti olmadığı için Meşihat Başkanı Sabri Koçi’den gümrüğe kadar zahmet etmesin diye izin almak istedik. Ricamızı kabul etmiyerek bizi yolcu etmek için gümrüğe kadar geleceğini söyledi.
Yol boyunca enteresan hayat kesitlerine şahit olduk.
Issız tepelerde yalnız başına dolaşan kadınlar, arabalarımızın peşinden koşturan çocuklar, dağ başlarında yalnız ve korkusuz insanlar.
İşte uzun yıllar Komünizmin korkunç baskısı ve insafsız muamelesi altında yaşayan Arnavutluk böyle bir yer. Daha doğrusu 70 yıl perişan edilmiş, zulüm ve terörle bu hale getirilmiş bir ülke.
Bizimle hududa kadar gelerek heyetimizi Makedonya’ya yolcu eden, Sabri Koçi, Tiran’a gece dönüp dönmemekte kararsızdı. Çünkü dini kisvesine ve oralı olmasına rağmen gece yolculuğundan çekiniyordu.