Makale

Sünnet

Sünnet

Lütfi ŞENTÜRK
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Sünnet, sözlükte yol ve adet demektir. Bazı ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde geçen sünnet” kelimesi bu anlamdadır.
İslam hukukçularına (Usul-i fıkıh alimlerine) göre sünnet. Peygamberimizin Kur’an’dan başka sözleri ve davranışlarıdır. (1)
Bu tariften anlaşılacağı üzere sünnet, üç kısımdır:
1. Kavli Sünnet: Peygamberimizin sözü demektir, “Her iyi iş sadakadır” (2) gibi.
2. Fiili Sünnet: Peygamberimizin işi ve davranışıdır. Hz. Aişe (r.a.)’nin, “Peygamberimiz Ramazanın son on günü girdiğinde geceleri ibadetle geçirir, ailesini uyandırır ve hayırlı işlere koyulurdu"(3) gibi rivayetlerdir. .
3. Takriri Sünnet: Peygamberimizin, başkalarının din ile ilgili yaptıkları işleri gördüğü veya söyledikleri sözleri duyduğu halde ses çıkarmaması ve onları uygun görmesidir.
Çünkü Peygamberimiz gerçekleri duyurmak ve yanlışları düzeltmekle görevlidir. Başkasının herhangi bir konuda yaptığı bir işi gördüğü veya söylediği sözü duyduğu halde ses çıkarmaması, o işi veya sözü tasvip ettiğini gösterir. Bunun pek çok örnekleri vardır.
Sünnetin bazısı vahiydir, vahyin ürünüdür. Yani Ce- nab-ı Hakk’ın Peygamberimize yaptığı vahyin Peygamberimiz tarafından ifadesidir. Bu tür sünnet, daha çok, Peygamberimize sorulan sorulara Peygamberimizin cevap vermeyip vahyi beklemesi ve vahiy geldikten sonra soruyu cevaplandırması şeklindedir. Bunun örneği, Buhari ile Müslim’in rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir:
Bir kere Peygamberimiz, ashabtan bazıları beraberinde olduğu halde Mekke yakınındaki Ci’rane adı verilen yerde bulunduğu sırada bir adam gelerek:
- Ey Allah’ın Resulü, güzel koku sürünmüş olarak umre yapmak üzere ihrama giren kimseye ne buyurursunuz? diye sorar. Peygamberimiz bu soruya cevap vermeyip susar. Bir süre sonra kendisine bu konuda vahiy gelir ve:
- Umreden soran kimse nerede, buyurur? Bunun üzerine soruyu soran kimse huzura getirilir. Peygamberimiz:
- Vücuduna ve elbisene sürülen kokuyu üç kere yıka, üzerindeki cübbeyi çıkar ve (bundan sonra) haccederken yaptığın gibi yap, buyurur. (4)
Sünnetin bazısı da ilhamın ürünüdür. Yani o konu Peygamberimizin kalbine ilham edilir. Nitekim Peygamberimiz, “Şüphesiz Ruhu’l-Kuds (Cebrail aleyhi’s-selam) kalbime şu sözü üfledi: Hiç kimse, bütün rızkını tam olarak almadıkça, ölmez.”(5)
Sünnetin vahiy ve ilhamın dışında bir çeşidi daha vardır. O da, Peygamberimizin kendi içtihadıdır.
Bütün bunlar gösteriyor kİ, Peygamberimizin söz ve davranışları Cenab-ı Hakk’ın kontrol ve denetimindedir. Bu itibarla da onun sözleri ve davranışları, ya vahiydir veya vahiy mertebesindedir. Böyle olunca onun, Din ile ilgili Allah’ın rızasına aykırı bir şey söylemesi düşünülemez.
Şayet içtihadında bir hata ederse bu hata hemen vahiy ile düzeltilir. Nitekim Tebuk seferine çıkarken bazı kimseler sefere çıkmamak için Peygamberimize gelerek özür beyan ettiler. Peygamberimiz de beyan ettikleri özrü kabul ederek onlara izin verdi. Bunun üzerine, Tevbe Suresi’nin 43’ncü ayet-i kerimesi nazil oldu: “Allah seni affetsin. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bitinceye kadar onlara niçin izin verdin.” buyrularak içtihadındaki hatasına işaret edildi.
Peygamberimizin din ile ilgili ictlhadları da vacibu’littiba’dır, yani uyulması gereklidir. Çünkü yaptığı bu içtihattan vahyin sükut etmesi, Allah’ın onu takrir buyurduğu anlamı taşımaktadır. Ancak dünya ile ilgili işlerdeki içtlhad ve görüşleri böyle değildir. İmam Müslim “Sahih-I Müslim" de, Kadı lyad da "şifa"da konu ile ilgili açtıkları bölümlerde Peygamberimizin sözlerinin ikiye ayrıldığını, din ile ilgili olarak söylediklerine uyma zorunluluğu olduğunu, dünya işleriyle ilgili görüşlerine ise uyma mecburiyeti bulunmadığını ifade ederek örnekler vermişlerdir. Bu örnekler şunlardır:
1. Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye teşrif ettiklerinde Medinelilerin hurma ağaçlarını aşıladıklarını görmüş, onlara:
- Ne yapıyorsunuz? diye sormuştu. Onlar:
- Biz bunu çok meyve versin diye yapıyorduk, dediler. Peygamberimiz:
- Öyle zannediyorum ki bunu yapmasanız daha iyi olur, buyurdu. Onlar da Peygamberimizin bu ifadesi üzerine aşılamayı bıraktılar. Derken hurma ürünü azaldı. Bunu kendisine söylediklerinde Peygamberimiz:
- Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu hemen alın. Kendi görüşümle bir şey emredersem, ben ancak bir beşerim (isabet de ederim, yanılırım da). Siz dünyanızın işini (geçirdiğiniz tecrübe ile) benden daha iyi bilirsiniz (dilerseniz bana uyarsınız, dilerseniz kendi görüşünüzü tercih edersiniz), buyurdu.(6)
2. Hendek savaşında Müşrikler müslümanları kuşatınca, müslüman- lar gerçekten zor günler yaşamıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz Ubeyde b.Hısn’a bir elçi göndererek, her yıl Medine’nin meyvesinin üçte birini kendilerine vermek şartıy- le kuşatmayı kaldırıp Medine’yi ter- ketmelerini teklif etti. Ubeyde b.Hısn bunu, ancak meyvenin yarısını vermek şartıyle kabul edebileceklerini söyledi. Nihayet barış andlaşmasını yazıp imza etmek üzere müşriklerin elçileri geldiklerinde Medinelilerin ileri gelenlerinden olan Sa’d b.Muaz ve Sa’d b.Ubade (r.a.) ayağa kalkarak:
- Ey Allah’ın Resulü, bu vahiy ise (diyeceğimiz yok), emrolunduğunu yap. Yok kendi görüşünüz ise söyleyeceklerimiz var. Islamiyetten önce bizim onlara bir borcumuz yoktu. Onlar Medine’nin meyvesinden ancak satın alarak veya bir ziyafete katılarak tadabiliyorlardı. Şimdi Ce- nab-ı Hak bizi İslam dini ile aziz kıldıktan ve bize peygamberini gönderdikten sonra onlara haraç mı vereceğiz. Onlara ancak kılıç veririz, dediler, Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Ben Arapların bir yaydan size ok attıklarını (yani sizi yok etmek için birleştiklerini) görünce onları sizden uzaklaştırmak istedim. Siz bunu kabul etmediğinize göre mesele yok. İşte siz ve işte onlar, buyurduktan sonra, elçilere dönerek: "Gidebilirsiniz, size ancak kılıç veririz" buyurdu. (7)
Peygamberimiz başlangıçta müslümanlardaki za’fiyeti görünce barışa meyletmişti. Sa’d b.Muaz ile Sa’d b.Ubade (r.a.)’ın sözlerinden müslümanların azim ve kararlılığını anlayınca kendi görüşünden vaz geçerek onların görüşünü benimsemiş oldu.
Bunun başka bir örneği de Bedir Savaşı’nda yaşanmıştır, Peygamberimiz orduyu Bedir’de bulunan su kuyularının sonuncusunun yanına yerleştirmişti. Bunu gören Habbab b. el-Münzir (r.a.) Peygamberimize gelerek, bu yerleşme vahiyle mi bildirilmiştir, yoksa sizin görüşünüz müdür? diye sordu. Peygamberimizin hayır, vahiyle değil, kendi görüşümdür, buyurması üzerine, Habbab, bu yerin uygun olmadığını müşriklere en yakın su kuyusunun yanına yerleşmemizin daha isabetli olacağını, böylece onların sudan istifade imkanlarının kalmayacağını söylemesi üzerine, Peygamberimiz Habbab’ın görüşüne göre hareket etti.(8)
Görüldüğü üzere Peygamberimizin dinle ilgili olmayan ve tecrübeye dayanan dünya ile ilgili görüşleri, din ile ilgili söylediklerinden farklıdır. Din ile ilgili söyledikleri tartışma kabul etmezken, dünya ile ilgili görüşlerine ise uyutabileceği gibi geçmiş tecrübe ile daha isabetlisi biliniyorsa ona da uyutabileceği örneklerden anlaşılmaktadır.
İslami hükümlerin birinci kaynağı kitap yani Kur’an, ikinci kaynağı ise Sünnettir. Bu nedenle Peygamberimizin söylediği, yaptığı veya takrir buyurduğu bir sünnetin sabit olduğu bilinirse artık onun ifade ettiği hüküm, tartışılamaz, ona uyma zorunluluğu vardır.
Sünnete uyulmasını emreden Kur’an-ı Kerim’dir. Bu yüce Kitap incelendiğinde bu husus gayet açık olarak görülecektir.
Kur’an-ı Kerim önce Peygamberimize iman edilmesini emretmekte ve imanın, ancak ona inanmakla tamamlanacağını bildirmektedir. Şöyle buyuruluyor:
"Ey mü’minler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam anlamıyle sapıtmıştır."(9)
"Kim Allah’a ve peygamberine iman etmezse biz, kafirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır." (10)
Diğer taraftan Peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’i hem tebliğ etmek ve hem de açıklamakla görevli olduğu bildirilmiştir.
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’an’ı indirdik. Umulur ki düşünüp anlarlar." (11)
Bundan başka Kur’an-ı Kerim Peygamberimize itaat edilmesini, dolayısıyle sünnete uyulmasını emreder. Bu konuda pek çok ayet-i kerime vardır. İşte bunlardan bir kaçının anlamı:
"Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve (kötülüklerden) sakının.^ 12)
"Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının."(13)
"Peygamberin emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden, yahut kendilerine çok acı bir azab isabet etmesinden sakınsınlar.^ 14)
"De ki; Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. "(15)
"Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur."(16)
"Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar."(17)
Görüldüğü üzere, meallerini sunduğumuz ayet-i kerimelerde peygambere mutlak İtaat emredilmektedir. Bunun anlamı açıktır. Peygamber herhangi bir konuda ne emrediyorsa o emre uyulması ve o emrin, Allah’ın emri kabul edilerek yerine getirilmesi gerekmektedir. Esasen Kur’an-ı Kerim, peygamberin kendiliğinden konuşmadığını, Allah Teala’nın kendisine vahyettiğini söylediğini bildirmektedir.(18)

Ayrıca peygamberimiz de müslümanlardan, sünnetine sarılmalarını ve sünnete aykırı davranmaktan sakınmalarını öğütlemiştir. Burada konu ile ilgili hadis-i şeriflerden de bir iki örnek vermek yararlı olacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Size sünnetimi ve hidayete erdirilmiş Hulefa-i Raşidin’in sünnetlerine uymayı tavsiye ederim."(19)
"Size öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sarıldığınız sürece benden sonra sapıklığa düşmeyeceksiniz: Allah’ın kitabı ve benim sünnetim."^)
"Dikkat edin, bana Kur’an ve onunla beraber bir benzeri de verildi. Dikkat edin, yakında, kamı tok, koltuğuna kurulmuş bir kimse, "Bu Kur’an’a sıkı sarılın, onda bulduğunuz helali helal sayın, bulduğunuz haramı da haram sayın" diyecek. Dikkat edin size evcil eşeklerin eti, yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı dişleri olanların eti ve kendileriyle aranızda anlaşma bulunanların yitirdiklerini almanız size helal değildir. Ancak sahibinin ona ihtiyacı yoksa o zaman helal olur. Bir kimse misafir olarak gittiği kavmin onu ağırlamaları gerekir. Eğer onu ağırlamazlarsa, o şahıs onları takip ederek ağırlamayana misilleme olarak misafir etmeme hakkı vardır."(21)
Peygamberimiz Muaz b.Cebeli Yemen’e gönderirken kendisine:
- Sana bir dava geldiğinde nasıl hükmedeceksin? diye sordu. Muaz:
- Allah’ın Kitabı Kur’an ile hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz:
- Allah’ın kitabında bulamazsan ne yapacaksın? buyurdu. Muaz:
- Allah’ın peygamberinin sünneti ile hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz:
- Ya Allah’ın peygamberinin sünnetinde bulamazsan, ne yapacaksın? buyurdu. Muaz:
- O zaman görüşümle içtihad eder, kusur etmemeye çalışırım, deyince, Peygamberimiz:
- Allah’a hamdolsun ki, Allah’ın peygamberinin elçisini peygamberinin razı olacağı şeye muvaffak kıldı, buyurdu. (22)
"Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden ise Allah’a isyan etmiş olur."(23)
Bütün bunlar, sünnete uymanın gereğini vurgulamaktadır. Yukarda da İfade ettiğimiz gibi sünnetin iki önemli işlevi vardır. Bunlardan birincisi Kur’an’ı açıklamak, diğeri de Kur’an’da bulunmayan herhangi bir hükmü teşri etmektir.
Sünnetin, İslam hukukunun ikinci kaynağı olduğunda Icma vardır. Hulefa-i Raşidin’den zamanımıza kadar hiç bir müctehid, sünnete uymanın, sünnet ile amel etmenin aleyhinde bulunmamıştır. Ancak müctehidler arasında tartışılan, sünnetin sabit olup olmadığı ve o hükme delalet edip etmediğidir. Sünnetin sabit olduğu anlaşıldıktan sonra ona itiraz eden olmamış, hatta sünnetin İfade ettiği hükme aykırı görüşü olan kimse, bu görüşünden vazgeçerek, sünneti benimsemiştir.
Peygamberimizi görme mutluluğuna eren ashab-ı kiramdan günümüze kadar bütün İslam alimleri sünnete son derece bağlı ve saygılı olmuşlardır.
Ashap, Kur’an-ı Kerim’e uyarak bütün işlerinde Peygamberimizi örnek almışlardır. Herhangi bir konuda onun uygulamasını esas alarak kendi görüşlerinden vazgeçmişlerdir. Bunun pek çok örnekleri vardır, İşte bunlardan bir kaçı:
Bilindiği üzere Peygamberimizin vefatından sonra yerine Hz. Ebu Bekir halife seçilmişti. Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma, halife Hz. Ebu Bekir’e müracaat ederek babasından Hayber’le Fedek’te bıraktığı tekkesinden ve Medine’deki sadakasından miras olarak hissesini istemişti. Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin: "Bize mirasçı olunmaz; bıraktığımız sadakadır." hadisine dayanarak bu isteği kabul etmemiş ve: "Ben, Allah’ın Resulünün emirlerinden bir şey terkedersem sapacağımdan korkarım" diyerek sünnete olan bağlılığını ifade etmiştir.(24)
Hz. Ömer mecusilerden cizye almazdı. Abdurrahman b.Avf (r.a.). Peygamberimizin Bahreyn, Hacer şehri mecusilerinden cizye aldığını söyleyince, Hz. Ömer, kendi görüşünü bırakarak onlardan da cizye almaya başlamıştır.(25)
Hz. Ömer (r.a.) bir haccında Kabe’deki Hacer-i Esved’e yaklaşıp öpmüş ve:
- Çok İyi bilirim ki, sen zararı da yararı da olmayan bir taş parçası-sın. Eğer Resullah’ın seni öptüğünü görmeseydim, seni asla öpmezdim, demiştir.(26)
Buhari ile Nesei’nin rivayetlerine göre Muaviye b.Hakem şöyle demiştir:
"Hac esnasında Osman ve Ali (radıyallahu anhuma) ile bulundum. Osman, halkı temettü haccı yapmaktan va hac ile umreyi ce-metmekten nehyediyor (ifrad haccı yapmalarını tavsiye ediyoOdu. Ali (r.a.) Osman (r.a.)’ın bu tavrını görünce umre ile hacca niyet ederek ve lebbeyk diyerek ihrama girdi. Bunun üzerine Osman (r.a.) Hz. Ali’ye:
- Görüyorsun ben insanları bir şeyden nehyediyorum, sen ise benim (yapmayın dediğimi) yapıyorsun? deyince, Hz. Ali (r.a.):
- Ben insanlardan hiç kimsenin sözü ile Resulullah’ın sünnetini terketmem, dedi, (27)
Kur’an-ı Kerim yeterli olmaz mı? Sünnete ihtiyaç var mıdır? gibi bir soru akla gelebilir.
Şunu iyi bilmek lazım ki, sünneti devre dışı bırakıp yalnız Kur’an ile amel etmek mümkün değildir. Çünkü dinin bütün hükümleri Kur’an-ı Kerim’den öğrenilmediği gibi pek çok hükmün ayrıntılarını ve nasıl uygulanacağını da Kur’an anlatmaz. Kur’an-ı Kerim’i hayata geçiren
Peygamberimizdir. Kur’an ayetlerinin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini öğreten odur.
Kur’an-ı Kerimde: "Namazı ikame edin ve zekatı verin"(28) buyu-ruluyor.
Bu ayet-i kerimeden namaz ile zekatın farz olduğu anlaşılıyor. Ancak farz olan namaz nedir? Ne zaman ve nasıl eda edilir?’ Kime ve günde kaç kere farzdır? Bunlar ayette yoktur.
Bunun gibi, zekat nedir? Kime farzdır? Hangi mallar için gereklidir? Ne kadar verilmesi lazımdır? Bunlar ayette açıklanmamıştır.
Farz olan haccın da nasıl yapılacağı ve kaç kere farz olduğu ayetten öğrenilmemektedir. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.
Bütün bunları öğreten sünnettir. Sünneti dikkate almadan dinin bütün hükümlerini detaylarıyle Kur’an-ı Kerim’den öğrenmek mümkün değildir.
Sünnet olmadan Kur’an-ı Kerim anlaşılamaz. Çünkü sünnet, açıklayan, Kur’an ise açıklanandır.
Yazımızı, konumuzla ilgili olan Ahzap Suresi’nin 21’nci ayet-l keri-mesiyle bitirelim:
"Andolsun ki, Resululiah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için en güzel bir örnek vardır."

(1) Ebu Sait el-Hadiml, Şerh Mecamlu’l-Ha-kalk, S. 192
(2) Buhari, edep, 33; Müslim, Zekat, 16
(3) Buhari, Teravih, 5
(4) Buhari, Umre, 10; Müslim, Hac, 1
(5) Hadisi, Hakim rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.
(6) Müslim, Fedail, 38
(7) Şemsuddin es-Serahsi, Mebsut, C. 10, S.87
(8) Allyyül’ Kari, Şifa Şerhi, C.2, S. 339, 340
(9) Nisa: 136
(10) Fetih: 13
(11) Nahl:44
(12) Maide: 92
(13) Haşr: 97
(14) Nur: 24
(15) Al-I Imran: 31 (16)AI-llmran:31 (17) Nisa: 65 (18)Necm:3-4
(19) Ibn Mace, Mukaddime. 6; Tirmlzl, llm, 16; Ebu Davut, Sünen, 6
(20) Hadisi, Hakim rivayet etmiştir.
(21) Ebu Davut. Hadis No: 4604
(22) Ebu Davut, Akdlye, 11; Tlrmizi, Ahkam, 3
(23) Buhari, Clhad, 109; Müslim, Imare, 8
(24) Buhari. Humus, 1; Müslim, Clhad, 16; Ebu Davut, Imare, 19
(25) Buhari, Cizye. 1
(26) Buhari. Hac, 50; Müslim, Hac, 41
(27) Buhari, Hac, 34: Nesei, Hac, 49; Müslim, Hac, 23
(28) Bakara: 110