Makale

İSLAM'DA BÜYÜK GÜNAHLAR VE TEKFİR MESELESİ

İSLAM’DA BÜYÜK GÜNAHLAR VE TEKFİR MESELESİ

Dr. ALİ ARSLAN AYDIN
Din İşleri Y. Kurulu Bşk. V.

İslâm’a göre büyük günâh (kebîre) sayılan suç ve yasakların tes­tibi ile, şer’î îmanın mânâ ve hakikatı arasında sıkı bir münasebet vardır. Çünkü, bazılarının iddia et­tikleri veçhile âmel îmandan bir cüz ise; meselâ, adam öldürmek, zinâ etmek veya namaz kılmayı ve oruç tutmayı terketmek gibi büyük gü­nâhlardan birini veya birkaçını işle­mek, o kimsenin îmanını giderip, tekfir edilmesini gerektirebilir. Ama, Ehl-i Sünnet ulemasının beyan et­tikleri veçhile âmel îmandan bir cüz değil de, ancak îmanın kemâlinden sayılırsa; bu takdirde, büyük günâh işleyen bir kimse, o fiilin farziyeti­ni veya haram oluşunu inkâr etme­den yapmışsa, îman ve İslâm daire­sinden çıkmaz. Dolayısiyla bu gibi günahkârlar tekfir de edilemezler. Nitekim, Ehl-i Sünnet kelâmcıları: "Ehl-i Kıble (işlediği büyük bir günâhdan dolayı) tekfir edilemez" de­mişlerdir.

İşte bu durum halk arasında iyi bilinmediğinden, zaman zaman tereddütler ve şöyle sorular sorulmaktadır:

Büyük günâh işleyen bu kimse­yi Cenab-ı Hak, dilerse affeder ve cennetine mi koyar, yoksa o şahıs tövbe etmezse, onu affetmez de ce­henneme mi sokar?

Başka bir deyimle; büyük gü­nah işleyen bir kimsenin imanı gi­der ve küfre girer mi? Yani böyle bir şahıs müslüman olarak kalır mı, yoksa kâfir mi olur?

Bu soruların cevabı, yukarda belirttiğimiz gibi, şeri imanın mânâ ve hakikati ile çok yakından ilgili­dir. O halde, önce, "kebîre" adı ve­rilen büyük günâhın, işlenen kötü bir âmel olarak, şer’i îman ile olan alâkasını iyi anlamak ve bunu tesbit etmek gerekir. Bu tesbit yapılmadan, "büyük günâh sahibinin ce­zası ne olacaktır. Cennete mi, yok­sa Cehenneme mi girecektir" so­rusunu cevaplamak mümkün olmaz.

Bildiğimiz gibi Ehl-i Sünnete göre şer’ i iman; Peygamberimizin Allah’dandır diye bildirdiği bütün dini gerçekleri ye iman esaslarını kalb ile tasdikten veya kalbi tasdikle be­raber onların tamamının icmalî veya tafsili olarak, dil ile İkrardan İba­rettir.

Bu esasa göre, büyük günâh işleyen, yahut farizalardan birini veya birkaçını terkeden bir kimse­nin (aslını inkâr etmedikçe), İman dan çıkmayacağı ve kâfir olmayaca­ğı aşikardır. Fakat, Mu’tezile ve HSrlctlerln zan ve İddia ettikleri gi­bi, âmel îmandan bir cüz ise, kebîre sahibinin din ve îmanının tehlikede olduğu, hatta tekfir edilebilecekleri anlaşılmaktadır.2

Kebîre adıyla anılan "Büyük Günahlar"ın şeri îman ve tekfir mes’elesi ile alâkasını böylece tes­bit ederek bu hususu özetledikten sonra, Ehl-i Sünnet ulemasının Kebîre sayılan günâhları nasıl tayin et­tiklerini, bu konudaki görüşlerini ve en kuvvetli delillerini kısaca açıkla­yalım:

"Büyük Günâh” denince, genel olarak şu anlaşılır:

Cemiyette büyük fesada sebe­biyet veren, bu sebeple dinen bü­yük cezayı gerektiren kötü bir fiili çirkin bir davranış.,.

Veya; Şâri-i Hakîm’in işleyeni ceza vermekle tehdit ettiği kötü fiiller, yahut, büyük günâh olduğuna dair hakkında nas (dini delil) varit olan suçlardır.

İşlenen bir suçun dinen büyük günâh sayılıp sayılmayacağına, sahibi için şiddetli cezayı mucip olup olmayacağına:

a) O suçu işleyenin Kitap ve ya Sünnet ile yani ayet veya sahih bir hâdisle tehdit edilmiş olması,

b) Suçu işleyen kimseye dînen "had cezası" verilmesi (belli mîktarda sopa vurulması,

c) O fiili işleyene dînen lânet okunması gibi hususlar delâlet eder.

İşlenen bir suçun büyük günah sayılması ve bu günâha karşı ne gibi ceza verileceği hususu ise, ancak, İslâm dininin bildirdiği kesin ve sarih naslarla, dini delillerle bilinir.

Bu sebeple bazı İslam ülemâsı Büyük günâhların bilinmesinde ve adedinin tesbitinde, yalnız dînî kesin naslara dayanırlar. Bunların delili (senedi): İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhûma)nın Peygamberlerimizi: (S.AV.)’den rivayet ettikleri şu hadistir: Meâli şöyledir:

"Büyük Günâhlar dokuzdur: Allah’a şirk koşmak3, haksız yara adam öldürmek, temiz (afife) bir ka­dına (veya kıza) kötülük isnat et­mek, zina yapmak, düşmana hücum esnasında firar etmek, sihirbazlık4, yetim malını yemek, müslüman ana babaya âsî olmak, emredilenleri yapmamak ve yasakları yapmak sü­ratiyle istikameti (doğruluğu) terketmektlr.”5

Hz, Ebu Hüreyre (R.A.) rivâyetinde "Kebire", on olarak bildirilmiş, onuncu olarak da, "faiz yemek" kebîreden sayılmıştır. Hz. Ali (K.V.)’nin rivayetinde ise büyük günahlar (on iki) olarak haber verilmiş, yukarda sayılanlara, "hırsızlık" ve "şarap içmek" eklenmiştir.

Bu hâdisi esas alan âlimler, büyük günâhları hadiste sayılan hu­suslar olarak tahdit ve tesbit etmiş­lerdir. Bu rivayetlerin üçü de hâdis rivâyetinde şöhret sahibi büyük sa­habilerdir. Başka rivayetler de var­sa da, meşhur değildir.

Bir kısım İslâm alimleri ise; bü­yük günahların tesbitinde şu külli genel kaideye istinad etmişlerdir:

“Kebire: Meşhur ve mezkûr ha­diste sayılanlar ile, fesadı ve kötü­lüğü onlardan birininki gibi veya daha çok olan şeylerdir.” Bu genel kaideye göre; büyük günâhlar mu­ayyen bir adette dondurulmamış, ta­rife uygun "gıybet, koğuculuk ve yalancı şahitliği” ile bunlara benzeyen kötü fiiller ve fesadı gerek­tiren suçlar da, "Büyük Günâhlar" dan sayılmıştır.

Diğer bir kısım kelâmcılar da Büyük Günâhları:

"Şeriatın hakkında tehdid edi­ci bir nass (bir vaîd) tahsis ettiği her suçtur” şeklinde tarif etmişler­dir. Koydukları bu külli kâidede "Şer’î bir nass (dini bir delil) ile tehdid ve tahzir" esasını da şart koşmuşlardır.

Kelâmcılardan bazıları ise; bü­yük günâhları ne bir adetle ve ne de genel bir kâide ile tahdid etmeyerek, şöyle demişlerdir;

"Kulun üzerinde ısrar ettiği her günâh büyük günâhtır. İstiğfar et­tiği her günâh da sağir (yani küçük günahı)dır.

Bu esasa göre; İşlenen her suç, üzerinde ısrar edilirse büyük günâh, istiğfar edilirse küçük günâh hali­ne gelmekte, büyük ve küçük gü­nâhlar birbirinden bir fiil ve zâti ala­rak ayrılmamaktadır.

Halbuki yukarda geçen hadis­te bazı büyük günâhlar bildirilmiş­tir. Sonra istiğfar, tevbe demektir, işlenen bir büyük günâh, istiğfar edilince küçük günâh haline nasıl gelir? Belki tövbe ile işlenen gü­nâhlar ne kadar büyük, hatta kü­für de olsa, Allah dilerse affeder. Nitekim âyet-i kerimede bu husus şöyle beyan edilmiştir:

"Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki günâhları dilediğine affeder.”6

Yapılan birçok haklı itirazlar­dan, bu son görüşün zayıf olduğu anlaşılmaktadır.

Netice olarak bu konuyu şöylece özetleyebiliriz:

1 — Kelâmcılardan bazıları, yukarda zikredilen meşhur hadîse dayanarak, büyük günâhları 9 veya 10 veya 12 olarak tahdid etmişler­dir.

2 — Bazıları ise, genel ve külli bir kaideye dayanarak büyük günâh­ların adedini tesbit etmemişlerdir. Ancak bu gruptan bir kısmı, işlenen günâh üzerine tereddüp eden fesa­dı, diğer bir kısmı da, suçu işle­yenler hakkında tehdidkâr bir nassın (dinî delilin) bulunmasını esas almışlardır.

3 ... Kelâmcılarm diğer bir kıs­mı da; büyük günâhları, ne muay­yen bir adetle, ne de küllî ve genel bir kaîde ile tahdid etmemişlerdir. Bunlara göre, işlenen her suç bü­yük veya küçük günâh olmaya mü­saittir.

Bu görüşlerden kabule en çok şayan olanın, ‘’hakkında tehdid edi­ci bir nassıın (dinî delilin) tahsis edilmesi" esasına dayanan görüş­tür.

Çünkü büyük günâhların hadis­te 9. 10 veya 12 olarak sayılması, bu ayardaki suçların büyük günâh sayılmamasını gerektirmez. Zira, ’‘hâdiste sayılanlar, insanlar arasın­da en çok vukua gelen suçlar ol­ması hasebiyle, bu gibi fiilleri işle­mekten müslümanların sakınarak, uzak kalmalarını tenbih gayesiyle zikredilmiştir." denebilir.

Ulemâ arasındaki bu görüş farkları şöyle izah edilebilir:

Büyük günâhların neler olduğu­nun açık ve kesin olarak tesbit edil­memiş olması ve bu konuda görüş birliğine varılamaması; müslümanla­rın büyük günâhları bilerek, "küçük günâhlar nasıl olsa affedilir" gibi bir düşünce ile, onları işlememelerini ve "belki bu da büyük günâhtır" korkusuyla her yasak fiilden titizlik­le kaçınmalarını temin gayesini güt­mektedir. Nitekim ibâdete teşvik gayesiyle, "Salât-ı Vusta=orta na­maz” ve “Kadir Gecesi” bildirilmemiştir.

Ancak hâdiste sayılan suçların büyük günâhlardan olduğunda şüp­he olmadığı gibi, bir suçun çok kö­tü olduğu ve işleyene şiddetli ce­za verileceği hususunda dînî bir nassın vârid olması da, o fiilin bü­yük günâhlardan olduğuna kesin bir delil teşkil eder. Halbuki işlenen bir suç özerine terettüp eden fesadı ve buna karşılık olarak Hak Teâlâ’nın vereceği cezanın miktarını, dinî bir delil mevcut olmadan tesbit etmek çok zor bir iştir.

Bu sebeble büyük günâhı; "şe­riatın hakkında tehdid edici bir nas (bir vâîd) tahsis ettiği, veya büyük günâh olarak bildirdiği suçlardır." şeklinde tarif etmenin, bu konuda en isabetli ve gerçeğe uygun görüş olduğu kanaatindeyiz.7

NETİCE:

Büyük günâhların neler olduğu ve nasıl tesbit edilerek bilineceği hususunda Ehl-i Sünnet ulemâsının, görüşlerini özetledikten sonra; Bü­yük günâh işleyen kimsenin. Ehli Sünnet Mezhebine göre durumunu tesbit ederek bahsimize son vere­lim.

Ehli Sünnet Ulemasına göre "Kebîre", yani işlenen büyük günâh, mü’min bir kulu imandan çıkarmaz ve onu küfre sokmaz. Böyle bir kimse mü’mindir, kâfir değildir. Çünkü îman, inanılması ge­reken dînî esasları kalb ile tasdik etmektir. O halde bir mü’mini îman­dan, ancak, bu tasdike aykırı olan birşey çıkarabilir. Yoksa, şehvetinin azgınlığıyla veya tehdit ve hiddetle, yahut şeref ve namus gayretiyle veya tenbellik ya da ruhî bir çökün­tü ve bunalımla özellikle affedilme

ümidi ve tövbe etmek azmi içinde mevcutken, büyük bir günâh işle­mek, kalpteki mutlak ve kesin tas­dike (aykırı) değildir. O halde, bü­yük günah, mü’mîni imandan çıkar­maz.

Ancak böyle bir mü’min "âsi” sayılır. Çünkü îman, kalpte bulunan kesin tasdikten ibaret olup, âmel îmandan bir cüz, veya îmanın bir rüknü olmadığına göre, kalpteki kesin tasdike aykırı olmayan büyük günâh, o şahsı îmandan çıkarmaz. Çünkü kebîre sahibinin kalbinde îman vardır. O halde mü’mindir.

Nitekim şu âyetlerde büyük günâh sahipleri "Mü’min’’ olarak vasfedimişlerdir:

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas (misilleme ce­za) farz kılındı.8

"Ey îman edenler! Yürekten halis bir tövbe ederek (Tevbe-i Nasuh ile) Allah’a dönün9.

"Eğer müminlerden iki taraf birbiriyle vuruşurlarsa, aralarını bu­lup ıslâh edin10."

Gerçek şudur ki; kebîre sahip­leri tevbe etmeseler de namazları kılınır ve müslüman mezarlığına defnedilirler. Bu husus Asrı Saadet­ten günümüze kadar böyle devam etmektedir.

Ancak; kebire sahibinin işledi­ği günahı helâl itikad etmemesi, ve­ya onu hafife almaması, yahut alay ve istihza etmemesi şarttır. Aksi halde, yani işlediği büyük günahın helâl olduğuna itikad ederek yaptı­ğı anlaşılır veya bunu açıkça söy­lerse, o kimse kesin olarak îman­dan çıkar. Çünkü kalpteki tasdik gizlidir, görünmez ama, Hak Teâlâ kalpteki tasdike delalet eden alâmetler koymuştur. Bazı nifak ve münafıklık alâmetleri gibi... Mese­lâ puta tapmak, küfür lâfızlarını kullanmak, ibâdetlerle alay ve is­tihza etmek, inkâr ve küfür alâmeti sayılır. Bu sebeple meselâ bir kim­se büyük günâh işlerken onu helâl sayar veya haramı helâl itikad ederse, bu, kalpteki îmanı yok eden açık bir küfürdür. Bu gibilerin tek­fir edilmesi gerekir. Ancak bilin­melidir kî, burada tekfiri gerektiren şey; işlenilen günâh değil, küfrü ge­rektiren söz ve davranıştır.11

(1) Mutezile Ulemâsı ve Hariciler gibi.

(2) Tasfilat için Bkz; Aydın, Ali Arslan: İslam inançları ve Felsefesi (3. baskı) s. 125-137 ve orada zikredilen kaynaklar.

(3) Allaha şirk koşmak, büyük günahların en büyüğüdür, (Ekberu’I-Kebâir)dir.

(4) Sihirbazlıktan maksat; sanat edinmeden sihri öğrenmek ve öğretmektir.

(5) Kütübü Sitte’ye ve El-Fethü’l-Kebir (C. Suyûti), c. II, s. 227-228 ne bakınız.

(6)en-Nisa: 116.

(7) M. Yusuf El-Şeyh; Müzekkirât Fi’t-Tevhid: c. IV, s. 85-86, Salih taûsâ Şeref: Müzekkirât Fit-Tevhid: c. IV. s. 119-123.

(8) el-Bakara: 178.

(9) et-Tahrim; 8.

(10) el-Hucürât: 9.

(11) Fazla bilgi için Bkz: Şerb-i Mevâkıf; c, III, s. 254-258, Şerh-i’l-Akâid en- Nesefiyye ve Hâşiyeleri: s. 410-416. Müzekkirat fi’t-Tevhid (S. Musa Şeref) s. IV, 117-136 Müzekkirat fi’t-Tevhid (M. Yusuf El-Şeyh) c. IV, s. 84-91, İslâm inançları ve Felsefesi (3. baskı) sh. 138 ile 150.