İSLAM’DA BÜYÜK GÜNAHLAR VE TEKFİR MESELESİ
İslâm’a göre büyük günâh (kebîre) sayılan suç ve yasakların testibi ile, şer’î îmanın mânâ ve hakikatı arasında sıkı bir münasebet vardır. Çünkü, bazılarının iddia ettikleri veçhile âmel îmandan bir cüz ise; meselâ, adam öldürmek, zinâ etmek veya namaz kılmayı ve oruç tutmayı terketmek gibi büyük günâhlardan birini veya birkaçını işlemek, o kimsenin îmanını giderip, tekfir edilmesini gerektirebilir. Ama, Ehl-i Sünnet ulemasının beyan ettikleri veçhile âmel îmandan bir cüz değil de, ancak îmanın kemâlinden sayılırsa; bu takdirde, büyük günâh işleyen bir kimse, o fiilin farziyetini veya haram oluşunu inkâr etmeden yapmışsa, îman ve İslâm dairesinden çıkmaz. Dolayısiyla bu gibi günahkârlar tekfir de edilemezler. Nitekim, Ehl-i Sünnet kelâmcıları: "Ehl-i Kıble (işlediği büyük bir günâhdan dolayı) tekfir edilemez" demişlerdir.
İşte bu durum halk arasında iyi bilinmediğinden, zaman zaman tereddütler ve şöyle sorular sorulmaktadır:
Büyük günâh işleyen bu kimseyi Cenab-ı Hak, dilerse affeder ve cennetine mi koyar, yoksa o şahıs tövbe etmezse, onu affetmez de cehenneme mi sokar?
Başka bir deyimle; büyük günah işleyen bir kimsenin imanı gider ve küfre girer mi? Yani böyle bir şahıs müslüman olarak kalır mı, yoksa kâfir mi olur?
Bu soruların cevabı, yukarda belirttiğimiz gibi, şer’ i imanın mânâ ve hakikati ile çok yakından ilgilidir. O halde, önce, "kebîre" adı verilen büyük günâhın, işlenen kötü bir âmel olarak, şer’i îman ile olan alâkasını iyi anlamak ve bunu tesbit etmek gerekir. Bu tesbit yapılmadan, "büyük günâh sahibinin cezası ne olacaktır. Cennete mi, yoksa Cehenneme mi girecektir" sorusunu cevaplamak mümkün olmaz.
Bildiğimiz gibi Ehl-i Sünnete göre şer’ i iman; Peygamberimizin Allah’dandır diye bildirdiği bütün dini gerçekleri ye iman esaslarını kalb ile tasdikten veya kalbi tasdikle beraber onların tamamının icmalî veya tafsili olarak, dil ile İkrardan İbarettir.
Bu esasa göre, büyük günâh işleyen, yahut farizalardan birini veya birkaçını terkeden bir kimsenin (aslını inkâr etmedikçe), İman’ dan çıkmayacağı ve kâfir olmayacağı aşikardır. Fakat, Mu’tezile ve HSrlctlerln zan ve İddia ettikleri gibi, âmel îmandan bir cüz ise, kebîre sahibinin din ve îmanının tehlikede olduğu, hatta tekfir edilebilecekleri anlaşılmaktadır.2
Kebîre adıyla anılan "Büyük Günahlar"ın şer’i îman ve tekfir mes’elesi ile alâkasını böylece tesbit ederek bu hususu özetledikten sonra, Ehl-i Sünnet ulemasının Kebîre sayılan günâhları nasıl tayin ettiklerini, bu konudaki görüşlerini ve en kuvvetli delillerini kısaca açıklayalım:
"Büyük Günâh” denince, genel olarak şu anlaşılır:
Cemiyette büyük fesada sebebiyet veren, bu sebeple dinen büyük cezayı gerektiren kötü bir fiili çirkin bir davranış.,.
Veya; Şâri-i Hakîm’in işleyeni ceza vermekle tehdit ettiği kötü fiiller, yahut, büyük günâh olduğuna dair hakkında nas (dini delil) varit olan suçlardır.
İşlenen bir suçun dinen büyük günâh sayılıp sayılmayacağına, sahibi için şiddetli cezayı mucip olup olmayacağına:
a) O suçu işleyenin Kitap ve ya Sünnet ile yani ayet veya sahih bir hâdisle tehdit edilmiş olması,
b) Suçu işleyen kimseye dînen "had cezası" verilmesi (belli mîktarda sopa vurulması,
c) O fiili işleyene dînen lânet okunması gibi hususlar delâlet eder.
İşlenen bir suçun büyük günah sayılması ve bu günâha karşı ne gibi ceza verileceği hususu ise, ancak, İslâm dininin bildirdiği kesin ve sarih naslarla, dini delillerle bilinir.
Bu sebeple bazı İslam ülemâsı Büyük günâhların bilinmesinde ve adedinin tesbitinde, yalnız dînî kesin naslara dayanırlar. Bunların delili (senedi): İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhûma)nın Peygamberlerimizi: (S.AV.)’den rivayet ettikleri şu hadistir: Meâli şöyledir:
"Büyük Günâhlar dokuzdur: Allah’a şirk koşmak3, haksız yara adam öldürmek, temiz (afife) bir kadına (veya kıza) kötülük isnat etmek, zina yapmak, düşmana hücum esnasında firar etmek, sihirbazlık4, yetim malını yemek, müslüman ana babaya âsî olmak, emredilenleri yapmamak ve yasakları yapmak süratiyle istikameti (doğruluğu) terketmektlr.”5
Hz, Ebu Hüreyre (R.A.) rivâyetinde "Kebire", on olarak bildirilmiş, onuncu olarak da, "faiz yemek" kebîreden sayılmıştır. Hz. Ali (K.V.)’nin rivayetinde ise büyük günahlar (on iki) olarak haber verilmiş, yukarda sayılanlara, "hırsızlık" ve "şarap içmek" eklenmiştir.
Bu hâdisi esas alan âlimler, büyük günâhları hadiste sayılan hususlar olarak tahdit ve tesbit etmişlerdir. Bu rivayetlerin üçü de hâdis rivâyetinde şöhret sahibi büyük sahabilerdir. Başka rivayetler de varsa da, meşhur değildir.
Bir kısım İslâm alimleri ise; büyük günahların tesbitinde şu külli genel kaideye istinad etmişlerdir:
“Kebire: Meşhur ve mezkûr hadiste sayılanlar ile, fesadı ve kötülüğü onlardan birininki gibi veya daha çok olan şeylerdir.” Bu genel kaideye göre; büyük günâhlar muayyen bir adette dondurulmamış, tarife uygun "gıybet, koğuculuk ve yalancı şahitliği” ile bunlara benzeyen kötü fiiller ve fesadı gerektiren suçlar da, "Büyük Günâhlar" dan sayılmıştır.
Diğer bir kısım kelâmcılar da Büyük Günâhları:
"Şeriatın hakkında tehdid edici bir nass (bir vaîd) tahsis ettiği her suçtur” şeklinde tarif etmişlerdir. Koydukları bu külli kâidede "Şer’î bir nass (dini bir delil) ile tehdid ve tahzir" esasını da şart koşmuşlardır.
Kelâmcılardan bazıları ise; büyük günâhları ne bir adetle ve ne de genel bir kâide ile tahdid etmeyerek, şöyle demişlerdir;
"Kulun üzerinde ısrar ettiği her günâh büyük günâhtır. İstiğfar ettiği her günâh da sağir (yani küçük günahı)dır.
Bu esasa göre; İşlenen her suç, üzerinde ısrar edilirse büyük günâh, istiğfar edilirse küçük günâh haline gelmekte, büyük ve küçük günâhlar birbirinden bir fiil ve zâti alarak ayrılmamaktadır.
Halbuki yukarda geçen hadiste bazı büyük günâhlar bildirilmiştir. Sonra istiğfar, tevbe demektir, işlenen bir büyük günâh, istiğfar edilince küçük günâh haline nasıl gelir? Belki tövbe ile işlenen günâhlar ne kadar büyük, hatta küfür de olsa, Allah dilerse affeder. Nitekim âyet-i kerimede bu husus şöyle beyan edilmiştir:
"Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki günâhları dilediğine affeder.”6
Yapılan birçok haklı itirazlardan, bu son görüşün zayıf olduğu anlaşılmaktadır.
Netice olarak bu konuyu şöylece özetleyebiliriz:
1 — Kelâmcılardan bazıları, yukarda zikredilen meşhur hadîse dayanarak, büyük günâhları 9 veya 10 veya 12 olarak tahdid etmişlerdir.
2 — Bazıları ise, genel ve külli bir kaideye dayanarak büyük günâhların adedini tesbit etmemişlerdir. Ancak bu gruptan bir kısmı, işlenen günâh üzerine tereddüp eden fesadı, diğer bir kısmı da, suçu işleyenler hakkında tehdidkâr bir nassın (dinî delilin) bulunmasını esas almışlardır.
3 ... Kelâmcılarm diğer bir kısmı da; büyük günâhları, ne muayyen bir adetle, ne de küllî ve genel bir kaîde ile tahdid etmemişlerdir. Bunlara göre, işlenen her suç büyük veya küçük günâh olmaya müsaittir.
Bu görüşlerden kabule en çok şayan olanın, ‘’hakkında tehdid edici bir nassıın (dinî delilin) tahsis edilmesi" esasına dayanan görüştür.
Çünkü büyük günâhların hadiste 9. 10 veya 12 olarak sayılması, bu ayardaki suçların büyük günâh sayılmamasını gerektirmez. Zira, ’‘hâdiste sayılanlar, insanlar arasında en çok vukua gelen suçlar olması hasebiyle, bu gibi fiilleri işlemekten müslümanların sakınarak, uzak kalmalarını tenbih gayesiyle zikredilmiştir." denebilir.
Ulemâ arasındaki bu görüş farkları şöyle izah edilebilir:
Büyük günâhların neler olduğunun açık ve kesin olarak tesbit edilmemiş olması ve bu konuda görüş birliğine varılamaması; müslümanların büyük günâhları bilerek, "küçük günâhlar nasıl olsa affedilir" gibi bir düşünce ile, onları işlememelerini ve "belki bu da büyük günâhtır" korkusuyla her yasak fiilden titizlikle kaçınmalarını temin gayesini gütmektedir. Nitekim ibâdete teşvik gayesiyle, "Salât-ı Vusta=orta namaz” ve “Kadir Gecesi” bildirilmemiştir.
Ancak hâdiste sayılan suçların büyük günâhlardan olduğunda şüphe olmadığı gibi, bir suçun çok kötü olduğu ve işleyene şiddetli ceza verileceği hususunda dînî bir nassın vârid olması da, o fiilin büyük günâhlardan olduğuna kesin bir delil teşkil eder. Halbuki işlenen bir suç özerine terettüp eden fesadı ve buna karşılık olarak Hak Teâlâ’nın vereceği cezanın miktarını, dinî bir delil mevcut olmadan tesbit etmek çok zor bir iştir.
Bu sebeble büyük günâhı; "şeriatın hakkında tehdid edici bir nas (bir vâîd) tahsis ettiği, veya büyük günâh olarak bildirdiği suçlardır." şeklinde tarif etmenin, bu konuda en isabetli ve gerçeğe uygun görüş olduğu kanaatindeyiz.7
NETİCE:
Büyük günâhların neler olduğu ve nasıl tesbit edilerek bilineceği hususunda Ehl-i Sünnet ulemâsının, görüşlerini özetledikten sonra; Büyük günâh işleyen kimsenin. Ehli Sünnet Mezhebine göre durumunu tesbit ederek bahsimize son verelim.
Ehli Sünnet Ulemasına göre "Kebîre", yani işlenen büyük günâh, mü’min bir kulu imandan çıkarmaz ve onu küfre sokmaz. Böyle bir kimse mü’mindir, kâfir değildir. Çünkü îman, inanılması gereken dînî esasları kalb ile tasdik etmektir. O halde bir mü’mini îmandan, ancak, bu tasdike aykırı olan birşey çıkarabilir. Yoksa, şehvetinin azgınlığıyla veya tehdit ve hiddetle, yahut şeref ve namus gayretiyle veya tenbellik ya da ruhî bir çöküntü ve bunalımla özellikle affedilme
ümidi ve tövbe etmek azmi içinde mevcutken, büyük bir günâh işlemek, kalpteki mutlak ve kesin tasdike (aykırı) değildir. O halde, büyük günah, mü’mîni imandan çıkarmaz.
Ancak böyle bir mü’min "âsi” sayılır. Çünkü îman, kalpte bulunan kesin tasdikten ibaret olup, âmel îmandan bir cüz, veya îmanın bir rüknü olmadığına göre, kalpteki kesin tasdike aykırı olmayan büyük günâh, o şahsı îmandan çıkarmaz. Çünkü kebîre sahibinin kalbinde îman vardır. O halde mü’mindir.
Nitekim şu âyetlerde büyük günâh sahipleri "Mü’min’’ olarak vasfedimişlerdir:
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas (misilleme ceza) farz kılındı.8
"Ey îman edenler! Yürekten halis bir tövbe ederek (Tevbe-i Nasuh ile) Allah’a dönün9.
"Eğer müminlerden iki taraf birbiriyle vuruşurlarsa, aralarını bulup ıslâh edin10."
Gerçek şudur ki; kebîre sahipleri tevbe etmeseler de namazları kılınır ve müslüman mezarlığına defnedilirler. Bu husus Asrı Saadetten günümüze kadar böyle devam etmektedir.
Ancak; kebire sahibinin işlediği günahı helâl itikad etmemesi, veya onu hafife almaması, yahut alay ve istihza etmemesi şarttır. Aksi halde, yani işlediği büyük günahın helâl olduğuna itikad ederek yaptığı anlaşılır veya bunu açıkça söylerse, o kimse kesin olarak îmandan çıkar. Çünkü kalpteki tasdik gizlidir, görünmez ama, Hak Teâlâ kalpteki tasdike delalet eden alâmetler koymuştur. Bazı nifak ve münafıklık alâmetleri gibi... Meselâ puta tapmak, küfür lâfızlarını kullanmak, ibâdetlerle alay ve istihza etmek, inkâr ve küfür alâmeti sayılır. Bu sebeple meselâ bir kimse büyük günâh işlerken onu helâl sayar veya haramı helâl itikad ederse, bu, kalpteki îmanı yok eden açık bir küfürdür. Bu gibilerin tekfir edilmesi gerekir. Ancak bilinmelidir kî, burada tekfiri gerektiren şey; işlenilen günâh değil, küfrü gerektiren söz ve davranıştır.11
(1) Mutezile Ulemâsı ve Hariciler gibi.
(2) Tasfilat için Bkz; Aydın, Ali Arslan: İslam inançları ve Felsefesi (3. baskı) s. 125-137 ve orada zikredilen kaynaklar.
(3) Allaha şirk koşmak, büyük günahların en büyüğüdür, (Ekberu’I-Kebâir)dir.
(4) Sihirbazlıktan maksat; sanat edinmeden sihri öğrenmek ve öğretmektir.
(5) Kütübü Sitte’ye ve El-Fethü’l-Kebir (C. Suyûti), c. II, s. 227-228 ne bakınız.
(6)en-Nisa: 116.
(7) M. Yusuf El-Şeyh; Müzekkirât Fi’t-Tevhid: c. IV, s. 85-86, Salih taûsâ Şeref: Müzekkirât Fit-Tevhid: c. IV. s. 119-123.
(8) el-Bakara: 178.
(9) et-Tahrim; 8.
(10) el-Hucürât: 9.
(11) Fazla bilgi için Bkz: Şerb-i Mevâkıf; c, III, s. 254-258, Şerh-i’l-Akâid en- Nesefiyye ve Hâşiyeleri: s. 410-416. Müzekkirat fi’t-Tevhid (S. Musa Şeref) s. IV, 117-136 Müzekkirat fi’t-Tevhid (M. Yusuf El-Şeyh) c. IV, s. 84-91, İslâm inançları ve Felsefesi (3. baskı) sh. 138 ile 150.