Makale

Yaşayabildiğimiz Tek Gezegen Olan Dünyamıza İtina

Yaşayabildiğimiz Tek Gezegen Olan Dünyamıza İtina

Ahmet GÜL
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

Bilindiği gibi hızlı nüfus artışı, sanayileşme ve sağlıksız kentleşme ülkele­rin tabii ve sosyo-ekonomik yapılarına göre farklılaşan çevre sorunlarını da beraberlerinde getirmiştir.

Çevre deyimi genel anlamda kişinin bütün. sosyal, biyolojik, fiziksel ve kimyasal faaliyetlerini sürdürdüğü ortam olarak ifade edilmektedir.

Çevre sorunları öncelikle gelişmiş ülkelerden başlayarak tüm ülkelerde ken­dini hissettirmeye başlamış ve giderek uluslararası bir boyut kazanmıştır. Özel­likle sanayileşmiş ülkelerde üstesinden gelinmesi güç düzeylere ulaşmıştır. Bu­nun üzerine bu sorunun halli düşüncesi ve gayreti bir çok ülkeyi birlikte ha­reket etme noktasına getirmiştir.

Ülkemizde son yıllarda çevre sorunları ile etkili mücadele için bir taraftan Başbakanlığa bağlı Çevre Genel Müdürlüğü, Üniversitelerde Çevre Mühendisliği bölümleri kurulmuştur. Diğer taraftan, koruma bilincinin yaygınlaşması ve bu­nun sonucu olarak kaynakların akılcı kullanımı yolunda eğitim yayınlan baş­latılmıştır.

İnsanların gevre konusunda bu kadar gürültü koparmalarının en önemli se­bebi, bu gidişle sadece karabataklar ve köknarlar değil, bizzat insan nesil ha­yatını idame ettirmekten endişe duymaktadır. Her canlı varlık gibi İnsan da tabii çevreye bağımlıdır. O, şunun da farkındadır ki şimdilik yaşanabilecek tek gezegen dünyadır. Makul bir şekilde kullanılmak üzere Allah tarafından emanet edilen bu dünyanın ekolojik yapısının bozulması, böylesine tehlikeli boyutlarda tahrip edilmesi dünyayı ayağa kaldırmaya yetmiştir.

Sınır tanımaz ye ahlâkî sorumluluklardan yoksun bir gelişme hırsının, çev­re ve canlılar üzerindeki olumsuz etkilerinin boyutları kontrol edilemez olmuş­tur. Bilim-kurgu romanlarından bildiğimiz hikâye; robotların kontrolden çıkıp mucidini öldürüşü gibi insanlığın icadı teknolojinin ve diğer etkenlerin tahrip ettiği çevre de İnsanlığı öldürüyor denebilir.

İnsanoğlu tabiattaki canlı-cansız kaynakları üretim amacı ile terk etmek te ve onlardan en yüksek düzeyde yararlanma teknolojisini icat etmektedir. Fakat sonuçta, insan-tabiat-kaynaklar arası ekolojik ve ekonomik dengelerin bozuldu­ğu görülmektedir. Şu veya bu şekilde tabii çevrenin bozulmasına bağlı olarak, giderek kesifleşen bir sun’i hayat ortamı oluşmaktadır. Oysa insan; teneffüs et­tiği hava, içtiği su ve aldığı hayvani ve nebatî besinlerle tabiata bağlı bir var­lıktır. Böyle bir gelişme doğrudan doğruya insanın ruh ve beden sağlığını et­kilemektedir.

Şüphesiz gelişmekte olan ülkelerdeki çevre sorunlarının demografik sebep­leri vardır. Ancak teknolojik faktör hiç te göz ardı edilebilecek boyutta değil­dir. Bunun başında, tüm üretim dallarında teknoloji seçiminde tabii çevre şart­larının yeterince dikkatle incelenmemesi ve sonuçta ekolojik dengenin bozul­ması gelmektedir.

Bunun yanında, son yıllarda bazı ekonomik faaliyetlerin gelişmiş ülkeler­den gelişmekte olan ülkelere kaydığı dikkati çekmektedir. Gelişmekte olan ül­kelerdeki düşük Ücret hadleri, vergi İndirimi vb. avantajlar gelişmiş ülkelerdeki sanayinin bir kısmını buralara kaymasında itici güç oluşturmaktadır. Ancak firmalar kendi ülkelerinin şartlarına göre geliştirilmiş veya geri teknolojileri beraberinde getirmekte ve üretime sokmaktadırlar. İşte bu teknoloji daha tah­ripkâr çevre sorunlarına sebep olabilmektedir.

Bütün bu gelişmelere paralel olarak bilim ve teknolojiye olan saf iman çağı sona eriyor görünüyor. Uzay araçları, nükleer enerji, yeni kimyasal bi­leşimler, genetik mühendisliği gibi teknolojiye bağlı başarılar gözlerimizi kamaştıra dursun. Bazı açık çelişkileri de müşahede ediyoruz. Bir grup bitim adamı aya gidecek insanlar için hava teminine çalışırken, diğerleri yeryüzünde teneffüs ettiğimiz havayı nasıl kirlettiğimizin nedenlerini araştırıyorlar- Ayın yü­zeyinden temiz su çıkarmak İçin nükleer enerjiye dayalı projeler geliştirilirken evlerimizdeki musluklardan akan sular içilemez duruma gelmiştir. Bilim ve ona bağlı olarak teknoloji bazı alanlarda büyük boyutlarda başarı sağlarken yer­yüzünde insan hayatının devamı için basit ve ana gereksinimleri tedarikte ba­şarısız kalmış görüntüsü sergiliyor.

Biz müslümanlar, estetik zevkimiz bakanından, dahası ruh ve beden sağ­lığımız yönünden son derece önemli olan tabii çevreyi “sun’ullah” olarak kabul ederiz. Bu bakımdan İslâm’da yeryüzünün iman, tabiatın yaşanabilir bir sevi’ yede tutulup korunması “farz-ı kifaye” olarak telakki edilmiş ve bu çeşit ça­balar ibadetler sınıfına katılarak kutsilik vasfı verilmiştir. Allah Kur’ân-ı Kerim’de "Sizi yerden yetiştirip meydana getiren ve sizin için bir Ömür geçirip orayı bayındır hale getirmenizi dileyen odur." (Hud. 11/61) buyurmaktadır. Do­layısıyla Allah’ın emanet ettiği yeryüzünün korunmasının imani bir görev ol­duğu bilincimizi tekrarlıyoruz.

* * *

1949 yılında Erzincan’ın Tercan İlçesinde doğdu. İlk ve orta tahsilini Zon­guldak’ta tamamladıktan sonra, 1969 da A. Ü. İlahiyat Fakültesini bitirdi. Çe­şitli yerlerde öğretmenlik yaptı. 1984 yılında M. E. B. Personel Genel Müdürlüğü’nde Şube Müdürlüğü görevine başlayan Gül, aynı Bakanlıkta Personel Daire Başkanlığı ve Personel Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Yayınlar Dairesi Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atandı. Gazi Üni­versitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Kürsüsünde master yapmakta olan Ahmet Gül 8.5.1991 tarihinde D.İ.B. Dini Yayınlar Dairesi Başkanı olarak görevlendirildi.