Makale

İSLÂM’DA İMAN VE ESÂSLARI

İSLÂM’DA İMAN VE ESÂSLARI -II-

Dr. Â. Arslan AYDIN

I - ALLAH’A ÎMAN:

Geçen yazımızda, İslâm’da îmân’ın ne olduğunu, mâna ve hakikatini; kısım ve derecelerini izah etmiştik. Bu ve gelecek yazılarımızda ise, her müslümanm Âmentü’sünde ifadesini bulan «İman esasları» m, gereken- yeterlikte ve dergi sayfalarının vereceği imkân nisbetinde izaha çalışaca­ğız.

Görülen ve görülmeyen herşeyin bir yaratıcısı olduğuna, yâni kâi­natı yaratan ve idare eden Allah’ın varlığına ve Birliğine iman, İslâm akidesinin ve bütün semavî dinlerin esasını teşkil eder. Çünkü Allah’a- inanmadan, O’nun Kitaplarına, Peygamberlerine, Meleklerine, Din gününün sahibi olduğuna, hayır ve şerrin, hulâsa herşeyin yaratıcısının O ol­duğuna, herşeyin O’ndan geldiğine ve sonunda O’na dönüleceğine inan­mak bir inceleme konusu dahi olamaz. O halde, evvelâ Allah’ın varlığını ve O’nun Bir olduğunu isbat etmek en tabiî bir yol ve kaçınılmaz bir zarurettir. Çünkü Allah, herşeyin aslı, var oluşunun sebebidir. O her varlığın yaratıcısı ve gayesidir. Bütün dinler, bu; inanca dayanır. Her türlü güzellik, hayır, adâlet ve fazilet hissi, her insanda fitrî olan bu inançtan, Allah’a iman esasından doğmuştur. Herşeyi bilen ve herşeyi yaratmaya kadir bir-Allah’a inanmak, erginlik çağma gelmiş ve âkıl hükmünde olan[1] her insana farzdır. Allah’a îman, her aklı selim sa­hibine borçtur. Bu sebeple İlâhî dinlerin inkitaa uğradığı «Fetret» dev­rinde yaşayan insanlar dahi, kendilerine ihsan edilen akıl nimetiyle Al­lah’ın varlığını idrâk edebilecek durumda olduklarından, Allah’a imanla mükelleftirler. Uzak ve meçhul yerlerde yaşayan ve hiçbir dinden haberi olmayan kimseler de — sert ahkâmla mükellef olmadıkları halde — Allah’a iman etmekle mükelleftirler. Bütün bunlardan anlaşılıyor kir Allah’ın varlığını isbat etmek, şer’î delillerle değil, aklî veya vicdanî de­lillerle veya her ikisi ile kabildir. Çünkü İlâhî bir dine inanmak, Allah’a, inanmaya mütevakkıftır. O halde, Allah’ı isbat sadedinde, henüz isbat edilmemiş olan dinin beyan ettiği deliller serdedilemez. Zira, Allah’ı inkâr eden kimse, hiçbir dine, mukaddes bir kitâba inanmıyor demektir,. Bu sebeple, bu gibileri ikna için, yalnız aklına hitab eden aklî ve mantıkî deliller zikretmek gerekir. İşte bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm in­sanları, Allah’ın varlığı konusunda daima düşünmeye, muhakeme edip akla müracaat etmeye dâvet etmektedir.

Her devirde. Allah’ı inkâr eden ve yalnız maddeye inanan materyalistler ile Allah’a ortak koşan müşrikler — az da olsa — bulunduğundan, Allah’ın varlığını isbat konusu, İslâm kelâmcılarını[2] ve ilahiyatçı filozofları çok meşgul etmiş, münkirleri sindiren ve mü’minlerin imanını kuvvetlendiren çeşitli deliller zikretmelerine sebep olmuştur. Şimdi biz burada, Yüce Halikımızın zâtına mahsus olan İlâhî sıfatları izah etmeden önce, O’nun varlığını isbat hususunda İslâm mütefekkir ve kelâmcılariyle, ilâhiyatçı filozofların ileri sürdüğü ilmî ve felsefî delilleri kısaca beyan edeceğiz. Ayrıca, tabiat ilimleriyle uğraşan âlimlerin, yalnız maddeye inanıp, İlâhî bir kudretin mevcudiyetini inkâr edenlere, bu ilâhî kudret ve yüce varlığı isbat eden delillerin en mühimlerini zikredeceğiz.

İslâm mütefekkirleri ile ilâhiyatçı garp filozoflarının bu konuda gerdettikleri deliller esas itibariyle bir olup, hepsi de, bu varlık âleminin ilk illetiıün (yaratıcısının), «sonu olmayan, hudutsuz ve mutlak kemâl sahibi bir varlık» olduğu esasına dayanır. Hepsinin hedefi, işte bu ilâhi varlığı isbat etmektir.

Bu konuda, seçüen çeşitli yol ve metodlarla zikredilen delilleri, şu üç grupta toplayabiliriz:

A- Dış âlemden çıkarılan tabiî deliller,

B - Akıl yoluyla çıkarılan metafizik deliller,

C - Beşer tabiatından çıkarılan ahlâkî deliller,

A — Dış âlemden çıkarılan deliler:

Âlem diye adlandırılan gördüğümüz şu varlıktan çıkarılan deliller de üç çeşittir:

1) İmkân delili: Âlemin vücudundan, var olmasından çıkarılan delil, yâni, varlığının da, yokluğunun da müsavi oluşundan çıkarılan delili.

2) Hudûs (sonradan var olma) delili: Âlemde görülen hareket ve değişmelerden çıkarılan delil

3) İbda’ ve illet-i gaaiye delili: Âlemdeki nizamdan, her şeyin bir gayeye göre yapılmış olmasından çıkarılan delil.

Şimdi bunları kısaca izah edelim:

1) İmkân delili ile Allah’ın varlığını isbat:

Bunu şöyle izah edebiliriz: Görüyoruz ki bu alem vardır. Fakat bu varlığın vücudu zarurî değildir. Çünkü bu âlem, var olmayabilirdi de. Yâni, var olmamasını da biz aklen tasavvur edebiliriz. Zira, âlemin kendi varlığı ve hakikati içinde, varlığını icap ettirip, vücudunu zarurî kılan bir sebep yoktur. O halde biz, bu âlemin varlığını da, yokluğunu da düşüne­biliriz. İşte bunun içindir ki, şu varlık âleminin vücudu «mümkün» dür, yâni, varlığı zâtından değildir. O halde var oluşunda, varlığını yokluğu­na tercih edip, onu var eden ve onun hakikati dışında bir sebep, bir illet vardır. Şüphesiz ki, âlemin varlığına sebep olan bu mevcut, şu âlem cinsinden ve ona benzeyen bir varlık olamaz. Zira öyle olsaydı, o da müm­kün ve muhtaç olurdu. Ona da yaratıcı bir illet aramamız gerekirdi. O halde bütün bu varlıkları yaratan, vücudunu ademine tercih eden, bu âlem dışında bir sebep her şeyin ilk illeti, yaratıcısı bir mevcut vardır. Bu mevcudun vücudu kendindendir. Yani vücudu, zâtına vaciptir. Bunun içindir ki bu varlığa, «lizâtihi ve bizatihi» mevcuttur denilir. Yâni, Zâtı ile kaim olan, varlığında hiç birşeye muhtaç olmayan, her şeyin varlığı O ’na muhtaç olan, «Vâeibü’l-Vucud» demektir. İşte bu âlemin var olma­sı, her bakımdan ekmel, eşsiz ve üstün bir mevcudun, yâni Allah’ın var­lığını isbat eder. Çünkü böyle ezelî ve ebedî «evveli ve sonu olmayan» bir mevcut olmasaydı, bu âlem vücut bulamazdı. Bu hakikat, (İlliyet) nazariyesinin zaruri bir neticesidir.[3]

Bu metodla Vâcibü’l-Vücud olan Allahu Teâlâ’yı isbat etmek, İslâm filozoflarının ve bazı kelâm âlimlerinin yoludur.



[1] Yâni, mecnun olmayan, aklî muvâzenesi yerinde bulunan.

[2] İslâm akidesini izah eden ilme; Akaid, Tevhid veya tlm-i Kelâm denildiği gibi bu ilimle uğraşan bilginlere de kelâmcı veya mütekellim denilir.

[3] Bu delil, ilm-i Kelâm kitaplarında, değişik ifadelerle bir kaç delil halinde zikredilmiştir. Biz burada, bu şekilde ifade etmeyi uygun bulduk. (Bak: Şerh-i Mevâkıf c. 3, s. 3-10, İstanbul)