Makale

İSLAMADA ÎMAN ESASLARI

İSLAMADA ÎMAN ESASLARI -I-

Dr. Ali Arslan AYDIN

İslâm dinine girmek ve müslüman olmak, ancak îman esaslarını öğrenmek ye onlara inanmakla kaabildir. Ö halde herşeyden önce, İslâmda îmanın ve esaslarının ne olduğunu bilmemiz gerekir. Bunun içindir ki, önce bu konuyu ele almak, gereken önemle üzerinde durmak lüzumunu hissettik.

İslâm, lûgatta; inanmak, tasdik etmek manasınadır. Bu mâna mutlaktır. Yâni; bir kimseye, bir habere veya bir hükme kesin olarak ve içten gelerek inanmak, haberin ve haber verenin doğru olduğunu kabul etmektir.

Din dilinde ise îman; Allah’dan başka Tanrı (îlâh) bulunmadığına, Pey­gamberimiz Muhammed (S.A.V.)’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna ve Al­lah tarafından kendisine indirildiği ve dinden olduğu kesin olarak bilinen[1] şeylerin hepsinde Hz. Muhammed’in doğru olduğuna tereddütsüz inanmak, bu­nu kalbi ile tasdik etmektir. îslâm akidelerini inceleyen bilginlerimiz, bu mâ­nâyı, hepimizin çok iyi bildiğimiz «Şahadet kelimesi»’nden almışlardır. İşte bu kutsal cümleyi[2] diliyle ikrar edip, kalbiyle tasdik eden kimseye, «inan­mış» anlamına gelen, «Mü’min» adı verilir.

Ancak İslâm bilginlerinin çoğunluğu, «îman, kalb ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar îmanın bir rüknü (cüz’ü) veya sıhhatinin şartı değildir.» derler. Bu çoğunluğa göre; kalb ile tasdik edilen şeyin, dil ile ikrar edilmesi, yalnız, yeni müslüman olan bir kimseye dünyevî hükümlerin icrası için şarttır. «İman, dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir.» sözü işte bu zaruretten doğmuştur. Çünkü, ha­kikatte bir kalb işi olan ve görülmeyen bir şeye, ancak dilin ikrariyle vâkıf olu­nabilir. Fakat, Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in peygamberliği­ne tereddütsüz inanmış ve kalbiyle tasdik etmiş bir kimse, bunu diliyle ikrar etmese dahi, hakikatte ve Allah indinde «mü’min» dir. Şu kadar ki, şayet bu kimse sonradan Müslüman olmuşsa, İmanı gizli kalacağı ve hariçte bilinemiyeceği için, İslâm muamelesi göremez. Yâni hakkında «İslâm ahkâmı» tatbik edi­lemez. O vakit îmanını diliyle, dilsizse hareketiyle açığa vurması gerekir. Bu hüküm, sonradan Müslüman olanlar içindir. Müslüman ailelerinin erginlik ça­ğına gelen çocukları için ise, böyle bir zaruret yoktur. Onlar, imansızlığa delâ­let eden işler yapmadıkça, ömürleri boyunca dilleriyle şahadet getirmeseler de, Müslümanlar nazarında mü’min sayılırlar. Fakat, kalbleriyle tasdik etmiyor­larsa, tabiî Allah nazarında mü’min sayılmazlar.

Sayılan daha az olan bâzı Akaid ve birçok Fıkıh, bilginleri nazarında; dil ile ikrar da îmandan bir cüzdür ve îmanın sıhhatinin şartındandır. Ancak bu şart, zaruret karşısında düşebilen zait bir rükündür.[3] Kalb ile tasdik ise, hiçbir vechile düşmeyen aslî rükündür. Çünkü tasdik kalb den çıkarsa yerine, zıddı, olan imansızlık gelir.

Yukarıda özet olarak anlattığımız bu iki telâkki, itikadda hak (doğru) sa­yılan ve «Ehl-i Sünnet» adiyle anılan Eş’arî ve Mâtürîdı mezheplerinin telâk­kileridir. îmanın haikikatı mevzuunda daha başka fikirler, mezhepler de varsa da onları, burada özetlemeyi lüzumlu görmüyoruz.

İslâm bilginlerimiz, îman ile amel: arasındaki münasebeti de incelemişler­dir. Müslümanların kabulüne en çok mazhar olan fikir; ameldin ve ibâdetlerin, îmanın rükünlerinden olmayıp, hakikati dışında olduğu mütalâasıdır. Fakat amel ye ibâdetler, sahibinin îmanını olgunlaştırır ve Allah’ın vaad buyurduğu büyük nimetlere mazhar olmayı gerektirir. Bu sebeple, ibadette kusur eden veya onu ihmal edip terkeden bir kimse, îmandan, dolayısiyle dinden çıkmış sayılmaz. Evet, îman eden bir kimse Müslüman olur, İslâm dairesine girer. Kitapla, veya Sünnetle, veya îcmâ-i ümmet ’le sabit olan şeyleri inkâra sap­mazsa, İslâm topluluğu içinde kalır. Fakat, kalbimizdeki îman nurunu parlat­mak, kuvvetlendirip, kemâle erdirmek için ibadet ve salih amel şarttır. Al­lah’a ibadet edip, salih amel işlemek, evvelâ, bizi yaratan, her şeyi bize musahhar kılan Habbimizin rızasını kazanmayı, sonra da güzel ahlâka ulaşmayı ve cemiyete faideli bir fert olmayı temin eder.

Bu izahattan sonra, îman’m kısım ve derecelerini açıklamak, yerinde olur.

İman iki kısımdır:

1 — İcmâlî îman,

2 — Tafsili îman.

İcmâlı îman; şahadet kelimesinde belirtildiği üzere; Allah’tan başka Tan­rı (îlâh) olmadığına, Hz. Muhammed (S.A.V.) ’in Allah’ın kulu ve Resulü ol­duğuna ye O’nun tebliğ buyurduğu her şeyin hak (doğru) olduğuna inan­maktır. «Kelime-i Tevhit» de, bu kısa ve icmali mânayı ifade eder. Bununla, Allah’a ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine, dolayısiyle getirdiği esaslara topluca inanılmış olur. Bu, îmanın en kısa ifadesidir. Mü’min olabilmek için bu iki esasa topluca inanmak şarttır.

Tafsîlî iman, ise; bir kaç derece olup, her derecesinde inanılacak şeyler biraz daha artar, biraz daha genişler.

Tafsîlî îmanın ilk derecesinde her mü’min, ımanm üç büyük t e çok mü­him esasına inanır. Bunlar; Allah’a, Hz. Manammed’in Allah’ın resûl’ü oldu­ğuna ve âhiret gününe; yâni ikinci ve ebedî hayatın vâki olacağına inanmaktır.

İkinci derecesinde ise; İmânın altı esasını etraflıca bilmek gerekir. Bun­lar; Allah’a, Allah’ın Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret gü­nüne, Kaza ve Kadere kesin olarak inanmaktır. Bu altı esasa inanmak, her Müslüman için şarttır. Âhiret gününe, ölümden sonra dirilmeye, ikinci ve ebe­dî bir hayata, Cennet ve Cehenneme, mükâfat ve mücazâta, kesin olarak inan­ması lâzımdır.

Üçüncü derecesi ise; tafsilî îmanın en son ve en geniş şeklidir. İmanın bu derecesine ulaşabilmek, daha çok dînin esaslarını, Peygamberimizin Kur’ân-ı Kerîm’le ve Sünneti ile getirdikleri ve tevatüren sâbit olan haberlerin, hüküm­lerin hepsini ayrı ayrı bilmek ve haram olana haram olarak, helâl olana helâl olarak inanıp, tasdik etmektir. Şüphe yoktur ki, îmanın bu derecesi, daha mü­kemmel ve daha mühimdir. Bütün dinî hakikatlere ve bunların herbirine, Al­lah’ın ve Resulü ’nün dilediği şekilde inanmak, bu hakikatleri öğrenenler için farzdır.

Yukarıda açıkladığımız altı esas, îmanın erkânı ve İslâm akidesinin esasa­dır. Bu îman esasları, Cebrail’in «îman nedir?» sualine Peygamberimizin ver­diği cevapta da yer almıştır. Müslümanların «âmentüsü» olarak meşhur olan bu esaslar:

1 — Allah’a 5 — Âhiret gününe

2 — Allah’ın Meleklerine 6 — Kadere (Hayır ve şerrin Al-

3 — Allah’ın Kitaplarına lah’dan ve O’nun yaratma-

4 — Allah’ın peygamberlerine siyle olduğuna) inanmaktır.

İmanın bu altı esasını - inşaallah - gelecek yazılarımızda birer birer ele alarak, lâyık olduğu önemle izaha çalışacağız.

★ ★ ★



[1] Allah’ın, Meleklerinin, Kitaplarının var olduğu; Kıyamet gününün vâki ola­cağı, Namaz, Oruç, Zekât ve Hacc’ın farz olduğu, şarap ve zinanın harâm olduğu gibi her müslümanca bilinen şeyler.

[2] «Allah’dan başka Tanrı (îlâh) olmadığına ve Hz. Muhâmmed’in Allah’m kulu ve Resûl’ü olduğuna şahadet ederim.»

[3] Dilsizlik gibi bir mazeretle veya tehdit kargısında korkarak ve istemiyerek: «inanmıyorum» dese, mazur görülür, ve îmanına zarar gelmez. İşte böyle hallerde «dil ile ikrara rüknü düşer.