Makale

Erbabı Az Olan Bir Hüner Susma Sanatı

Erbabı Az Olan Bir Hüner
Susma Sanatı

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Bir konuşmayı lâf üretme çerçevesinden çıkaran ölçü "verim "dir.

Konuşmak, insanı diğer canlılardan ayıran temel nitelikler arsında yer alır. İnsan düşüncelerini, duygularını, istek ve isteksizliklerini konuşarak ifade ediyor; başkalarıyla bu yeteneği sayesinde iletişim kurabiliyor. Kur’an-ı Kerim, eşyanın isimlerini öğrenmiş olmasını, yani konuşma yeteneğini insanın meleklerden üstün oluşunun bir gerekçesi olarak gösterir.(Bakara, 30-33)
Gündelik hayatımızda iletişim ihtiyacımızı giderebileceğimiz ifadeleri kullanarak konuşuyoruz. Özel yetenekli kimselerin özel kuralları da uygulayarak konuşmayı "hitabet" formu içinde sanatlaştırdıkları bilinen bir şeydir. Tarihin nice ünlü kişileri bu ünlerini hitabet alanındaki yeteneklerine borçludurlar. Ancak, konuşma yeteneği -sahip olunan diğer bütün ayrıcalıklar gibi- sonsuz bir kullanım imkânına sahip kılmıyor bizi. "Taş yerinde ağırdır" ve her şeyin bir yeri vardır. Müslüman için, hayatın her alanında bir itidal, bir "orta yol" izlemek söz konusudur. "Önce söz vardı" (Yuhanna İncili, 1,1) yaklaşımı ile; zaman, yer ve durum kollamadan konuşmak, bu orta yolu terk etmiş olmayı ifade etmez mi? Çok kere, yapılan işin konuşma olmaktan çıkıp, "laf"a ve gürültüye dönüştüğüne şahit olmuyor muyuz?
Konuşmak bir ihtiyaç. Ama susmanın ön plâna çıktığı, olmazsa olmaz konuma geldiği de bir gerçektir. İşte bu gerçeği görmek ve uygulamak da en az konuşmak kadar "sanat yeteneği" ister. Kısaca konuşmak kadar, yerine göre susmak da bir sanattır; gönül dünyası alanında nefis terbiyesi diye ifadeye konulan hâlin oluşmasına destek olan bir sanat... Tasavvuf yolunun yolcularına belletilen üç temel kuraldan birinin "az konuşmak" oluşu bu bakımdan anlamlıdır. (Diğer ikisi; az yemek, az uyumak)
Bir dönemde, hastahanelerin bekleme salonlarında hemen herkesin görmeye alışık olduğu bir resim asılıydı. Tam cepheden çekilmiş bir resim. Başında bembeyaz kepi ile bir hemşire; ışıklı gözleri ve gülümseyen yüzü ile hiç de çelişmeyen vakar dolu bir eda içinde, işaret parmağını dudakları üzerinde dimdik tutmuş, işaret dili ile "Lütfen Susunuz!" diyordu. Çünkü orası, konuşmanın neredeyse gürültü anlamına geldiği bir yer, bir hastane idi. Orada susmak -ve iş yapmak- konuşmaktan önce geliyordu.
Şimdilerde aynı türden resimlere pek rastlanamıyor. Onlara ihtiyaç kalmadığından mı, yoksa resmin "konusu"na boş verildiğinden mi, bilemiyorum. Durum ne olursa olsun, - konuşmanın değil- susmanın gerektiği zaman ve mekânlarla dolu hayatımız. "Susmak" hiç konuşmamayı değil, gereken yerde, gereken ölçüleri gözeterek konuşmayı ifade ediyor.
Konuşmamak ile susturulmayı karıştırmamak gerekiyor. Konuşmamakta insanın kendini kontrol altına alması, sahip olduğu bu en önemli yeteneği yerli yerinde kullanması; susturulmakta ise, başkası tarafından kontrol edilmek ve baskı altına alınmak söz konusudur. Doğru. Fakat, konuşmamak her zaman susmak anlamına mı gelir? Susturulmayı her zaman "bastırılmak’la eş anlamlı görmek ne kadar yanlıştır! Susturulan insanın gözleri de mi bağlanır? Gözlerin, dili kıskandıracak derinlikte bir "dil"i vardır. Bir çift gözün bir anda anlatabildiklerini "tercüme" etmek mümkün mü? Özellikle "yüzdeki göz" çok "konuşkandır", ama yüze de asla mahkûm değildir. O, yüzün "desteği" olmadan da gözdür ve konuşabilir. Hele yüz ile "birlikte" ise, "bir bakış bir bakışa neler neler anlatır." Konuşursunuz, ama susarak, lafazanlık etmeden.
Konuşma ile "lâf üretmek" arasındaki fark nedir? Bir konuşmayı lâf üretme çerçevesinden çıkaran ölçü "verim"dir. Verimli, yani bir şekilde üretken ve faydalı söz, konuşma yeteneğinin hakkını verme yönündeki çabanın bir göstergesidir. İnsan başı boş bırakılmadığı gibi, konuşma yeteneği de başı boş bırakılamaz. Elin uzanamadığı yere dil uzatmak sağlıklı bir yöneliş değildir. Dil de, tıpkı el gibi, hayırlı işlerde kullanılacaktır. Aksi takdirde susmak bir görev olur. Bu gerçek, Hz. Peygamber (s.a.s.) in şu hadisinde temel bir düstur olarak karşımıza çıkar: "Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin, ya sussun" (Buhârî, Edeb,3i, 85) Kâinatın Efendisi’nin; hayırlı, yararlı söz söylenmeyecek/söylenemeyecek yerde susmayı tercih etme gereğinin iman alanını ilgilendiren bir mesele olarak sunmuş olması dikkat çekicidir. Kur’an terbiyesinin örnek siması Hz. Ali, bakın bu gerçeği nasıl dile getiriyor: "Akıllının dili gönlünün arkasındadır, ahmağın gönlü ise dilinin arkasında." (M.Yıimaz, Dört Halifeden Vecizeler Sözlüğü, İst. 2003, s.275)
Amaçsız söz ve yararsız işlerle uğraşmaya "abesle iştigal" diyoruz. Amaçsızlık Yaratıcı kudretin insana hiç yakıştıramadığı bir şey. Bu hem söz hem de eylem plânında böyle- dir: "Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dön- dürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?" (Mü’minûn,ı 15) Varlığı bir amaca dayalı olan insanın eylemlerinde/sözlerinde amaçsızlık ve verim- T’rzlik sergilemesi önemli bîr çelişki olur.
Sır saklamak, susmanın en gerekli olduğu alanlardan biridir. Yine Hz. Ali’nin tespiti ile "Sırrın senin esirindir. Onu açıkladığın zaman sen onun esiri olursun." Evet, sır insanın esiridir, ama çok güçlü ve kaçmaya her an hazır bir esirdir.
Susmayı sanat haline getirmek, nerede susulacağım da iyi bilmeyi gerektirir. Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmaktan daha az kötü değildir. Konuşma yeteneği niçin varsa o yönde kullanılmalıdır. Bu noktada meselâ adaletin tecellisi için şahitlik gerektiği halde şahitlikten kaçınmak, susmanın en kötü biçimidir. Konuşulması gereken yerde konuşmak gerekir.
Susmakla düşünmek arasında doğrudan bir bağ yoktur. Susmak, düşünmemenin göstergesi değildir. "Ne istersen düşünebilirsin, şu şartla ki, her düşündüğünü söylemeyeceksin. Sapan taşı gibi göz çıkaran sözler, felâket şektinde dönemüstü püslü sözler gö-~ rülmüştür. Özellikle boş lâf daima kaza çıkarır, hedefi belli olmadığı için." Cenap Şaha- bettin bir mektubunda oğluna böyle yazıyor. (Evrak-ı Eyyam, Timaş, 1st. 1998,s.199)
Gence’li Nizâmî de oğluna nasihatinde aynı temaya yer veriyor: "Söz her ne kadar su gibi latif ise de, daima az söz söylemek daha doğrudur. Söz bir zülal (tatlı su) gibi olsa dahi, fazla içildi mi rahatsız eder..." (Leyla ile Mecnûn, Tere. A.Nİhat Tarlan, Maarif Matb, İst. 1949, s.48)
Gerektiği yerde konuşmamak ya cehaletten, ya söyleyecek makul bir şey bulamamaktan kaynaklanır. Her iki halde de bir eksiklik söz konusudur. "Suçlunun dili kısadır" diyor Hz. Ali. (M. Yılmaz, 275) Suçlu suçunu konuşmak istemez, itirafa yanaşmaz. Oysa insan, kendinin, ya da yakınlarının aleyhine olsa bile şahitlik makamında konuşmalı, hakkın ortaya çıkmasına yardımcı olmalıdır. (Nisa, 135) Hele bu konuşma hakim bir güç odağı karşısında yapılıyorsa artı bir değer ifade eder. Hz. Peygamber bu değeri: "Cihadın en değerlisi, haktan sapmış bir idareci yanında gerçeği ifade eden bir söz söylemektir." (Ne- sâî, Bey’at, 37) hadisinde ifadeye koymuştur. Hitabeti ile ünlü mutasavvıf Ebû Ali ed-Dekkâk (öl.405/1015) da "Gerçeği söylemeyip susan kimse dilsiz şeytandır" (er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, l, 298) diyerek madalyonun öbür yüzü açısından aynı tespiti yapmıştır.
Rodin’in (1840-1917) "Düşünen Adam"ı aynı zamanda "susan adam"dır. Dirseği dizinde, başı hafif öne eğik; çenesini, kendine doğru biraz eğdiği yumruğuna dayamış yapılı bir adamı temsil eden bu mermer heykel, gerçekten sadece beyni ile değil, bütün vücuduyla düşünen bir görüntü vermektedir. Bence bu heykel ününü, yalnızca Rodin gibi bir ustanın çekicinden çıkmış olmasına borçlu değildir. İşin dikkatlerden kaçan bir boyutu daha vardır ki o da heykelin "konu"sudur. Heykel size adeta, "düşünebiliyorsam, sustuğum içindir," mesajını vermektedir.
Gerçekten, çene ile beynin aynı anda uyumlu çalışması ne derece mümkün olabilir ki. Büyük düşünürlerin genelde yalnızlıktan hoşlanmaları sadece basit bir tercih meselesi midir? Hayır. Susmak, düşünceyi besleyen temel kaynaktır.
Susmak dinlemeye zemin hazırlar. Dinlemek bir bakıma dinlenmektir de. Küçük bir kelime oyunundan yararlanarak diyebiliriz ki bu, kelimenin taşıdığı her iki anlam açısından da geçerlidir:
Susan insan, dinlenir. Konuşmak için -hele hele çok konuşmak için- harcanan enerjiyi küçümseyemeyiz. Konuşma mekanizmasının ve onu besleyen düşünce merkezinin de yorulduğu bir gerçektir.
Susan insan dinlenir. Sözüne itibar edilir. "Ağır adam" olmanın gereklerinden biri de sözü dinlenir olmaktır. Hele konuşan "ağır" olursa, susup dinlemek nefes almak gibi, su içmek gibi tabii olur.
Susup dinleme terbiyesini bize dinimiz öğütler. Dinlenmesi söz konusu olan Yaratıcının sözü Kur’an ise, sesler kesilir, kulaklar gönülle tam bağlantı halinde pür dikkattir:
"Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin"
(A’râf, 204)
Kalbin susması hayatın sonudur, ona "sus!" diyemeyiz; böyle bir hakkımız da yok. Midenin "susması" ise öyle değil. Onu belli ölçüde susturabilirsek, kalbin geç susmasını sağlayabiliriz. Oruç ibadetinin hikmetlerinden biri de burada gizli. Allah istediği için mideyi "dinlendirmek" ibadet niteliği kazanıyor. Susmanın da ibadet olarak algılandığı dönemler ve dünya görüşlerinin varlığına dair Kur’an’da işaretler vardır. Bir insanla birleşmeksizin Hz. İsa’ya hamile kalan Hz. Meryem şaşkınlık içinde bir hurma ağacının altına çekilmişken Cebrail’in teselli edici uyarılarına muhatap oldu: "Hurma ağacının dalını kendine doğru salla ki, sana taze hurma dökülsün. Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan ’Şüphesiz ben Rahman’a susmayı adadım, bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım’ de." (Meryem, 25, 26)
Sahabilerden Beşîr (r.a) Hz. Peygamber’e "Cuma günü oruç tutup o gün kimse ile konuşmamak istiyorum, yapabilir miyim?" diye sormuş Hz. Peygamber oruç konusunu aydınlattıktan sonra şöyle devam etmiştir: "Kimseyle konuşmamana gelince, hayatıma and olsun ki, iyi şeyler konuşman ve kötülükten alıkoyman senin için susmaktan daha hayırlıdır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 225) Öyle anlaşılıyor ki, cahiliye dönemi Araplarında da ibadet amaçlı susma uygulaması vardı ve bu uygulama İslam’ın gelmesi ile yasaklandı, bunun yerine zikirle meşgul olmak ve faydalı şeyler konuşmak emredildi.
Eski Yunanistan’ın büyük hatibi Demosten’in aslında "iyi" bir kekeme olduğunu çok kişi biliyordur. O, bu özrünü gidermek için ağzına çakıl taşları koyarak deniz kenarında uzun uzun konuşma talimleri yapmış ve sonunda ünlü bir hatip olmayı başarmıştı. Demosten’e konuşma konusunda yardımcı olan çakıl taşları, susmayı öğrenmesi gerekenlerin de işine yarayabilir. "Söz gümüş ise sükut altındır."
Evet susmak altın değerindedir. Tedavüle sokulacağı yeri ve zamanı bilmek kaydıyla.